• “dayanabileceğimiz kederin bir sınırı vardır; bu sınırın ötesine geçenler ya bizi mahvederler ya da bizi hissiz bırakacak şekilde yanımızdan geçip giderler.”

    genç werther'in acıları - johann wolfgang von goethe
  • farsçada toz kökünden gelirmiş, aynanın üzerine konan, görüntüyü bulanıklaştıran toz, buğu gibi. bu yüzden keder, gönül aynasına konan tozmuş.
  • "beden için sağlıklı olan tek şey mutluluktur; ama zihni güçlendirip geliştiren, kederdir."
    (bkz: marcel proust)
    (bkz: yakalanan zaman)
  • “gerçek keder, kendisine uzanan her yolu tıkar.”

    iris murdoch, the black prince
  • "o zaman onlar için, dünyanın kederi için ben de ağladım."

    ursula k. le guin,
    sesler, sayfa 202.
  • bir inanisa gore bedenlerimiz yeryuzune dusmeden once ruhlarimiz 28 gun keder yagmurlari altinda birakilmis.. ve uc gun mutluluk yagmurlari..
    belki ondandir ki, yasam kiyida kosede, en kucuk ayrintida bile devam ederken aniden elimizin ayagimizin kesilmesi..
    bir anda dunyevi ne varsa uzaklasmamiz.. ve bir yanimizin olume hep yakin olmasinin onune gecemememiz.. kusursuzlugun karsisinda derin derin ic cekmelerimiz..
    bu ruyanin ne zaman bitecegini tanridan once bizim bilmemiz.. bundandir belki..
  • kitap emekçileri derneği'nin, bayıldığım naif kısaltması. bundan daha mesajlı olamazdı. şahane!
  • cok genis olmayan o bes alti basamagi cikip da kapinin onune vardiginda, akasyanin golgesi duserdi mutlaka bi yerlerine. cicek actigi zamanlarda kokusu karsilardi daha merdivenlere bile gelmeden. ben cok kucuktum o zaman. bana gore o tas evin onu, arkasi, sagi, solu hep akasya cicegi kokardi zaten.

    kapidan girince ortadaki koridorun saginda ve solunda iki buyuk oda vardi.koridordaki tel dolapta bakir tabaklar. sagdaki odadaki kislari hic sonmeyen ocakta kucuk bazlamalar pisirirdi kivircik sacli, kirpikleri kaslarina degen, kestane rengi gozlerine yildizlar kacmis o incecik kadin. unlu beyaz elleri ekmek tahtasinin ustune bir iner bir kalkardi. elleriyle tahta arasindaki o kabarik ve yumusak hamurun lezzeti, tadi kactigi vakitlerde agzima doluverir hala...

    salonun solundaki odadaki buyuk yatagin ustunde, elinde sonmus bir odunla ilkokula giden bir kiz cocugu yatiyor. atesler icinde. ya cok anlatilan ve benim de icsellestirdigim, tanikmisim sanki turunden bir hikaye veya gormusum gercekten. ustunden cok uzun yillar gecen seyler gibi, gercekle hikaye arasinda. endiseliyim cok, kenarlari uzum salkimi, sisko kiz cocuklu danteline bakarken beyaz patiska perdenin. cay kabarmis gene, suyun siriltisi doluyor odanin los karanligina. en cok o yatak dolabi gibi gomme banyoya hayret ettim ben hep bu odada. acaip bir merakla bakardim kapisi olmayan acikliktan. duvarlarinda ne vardi sahi? yerler kaygan betondu ama...

    koridorun sonundan arka avluya gecilirdi. hemen sag tarafta sonradan eklenmis bir mutfak. bir kenarinda yikanirdik, kuyudan cekilmis, ocakta isitilmis sularla.

    mutfagin yaninda kiler. kapisina tuzak kurup, kumrulari kistirdigim pis cocuk yanimin sarayi.

    avludaki kuspe kokusu, koyunlarin kokusu. deterjan ve sabun kokularina bile tahammulu kalmamis burnuma hicbiri de pis kokmuyor ama hala. sonra dam. islak samanlar, duvarlarda tezekler. cocuklugun saklandigi hasreti agir yerler..

    cok merdivenlerle cikilan ust kat. acik hayatin iki tarafinda iki buyuk oda. her tarafta vita tenekeleri, her tarafta sardunyalar, kupeler, feslegenler... ocakta isitilmis taslarla isitmaya calistigimiz buyuk yatagin oldugu oda. geceleri uyumak icin cikilan. karsisindaki naftalin kokan, ayva kokan, tertipli bir oda.

    mutfagin catisinda ari kovanlari. taslari birbirine vurarark kandirdigimiz ogullari yakalayan ananemin ari kovanlari. kazanlarda kaynattigi peteklerden mum yaptigimiz. elimle minciklayip sekillendirmeye, ciklet gibi cignemeye calistigim balmumlari.

    porselen beyaz bir gaz lambasi dururdu pencerede. gunduzden ozenle yikanan cami, kurulanip takilirdi aksama hazirlik olsun diye. o kucucuk pencereden bakinca koyu tam ortadan ikiye bolen cayin karsi yakasindan, eger aksam vaktiyse, mutlaka kopek sesleri dolardi evin icine. gunduzse cocuk sesleri en cok. kisin sular yukselince kesilirdi iki yaka arasindaki iliski. o pencereden bakinca tam karsidaki kahvede, mavi sandalyeler ustunde otururdu koyun erkekleri. gunun degisik saatlerinde, degisik yaslarda, degisik yuzlu adamlar.

    kahvenin solunda kara veli'nin evi vardi. sabahtan aksama kadar elindeki bastona dayanarak otururdu evin onune koyduklari tahta sandalyede. plastik henuz bu kadar yaygin degildi. sonradan mi kaybetmisti isigi gozleri, yoksa hic mi gormemisti bilmiyorum. bazi seyleri neden merak etmez ki cocuklar? ne garip, merak etmemisim ben de...

    kahvenin saginda buyuk dayimlarin evi. iki katli ve avlulu o evin tahtalari gicirdar hala ruhum ustunde gezinirken. hafizamdaki butun tahtalari o koyun, maviye boyanmis artik...

    cocukken ciziliyor en guzel resmi mutlulugun. sonra sonra solmaya basliyor ahsap kapi ve pencerelerdeki, tahta sandalyelerdeki civit mavi boyalar. bir golge dusuyor ari kovanlarinin ustune. sardunyalar kokmuyor eskisi gibi...

    guzel evlerin icindeki guzel yataklardan, guzel insanlari alip goturuyorlar habire. yikilmis diyorlar evin diregi. ne yazsam tarif etmiyor iste kederimi...

    .
  • en kalıcı, en gerçek şey belki bu hayatta. değil belki de. belki ben büyütüyorum.

    "unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. yani birini er geç unutmaya mahkûm olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. o kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder."***
  • hiç mutsuz olmamış ve hiç acı çekmemiş insanlara özeniyorum; onların kalplerini ve beyinlerini ellerimle okşayıp sevmek ve öpmek istiyorum.

    çünkü huzurun ve mutluluğun anlık bir şey olmadığını, tam da yaşamakta olduğumuz şu an ile çok da bir ilişkisi olmadığını keşfettim ben artık. hayat bize istediklerimizi verecek, hedeflediğimiz yerlere geleceğiz ama tüm bunlar geçmişteki hayal kırıklıklarının, sancıların, yaratılan güvensizliğin tesellisi dahi olamayacak. tüm o tecrübeler bizimle yaşamaya devam edecek, hayatımıza katmış olduğumuz ne varsa onların arasına sızarak ya da üzerine yayılarak, güzel olan her şeye bulaşarak. geçmişimiz, özellikle kötü bir çocukluktan, yaşanamamış bir gençlikten ibaretse benliğimizin üzerine birikmiş ve artık hiçbir şeyin söküp atamayacağı bir tortudur. işte ben buna keder diyorum.
hesabın var mı? giriş yap