• benim için tamamıyla zıtlıkların ahengini yansıtmaktadır bu film.

    evin babasına taşaklı bir nefret duyarken ilerleyen dakikalarda anlıyor ve sevgi duymaya başlıyorsunuz;
    evin anasının aileyi toparlayıcı tavrını bir yandan can sıkıcı ve gereksiz bulurken, bir taraftan buna nasıl da ihtiyaçları olduğunu düşünüyorsunuz;
    evin sorumsuz dedesinin torununa yaptığı sorumluluk asistleri, en baba çığlığın evin sessiz ergeninden çıkması, hayatı çözmüş ibne dayının hayattan vazgeçebilmiş olması ve sair.

    üstelik gülmek ve ağlamak zıtlığında da bir seçim yapamıyorsunuz. hepsini geçtim, benim gibi gayet erkek bi adama bile "ay ne tatlı kız hihihi", "ah ne hoş film" gibi kadınsı tepkiler verdirmiştir daha nolsun?

    hepinizin götünü sikerim!(entry'nin genel atmosferine bi zıtlık yaratıyım dediydim... kuvvetle muhtemeldir ki benden bir bok olmaz.)
  • sarı renkli bir filmdir.

    hayatım boyunca öyle oha! dedirtecek güzellikte biri olmadım. ne annemle yolda yürürken teyzelerin görüp aman pek te güzel maşşşallaaa dedigi bi cocuktum, ne de akraba ziyaretlerinde aman da aman prensesimiz de gelmiş diye karşılanan şişirilmiş bi barbie bebek. öyle sıradan kahverengi saçlı, gözlüklü, tıfıl bi velettim işte. ama annanem beni ''güzel kızım benim'' diye cagırmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi. hatta ergenlik dönemlerimin kabusu kilolarla başa cıkamadıgım dönemlerde ''ama bak ne güzel incecik belin var'' diye beni teselli etmeye çalışanlara ''kıçı kocaman olunca beli de ince görünüyo haliyle'' diye cevap veren babamın gerçekçi bakış açısı bile vazgeciremedi beni annanemin güzel kızı olmaktan. zaten anname göre pozitif deger tasıyan herhangi bir şey babam için istisnasız negatif degerdeydi. o söz konusu ''herhangi şey'' ben bile olsam. neyse.
    bi' gun, üniversitede ilk yılım, bi çocuk begendim okulda. cem. sarışın, renkli gözlü, bukle bukle sacları var. kız gibi bişey. benden güzel(!) o derece. sabahları neredeyse onu görmek için gidiyorum okula. ortak tanıdıgımız birileri olabilir mi diye sınıfın agzını yokluyorum falan. rıhtıma çıktık mı onu arıyorum hemen, ne tarafa oturmuşsa o tarafa sürükleyecegim arkadaslarımı. kabataş duragında 1saat20dakika beşiktaş'a giden otobüsü bekledigimi bilirim, cem okuldan cıkıcak ta 5 dakka gorucem diye. ulan yürüsem 3 tur atarım kabataş-beşiktaş arası. baktım olacak gibi degil. sevdigine kavuşmazsa ölecek hastalıgına tutulucam, kararttım gözümü, açıldım annaneme. ben güzel kızıyım ya onun. o cesaretlendirir beni. annanem dinledi, dinledi, dinledi. eeee??? dedi sonra. ''niye tanışmıyorsun madem?'' niye mi tanışmıyorum madem, tanımıyorum adamı da o yüzden. ''ortak bi masada oturup konuşmuyo musunuz hiç?'' yok anane hiç ortak arkadaşımız yok. ''ziyanı yok, sen git tanış, aynı okulda okumuyor musunuz siz? arkadaşlık etmek istiyorum de. ne var bunda? olmaz diyecek hali yok ya.'' hakkaten lan ne var bunda dedim kendi kendime. gittim okula. öglen kantin sırasındayım. cem sapsarı bukleleriyle kantine girdi. çıktım ben sıradan. gayet dogal. kestim önünü. selam mı dedim meraba mı dedim, hatırlamıyorum şimdi. ama tanıttım kendimi. ben görüyorum seni hep dedim. arkadaş olmak istiyorum dedim. benim adım da cem dedi. biliyorum dedim. akşam eve gidince annaneme anlattım. güldü. güzel kızım benim dedi...
    cem'le uzun sürmedi fazla. zannediyorum begenmedi beni. oturduk konuştuk bir-iki. bi kere çizim dosyasını falan tuttum. bi zaman sonra orda burda karşılaştıkca sadece selamlaşmaya başladık. sonra o da kesildi. ertesi yıl da götüme benzeyen bi kızla cıkmaya başladı zaten. öylece kapandı mevzu. ama olsun denedim ben. kaybeden olmaktansa deneyen olmayı tercih ettim. annanem boşveeer dedi. sütlü kahve yaptı bana.
    yıllar sonra 'loser kimdir, kim degildir'i gayet net anlatan sapsarı bi filmde annanemi gördüm ben. o zamanlar aklı beş karış havada halimle annanemin yapmaya çalıştıgı şeyi algılamayan ben, oturdum gerzekliğime agladım. o gittikten sonra kaybettigim zamana, kacırdıgım fırsatlara, aradan gecen 6 yılı bomboş harcadıgıma agladım. oyle bi film diil aslında. kaybederken kazandıklarımızı anlatan sıcak sevimli içten bir film. sarı renkte. tanımım budur.

    bir de şöyle birşey var. belki alakalıdır;
    (bkz: #11047543)
  • bi nevi spoilerlı tespit***

    yarışmadaki ironik nokta ise, olive in tüm doğallığı, saflığı, "iç ve dış güzelliği" ile masumiyet dolu bir striptiz yapması, diğer yarışmacıların ise çocuk kadın görüntüleriyle neredeyse seksi görünmeye çalışmaları fakat yaptığı çocuklara uygun bulunmayanın olive olması.
  • çok geç izlediğim için kendime kızdığım şahane film. kanımca en güzel sahnesi şudur:

    --- spoiler ---

    dwayne renk körü olduğunu farkettiği anda araçtan inmek ister. hayal kırıklığı o kadar yüksektir ki, ailesine "hepinizden nefret ediyorum, bir avuç kaybedensiniz *, beni burda bırakın ve gidin lütfen" diyip yere oturur. aile çaresizlik içinde, yalnız mı bırakalım biraz yoksa konuşsak mı ikilemindeyken, birisi olive'e "git abinle konuş" der.

    kız ağır ağır aşağıya iner, abisinin yanına çömelir ve elini omzuna atıp başını abisine dayar. dwayne derin bir nefes verir ve "tamam gidelim" der, ayağa kalkar.

    yönetmen bu sahneyi çok iyi çekmiştir. arkaplanda ailenin geri kalanı, aileyi birleştiren minibüs, tümüyle görsel olarak çok güzel bir sahnedir.

    çizim yeteneğim olsa, çizmek isteyeceğim bir görüntü diye düşündüm ilk gördüğümde.

    --- spoiler ---

    insan sinirlendiğinde bencilleşir, ne kadar sinirlenirsen sinirlen, sevdiğin birinin varlığı, o bencilliği üzerinden atmanı sağlar. bu sahne sevgiyi en iyi anlatan sahnelerden biridir benim gözümde.
  • --- spoiler ---
    eğer bu film, türkiye'de çekilmiş olsaydı; dede rolünü -kesinlikle ve kesinlikle- mazhar alanson canlandırırdı.
    --- spoiler ---
  • herkesin kaybetmeyi ogrendigi film.

    hayatimin son senelerinde surekli tekrarladigim, "kotu hatiralarimiz en degerli olanlardir, bize en cok sey ogretenler bunlardir" mottomu süper dile getiren filmdir.
  • steve carell'in kendine has mimikleriyle efsanelesme yolunda emin adimlarla ilerlediginin gostergesi olan muhtesem film. kendisinden nedense peker acikalin elektrigi aliyorum.

    yalniz o degil de, filmin yarismada sahnesinde zenci bir cocuk vardi, basmislar surata makyaji, cekmisler fonleri saclara, cocuk resmen chucky olmus. gece gorsem tereddutsuz ters yonde depara kalkarim, o derece.
  • --- spoiler ---

    dede karakterinin: 'kaybeden; kaybetmeye korkusuyla denemeye dahi cesaret edemeyendir, deneyen kişi kaybeden değildir' sözüyle 'loser' kelimesinin en sağlam tanımını yaptığı film.

    filmin sonunda tüm ailenin dansı ise inanılmazdı.
    tabi bir de steve carell inanılmazdı, döktürmüş adam.

    --- spoiler ---

    8/10
  • --- spoiler ---

    üzücü olayları o kadar başarılı kapatmışlar ki filmin sonunda saçma bir mutluluk hissediyorsunuz. aslında ailenin başına neler geldiğini kısaca bir düşününce çok kötü bir yolculuk olduğunu anlarsınız. yönetmenin ustalığı da burada gizli zaten. film acayip karamsar ve mutsuz ama çekimleri o kadar başarılı ki yüzde gülümseme bırakıyor... müzikleri ve oyunculuklar oldukça iyi olmuş...

    --- spoiler ---
    sezonun en izlenilebilir filmlerinden biri. (7.5/10)
  • sevgi ne demektir, insan birini sevdiğini kendine ne zaman itiraf etmeye karar verir, masumiyetin sınırları nerede başlar nerede biter, gerçek güzellik samimi olan mıdır yoksa planlanmış olan mı, bir grup yalnız bir araya gelirse kendilerini yalnız hissetmeye devam eder mi, insanın kendinden vaz geçmesi başkaları ile iletişim kurmasının öncelikli şartı mıdır, hayat neden acı verir, kaybetmek nedir, kazanan kimdir sorularını sordurmayı hedeflediğini ve bunu başardığını düşündüğüm film.
hesabın var mı? giriş yap