• fahrenheit 451'de, birçok dil bilen ve montag'ın adeta beynini okuyan yüzbaşı beatty bir aralık montag'a şöyle der:

    "...insanın gündoğumunda giyinirken düşünecek kadar bile zamanı, bir felsefe saati, dolayısıyla da melankoli saati yok." (s. 91)

    alaycı da olsa sanki bugünleri görmüş gibidir. bu romanın en sevdiğim yanı kültürel dokunun ayrıntılarını hep bir şaşmaz öngörüyle ifade edişi. sıklıkla vurgulanan televizyon imgesi, iktidar ve şer odakları gibi artık pelesenk olan saptamalar demode oldu. kitaba dönük yeni bir şeyler söylenecekse, ima etmeyen, düpedüz gösteren satırların bir kere daha okunmasıdır. ben de öyle yaptım ve bir kez daha okudum.

    şimdi alıntıya dönecek olursak: düşünmenin kendisi ölmüştür sanki. bradbury melankolik olanı överken yüzbaşı beatty her defasında alaycılıkla küçümser. örneğin şiir okumak bile başlı başına bir melankoli edimidir. mesela montag plazma ekranların bulunduğu oturma odasında yüksek sesle bir şiir okur ve bir kadın ağlamaya başlar.

    sanat her defasında harekete geçiren bir unsurdur ve felsefe, edebiyat, şiir ve düşünceden kaynaklı melankoli var oldukça insanın kendisi de her daim capcanlı hissedecektir kendisini. diğer türlü lanet bir androidden, aptal bir robottan daha fazlası olamayacaktır.
  • insanın kendi kişisel yazgısının gene kendisinin belirleme istemi... melankolide sorun genellikle bu temel noktada yoğunlaşmaktadır. karşılığını yaşam pahasına ödemek koşuluyla da olsa melankolik insan kendi yaşamına kendisinin bir anlam verebilmesini istemekte, çoğu kez bunu başaramadığı için de herbir şeyden vazgeçip kuşku, düşkırıklığı ve hüzünle kendi içine çekilmektedir. bu bağlamda melankoli sıradan bir varoluşa karşı bireysel ve tek kişilik de olsa vazgeçen, geriçekilen, yadsıyan*, öldürten ya da sıklıkla intihar eden anlamlı bir başkaldırıdır. burada öldürülen ve intihar ettirilen de düşüncelerdir! intihar eden melankolik kişilikler elbette vardır, hayatına nokta koymayı* başarmış bu insanların intiharı, kendi canını alma şeklinde yorumlamasına karşılık sadece saygı duyulur ve onların davranış biçimleri hiçbir şekilde diğer melankoliklere mal edilemez!

    melankolikler de homojen bir şekilde varolagelmemiştir;

    - imgelem gücünün yüksek olduğu "melancholia imaginations" grubu sanata, ressamlığa, mimarlığa, teknik alandaki yaratıcı etkinliklere yönelme eğilimindedirler.

    - "melancholia rationis" grubuna girenlerin doğa bilimine, biyolojiye, tıbba, politikaya eğilim gösterdikleri görülmüştür.

    - sezgi gücünün yüksek olduğu düşünülen 3. grup da "melancholia mentis" dir, tanrısal gizemi anlamaya, sezinlemeye başlamış büyük din bilgelerinden oluşan son derece az sayıdaki yetkin vasıflı kişiyi kapsar.

    doğaları gereği melankolik olanlar mizaçta hasta değildirler! bunlar özgün bir ahlak ve özünde haklı çıkmış tutkulu bir güçle heyecanlanabilme yeteneğindeki insanlardır!

    italya’da fonomiralı johannes (1329-1396) karasevdadan ölen insanların otopsilerini yapmış. bunların beyinlerinde 3. karıncığın kuruduğunu tespit etmiştir. bu yüzden düşünme, imgelem bozukluklarının, hezeyanlarının ve sanrılarının beynin bu bölgesinin kurumasından kaynaklandığı düşünülmüştür. melankoli, insanların narsistik yaralanmalara karşı gösterdikleri bir tepkidir.

    dışa vuran belirtileri nasıl olursa olsun, insanın varoluşunu, diğer insanlarla ilişkilerini irdeleyen* antropolojik bir yaklaşımdır. dünyaya gelmesine, fırlatıp atılmışlığına bir türlü anlam veremeyen dünya ve diğer insanlarla ilişkilerini sürekli sorgulayan ve bütün bunlardan acı çeken*, korkan, varoluş konumundan sürekli güvensizlik duyan, bir türlü kendisi olamadığını duyumsayan ve düşünen insanın durumudur. insanin,dünyada varoluşunun özel bir durumu, özgün bir psişik yaşantidir!

    melankolik insan, yaralı ve yanlış bir yaşamın yadsınması olarak, sonsuzluk/geçicilik, ilerleme/tahrip, umut/umutsuzluk, dağılma/yoğunlaşma, yapıcı/yıkıcı, düş-uyku/uyanıklık, gerçek/fiksiyon gerilimleri arasındaki bu alegorik dünyada suskun bir bekleyiş içinde, kendi hüznü* ve çelişkileri içinde yaşamayı kendisine yaşam tarzı ve haz kaynağı edinmiş gibidir.

    daha fazla bilgi edinmek isteyenler serol teber’in melankoli kitabını okuyabilir...
  • "ruhlarında özgür olan yalnızlar bilirler, kendilerine hep şu veya bu şey içinde, kendilerinin düşünüş tarzından farklı olan bir görünüm vermek zorundadırlar; "gerçek"ten ve dürüstlükten başka bir şey istememelerine rağmen, bir yanlış anlamalar ağına bulaşırlar. ve güçlü arzularına rağmen, yaptıkları her şeyin üzerine, bir sahte fikirler, kolaya kaçma, yarı yolda verilen ödünler, göz yuman sessizlik ve yanlış yorumlamalar sisinin çökmesini engelleyemezler. böylece onların tepelerinin etrafında melankoli bulutları kümelenir; çünkü böyle tipler görünüm zorunluluğundan, ölümden nefret ettiklerinden daha çok nefret ederler ve onların bu konudaki inatçı keskinliği onları değişken ve tehlikeli hale getirir."
    (bkz: nietzsche)
    (bkz: eğitimci olarak schopenhauer)
  • insanın kendine kaçışlarını hem çekici, hem de kasvetli kılan ruh halidir. çekicidir; sizi en iyi yine siz anlarsınız, başkası değil. kasvetlidir; sürekli sorgular, düşünür, acı çeker ve kendi kendinize kaos yaratırsınız. bir şeylerin ters gittiğini anlar, fakat mücadele etmek yerine çaresizce boyun eğmeyi seçersiniz. içinizdeki boşluğu giderek büyütür, yalnız olmasanız bile yalnızlık duygusuna kapılır, çevrenizden soyutlanmak istersiniz. hayatın akışının ve insanların içinde olmak yerine, bir kenara çekilip olan biteni izlemeyi tercih edersiniz. sahte kimlikleri, sahte ilişkileri, sahte davranışları gördükçe daha da içinize kapanırsınız. tüm bunlar olurken büyük bir çelişki içine düşer, bir yandan bütün bu sahte oluşumlardan kaçmanın hazzını duyar, diğer yandan ise yalnızlığın hüznünü yaşayıp diğerleri gibi olmayı beceremediğiniz için kendinize lanet edersiniz. sürekli teoriler üretir, o teorilerin içinde kaybolursunuz...

    "ölüm düşüncesi melankolik mizacın peşini bırakmadığı içindir ki, dünyayı okumayı en iyi bilenler melankoliklerdir."*
  • en güvendiğim, bana en ait olan duygum; çünkü hep benimle, hep benim bir parçam. hayat bana sık sık sanki sırtımda koca bir yükle yokuş çıkıyormuşum da, hiç düzlüğe varamıyormuşum gibi hissettiriyor. bu yolda bazen ne kadar güzel şeylerle karşılaşsam da, hiçbir şey yorulduğum gerçeğini değiştirmiyor. ve o yolların hepsi benim içime çıkıyor, orada en çok karşılaştığım şey de bu duygum. zamansız gelip kök saldı içime.

    acı değildir melankoli; çünkü mutluyum dediğim zamanlarda da içimde hiç solmayan bir duygu, bazen de hüznün verdiği huzurdur. hayata dönük tarafımla hayattan kopmuş tarafım arasında ince bir çizgidir.

    aynı zamanda bir ruhu en yaratıcı, en verimli, en bilinçli hale getiren duygudur. içine dönmektir, kendini bulmaktır, başkalarına bağlı olarak yaşanan mutluluklardan kopmaktır. gülüşlerin arkasında bazen kendini tutamayan gözyaşları, güzel beraberliklere rağmen gelen yalnızlık hissi, mutluyken içten içe kendini hatırlatan hüzün ve ilham kaynağıdır melankoli.

    galiba sonbaharı da bu yüzden çok seviyorum. dökülen yapraklardır benim mevsimim, benim ruhum. evet melankoli bir mevsim olsaydı kesinlikle sonbahar olurdu.

    edgar allen poe: "güzelliğin hangi çeşidi olursa olsun, onun gelişmesi hassas ruhu gözyaşlarına boğar. bu yüzden melankoli; tüm şiirsel tonların en yasal olanıdır." demiştir. tam olarak böyle işte...
  • insanın cep telefonunu, cep saati niyetine kullanmasıdır.
  • bir kadına yapılacak en büyük jest ve aynı zamanda bir kadına atılacak en büyük kazıktır.

    ahu yerine koyun kendinizi... kim böylesine sevilmek istemez ki... çoğumuz bir erkekten "portakalı soydum, başucuma koydum" ayarında sözler bile duyamazken bu kadın adına öyle içten şarkılar yazıldı ki binlerce insan içinde hissetti aşkı... öldüğümde arkamdan kimsenin darmaduman olmasını istemem, hoş zaten olacağı yok ama beni tamamen unutmasını değil de çok mutlu olmasını isterdim sevgilimin. zaten yarı yolda bırakmak yeterince ağır bir yüktür uçmaya çalışan ruh için... bu derece sevilmek güzel birşey olmalı. sanırım...

    bir de seçkin yerine koyun kendinizi... sevdiğiniz, seviştiğiniz, çocuğunu dünyaya getirdiğiniz adam için aslında sadece eşsiniz. aklı kaç gece o'na takıldı kim bilir. kaç gün geldi aklına, kaç sevişmenizde hayalinde o vardı, çocuğunu kucağına aldığında kaç defa eski hayallerini hatırladı... ve daha da kötüsü "elalem ne der" ölçütü, bizim değer yargılarımız oluşurken, daha en başında kişiliğimize kodlanmışken, binlerce kişi ahu ve kaan'ı düşünürken seçkin'in yaşadıklarını hissetmeye çalışın. nikah defterinin aynı sayfasında imzanızın yanında imzası olan adam...

    işte öylesine bıçak sırtı bir şarkıdır. biri çoktan bıçağın bir tarafına düşüp ölümün özgürlüğüne ve özgürlüğün güzelliğine kavuşmuşken diğeri hala o bıçağın keskin tarafında kanaya kanaya yürümeye çalışır.
  • "kaybedilen nesnenin gölgesinin egoya düşmesi, dolayısıyla kayıp her hatırlandığında bu nesnenin değil benliğin kaybının tecrübe edilmesi durumu..."

    (bkz: freud)
  • genel kanıya göre çok farklı anladığım duman şarkısı.
    "anladım ki yılana sarılmışım", intihar eden sevgili için söylenmiş olabilir.
    seviyor ve seviliyor zannederken kız gidip intihar ediyor, bunun sinyallerini önceden vermiş belki de (söyledin seni duymadım).

    intihar bazen biraz da bencilliktir, seni böylesi seven birini önemsiyorsan, aynı şekilde seviyorsan bırakıp gitmemelisin, hayatını mahvedeceğini bile bile. bırakıp gidemezsin zaten. gidiyorsan da bu gerçek sevgi, aşk değildir.
    işte belki de şarkının teması "lanet olsun senin gibi yılana, beni bıraktın gittin, bir de arkandan ben de intihar ederim diye beklemişsindir, eh yine de özlüyorum arada." gibi bir şeydir.
  • sonbahar'da zevkli..
hesabın var mı? giriş yap