• her ne kadar daha önce çeşitli şekillerde tanımı yapılmış olsa da narsisizm, ilk kez 1898 yılında havelock ellis tarafında kaleme alınan bir makalede karşımıza çıkar. burada ellis narsisizmi narkisos mitolojisiyle ilişkilendirmiş, kısıtlı bir tanımlama yapmakla kalmamış kavramın sosyal hayatla ilişkilerine de dikkat çekmiştir
    freud amcamız narsisizm terimini genetik olarak gelişimsel bir dönemi tarif etmek, dinamik olarak ise kibir ve kendine hayranlık gibi belirli tutumları açıklamak amacıyla kullanmıştır. narsisizm kavramı, en temelde insanın kendisinden, hayatından ve bu dünyadaki varoluşundan haz veya acı duymasıyla ilintilidir.
    kernberg, narsisizmi sağlıklı narsisizm ve patolojik narsisizm olarak ikiye ayırır ve her insanın özünde bir miktar narsist olduğunu, olması gerektiğini savunur. bu, sağlıklı narsisizmdir. patolojik narsisizmin ise nevrozdan narsisistik kişilik bozukluğuna dek uzanan geniş bir bozukluk yelpazesini kapsadığını söyler. ama biz yazımızda narsisistik kişilik bozukluğuna yoğunlaşacağız ve kısaca narsisistik kişi olarak adlandıracağız.
    narsisistik kişiler, en temelde, benlik değerlerinde, kendine güven ve saygı duymada ciddi sorun yaşayan kişilerdir. narsisistik kişinin tüm çabası bu dünyada değerli, anlamlı ve meşru bir varlık olduğunu diğer insanlara tasdik ettirmektir.
    görünüş itibariyle, narsisistik kişi, genellikle, kibirli, üstten bakan, kendini beğenmiş, mesafeli ancak çoğu kez çekici bir izlenim verir. diğer insanlara kıyasla özel ve üstün biri olduğunu düşünür. yüzeyde bu kişiler ciddi bir davranış bozukluğu göstermeyebilirler, hatta bazıları sosyal ve mesleki olarak oldukça başarılıdırlar.
    kendilerinden memnuniyet duymak, kendilerini sevilebilir hissetmek için mükemmel, kusursuz görünmeye ihtiyaç duyarlar. insanların takdirini, onayını, sevgisini, beğenisini; karakteristik olarak ise hayranlığını kazanmanın peşindedirler. insanların hayranlığını kazandıklarını, onların gözünde mükemmel göründüklerini veya idealize ettikleri kişinin onayını hissettikleri durumda ancak kendilerini iyi, sevilebilir, güven dolu ve mutlu hissederler. kendilerine dair büyüklenmeci, şişkin bir benlik temsiline sahip olmakla ötekinin hayranlığına muhtaç olmak çelişki gibi görünebilir. ötekinin hayranlığını elde etmek suretiyle büyüklenmeci benlik temsilini ve iyilik halini sürdürebilir ve ancak bu sayede bilinçdışında tuttukları olumsuz duygulanım ve imgelerle yüklü özbenliklerini bastırmaya devam edebilirler.
    özellikle, idealize ettikleri insanların kendileri hakkındaki duygu ve düşüncelerine aşırı bir hassasiyet gösterirler. imaj, dışarıya karşı nasıl göründüğü narsisistik kişi için hayati bir önem taşır. gerçekte ne olduklarından ziyade nasıl göründüklerini daha çok önemserler. kendilerini, dışarıdan bir gözle izlerler. bu nedenle, narsisistik kişinin zihni tipik olarak sürekli biçimde kendisiyle, insanların gözündeki izlenimiyle meşguldür. ötekinin gözüne girmek, benliği ifade etmenin önüne geçmiştir.
    bu kişiler kendilerine hayranlık kazandıracak sahte, gerçek özdeşleşmelerden uzak, yüzeysel özdeşleşmeleri yansıtan imajlara, davranışlara bürünürler. idealize ettikleri kişiye/kişilere özenir, onu/onları görünüş, davranış olarak taklit ederler. başkalarına olduğu kadar kendilerine karşı da acımasız biçimde eleştireldirler ve kendilerini sürekli biçimde olmaları gerekenden eksik hissederler.
    narsisistik kişi sürekli olarak mükemmel imajını diri tutacak, besleyecek aynalamalara ihtiyaç duyar. bu tepkileri elde etmek için uğraşır durur. dolayısıyla, kendini iyi hissetmenin yolu olarak narsisistik kişi tipik olarak büyüklük ve üstünlük hissini pekiştirmek için sürekli bir şeyler yapmak zorunda hisseden, performans zorlantısı içindeki kişidir.
    narsisistik kişi, benliğinin uzantısı olarak yaşantıladığı çevresindeki canlı ve cansız tüm nesnelerin de kendi mükemmelliğini yansıtmasını, onların da mükemmel görünmelerini bekler; ev, araba, giysi, gidilen mekanlar, partner, ilişki içinde oldukları insanların mükemmelliği, bir bakıma, onun mükemmelliğinin kanıtıdır.
    dünyayı şöhretli, zengin, büyük ve önemli insanlar ile aşağılanabilir, değersiz,"düşük kalite" insanlar biçiminde ikiye böler. büyük, önemli, zengin ve güçlü gruba değil de "düşük kaliteli" gruba ait olmaktan korkar. sıradan olmak narsisistik kişi için aşağılayıcı ve korkutucudur.
    aslında, çoğu kez zannedilenin aksine narsisistik kişi kendini seven değil kendinden nefret eden kişidir. bilinçdışında kendini değersiz, eksik, kusurlu ve küçük görür. tüm savunmaları nefret ettiği özbenliğini bastırmak ve hayranlık elde etme yoluyla temel nesne nezdinde kendini sevilebilir hale getirmeye yöneliktir. ancak bu durumda, benlik değerini yükseltebilir ve dolayısıyla kendini iyi hissedebilir.
    özbenliğiyle dışarı yansıttığı imajı arasındaki bu zıtlık narsisistik kişinin yapaylık, yapmacıklık ve sahtelik hissi yaşamasına yol açar. sevgiyi, beğeniyi, hayranlığı elde ettiğindeyse içten içe gerçekten sevilmediğini, aslında sevilenin sahte benliği olduğunu hisseder. bu farkındalık, elde ettiği hayranlığın keyfini ve coşkusunu gölgeler.
    ____________
    sevgi ve hayranlık narsisistik kişinin iç dünyasında eş anlamlıdır. sevmek ve sevilmek için kusursuz, mükemmel, hayranlık uyandırıcı olmak gerektiğine inanır. narsisistik kişinin sorunu aslında sevilmemek değil sevememektir. narsisistik birey için sevgi nesnesi, içinden akıp gelen coşkuyla bağlandığı biri değil, çatışmalarına karşı ona emniyet hissi veren bir korkuluktur.
    narsisistik bireyin en temel karakteristiklerinden biri -belki de en önde geleni- içsel özgürlüğünü yitirmiş olmasıdır. içsel özgürlük kaybı, özbenlik kaybının kaçınılmaz bir sonucudur. içsel özgürlüğünü yitirmiş olan narsisistik kişi, içinden geldiği gibi davranamaz. sürekli büyüklenmeci, sahte bir benlik oluşturur ve bu benliğin empoze ettiği biçimde ölçülü, kontrollü, hesapçı davranır.
    özbenliklerini sürekli biçimde bastırdıkları için hakiki gereksinimleri hiçbir zaman tatmin bulmaz. sahte benliğin kazanımları, başarıları ve tatminleri de ancak geçici bir mutluluk verir.
    özbenliğin bastırılmış olması nedeniyle hakiki gereksinimlerin asla tatmin nesneleriyle buluşamaması, narsisistik kişide anlamsızlık hissi yaratır. her türlü sözde tatmine rağmen tam anlamıyla mutlu ve tatminkâr olmamaları tipik yakınmalarıdır. kronik tatminsizlik ve memnuniyetsizlik hissi narsisistik birey için karakteristiktir.
    narsisistik kişiler özbenliklerini ketlediklerinden, duygu ve düşüncelerini tarif ederken sıklıkla "hissiz" terimini kullanırlar; hiçbir hakiki duygu yaşayamadıklarından yakınırlar. bu noktada, mitolojideki "narkisos"la "narkoz"un ortak "nark-" kökünden geldiğini ve "hissiz" anlamını taşıdığını kaydetmek ilginçtir.
    özbenliğe uygun yaşayamamanın bir diğer önemli sonucu narsisistik bireylerin kendilerini olgun, yetişkin hissedememeleri, çocuksu hissetmeleridir. sıklıkla "kalıbının adamı" olamadıklarından yakınırlar.
    günlük yaşamlarında sorumluluklarını adeta görev icabı, sürükleniyormuşçasına yerine getirirler. yaşamlarının merkezinde ürpertici bir boşluk, can sıkıntısı ve anlamsızlık hissederler. içsel boşluklarını doldurmak için çeşitli dışavurum davranışlarına yönelirler. derinliği ve geleceği olmayan gelişigüzel yüzeysel ilişkiler, madde kullanımı, aşırı başarı hırsı, işkoliklik; ideolojik, dinsel ve grupsal fanatizm yaygın dışavurumlardır.
    narsisistik kişi için varoluş, henüz burada olmayan, gerçek hayatın ve gerçek aşkın başlayacağı ânı arama ve bekleme sürecidir. şu an, daima kusurlu ve eksiktir. umut hep karşı kıyıdadır. büyüklenmeci benlik tatmine ulaştığında ve bu sayede insanların hayranlığını kazandığında sonsuz emniyet, tatmin, mutluluk ve sevgiye kavuşacağı, tipik fantezisidir.
    onu hayatın risklerinden, acılarından, tatminsizliklerinden ve tehlikelerinden; aslında temelde bir türlü başa çıkamadığı dünya karşısındaki âcizliğinden kurtaracak ideal, tatmin edici, sevgi dolu omnipotent(*) nesneyle, onun hayranlığını kazanmak suretiyle kaynaşma arzusu tüm davranışlarının ardındaki temel güdülenme kaynağıdır. yaşam, bu fantastik kaynaşmanın peşinde koşarken geçen zamandır; kâh bunu bir süreliğine de olsa yakaladığı yanılsamasına kapılır, kâh hayal kırıklığıyla umudunu sonrasına erteler. ancak, hiçbir zaman bu kaynaşma fantezide olduğu gibi gerçekleşmez; ancak, narsisistik kişi hep bu umutla sürekli başarı, hayranlık, ideal aşk, ideal partner peşinde sonsuz bir arayış içinde koşar durur. bu arada hayat geçip gider.
    en rasyonel görünenlerinde bile bilinçdışı kurtarıcı fantezisini tespit etmek ilginçtir. en temelde hayatlarını onlar adına kolaylaştıracak birinin varlığına ihtiyaç duyarlar. hayatlarının (özbenliklerinin demeli belki de) sorumluluğunu almaktan kaçınırlar; özbenlik ketlenmesi sonucunda özbenlik doğrultusunda irade ve inisiyatif de ketlenir. başka alanlarda oldukça yetenekli olabilen narsisistik birey adeta öğrenilmiş çaresizlikle kendi arzuları karşısında irade ve inisiyatif gösteremez.
    büyüklenmeciliğin yanı sıra güç atfettiği kişileri idealize etmesi, ancak ilk kusurlarında ya da yaşadığı hayal kırıklıklarında hızla gözden düşürmesi narsisistik bireyin tipik davranışıdır. yakından incelendiğinde idealize ettiği kişinin kendi büyüklenmeci benliğinin yalnızca bir uzantısı olduğu anlaşılır.
    duygusal yaşamları sığdır. duygusal derinlikten yoksun, diğer insanlardaki karmaşık duygulanımları fark etmede başarısız olmanın yanı sıra kendi duyguları da farklılaşmamıştır; çabuk alevlenen ve ertesinde sönen duygulanımlara sahiptirler. gerçek üzüntü ve yas içeren özlemden özellikle yoksun oldukları gözlenir; depresif tepkiler yaşantılama kapasitesine sahip olmamaları temel özelliklerindendir.
    ___________
    narsisistik kişi diğer insanlara yönelik dikkat çekecek derecede ilgi ve empati yoksunluğu sergiler. insanların duygularına ve düşüncelerine empati göstermez. gösterir gibi göründüğünde ise bunun ardındaki motivasyon da tanıdıktır: o kişinin minnettarlığını harekete geçirip onu kendi narsisistik gereksinimleri doğrultusunda davranmaya sevketmek. insanların kendilerine has -ve narsisistik kişinin arzularından bağımsız- gereksinimleri, duyguları ve düşünceleri olduğunu kabullenmekte zorlanır. kendinde görmeye tahammül edemediği, kurtulmaya, saklamaya çalıştığı eksik ve kusurlara sahip olduğunu düşündüğü kişileri küçümser, aşağılar ve değersizleştirir.
    narsisistik kişilerin savunmacı örüntüleri bilinçli benliği patolojik nesne ilişkisinden korurken, öte yandan nesne ilişkilerini ciddi derecede tahrip eder. insanlarla ilişkileri sömürücü ve parazitiktir. ilişkilerini sanki bir limonun suyunu sıkıp posasını bir kenara çıkarırmış gibi yaşarlar. insanlar onun için ya içinden alınıp çıkarılacak potansiyel narsisistik besinlere sahip veya içi boş ve değersiz olarak görünürler.
    insanları gerçekte sevmez, kendilerinden nefret ettikleri gibi aslında insanlardan da nefret ederler. onları savunmacı narsisistik amaçları, gereksinimleri doğrultusunda davranmaya zorlamak tipik davranışlarıdır. adeta çocuksu bir beklentiyle dünyanın arzusuna göre şekillenmesini ve gereksinimleri doğrultusunda vaziyet almasını umar. narsisistik yatırımda bulunduğu "iyi nesne" arzusuna uygun davranmadığında birden "kötü nesne"ye dönüşür.
    narsisistik kişi, partnerinin, narsisistik gereksinimlerini kusursuz biçimde karşılamasını bekler. buna hakkı olduğuna derinden inanır. ya hayranlık bekler ya da idealize ettiği partnerinin yüceliğine sığınmak ister. bu beklentisi karşılanmadığında şiddetli bir hüsran ve öfke yaşar ve partnerini değersizleştirerek karşılık verir. değersizleştirmeyi hayal kırıklığı olarak yaşantılar ve meşrulaştırır. sonu gelmez ve asla doyum bulmayan narsisistik talepleri yoğun, mutlak ve ısrarcıdır. üstelik çoğu kez de karşısındakinin karşılayabileceği türden makûl talepler değildir.
    tatmin edici, hakiki bir yakınlığı içeren duygusal ilişkiye giremez veya sürdüremezler. ilişkileri genelde kısa sürer veya oldukça sorunludur. kişilik yapıları gereği kendilerini duygusal olarak içtenlikle birine adayamazlar; zira yakın ilişkiler kendini ifade etme, ortaya koyma ve empati becerisi; gerektiğinde ötekinin gereksinimleri adına kendi gereksinimlerini ikincil plana alabilme özverisi ve esnekliği gerektirdiği için narsisistik bireyin özellikle beceremediği bir ilişki tarzıdır. ayrıca, yakın ilişkiler insanlardan ve kendinden sakladığı yaralı, boş, değersiz hissedilen ve pek doğal olarak aslında hiç de mükemmel olmayan gerçek benliğin açığa çıkma, fark edilme riskini de taşıdığı için narsisistik kişinin özellikle kaçındığı ilişkilerdir.
    kendine yeterlilik fantezileri ile bağımlılık gereksinimlerine karşı kendilerini korurlar; davranış düzeyinde bu savunma kendini katı bir gurur, güçlü ve kendine yeterli görünme, gerçekten ihtiyaç duyduğu bir şeyi talep edememe, reddedilme kaygıları, muhtaç duruma düşmekten korku duyma, böyle bir durumda kendini aşağılanmış hissetme ve şizoid kaçınmacı davranışlar(*) biçiminde açığa vurur. temel fantezilerinden biri, hayranlık elde ettiklerinde diğerlerinin onun gereksinimlerini kendiliğinden doyuracakları veya hayranlık uyandırdıkları için onlardan bunları rahatlıkla isteyebilme hakkına erişecekleri hissidir.

    narsisistik bozukluğun bir başka türü: “tedirgin narsisist”

    gabbard, narsisistik kişilik bozukluğu gösteren hastaları iki uç noktada incelemek gerektiğini vurgular. bunlardan ilki " kayıtsız narsisist", diğeri de "tedirgin narsist" tir.
    kayıtsız tip ilgi merkezi olmaktan haz duyar. diğer insanların gereksinimlerine duyarsızdır. öte yandan tedirgin tipin narsisistik özellikleri çok farklı biçimde tezahür eder. bu kişiler diğer insanların onlara yönelik davranışlarına karşı son derece duyarlıdırlar. kayıtsız narsisistin kendisiyle meşguliyetinin aksine tedirgin narsisistin dikkati sürekli biçimde diğerlerine dönüktür. paranoid hastaya benzer biçimde, diğerlerini, kendine yönelik olası bir eleştirel kanıt elde etmek amacıyla dikkatle dinler ve sürekli biçimde kendisini aşağılanmış ve incinmiş hisseder. bu kişiler kendi varlıklarını unuttururcasına utangaç ve ketlenmişlerdir.
    kayıtsız narsisist, diğer insanları başarıları ve meziyetleriyle etkilemeye çabalarken, diğerlerinin olumsuz tepkilerini dikkate almayarak kendisini narsisistik yaralanmadan korumaya çalışır. tedirgin narsisist ise incinmeye açık ortam ve ilişkilerden kaçınarak ve nasıl davranması gerektiğini belirlemek için insanları dikkatle inceleyerek benlik değerini korumaya gayret eder. kendisini sürekli biçimde kontrol altında tutar.
    kernberg'e göre narsisistik bozukluğun bu tipine mensup kişiler oldukça güçlü ve bilinçli emniyetsizlik, değersizlik ve aşağılık duyguları yaşarlar. masterson'ın "gizli narsisist" olarak nitelediği bu kişiler büyüklenmeciliği ve benmerkezciliği, teşhirci narsisistin yaptığı gibi cüretkâr, doğrudan ve açıkça ifade edemez/etmezler. bu kişiler büyüklenmeci benliğin aynalanması peşinde değildirler, daha ziyade ötekini idealleştirir ve onun hayranlığını elde etmek suretiyle "yüceliğine ve ihtişamına sığınırlar".
    psikanalitik araştırmalardan elde edilen bilgi ve bulgular, narsisistik kişilik bozukluğunun birbirinden farklı iki biçimi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. fakat bu iki tip nadiren saf halleriyle bulunur; birçok narsisist her iki tipe ait fenomenolojik özelliklerin bir karışımını sergiler. bu iki uç arasında sosyal olarak çok daha uyumlu ve güçlü kişilerarası cazibeye sahip birçok narsisistik kişi yer almaktadır.

    dsm-iv kriterleri

    narsisist kişilik bozukluğu için modern çağın gereksinimleri ile örtüşecek en geçerli tanım ve gerekli kriterler 1994 yılında apa(amerikan psikiyatri birliği) tarafından açıklanmıştır:
    aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile ayırt edilen, genç yetişkinlik döneminde(*) başlayan ve çeşitli koşullarda kendini gösteren, (fantezide ve davranışlarda) büyüklenmecilik, hayranlık gereksinimi ve empati yoksunluğunu içeren yaygın bir örüntü

    1. kendisinin önemine dair büyüklenmeci bir duyguya sahiptir. (örn. başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli başarılar olmaksızın üstün biri olarak takdir edilmeyi bekler.)
    2. sınırsız başarı, güç, zekâ, güzellik veya ideal sevgi fantezileriyle meşguldür.
    3. "özel" ve biricik olduğuna ve ancak özel veya üst düzey insanlar (veya kurumlar) tarafından anlaşılabileceğine veya onlarla ilişkide bulunması gerektiğine inanır.
    4. aşırı hayranlık bekler.
    5. hak sahibi olduğu hissine sahiptir. yani, özellikle ayrıcalıklı muamele görme veya beklentilerine otomatik olarak uyum gösterileceğine dair makûl olmayan beklentilere sahiptir.
    6. kişilerarası ilişkilerde sömürücüdür. yani, amaçlarına ulaşmak için insanları kullanma.
    7. empatiden yoksundur. diğerlerinin duyguları ve gereksinimlerini kabullenme ve ya paylaşmada gönülsüzdür.
    8. çoğu kez diğerlerine haset duyar veya diğerlerinin ona haset duyduklarına inanır.
    9. kibirli, küstah davranış veya tutumlar sergiler.
    narsisistik kişilik bozukluğunun düzeyleri

    kernberg'e göre; narsisistik kişilik bozukluğunun; yüksek, orta, düşük olmak üzere, her biri narsisistik savunmaların işlevselliği tarafından belirlenen üç düzeyi vardır:

    etkili yüzey uyumuna sahip olan yüksek düzey narsisist, kendisine sosyal ve mesleki yaşam alanlarında üstün başarı sağlayan ve hayranlık kazandıran becerilere ve yüksek zekâ kapasitesine sahiptir. genellikle, ciddi derecede narsisistik aynalanmayı içeren bir meslektedir. çevresini sürekli kendi narsisistik gereksinimlerine uyum göstermeye yönelik manipüle edebilmektedir. çoğu kez her şey onun adına yolunda gitmektedir; hayal kırıklıklarını o alışıldık benmerkezci üslûbuyla savuşturmasını bilir. yüksek düzey bir narsisist, büyüklenmeci benliği şişkin olduğu müddetçe alttaki boşlukla yüz yüze gelmez. bu nedenlerden ötürü nadiren tedaviye başvurur. eğer yüksek düzey narsisist hayatta emniyetli bir korunak bulmuşsa, yıllar boyu hayatının özünde boş olduğunu, büyüklenmeci benliğinin ardında yaralı bir gerçek benlik bulunduğunu farketmeksizin yaşayabilir.

    tedaviye gelen narsisistik hastaların çoğunluğunu temsil eden orta düzey narsisistler nesne ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşarlar. orta düzey narsisistin büyüklenmeci benliğini şişkin tutması için daha fazla çaba göstermesi gerekmektedir. hayati besinleri ve narsisistik geri bildirimleri sağlayacak istikrarlı bir yaşam çevresi oluşturamamıştır. bu kişiler, çoğu zaman anlaşılması güç ve değişken nevrotik semptomlar yaşarlar, uzun süreli duygusal ve cinsel ilişkiler kurma kapasitelerinde ciddi kusurlar vardır ve kronik boşluk duygularından mustariptirler.

    alt düzey narsisistin oldukça zayıf savunması vardır ve sıkça depresyona girip çıkar.

    ayirici tani

    narsisizm kavramı doğrudan benliğimizle, benlik hissiyatımızla ilgili olduğu içindir ki benlik hissimizi, benlik değerimizi tehdit eden yaşantılar narsisistik bozukluğu olmayan sağlıklı kişilerde de -örneğin idealizasyon, teşhircilik, iddiacılık, inatçılık, eleştirellik, böbürlenme gibi- narsisistik tepkilere yol açabilir. söz konusu narsisistik tepkiler gösteren herkesin -ki her insan zaman zaman bu davranışları sergiler- narsisistik kişilik bozukluğuna sahip olduğu elbette söylenemez. hastalığın daha iyi kavranması için diğer kişilik bozukluklarıyla arasındaki ayrımın iyi bilinmesi gerekir.

    sınır kişilik
    narsisistik kişilik yapısıyla sınır kişilik örgütlenmesi arasındaki fark, narsisistik kişilikte, gerçek benliğin bazı özellikleri ile ideal benliğin ve ideal nesnenin kaynaşmasını yansıtan, patolojik büyüklenmeci benliğin mevcudiyetidir.(*) narsisistik hastaların sınır hastalara kıyasla daha iyi sosyal işlev göstermelerinin nedeni budur. ancak öte yandan, aynı yapılanma narsisistik hastaların psikoterapisini güçleştiren temel nedendir de.
    büyüklenmeci benlik, narsisistik kişiliğin sınır kişiliğe kıyasla nispeten iyi sosyal işleyişe, başkalarından hayranlık elde etme ihtiraslarını kısmen tatmin edebilmelerini sağlayan bazı alanlardaki aktif, tutarlı çalışma kapasitesine imkân tanır. büyüklenmeci benliğin mevcudiyeti, narsisistik kişiliğin benlik imgesini sınır hastasına kıyasla daha istikrarlı kılar; bu yapılanma dolayısıyla narsisistik kişinin kendine zarar verme eğilimi, yalnızlık ve terk edilme sorunları daha azdır. iş ve sosyal ilişkilerinde daha başarılıdır.

    paranoid kişilik
    süperego patolojisi ve büyüklenmeci benliğin ardındaki nesne ilişkisinin açığa çıkma kaygısı, narsisistik hastada ciddi paranoid özelliklere yol açar. ancak genel olarak paranoid kişilikte rastlanan nitelikte şüphecilik narsisistik kişilikte yoktur.

    obsesif-kompulsif kişilik
    obsesif-kompulsif kişilerin çok katı ahlaki değerlerine karşılık narsisistik kişiler ahlaki değerlerini kendi çıkarlarına göre değiştirebilirler. obsesif-kompulsif kişiler soğuk olmalarına rağmen genelde diğer insanların duygularını anlarlar, oysa narsisistik kişi için en doğru düşünce kendisine ait olandır; diğer görüşleri dikkate almaz veya küçümser. obsesif-kompulsif kişilik mükemmelliği arar, narsisistik kişiyse kendince zaten mükemmeldir ve bunun onaylanmasını talep etmektedir. obsesif-kompulsif kişilikte küçümseme, kıskançlık, otoriteyle problemler narsisistik kişiliğe kıyasla daha azdır.

    histerik kişilik
    narsisistik özelliklerin abartılı bir şekli, özellikle de teşhirci eğilimlerle bağlantılı olanları, histerik kişiliklerde oldukça yaygındır; ancak, histerik kişiliğin hayran olunma, ilgi merkezi olma gereksinimi başkalarıyla derin ve kalıcı ilişkiler kurma yetisiyle birlikte bulunur. benlikleriyle ilgili kaygıların cinsiyetleriyle bağlantılı ve sınırlı olması, kişiliklerinin çatışmalı alanları dışında sıcak, sevecen olmaları ve boşluk içinde olmamalarıyla narsisist kişilikten ayırt edilirler. narsisistik kişilikli kadınlar, aşırı cilveli oluşları ve teşhircilikleri nedeniyle yüzeyde oldukça histerik görünebilirler, ancak baştan çıkarıcılıklarının soğuk ve kurnazca hesaplanmış niteliği çarpıcı biçimde histerik kişilikten farklıdır.

    anti-sosyal kişilik
    narsisistik kişi, alkol veya madde kullanımında bulunabilir, gelişigüzel bir cinsel hayat sürebilir. bu davranışları nedeniyle antisosyal izlenim verebilir. ancak tüm bunları büyüklenmeci benliğini şişkin tutmak için yapar. genellikle bütünlük hissine ulaştığında bu davranışları göstermez. oysa antisosyaller bu tarz tutum ve davranışları sürekli biçimde gösterirler.

    depresif kişilik
    narsisistik hastaların depresyonları basit bir öfke içerir. narsisistik kişinin depresyonu boşluk depresyonudur, depresif karakterlerin depresyonu ise eleştirel ve öfkeli süperego kökenli suçluluk içeren bir depresyondur.

    narsisizm kavramının kökeninin dokunaklı bir mitolojiye dayandığını söylemiştik. nitekim narcissus ve echo başlığı altında bu miti sizlerle de paylaşmıştım. şimdi bu miti değişik bir kalemden biraz farklı bir şekilde, adeta bir vaka hikâyesi gibi okuyalım ve tekrar hatırlayalım; zira narsisistik bozukluğun çağdaş dünyamızda kavramsallaştırılmasında yer alan öğelerin birçoğuna bu mitte rastlamak ilginçtir.
    narkisos, annesi liriope'nin ırmak-tanrısı sefisus'un tecavüzüne uğramasının ardından doğar. doğumundan itibaren müstesna bir güzelliğe sahiptir, bu öyle bir güzelliktir ki, haset dolu dedikoducular tiresias'a gelip böyle güzel bir yaratığın uzun bir süre yaşayıp yaşayamayacağını sorarlar. tiresias gizemli bir yanıt verir: "uzun yaşayabilir, kendini tanımazsa şayet!".
    bir süredir, hera kocası zeus'un su perilerinden biriyle düşüp kalktığından kuşkulanıyordu. zeus'un sevgilisinin hangi peri olduğunu bilmeyen hera, bunu öğrenmek için bir gün korulara indi. hera'nın geldiğini sezen perilerin hepsi kaçıştı; bir tek eko kaldı ortada. hera, "zeus'un sevgilisi olsa olsa bu peridir." diye düşündü ve onu cezalandırdı. eko artık konuşamayacak, kendinden önce kim konuştuysa onun son kelimesini tekrarlayacaktı ancak.
    narkisos büyümüş; yakışıklı, herkesi kendine âşık eden, yürekler yakan bir delikanlı olup çıkmıştı. narkisos'a âşık olan eko hep onun peşinde dolaşıyor ama ağzını açıp da tek bir kelime söyleyemiyordu. bir gün eline bir fırsat geçti. narkisos arkadaşlarına "kimse var mı burada?" diye seslendiğinde son kelimeyi sevinçle tekrarladı:"burada, burada". ağaçların arkasında duruyordu. narkisos göremedi onu. "gel" diye bağırdı. eko "gel" dedi ve kollarını açarak ağaçların arasından çıktı. periyi görünce pek şaşırdı narkisos, "bana dokunmana izin vermektense ölürüm daha iyi" dedi ve kaçıp gitti. bu kırdığı ilk kalp değildi narkisos'un, daha evvel de ona âşık pek çok periyi reddetmişti. bunun üzerine beddua ettiler periler ve yakararak tanrılara, narkisos'un cezalandırılmasını istediler:
    "narkisos da düşsün aşka
    ve acı çeksin, aynı bize çektirdiği gibi
    o da bizim gibi, âşık olsun
    ve görsün umutsuzluğu..."
    yakarışları duyan yüce tanrılar "başkalarını sevmeyen kendini sevsin!" dediler ve katı yürekli delikanlının cezalandırılması işini adı "haklı öfke" anlamına gelen tanrıça nemesis'e bıraktılar.
    nemesis'in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi. avdan dönen narkisos susayıp da duru bir pınara eğilince suda kendi yüzünü gördü. neden sonra, yansımanın kendine ait olduğunu fark etti ve "başkaları benim yüzümden ne acılar çekmiş; şimdi anlıyorum" dedi. "kendime olan sevgimle yanıyorum ben. suda yansıyan bu güzelliğe nasıl kavuşabilirim? o güzellikten vazgeçemem de. artık yalnız ölüm kurtarır beni."
    "...anlıyorum o benim, aldatmıyor beni artık hayalim
    tutuşturan da ben, tutuşan da, kendime olan sevgimle yanıyorum
    ne yapayım? isteneyim mi, isteyeyim mi? istenecek ne kaldı artık?
    beni yoksul ediyor varlığım; arzuladığım benliğimle
    ayrılabilsem vücudumdan; garip bir dilek seven için ama
    sevdiğim uzak olsa keşke!
    kemirsin artık gücümü acı; geldi son günleri ömrümün
    göçüyorum hayatımın baharında
    ölüm zor gelmeyecek bana, dinecekse acılarım
    sevdiğim daha uzun ömürlü olsun dilerdim
    ve şimdi can verelim, ikimiz de bir solukta."
    böylece, su kıyısında eriyip gitti narkisos. canı ölüler ırmağını geçerken suya eğildi, son bir kez baktı o güzel yüzüne. su perileri, gömmek için boşa aradılar narkisos'un ölü gövdesini. ancak, eridiği yerde güzel, yepyeni bir çiçek açmıştı. sevdiklerinin adıyla adlandırdılar onu, narkisos (nergis), dediler.
    can çıkar huy çıkmaz, derler. söylendiğine göre, narkisos, şimdi de ölüler ülkesindeki stiks sularına bakıp kendi görüntüsünü seyredermiş. eko'ya gelince… narkisos onu reddettiğinden beri derin ve karanlık mağaralara ve ıssız koylara çekilmiştir. tek başına yaşar dağlarda ve kim yüksek sesle bir şey söylese, son kelimeyi tekrarlar hâlâ.

    narsisist kişilik gelişim süreci

    sağlıklı gelişim süreci içinde, ebeveyn birbirini tamamlayan çift yönlü işlev görür. öncelikle, olgunlaşmakta olan çocuğun, spontan gereksinimlerinin meşruluğunu; gerçeklik ilkesi çerçevesinde ifade ve doyum hakkını kayıtsız ve şartsız kabul eder. ikinci olarak, gereksinimlerini tatmine ulaştıracak bilgi ve becerileri kazanması yönünde çocuğu eğitir, yönlendirir, özerkleşme çabalarını destekler ve teşvik eder.
    birinci işlev, optimal nesne ilişkisinin oluşumuna katkı sunarken ikincisi yetkin bir egonun gelişimine katkıda bulunur. dürtü, optimal nesne ilişkisi içinde öteki tarafından olumlanır ve tatmin bulurken, dürtünün tatmin tarzı, ego gelişimi sürecindeki özdeşleşmeler aracılığıyla gerçekleşen içselleştirmeler sayesinde kültüre uygun toplumsal bir nitelik kazanır.
    ebeveynin birbirini tamamlayan bu çift yönlü işlevi sayesinde spontan arzular, gereksinimler, ifadeler, tepkiler ve özerkleşme çabaları ruhsal dünyada özbenlik halinde yapılaşır; çocuk olduğu haliyle sevildiğini; empatik, dost, tatmin edici, cömert ve emniyetli bir dünyada özgürce yaşadığını duyumsar. gerçeklik ilkesi çerçevesinde, özbenliğe dost, yetkin bir ego sayesinde yaşamla etkin bir şekilde başa çıkabilecek gücü kendi içinde hisseder.
    bu süreç içinde kritik nokta, ebeveynin çocuğun ortaya çıkmakta olan özbenliğini algılaması; gelişimini teşvik etmesi, desteklemesi ve yapılaşması için gerekli ortamı sağlamasıdır; bu destek olmadığında çocuk ebeveynin, özbenliği oluşturan birincil, spontan gereksinimlerini ve bireyselleşme gayretlerini onaylamadığını yaşantılar. ebeveynin desteğinin olmaması çocuğu ölümcül âcizliğiyle yüz yüze getirir. bu çocuk açısından ciddi bir travmadır ve patolojik narsisizme zemin hazırlar.
    yakından incelendiğinde, narsisistik patolojiye sahip kişilerin ebeveynlerinin de güvenli bir benlik hissi geliştirmekte başarısız olmuş kişiler olduğu görülür. ebeveynin kendisi, kişiliğindeki çatışmalarını bastırabilmek amacıyla çocuğunu savunmaya yönelik bir nesne olarak kullanır. çocuğunu kendi savunmacı gereksinimleri doğrultusunda davranmaya zorlar, belirli bir kalıba dökmeye çalışır ve döneme özgü gereksinimlerini ve bireyselleşme gayretlerini olumsuzlar.
    ebeveynin bu tutumu sonucu çocuk, ölüm tehdidini içeren âcizliğiyle travmatik biçimde yüz yüze gelir. çocuk bu durumdan kaçınmak için, ebeveyni ile yaşamsal ilişkisini tehdit ettiğini farkettiği özbenliğini yok saymayı, ondan korkmayı öğrenir. zamanla, ebeveyninden onay almaya devam etmek, onun yaşamsal desteğini sürdürmek amacıyla özbenlik kökenli tepkilerini, duygularını, gereksinimlerini, arzularını ve eylemlerini ketler; ebeveynin beklentileri doğrultusunda davranmayı öğrenir. böylelikle, kendi özbenliğini özgürce yaşama imkânından feragat etmiş olur. öznelik ve öznelliği ketlenir. aslında, tüm çabası özbenliğinden vazgeçme pahasına duyarsız, ilgisiz ve agresif ebeveyni ilgili hale getirmek, böylece ölümcül âcizliğinden kurtulmaktır.
    sonuç olarak özbenlik yapılaşmaz; onun yerine, enerjisini özbenliğin bastırılmasından alan sahte bir benlik gelişir. böylelikle, çocuğun reel benliği arzularına muhalif tarzda yapılaşır.
    burada esas olan toplumsal taleplerin içgüdüsel taleplerle çatışması ve benliğin biyolojik varoluşunu sürdürmek adına kendi hakiki gereksinimlerini bastırması ve ebeveynin talepleri doğrultusunda davranmasını sağlayacak tarzda kendini yapılandırmasıdır.
    masterson'a göre ortaya çıkmakta olan benliğin nesne desteğinden yoksun olması çocuk tarafından terkedilme olarak yaşantılanır ve terk depresyonu olarak adlandırdığı bir dizi şiddetli duyguya yol açar. çocuk bu durumda kendi ölümcül âcizliğine terk edildiğini hisseder. ölümün kokusunu almıştır.
    masterson'ın kendi özgün kavramı olan "terk depresyonu" deneyimi günlük yaşamımız içinde gelip giden depresyon biçimlerinden çok daha ciddi ve tahrip edicidir. benlik bu zihinsel duruma karşı kendini savunmak için, sahte benlik tarafından teşvik edilen ve yıllar içinde bu terk depresyonunu savuşturacağını öğrendiği savunmacı paternlere sığınır.
    bu kişiler için, özbenlik sürekli bir şekilde saldırı altındadır ve kuşatma zihniyeti kendilerini ve dünyayı gerçekçi açılardan algılama becerilerini tahrip etmektedir. kuşatılmış benliğin gözünde; dünya, kişinin en yakın ilişkileri ve hatta kişinin kendi bedeni bile düşman haline gelebilir.
    dünya düşmanlık besleyen bir çevre gibi gözükmektedir, öylesine yabancı ve tehditkârdır ki, benlik, diğer insanların gerçeklikle baş etmek için kullandığı standart teknikler konusunda şüpheli ve bilgisiz halde "yabancı topraklarda bir el" gibi yaşar. ilişkiler boğucu, kuşatıcı; benlik incinmiş ve terkedilmiş halde, her an parçalanmanın eşiğindedir. kişi, bu acı verici duyguların ruhsal dünyasında yarattığı tahribatı savuşturabilecek güçlü ancak sahte bir savunucuyla kirli bir ittifakı tercih eder. sahte benlik gecikmeksizin kurtarmaya gelir ancak "güvende hissetme" nin bedeli özbenliğinden feragat etmek olur.
    sahte benliğin amacı uyum sağlamaya yönelik değil savunmaya yöneliktir; benliği acı verici duygulardan korur. bir başka deyişle, sahte benlik gerçeklik üzerinde egemenlik sağlama amacını gütmez; acı verici duygulardan kaçınmanın peşindedir. bu amaca da ancak gerçeklik üzerinde egemenlik sağlamaktan vazgeçme pahasına ulaşılabilir.
    gelişimin bu aşamasında çocuğun önemli nesnelerle (genellikle baba) olan ilişkisinde yaşadığı şiddetli frustrasyon(*) sonucunda, tahammül edilemeyen gerçekliğe karşı bir savunma olarak büyüklenmeci bir benlik oluşur.
    kernberg, narsisistik hastaları incelediğinde bu hastaların geçmişlerinde örtük, sözel olmayan ancak yoğun ve incitici bir agresyona sahip; kronik olarak soğuk, duyarsız, ilgisiz, görünüşte iyi işlev gören bir anne/baba figürüne sıkça rast geldiğini belirtir. buna ek olarak, çocuğun gelişiminin ilk dönemlerinde ebeveynin narsisistik dünyasına dâhil edilmesi, sonrasında çocukta büyüklenmeci benlik fantezilerinin etrafında kristalleştiği " kendini özel hissetme " eğilimine yol açar. anne/baba çocuğu idealize edeceği bir kalıba doğru iter. bu kişiler, çoğunlukla nesnel olarak fiziksel güzellik; özel, üstün bir yetenek, zekâ vb. gibi gerçekten de diğerlerinin hayranlığını uyandıran bazı doğal fiziksel ve zihinsel niteliklere sahiptirler. bu ayırt edici özellikler, çocuğu ebeveynin sevgisizliğinden, ilgisizliğinden, nefretinden; yani agresyonundan koruyucu bir işlev görürler. bazen de ebeveynin çocuğu narsisistik olarak kullanmasının bizatihi kendisi çocuğun kendini özel hissetmesine yol açar.
    sahip olduğu üstün nitelikler, çocukta büyüklenmeci benliğin çekirdeğini oluşturur. çocuk kendini üstün niteliklere sahip hissettiğinde ideal benlikle özdeşleştiğini ve bu ideal benliğin de ideal nesne(ebeveyn) tarafından sevildiğini hisseder. bir başka deyişle, üstün özellikler ve performanslar benliği ideal benlikle özdeşlemeye taşır.
    ancak, çocuk içten içe, çoğu kez biliçdışında, olduğu haliyle değil, bu ayırt edici özellikleri dolayısıyla sevildiğini hisseder. çocuğun belli koşullara bağlı olarak kendini özel hissetmesi/hissettirilmesi veya bu hissin teyit edilmesi sahte benliğin şişmiş, büyüklenmeci bir benlik biçiminde yapılaşmasının ardındaki temel dinamiktir ve kişiliğin neden narsisistik bozukluğa evrildiğini açıklar.
    büyüklemeci benlik, gerçek nesne(ebeveyn) ile ilişkileri sonucunda değersiz, önemsiz, silik, aşağılanmış, yalnız, korunmasız, güçsüz, beceriksiz gibi niteliklerle kodlanmış özbenliği ve bu özbenlikten nefret eden sadistik nesne(ebeveyn) temsilini, hayranlık elde etme yoluyla bastırma işlevi görür. büyüklenmeci benliğin güdülediği tüm karakteristik savunmalar, bu nesne ilişkisini bilinçten uzak tutmaya yönelik işlemeye başlar.
    narsisistik birey, üstün özellikleri dolayısıyla kendini mükemmel hisseder ancak "mükemmelliğini" her an teşhirciğiyle somutlamalıdır, aksi takdirde alttaki değersizlik hisleriyle yüklü nesne ilişkisinin bilince çıkma riskiyle karşı karşıya kalır. büyüklenmeci benlik zayıfladığı anda özbenlik bu olumsuz nitelikleriyle beraber bilince yansır ve şiddetli duygulanımlara; özellikle narsisistik bozukluğun özgül kaygısı olan dağılma kaygısına yol açar. bu nedenledir ki narsisistik birey sürekli olarak büyüklenmeciliğini ayakta tutacak uğraşlarla meşguldür. adeta dağılmamak için büyüklenir.
    narsisistik bozukluğa ayırt edici niteliğini kazandıran etkenlerden birisi de özbenliğe düşman olduğu varsayılan nesneye(ebeveyn) duyulan şiddetli korkudur. büyüklenmecilik bu korkuyu savuşturmaya yönelik karakteristik savunmadır. benlik, özbenliğini bastırıp büyüklenmeci performanslar aracılığıyla sadistik nesneyi olumlu, sevecen ve tatmin edici nesne konumuna getirmeye çabalamaktadır.
    narsisistik kişilerin kurallara uygun davranmalarının ardında içselleştirilmiş ve benliğin parçası haline gelmiş değerler ve kurallar değil, paranoid korku bulunur. sosyal kurallara suçluluktan ziyade cezalandırılma korkusuyla uyum gösterirler.

    prognoz

    narsisistik kişiler, çoğu kez fiziksel olarak çekici, sosyal olarak cezbedici, akademik ve mesleki alanlarda hatırı sayılır derecede başarılı bireylerdir. ancak, benliklerindeki boşlukla yüzleşmeyi erteleyebilseler de bundan ebediyen kaçamazlar.
    yıllar geçtikçe büyüklenmeci benliği diri tutacak narsisistik besinleri elde etmek güçleşir. zira sıradan bir yaşam süreci içinde çoğu narsisistik tatminin, ergenlik ve erken yetişkinlikte yaşandığı; narsisistik zaferlerin, başarı ve kazanımların ağırlıklı olarak yetişkinlik boyunca elde edildiği düşünülürse, ilerleyen yıllarla beraber uzun yaşam döngüsünün olağan ve kaçınılmaz sonuçları olan yaşlılık, hastalık, fiziksel ve zihinsel sınırlılıklar, ayrılık ve kayıplar savunmaya yönelik narsisistik kaynakların azalmasına yol açar. dolayısıyla, narsisistik çatışmaları bastırabilmek için gerekli aynalamalardan mahrum kalan büyüklenmeci benliğin çatışmalar üzerindeki bastırıcı hâkimiyetinin sarsılması, narsisistik bireyi o güne dek kaçındığı çatışmalarıyla karşı karşıya bırakır. bu durum, genelde yüzeysel uyumu nispeten iyi olan narsisistik kişilerin işlevselliklerini önemli ölçüde tahrip eder.
    patolojik büyüklenmeci benliğin etkisi altında bilinçdışı olarak (bazen bilinçli olarak) ebedi gençliklerine, güçlerine, güzelliklerine, zenginliklerine; onay, hayranlık ve emniyet kaynaklarının sonu gelmez elverişliliğine inanmış olan narsisistik kişiliklerin, bu kaynaklar tükendiğinde içine düştükleri durumu görmek oldukça dramatiktir.
    genelde popüler psikolojide "orta yaş krizi" denerek adeta olağanlaştırılan bu durumdan kaçınmak amacıyla bazı narsisistikler, son bir gayretle yeni savunmacı çabalara girişirler. örneğin, genç bir sevgili bulmak, ağır fiziksel güç gerektiren işler yapmak suretiyle ve/veya estetik ameliyatlarla yaşlılıklarını inkâra çalışırlar. bunun yanı sıra, yaklaşan ölümden duyulan şiddetli korkunun ve yalnızlaşmanın güdülediği dini eğilimlerdeki artış da sık gözlenen savunmacı davranışlardır.
    narsisistik kaynakların azalmasıyla beraber tüm şiddetiyle bilince yansıyan patolojik/patojen nesne ilişkisi nedeniyle narsisistik birey kendini yalnız, destekten yoksun ve şimdiye dek boş bir hayat sürmüş olduğunu hisseder. derin bir umutsuzluğun eşlik ettiği bu hisler o güne dek herhangi bir tedaviye gerek duymamış narsisistik bireyi terapiye sevkedebilir. ancak ne var ki, narsisistik hastalar, terapistler için oldukça çetin vakalardır. bu hastaların psikoterapisi, oldukça uzun sürse de, hatta sonucunda elde edilen terapötik başarı sınırlı da olsa, ileriki yıllarda karşılaşacakları riskleri azaltması bakımından gösterilen çaba buna değerdir.
    taşıma suyuyla değirmenini döndürmeye çalışan narsisistik bireyin, su tükendiğinde çaresiz duruma düşmemesi için kendi içindeki kaynağını -özbenliğini- keşfetmesi gerekmektedir. özbenlik, benlik değirmenini yaşam boyu aksatmadan çevirebilecek bereketli bir pınardır. psikanalitik yönelimli psikoterapi aracılığıyla, çatışmalarla kuşatılmış özbenlik nihayetinde bastırmanın boyunduruğundan kurtulur ve benliğin hâkimiyetini ele alır.
    tedavi imkânının yanı sıra, yapılan bazı takip çalışmalarından anlaşıldığı kadarıyla sürdürülebilir başarılar, özbenliği harekete geçiren sürpriz ilişkiler ve derin içgörüler hastalığın, en azından, şiddetini azaltmaktadır.

    narsisizm çaği

    günümüzde ruh sağlığı uzmanlarına başvuran hastaların birçoğu histerik, fobik, obsesif kompulsif nitelikli belirgin ve istikrarlı nevrotik semptomlardan ziyade değişkenlik gösteren semptom tablosunun eşlik ettiği çeşitli varoluşsal sorunlardan şikayet etmektedirler: hayatın anlamsızlığından, yaygın boşluk duygularından, kimlik belirsizliğinden, her türlü sözde tatmine rağmen yaşam coşkusunun eksikliğinden, doyum verici ilişkilerin yokluğundan, yaşamdan duyulan genel bir memnuniyetsizlik halinden, bir türlü giderilemeyen cansıkıntısından, emniyetsizlik, yalnızlık hislerinden ve şiddetli özdeğer sorunlarından.
    sheldon bach, "geçmişte el yıkama zorlantılarına, fobilere ve alışıldık nevrozlara sahip kişiler gelirken şimdi daha çok narsisistleri görüyoruz." derken, burness e. moore, narsisistik bozuklukların giderek daha yaygın hale geldiğini vurgulamaktadır. michael beldoch, vakt-i zamanında freud ve meslektaşları için histeri ve obsesyonel nevrozlar ne idiyse birkaç on yıldan beri narsisistik bozuklukların da günümüz terapisti için aynı hale geldiğini ifade etmektedir.
    artık, günümüzün tipik hastası belirgin bir arzusuyla çatışma içinde olan nevrotik birey değil, benlik kaybına bağlı özdeğer düşüklüğünü savunmacı çeşitli çabalarla yüksek tutmaya çalışan narsisistik bireydir. keza, artık hâkim patoloji arzunun babaerkil otorite tarafından bastırılmasının sonucu ortaya çıkan klasik nevroz değil; arzunun kışkırtıldığı, yörüngesinden saptırıldığı, ne kendisine tatmin bulacağı uygun bir nesnenin sunulduğu ne de tutarlı denetim formlarının sağlandığı modern bir psikopatoloji biçimidir (kovel).
    hâkim psikopatoloji formunun, nevrozdan narsisistik bozukluklara kaymasıyla birlikte ruhsal bir oluşum olarak narsisisizmin klinik önemi artmış ve giderek ilgi çekici bir kavram haline gelmiştir. peki, psikopatoloji biçimindeki bu değişimi güdüleyen etmenler nelerdir?

    sosyolojik, ekonomi-politik nedenler
    her toplumsal sistem, kendi yapısına ve işleyişine uygun kişilik örgütlenmesine ihtiyaç duyar ve kendi kültürünü -yani, normlarını, temel kabullerini, deneyimi örgütlenme tarzlarını- sosyalleştirici kurumlar aracılığıyla bireyde kişilik biçiminde yeniden üretir. başta aile olmak üzere, okul ve diğer karakter oluşturucu kurumlar eliyle icra edilen sosyalleşme süreci, insan doğasını hâkim sosyal normlara uydurmaya çalışır.
    her toplum, evrensel çocukluk krizlerini (anneden ayrılma travmasını, terk edilme korkusunu, annenin sevgisi için diğerleriyle rekabetin acısını) kendi meşrebince çözmeye çalışır ve söz konusu ruhsal krizlerle baş etme tarzı o topluma özgü bir kişilik örgütlenmesini ve onun patolojik türevi olan özgün psikopatoloji biçimini ortaya çıkarır. dolayısıyla, hâkim toplumsal sistem ile hâkim kişilik yapısı ve psikopatoloji arasında her zaman yakın bir ilişki vardır; her çağ ve toplum kendi özgün kişilik biçimini ve patolojisini üretir. psikopatoloji bir anlamda o kültürün karakteristik ifadesidir ve bize toplumun örgütlenme tarzı, hâkim ilişki biçimi ve en önemlisi insan doğasıyla çelişen yönleri hakkında ipucu verir. psikoz, der jules henry, bir kültürün içerdiği tüm yanlışların nihaî sonucudur.
    sosyo-ekonomik ve kültürel koşullardaki değişimler, temel kişilik örgütlenmesinde yansımasını bulur; zira yeni sosyal koşullar yeni kişilik biçimlerini, yeni sosyalleşme tarzlarını ve yeni örgütleyici yaşantılama yollarını gerektirir.
    genelde karakter bozukluklarının, özelde ise narsisistik bozukluğun hâkim psikopatoloji biçimi olarak ortaya çıkması ve bu gelişimi güdüleyen kişilik yapısındaki değişim, sosyo-ekonomik ve kültürel koşullarda çağımıza has değişimlere işaret ediyor. peki, nasıl bir çağda yaşıyoruz; nedir içinde yaşadığımız çağın ayırt edici özellikleri?

    toplum biçimleri, kapitalizm ve narsisistik psikopatoloji
    aslına bakılırsa, şimdiye dek insanlığın tecrübe ettiği tüm toplum biçimleri, benliğin spontanlığını (yani, özbenliği) bastırmak bakımından birbirine benzerler. sınıflı toplumlarda sosyalleşme süreci, insan doğasıyla çelişecek tarzda yürür zira.
    feodal-geleneksel toplumda, sistem bireyden geleneklerde ve törelerde ifadesini bulan kurallara itaat etmesini talep etmekteydi. üretim biçimi toprağa bağlıydı; üstün, farklılaşmış beceriler gerektirmiyordu. bireyler kendi ihtiyaçlarının en azından bir kısmının nesnesini, meta dolayımına girmeden kendileri üretebiliyor, kendi gereksinimlerini bir ölçüde kendileri karşılayabiliyorlardı.
    kapitalizmle birlikte üretim biçimi ve ilişkileri nitel bir dönüşüm geçirse de erken kapitalizm de daha ziyade yasaklar ve baskılar düzeniydi; zira bu dönemde teknolojik gerilik ve emek verimliliğinin düşük olması, meta birikimi için sistemin insanlar üzerinde açık baskı geliştirmesine neden olmaktaydı. ağırlıklı olarak kol emeğine dayanan üretim çarkı, istediği verimi alabilmek için bireyin güdülenmelerini üretimin gerekleri çerçevesinde tutmak ve denetlemek ihtiyacını duymaktaydı. sistemin gerekleriyle çatışan güdülenmeler, üretimin bekâsı gereği şiddetle bastırılmalıydılar. sistemin mantığı dönemin kişilik yapılanmasında birebir karşılığını bulmuştu; arzu ve yasaklar arasında sıkışmış birey, bu çatışma karşısında arzusunu bastırma yoluna gidiyor, kuralları ihlal ettiğinde suçluluk hissediyordu, sistem suçluluk içinde kıvranan nevrotikler üretiyordu.
    psikanaliz, 19. yüzyılın sonlarında tarih sahnesine çıktığında, karşısında çağın hâkim patolojisi olan nevrozu buldu. erken dönem psikanalizin, yoğun biçimde meşgul olduğu histeri ve obsesyonel nevrozlar, henüz gelişiminin erken evresinde bulunan kapitalist düzenle ilişkili kişilik özelliklerinin (maddiyatçılık, fanatik biçimde kendini işe adama, haz arayışının iş disiplinini, üretim ilişkilerini ve dolayısıyla toplum düzenini bozma riski dolayısıyla kontrol altına alınması ve dolayısıyla cinselliğin şiddetli biçimde bastırılması gibi) aşırı uçlara taşınmasından başka bir şey değildi aslına bakılırsa.

    modern kapitalizm ve narsisizm çağı
    modern kapitalist toplumda üretim giderek toplumsallaşmış, karmaşık bir hal almıştır. teknolojik ilerleme beraberinde üretimde bolluğu getirmiş ve emeğin üretim içindeki rolünü değiştirmiştir. meta ekonomisinin had safhaya ulaşması ve tüm yaşam alanlarını kuşatmasıyla beraber artık günümüz insanı, tüm gereksinimleri için ötekine muhtaç hale gelmiş; bu gereksinimleri karşılayabilmek için kaçınılmaz olarak meta ekonomisinin dolayımına girmek zorunda kalmıştır. meta ekonomisine dayalı sistemin temel mantığı gereği gereksinimlerini karşılayabilmek için özbenliğini, spontanlığını bastırarak öteki için (daha doğrusu birbiri için) nesneleşmiştir. bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, günümüz insanı tüm gereksinimlerini karşılamak için meta üretmek (veya sahip olmak) zorundadır; sistem ancak meta üretiminde bulunduğu (veya meta sahibi olduğu) takdirde gereksinimlerini karşılayacak nesneleri ona sunmakta, aksi takdirde onu ölümcül âcizliğine terk etmekle tehdit etmektedir.
    sistem açısından bireyin kendi olarak bir değeri yoktur; bireyin değil sistemin gereksinimleri ön plandadır. sistemin gereksinimleriyle ilgisiz veya çatışan her şey; her nitelik, her gereksinim ve arzu değersizleştirilmektedir. dolayısıyla, çağdaş toplumda insanın sistem içimdeki konumu ve değeri, sistemin ondan beklediği niteliklere sahip olma derecesiyle belirlenmektedir; zira sistemin üretim çarkı nitelikli işgücü talep etmektedir.
    günümüz insanından, mesleğinin gerektirdiği yüksek niteliklere sahip olması, "prezantabl" olması, en az bir yabancı dil bilmesi, iyi ve markalı giyinmesi, zayıf, sağlıklı ve genç kalması, kendini iyi sunması, etkileyici, karizmatik olması, kendine güvenli görünmesi beklenmektedir. ne olduğumuz, gerçekte ne hissettiğimiz veya ne düşündüğümüz, ne yaşadığımız ve gerçekten neye ihtiyaç duyduğumuz değil; nasıl göründüğümüz, insanların karşısına nasıl bir görüntüyle çıktığımız önem arzetmektedir.
    fark edilmek, ayırt edici olmak, kendini var hissedebilmek için artık kişinin kendini gerçekleştirmesi, hakiki ilişkiler kurması, erdem sahibi olması gerekmiyor; mezun olduğu okul, yemek yediği, eğlendiği mekân, kullandığı şampuan, giydiği "blue jean", güzel, bakımlı, genç ve zayıf görünmesi yeterli sayılmaktadır. ancak bu koşulda, insanlar birbirine değer veriyor, birbiriyle ilgileniyor. adeta, sistemin "tebâsıyla" ilişki tarzı "tebânın" kendi içinde birbiriyle olan ilişkilerine yansımakta, insanların arzulama kalıplarını belirlemektedir. sistemin ödüllendirdiği insanları beğeniyor; o niteliklere sahip insanlara özeniyor, âşık oluyoruz. hepimizin sistemle özdeşleşmiş, işbirliği yapan bir yanı var. kısacası, günümüz insanı, sistemin gözüne girmek, önemsenmek için sistemin ondan beklediklerini yapmak zorunda hissetmektedir kendini.
    erken kapitalizmde "olmaması gerekenin varlığı"ndan dolayı yaşanan suçluluğun yerini modern kapitalizmde "olması gerekenin yokluğu"ndan dolayı yaşanan yetersizlik ve utanç almaktadır. çağdaş insan, yasağı ihlal ettiği için suçluluk içinde kıvranan nevrotik değildir artık; daha ziyade kendinden bekleneni yerine getiremediği için yetersizlik ve utanç hisseden veya sistemin gereklerini yerine getirdiği ve sistem tarafından cömert biçimde ödüllendirildiği halde bir türlü mutluluğu, içsel huzuru ve tatmini yakalayamayan boş, sıkıntılı ve anlamsız insandır.
    narsisizm kavramı, yakın dönem sosyal değişimlerin psikolojik etkilerini anlamamız bakımından oldukça işlevsel bir kavramdır. nitekim narsisistik bozuklukların klinik betimlemeleri ile günümüz insanının tipik kişilik yapısı ve çağdaş kültürün belirli bazı ayırt edici özellikleri arasında dikkat çekici benzerlikler bulunmaktadır: imajın öze ve içeriğe göre öncelik kazanması, imaja takılıp kalmanın sonucu olarak ortaya çıkan yüzeysellik; büyüklenmecilik, güce tapınma, güçlü görünme çabası, maddiyatçılık, tüketim ve mülkiyet hırsı, ötekinden duyulan şiddetli korku ve ötekine yönelmiş düşmanlık, yabancılaşma, samimiyet yoksunluğu, sahtecilik, yapaylık, yalnızlık, anlamsızlık, kronik tatminsizlik ve memnuniyetsizlik, spontanlık kaybı, performans kaygısı, açgözlülük, başarı hırsı, şöhret hayranlığı, ideal eksikliği, ötekiyle çatışmaya dayalı bireysel kurtuluş fantezileri, rekabet, sistemi değiştirmekten ziyade sistem içinde hâkim konuma geçme arzusu, eleştirel düşünce yoksunluğu, hayatı (ve özbenliği) yaşayamamaktan ve gelecekte de yaşayabilme umudunun yokluğundan kaynaklanan depresyonu bastırma işlevi gören yozlaşmış hazcılık ve gündelikleşme; mistisizme yoğun ilgi; yaşlanmaktan, hastalanmaktan ve ölümden duyulan şiddetli korku, vb.
    göründüğü kadarıyla, narsisistik kişilik ile günümüz sisteminin insan doğasından talep ettiği kişilik tipi örtüşmektedir; öyle ki egemen sosyal koşullar, çeşitli derecelerde de olsa herkeste narsisistik özellikleri ortaya çıkarmış, narsisistik bozukluk çağımızda günlük hayatın baskın psikopatolojisi haline getirmiştir.

    hakan kızıltan'ın http://www.icgoru.com/content/view/157/2/ adlı sitedeki makalesinin kırpıştırılıp ufaltılmış halidir.
  • günümüzde narsizim ile ilgili yeni yaklasimlar gelistirilmistir. genelde bireyin kendine olan aski ya da kendine olan hayranlikla açiklansa da son çalismalar narsist vakalarin ortaya çikisindaki temel nedenin, kisinin benlik sevgsinden yoksun olmasi seklinde açiklar. narcissusun denize düsüp bogulmasi gibi kisi kendi benliginde ve yansimasinda bogulur.

    narsizm disariya kapali olan ve "baska" olan hiçbir seyin benlige giremedigi bir durumu isaret eder ve benlik ile öteki arasindaki tüm sinirlar, çizgiler yokolur. bu sürekli bir tatminsizligi ve doyumsuzlugu da beraberinde getirir. genelde bu vakalarin eylem biçimi pasiftir ve kendini her türlü deneyime kapatir ve tüm yasanabilecek deneyimleri tek bir olaya(bazen bir insana duyulan saplantili bir ask, bazen ulvi ve yüce bir siyasi hedef, bazen de, bir ülkeye yerlesmek ya da belli miktarda paraya sahip olmak gibi yapilmasi gereken tek bir eylem) indirgenir. ancak kisi bu bu büyük deneyimi kendine hedef olarak belirlese de bu deneyimin gerçeklesmesi için hiçbir çaba gerçeklestirmez ve bu deneyim gerçeklesse dahi kisi daha büyük bir mutsuzluga ve karamasarliga düserek benligi ile olan süpheleri ve kaygilarini sürdürür. kisi kendine sürekli olarak gerçek duygularim nedir sorusunu sorar ve ne yapiyorum sorusunu hükümsüz kilar. sürekli olarak baskalarinin güdüleri ve tutkulari sorgulanir ve ötekilerin eylemleri ve amaçlari degersizlestirilir. kisi için gerçek olan tek sey ne hissettigidir ve gerçek duygularim nedir sorusunu bir takinti haline getirerek, gerçek islevsizlestirilir. kendileri için tek gerçeklik olan yarattiklari ütopik deneyim de, bu deneyimi yasamalari ya da hayata geçmesiyle bu takintilarin hedefi olur ve o da anlamini ve gerçekligini yitirir. genelde bu kisilerin hayati, büyük deneyim ihtiyaçlarinin sinandigi çileci bir hayata dönüsür. bunun disinda kisi zaman zaman keske hissedebilseydim söylemiyle kendine dönük bir sapkinlikla bosluga düserler. hissedemedikleri seylerin gerçek olmadigini, ama hiç bir sey de hissedemedikleri için gerçek diye birsey olmadigi kanisina kapilirlar.

    günümüzde narsizm hakkinda yapilan çalismalar, bu vakalarin sadece kisisel bir sapkinlik olarak alginamayacagini ve narsizmin varolan toplumsal iliskiler ve sosyal yapiyla beraber olarak düsünülmesi gerektigini göstermektedir. buna göre, kisi bu sapkinligi topluma karsi degil, yasadigi toplumun sonucu olarak gelistirir, dereceleri farkli olsa da özellikle modern toplumlarda yaygin biçimde gözükür.
  • "ben guzele guzel demem guzel ben olmayinca" sendromu
  • narsistin en büyük problemi, narsist olması değil, narsist olduğunun farkına varamamasıdır. narkissos'un ölümünede bu sebep olmuştur.
  • kendini begenmishlik, kendine asik olma durumu. psikolojik bir rahatsizlik. gerekli onlemler alinmadigi taktirde siddeti de beraberinde getirir. herkesin icinde bir miktar narsizm ve siddet vardir. hangimiz ictigimiz pet sisedeki su bittikten sonra o sisiye eziyet etmemisizdir ki?
  • ilk kez ellis tarafından 1898'de kullanılan terim. halk arasında genellikle, kendini aşırı beğenen ve seven anlamında kullanılsa da, aslında temelinde kendini sevmek değil, kendisinden nefret etmek yatar. narsisistler kendi özgüvenlerini sağlamak amacıyla başkalarına ihtiyaç duydukları için başkalarına bağımlı kişilerdir. kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve gerçekte kimseyi sevemezler. psikanaliz ile tedavileri mümkündür.
  • egofili...
  • ekşi sözlük'te yalnızca kendi entry'lerini okumaktır.
  • ben ben ben ve yine ben
hesabın var mı? giriş yap