• şanlıurfa ve ilçelerinin isimlerinin nereden geldiğini biliyor muydunuz?

    (bkz: şanlıurfa) : rivayete göre eski yunanlar enoch’un (enoch=hermes = idris peygamber = uhnud), bu dört ismin aynı kimse olduğu kabul edilmektedir.) insanlara şehirler kurmayı öğrettiğini ve onun devrinde 180 şehir kurulduğunu, bunların en küçüğünün urhai veya diğer bir okunuşla orhay yani urfa olduğu söylenilmektedir. bu rivayete göre idris peygamber nuh peygamberden önce geldiğinden urfa nuh tufanından önce kurulmuştur. nuh tufanında bütün dünya gibi urfa’da harap oldu. fakat tufandan sonra dünya yeniden kuruldu ve urfa da tarihte ki yerini aldı. yine anlatıldığına göre nuh tufanından sonra babil’de hüküm süren nemrut üç şehir inşa etmişti. bunlardan biri de urfa şehridir. bu şehir önce arach ve daha sonra zaman süreci içinde erech, orhay, edessa ve ruha isimlerini almıştır. urhai veya orhay ismi, urfa’nın ilk sakinleri olan arami – süryanilerin verdiği isimdir. daha sonra urfa’ya gelen helenler edessa ismini verdiler. helenlerin verdiği edessa ismi “suyu bol” anlamına gelmektedir. helenlerin verdiği edessa ismi “suyu bol” anlamına gelmektedir. urfa da içinden akan karakoyun (daysan) deresi ve kaynayan pınarlardan dolayı suyu bol bir şehirdi. urfa’ya edessa isminden başka yine suyu güzel çeşme anlamına gelen “kaliruha” adı da verilmiştir. urfa’nın fethinden sonra müslüman araplar tarafından “kaliruha”nın “kali” heceleri atılmış ve sadece “ruha” heceleri kullanılmıştır. ikinci bir rivayete göre orhay kelimesinin hafif bir değişikliğe uğratılmasıyla ruha denilmiştir. böylece şehir, fetihten sonra müslümanlar tarafından artık “ruha” diye çağrılmıştır. osmanlı devrinde urfa denilmeye başlanmıştır. başka bir rivayetle orhay isminin urfa’ya dönüştürülmesi daha uygun görülmektedir.

    (bkz: akçakale) : ilçenin ilk adı ayn-el arus idir. hz. ibrahim (a.s) harran'dan şam'a göç ederken amcası kızı hz. sara ve beraberindeki kafile ile birlikte urfa'nın 50 km. güney batısındaki bir su kaynağında konaklar. hz. ibrahim(a.s) ve hz. sara'nın evlilik töreni burada yapılır. evlilik töreninin yapıldığı yere "düğün gözü" anlamında "ayn-el arus" adı verilir. halen halk arasında bu isimle anılmaktadır. bir diğer adı ise "ayn halil ür rahman" dır. halil ür rahman kaynağı ve gölü anlamındadır. akabinde, ilçenin adı, türkiye-suriye sınırı çizilmeden önce “beyaz tepe” (tel ebyâd, tel ebyaz ) olarak adlandırılmaktaydı. nihai olarak sınırdan sonra isim karışıklığı yaşanmaması adına akçakale olarak tescillendi.

    (bkz: birecik) : aramice bîrsâ kelimesinden türeyen ve arapça kale, hisar anlamına gelen el-bîre olarak olarak bahsedilen birecik, “küçük kale” anlamına gelmektedir. antik dönemde yerleşimden “makedonopolis” olarak da bahsedilmiştir.

    (bkz: bozova) : 1389–1390 yılları arasında yıldırım beyazıt’ın mısır'a yaptığı sefer sırasında anadolu’ya gelen müslüman türkleri (türkmenleri) bu bölgeye yerleştirmiş ve bu bölgeye yaylak adını vermişlerdir. ilçenin ismi 1930 yılında açık toprak rengi sebebi ile bozova olarak değiştirilmiştir.

    (bkz: ceylanpınar) : ilçe ismini sırası ile, asurlular, hititler, abbasiler, bizanslılar, selçuklu ve osmanlı devleti sınırları içerisinde yer alan resul-ayn (suriye), habur çayı ve kaynak başına su içmeye gelen ceylanlardan almıştır.

    (bkz: eyyübiye) : ilçe adını bölgedeki bir mağarada konaklayan hz. eyyüb peygamberden almıştır.

    (bkz: halfeti) : halfeti, mö 855 yılında asur kralı üçüncü salmanassar tarafından zapt edildiği zaman şitamrat adını taşıyordu. yunanlar bunu değiştirerek urima adını vermişlerdir. süryaniler ise kal’a rhomeyta ve hesna the romaye adlarını kullanmışlardır. şehir arapların eline geçtikten sonra kal’at–ül rum adı takılmıştır. ikinci yüzyılda bizanslıların eline geçince bu kez romaion koyla adını almıştır. rivate göre şu anki ismi ise, zamanında birbirini çok seven xelil ve fate adlı iki gencin birbirini sevip kavuşamamaları üzerine, xel u fate (halil ve fate) olarak anılmasından gelmiştir.

    (bkz: haliliye) : ilçe adını, "bölgenin sahibi, maliki ve efendisi" gibi sıfatlar taşıyan ve kendisine halilullah vurgusu yapılan hz. ibrahim peygamberden almıştır.

    (bkz: harran) : tevrat içerisinde "haran" olarak geçen yerin burası olduğu söylenir. islâm tarihçileri şehrin kuruluşunu nuh peygamber'in torunlarından kaynan'a veya ibrahim peygamber'in kardeşi aran'a (haran) bağlarlar. 13. yüzyıl tarihçilerinden ibn-i şeddat, hz. ibrahim"in filistin'e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu, bu nedenle harran'a hz. ibrahim'in şehri de denildiğini belirtmiştir.

    (bkz: hilvan) : ilçenin ilk ismi olan karacurun, osmanlı döneminde 1820 yılında yöredeki göçebe aşiretlerin yerleşmesiyle köy meydanında bulunan kara dibek taşından gelmektedir. adı daha sonra ise 1926 yılında hilvan olarak değiştirilmiştir. arapça asıllı kelime olan hilvan'ın sözlük anlamı “bağış, tatlı, hediye” olup, meyveleriyle ünlü belde anlamına da gelmektedir.

    (bkz: karaköprü) : karaköprü isminin menşei hakkında kesin değerlendirmeler olmamasına rağmen ilçenin ismi burada var olan köprüye bağlanmaktadır.

    (bkz: siverek) : ilçeye tarih boyunca sümer, hitit, asur, mittani, bizans ve araplar tarafından, kinaba, surk, sevavorah, sevavarak, sevaverek, sebaberek, sibabarka, sıklıs, süveyda, serrek ve senn gibi isimler verilmiştir. nihai adını ise, seav* averek*anlamında oluşan "siyah harabeler" kelimesinden almıştır. seavavarek ismi siverek olarak tescillenmiştir.

    (bkz: suruç) : kaynaklarda seruğ olarak geçen bu şehrin hz. ibrahim ile çok yakın bir ilişkisi olduğu düşünülmektedir. hz. ibrahim’in babası azer, dedesi nahor büyük dedesi ise seruğ’dur. tarihte adı seruğ olarak anılan bu ilçe ile hz. ibrahim’in atası seruğ aynı adı taşımaktadır. bu durum hz. ibrahim ile bir bağlantı olarak yorumlanmaktadır. seruç, bu ilçenin asıl adıdır. yörenin eskiden beri cins atlar ve bunların yetiştiriciliği ile meşhur olduğu bilinmektedir. atların eğeri ile uğraşan ve imal eden kişileresaraç” denilmektedir. suruç ise bu kelimenin arapça lisan kuralları çerçevesindeki çoğuludur. ilçenin isminin kökenine dair bir diğer düşünce ise bu kelimeden geldiği yönündedir.

    (bkz: viranşehir) : sümer, hitit ve asurlular döneminde “tilla, tella, tilliromalılar döneminde “constantina” , islam uygarlığı döneminde ise ”tell-mevzelaht, tel-mevzen , tel-muzin , tilmuz ve örenşehir “ isimlerini alan ilçe, tarihte çok yıkılıp yakıldığı için harap anlamına gelen “viran” kelimesi eklenerek “viranşehir”ismini almıştır.

    kaynakça

    türkiye türkçesi ağız araştırmaları çalıştayı bildirileri - türk dil kurumu

    haleplibahçe mozaikleri & şanlıurfa / edessa - arkeoloji ve sanat yayınları
  • biri size ''yoldayım 10 dakikaya geliyorum'' dediyse bilin ki o totoş evdedir ve yeni giyiniyordur.
  • online herhangi bir şeye kaydolurken ikinci ad olarak sitenin ismini yazın. bu sayede spam email aldığınızda bilgilerinizi kimin sattığını ya da sızdırdığını öğrenebilirsiniz.
  • kamışın tırtıklı kısmı aslında kutuya otursun diye aşağı gelmesi lazımmış. ben de cezmikaloriferde gördüm artık ne kadar doğru bilemem.
  • mc donalds menüsünü ayakta veya arabada yiyebilmek için örnekteki yolu izleyebilirsiniz

    görsel
  • #138994180

    gerçekten mi?
    akıl almaz saçmalıkları da içeren başlık oldu ne yazık ki?
  • bir yanda 15 yıla yakın eğitim almış üniversite öğrencisi ve ingilizce konuşamıyor.
    diğer yanda antalya'da 1 yaz sezonunda yani 4 ayda rusça öğrenen ilk okul mezunu garson.

    sorun sistemde, öğretmen ya da öğrencide değil.
  • bülent ersoy'un madison square garden'da sahne alan ilk türk sanatçısı olması.
  • başlama notu: bu başlığı yazmak için çok fazla ziyaret etmiyorum. yine bir temizlik esnasında eski bir yazıma denk geldim. başlığı kendi başlığı olarak da açacağım eğer açılmadıysa. ama buraya koyarsam, daha fazla okunacağını düşündüm.

    nazım şekli

    nazım sözcüğünü şiir olarak karşılarsak, şiir dünya yüzünde var olduğundan beri, ulusların kendi gelenekleri içinde bu şiirleri ortaya koyuş şekilleri de vardır. bunlar başta yazılı olmayan ama daha sonra yazıya geçirilen, hatta eğitimi verilen kurallardan oluşurlar.

    (öncelikle -öncelikle diyerek altını çiziyorum- 'nazım şekli' dendiği zaman, şekil/biçim/dış görünüş anlamalıyız. bu yazının konusu şiirin imgesel, anlamsal, içerik, vs. özellikleri değildir!)

    şimdi bu kurallara azıcık değinmeden önce, günümüzden söz edelim:
    günümüzün modern çılgınlığı içinde, şiir hakkında artık her şeyden ama her şeyden söz edebiliriz. (denenmemiş bir şey kaldıysa da, o da denenir nasılsa.) demem o ki, artık geleneksel şiir kalıplarından söz edemeyiz. ya da şöyle diyelim, tüm kurallar yıkılmış, yeniden kurulmuş, sonra yeniden yıkılmış, sonra bunlar birleştirilmiş, ayrıştırılmış, sentezlenmiş... kısaca şiirde her yol denemiş ve denenmeye de devam etmektedir.

    her ulusun kendi gelenekleri içinde dedik yukarıda. bu konunun uzmanları, geleneksel japon, çin, hint, ingiliz, rus, fin....... şiirlerinin şekil özelliklerini anlatabilirler size. ben burada türk şiirinden söz edeceğim, bilgim dahilinde.

    türk edebiyatında dönemler vardır. (şiir bir ulusun edebiyatında başlangıçtır, bitimsizdir, sonsuzdur. 'önce şiir vardı') (bu edebiyat dönemlerini de başka bir yazıda ele almak istiyorum ama bu konuyu anlatırken bundan kaçınmak imkansız, olabildiğince ayrıntıya girmemeye çalışacağım.)

    işte bu dönemlerden biri de islamiyet öncesi türk edebiyatıdır.
    türk şiirinin bu döneme ilişkin bilgilerini -bence türkçenin en büyük atalarından biri olan- kaşgarlı mahmud tarafından yazılan divanü lugat'it-türk'te (1072 - 1074 yılları) buluruz.

    islamiyet öncesi türk şiirinde kurallar bellidir: (bkz: nazım birimi) dörtlüktür. ölçüsü hece ölçüsüdür. kafiye şeması; ilk dörtlük, aaaa, ya da aabb, ya da aaba, ya da abab -yani değişken- olabilir ama ilk dörtlükten sonraki dörtlükler, kesinlikle xxxa şeklinde olmak zorundadır, yani ilk üç dize/mısra kendi arasında, son dize/mısra, ilk dörtlüğün son dizesiyle aynı şekilde kafiyelenmek zorundadır.

    bu kurallar, başlangıcından günümüze hiç değişmedi. araya pek çok dönem, pek çok başka kültürün etkisi girdi. ama günümüzde de yaşayan -ve türkçe var olduğu süre içinde de yaşayacak olan- halk şiirimize baktığımızda, islamiyet öncesi türk şiirinde gözlemlediğimiz şiir biçimi kurallarının bugünkü halk şiirinde de aynen var olduğunu görebiliriz.

    türkler islamiyeti kabul ettikten ve anadolu'ya geldikten sonraki dönemler içinde özellikle arapça ve farsça'nın etkisinde kalarak (bu iki kültür de, islami geleneklerle zaman içinde yoğrulmuştu ve yerleşik düzene bile bunca geç geçmiş bir toplumun aydınları için örnek alınan ve yüceltilen, benzerleri yapılmaya çalışılan, o dönemin en büyük kültürleriydi.) divan edebiyatı olarak adlandırdığımız dönem edebiyatı içinde farklı nazım şekilleri kullandılar.
    (***divan edebiyatı'nın adı, divan şairlerinin şiirlerini kuralları belli olan bir düzen içinde 'divan' adı verilen defter-kitaplara yazmalarından gelmektedir.)

    bu nazım şekillerinin bazılarından örnekler verirsek; gazel, kaside, mesnevi, rubai.........gibi bizim kültürümüze ait olmayan pek çok nazım şeklinden söz edebiliriz. bu nazım şekillerinin her biri, kendi edebiyat ve kültür gelenekleri içinde oluşmuş, gelişmiş nazım şekilleriydi. her birinin ayrı ayrı kendi kuralları vardı. ve bu her nazım şeklinin ortak özelliği; bu nazım şekillerini, şiirlerini yazmak için kullanan kişilerin, muhakkak aruz ölçüsüyle yazmaları gereğiydi.

    aruz ölçüsü 20.yy'a gelinceye kadar -bana göre- türkçenin belalısı oldu. türkçeye -türkçenin şekil ve fonetik yapısına- hiç uymayan bu ölçü, dilimize zorunlu olarak pek çok arapça ve farsça sözcüğün girmesine neden oldu. (ki bu bir sorun olarak günümüzde de aynen devam ediyor.)

    günümüze gelince yukarıda da belirttiğim gibi, halk şiiri geçmişinden bugüne değişmeden gelebilmiş.
    geleneksel halk şiiri dışındaki türk şiirine gelince, ondan da yukarıda azıcık bahsettik. günümüz şairleri, her türlü kuralı cumhuriyet öncesinden de başlayarak yıkmaya başladılar. kuralları birleştirdiler, eklediler, çıkardılar...yok ettiler. günümüzde serbest şiir / kuralsız şiir yazanlar çoğunlukta. gelecekte neler olacağını ise bugünden bilemeyiz.

    şimdilik son not: nazım şekilleri konusu çok uzun ve emekli bir konu. bu konuyu şimdilik burada kesip daha sonra devam edeceğim, çünkü daha söylenecek, yazılacak çok şey var.
  • uzun süre suda kaldığında, kavrama yeteneğinin kaybolmaması için buruşan parmak uçlarının, pasif bir ozmoz işlemi ile değil merkezi sinir sisteminin bir kararı sonucu oluşması. medyan siniri hasar gören bir hastanın parmak uçları buruşmaz.
    kaynak
hesabın var mı? giriş yap