• mano fico: incir eli, işareti, ya da hareketi.

    ülkemizde çoğunlukla argo, küfür, hakaret vb. bağlamlarda kullanılan bir hareketin orijinal anlamı/kökeni ufukları iki katına çıkarmasa da, birçok davranışın, inancın, geleneğin geçmişten şimdiye şekil/anlam değiştirerek nasıl uzandığı konusunda insanı şaşırtır, sarsar.

    incir işareti semboliktir; kötü gözü (nazarı) uzaklaştırdığına ve insanı koruduğuna inanılmıştır. adını italyancadan alır: “fica” incir anlamına geldiği gibi kadın cinsel organı (vulva) anlamı da taşır. işaretin adını incirden alması bu meyvenin görüntüsü ya da iç yapısı ile alakalı olabilir. dolayısıyla incir işareti müstehcenlik içerir ve aşağılama amaçlı yapılır. incir işaretinin/hareketinin kötü ruhları savuşturma gücü olduğuna dair inanç, bu ruhların cinsiyetsiz olduğu ve cinsellik içeren herhangi bir görüntüden korkacakları düşüncesine dayanır. incir işareti birçok bölgede kırmızı mercan muska/nazarlık şeklinde, kol saatlerinde ya da kolyelerde kullanılır ve kökeni yüzyıllar öncesine dayanır. öyle ki, tutku (ya da şehvet) hissini tasvir eden ortaçağ resimlerinde, hz. isa'yla alay etmek için ona incir işareti çeken kişiler görülür.

    incir sizi kötü ruhlardan korusun!

    kaynak: dictionary of symbolism: cultural icons and the meanings behind them, hans biedermann, s. 129.
  • karanlık maddenin, aslında manyetizma olabileceğini anlatan şu video ufuk açabilir. ilgisi olanlar mutlaka izlemeli.
  • mısır ve mezopotamya'da bilim

    bilimsel etkinlikler uygarlığın tarihi ile başlar. uygarlıklar bilimin doğuşu için elverişli sosyal ve ekonomik koşulları taşıyorlardı. oldukça gelişmiş bir tarım ve ticaret hayatı, bu hayatı düzenleyen bir rahipler yönetimi vardı. vadilerde nehir taşmalarının bıraktığı bereketli topraklar üzerinde sürekli tarım olanağı, yerleşme ve kentleşmeye yol açmıştı. toprağı işleme, hayvan evcilleştirme, hayvan gücünden yararlanma, sulama kanalları açma, tekerlekli araba, gemi ve fırınlanmış seramik eşya yapma bu uygarlıkların teknik başarıları arasındaydı. elde edilen ürün, üreticilerle birlikte toplumun üst katını oluşturan yöneticileri, ruhban sınıfı beslemeye yettikten başka, artan kısımla çanak çömlekçi, demirci gibi zanaatçılar da karınlarını doyurabiliyorlardı. ne var ki, üretim ve iş hayatındaki canlılık hiçbir yerde kendiliğinden uzun sürmez. el,kol işçiliğine dayanan üretim işleri, bu işleri kendileri için angarya sayan kölelere bırakılmış, bu yüzden ilerleme çok geçmeden duraklamaya dönüşmüş, daha iyisini arama, yaratma isteği kaybolmuştur.

    ilk uygarlıklar arasında milattan önce 3000 yıllarında mezopotamya'da sümer uygarlığının parlak bir düzeye eriştiğini görüyoruz. sümerlerhayvancılık ve tarım yanında teknolojide de oldukça ileri gitmişlerdi. ateşe belli bazı mineralleri bakıra dönüştürebileceklerini, bakıra çeşitli biçimler verebileceklerini, bakır ile kalay alaşımından daha dayanıklı ve kaynaşmaya elverişli bronzu elde edebileceklerini biliyorlardı. mısırlılar da nil boyunca biraz zaman farkı ile aşağı yukarı aynı teknik bilgi düzeyine erişmişlerdi.

    üretilen ihtiyaç maddelerinin alışverişi de belli düzene bağlanmıştı. yöneticiler ile din adamları, ürünün tapınaklar da toplanma ve oralardan dağıtılma işini düzenliyor, alıp verilen miktarları unutulmasın diye daha sonra fırınladıkları toprak tabletler üzerine işaretliyorlardı. giderek bu tür kayıt tutmalar geliştirilerek 60 tabanlı konumsal bir sayı sistemi ortaya çıktı. bu gelişme sürecinde zamanla matematik, astronomi, tıp, tarih, mitoloji ve din ile ilgili geniş bir literatür kurulma yoluna girdi.

    aritmetik işlemlerdeki ilerleme oldukça yüksek bir düzeye ulaşmıştı. m.ö. 2500'e gelmeden sümerler çarpım tablosunu kullanıyorlardı. alan ve oylum hesapları yapıyor, daire alanı ile silindir oylumunu bulmada pi değeri olarak 3.125'i alıyorlardı. m.ö. 2000 yılı etrafında sümer devleti ortadan kaldıktan sonra bile dilleri ve yazıları bilimsel çalışmaların ve dinsel törenlerin araçları olarak etkinliğini sürdürmüştür.

    sümerlerin yerini alan babilliler, hamurabi hanedanlığı sırasında ruhban yöneticilerin yetiştirilmesi için tapınak okulları kurdular. babilliler özellikle matematik ve astronomide büyük ilerleme kaydettiler. aritmetik işlemler dışında temel bazı geometrik kavramlara da ulaştılar. sümerlerin tamsayılar için geliştirdikleri sistemi kesirlere de uyguladılar. karekök, küpkök alma, ikinci ve üçüncü dereceden denklemler içeren problemleri çözme amacıyla tablolar geliştirdiler. gerçi üçüncü dereceden denklemleri nasıl çözdükleri konusunda ayrıntılı bir bilgi yoktur ancak ikinci dereceden denklemleri dizgeli bir biçimde çözdükleri bilinmektedir.

    babillilerin aritmetiği gibi geometrisi de belirgin bir cebir özelliği taşıyordu. yarım bir dairede çizilen tüm üçgenlerin dik açılı olduğunu, dik açılı üçgenlerle, ilgili daha sonra pythagoras'ın adıyla anılan teoremi biliyorlardı. kullandıkları işlem ve yöntemlerden, birtakım genel cebirsel kuralları bildikleri de anlaşılmaktadır. dairenin 360 dereceye, bir saatin 60 dakikaya, bir dakikanın 60 saniyeye bölünmesi sistemini babillilere borçluyuz.

    matematikle birlikte astronomi ve daha bazı ampirik gözlem alanlarında da büyük ilerlemelerin kaydedildiğini görüyoruz. mezopotamya'nın açık ve ışıldayan gökyüzü, gözleri gök cisimlerinin hareketlerine çevirmişti. son derece dikkatli gözlemlerle toplanan bilgiler gelecekteki olguları önceden kestirmeye elverecek kadar sistemleştirilmişti. uzun ve sürekli gözlerle elde edilen bilgilere dayanılarak toprağı işleme, ekim ve hasat gibi mevsime bağlı işler için bir takvim geliştiren babilliler, zaman ölçümünde hayret edilecek bir incelik ve dakikliğe ulaşmışlardı. örneğin, yılın uzunluğunu sadece 4,5 dakika gibi küçük bir hata payı ile hesaplayabiliyor, her 18 yılda bir meydana gelen ay tutulmalarını da önceden kestirebiliyorlardı.

    mısır'da ilk adımlar

    mezopotamya'da tarım, sulama sorunuyla karşı karşıyaydı ve zamanına göre oldukça ileri bir teknik bilgi gerektirmekteydi. mısır'da ise, tarım daha basitti. geçimi toprağa bağlı olan nil'in taşıp iki yakasındaki düzlükleri basmasını bekler, sular çekildikten sonra ekim başlardı. sulama problemi yoktu açlık da sürekli bir tehlike değildi. toplum, çalışanlarla yönetenler arasında ikiye bölünmüştü. üst katta ruhbanlarla aristokratları içine alan küçük bir azınlık, alt katta emekçileri kapsayan büyük çoğunluk. mısır da babil gibi sımsıkı teokratik bir düzene bağlıydı; her iki kültürde de bilim din adamlarının elindeydi. günümüzde kalan ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan piramitlerin, karmaşık ve ileri bir teknoloji kadar geniş işgücü olanağına da dayandığı açıktır.

    mısır, hekimlik dışında, bilimin hiçbir kolunda mezopotamya'da ulaşılan düzeye çıkamamıştır. birçok belge arasında, ''edwin smirth papirüsü'' diye anılan m.ö. 1700 yıllarından kalma tıbbi bir metinde baş ve göğüs yaralanmaları üzerinde durulmaktadır. hekimlik uygulamasının sistemik bir yöntemle yürütüldüğü anlaşılmaktadır. önce hastanın dikkatli bir muayeneden geçirilmesi sonra tanı konması ve tedavi biçimin belirlenmesi, en sonunda da tedavinin yapılması belirtilmektedir. tedavi sürecinde ilaç sürme, yaralı organın sarılması ve hareketsiz hale getirilmesi, sürekli veya aralıklı bakım söz konusu. ampirik nitelikte olan bu uygulamaların, insan anatomisi ve fizyolojisi ile ilgili herhangi bir bilgiye dayandığını söylemek güç. sadece mumyalama tekniklerinin bu tür bilgilere dayandığı söylenebilir. günümüze kalan kaynaklardan tıp literatürünün daha ziyade reçete biçiminde basit tanımlara yer verdiği, hastalıkların ayrıntılı açıklamalarına yer verilmediği görülmektedir. bununla birlikte hastalıkların genel bir açıklaması olarak ''vehedu'' dedikleri bir kuram oluşturdukları bilinmektedir.

    hekimlik başka yerlerde olduğu gibi, mısır'da da bir yanı ile büyüye dayanmaktaydı. hastalık, kötü bir ruhun vücuda yerleşmesi olarak yorumlanır, iyileşmek için bu kötü ruhun çıkarılması gerektiğine inanılırdı.
    mısır matematiğinin tarihsel ünü sağlam bir temele dayanmaktadır. yunanlıların matematiği mısırlılardan öğrendikleri iddiası bu üne yol açmış olmalı. aslında mısır'da da matematik, pratik problem çözme dışında ve ampirik olmaktan öte hiçbir teorik nitelik taşımamaktaydı. üstelik mısır sayı sistemi babillilerinkinden daha kaba, hesaplama işlemleri de daha karmaşık ve zaman alıcıydı..

    eski uygarlıklarda bilim olgu toplama, pratik ilgi ve ihtiyaçlara cevap arama aşaması ötesinde teorik nitelikte sorulara yönelememiştir. teoriye yöneliş yunan dönemini bekler. sonuç olarak gerek mezopotamya, gerek mısır'da sağlanan tüm bilgi ve beceriler ampirik ve teknik bilgi düzeyinde kalmıştır.

    kaynak: cemal yıldırım, bilim tarihi
  • böbrek nakli sırasında sorunlu böbrek yenisi ile değiştirilmezmiş. vücuda üçüncü bir böbrek nakil edilirmiş. diğer böbrekler yerinde dururmuş . yeni eklenen böbrek direkt görevi alırmış. vay bee

    not: imla
  • arkadaş ortamlarımızın, anlamlı günlerimiz ya da misafirlerimizi ağırladığımız zamanlarda başrol içeceklerden biri olan türk kahvesinin "40 yıl hatırı var" sözü çok eskilerden gelmektedir.

    öncelikle bu sözün nereden geldiğini anlatmakla başlayalım; çok geçmiş zamanlarda istanbul’un yemiş iskelesinde kahve yapan üsküdarlı bir bilge bir insan vardı. her inanıştan insan mekanına gelirdi. hem kahve içmek hem de onun hoş sohbetini dinlemek için mekana gelirlerdi. yine bir sabah kahvehaneye yeniçeri gelmişti, gelir gelmez de ortama girdiğini belli etmişti. içeride müşteriler de bulunmaktaydı ve bunlardan birisi rum bir kaptan idi. yeniçeri kahveciye seslenerek "herkese benden kahve ikram edin yalnız şu rum kaptan hariç" dedi. kahveci, yeniçeri'nin bu sözünü duymazdan gelerek, herkese yeniçerinin kahvesini ikram eder ve iki kahve daha yapıp rum kaptanın yanına oturur. bu duruma hiddetlenen yeniçeri, 'ona vermeyeceksin demedim mi?' der. kahveci, 'bu senin değil benim ikramım' diyerek karşılık verir ve kaptanla muhabbet etmeye devam eder.

    gel zaman git zaman olayın üstünden tam tamına 40 yıl geçer. sisam adası'nda büyükçe bir rum isyanı patlak verir. o zamanlar, rumlar eline geçirdikleri insanları esir pazarında satmaktadırlar nitekim üsküdar'lı kahveci de bu insanlar arasındadır ve yaşlı bir rum tarafından satın alınır. adamın kendisini öldüreceğini düşünen kahveci, yaşlı rum’a baka ve gözündeki şefkati hisseder. yaşlı rum, kahveciyi serbest bırakır ve ona der ki; ‘bana 40 yıl önce bir kahve ikram ettin ve ben, o kahveyi de seni de unutmadım’

    işte anlatılana göre, bir fincan kahvenin 40 yıllık hatırı olduğu inancı buradan geliyor...

    sözün özü; kahvenin 40 yıl hatırı olmasından mütevellit yüzyıllardır da en samimi, en sıcak anlarımıza tanık olmaktadır.

    ayrıca araştırmalara göre, kararında içilen türk kahvesinin faydaları oldukça fazladır. sıralamak gerekirse;

    1.atina üniversitesi tıp fakültesi'nde yapılan bir araştırma, her gün düzenli olarak türk kahvesi içenlerde uzun yaşama oranının daha yüksek olduğuna işaret ediyor.

    2.türk kahvesinin faydalarından biri de kalp sağlığını koruyor, içeriğindeki antioksidan kalp sağlığına iyi geliyor; şöyle ki, damarların iç yüzeylerindeki hücrelerin yapılarını korumaya destek olarak kalp rahatsızlığına yakalanma riskini düşürebildiğini ortaya koyuyor.

    3.türk kahvesinin içeriğindeki kafein tansiyonu kısa süreli olarak yükseltirken uzun vadede düzenli olarak belirli dozda içildiği takdirde zararlı bir etkisi bulunmaz. ayrıca endotel yapıyı onararak yüksek tansiyonun olası etkilerini engeller.

    4. tip 2 diyabete yakalanma riskini azaltmaktadır.

    5.karaciğer yağlanmasına çok iyi gelir ve iltihabı azaltır. ancak 3 fincan fazla içmemek gerek.

    6.safra taşlarının oluşum riskini azaltmaktadır.

    7.türk kahvesinin bir önemli etkisi de alzheimer hastalığını yani bilişsel faaliyetlerdeki azalmayı geciktirmesidir.

    8. diğer bir faydası da zihinsel fonksiyonları destekleyerek konsantrasyon kabiliyetini ve ezber gücünü artırır.

    9.türk kahvesinin antioksidan kapasitesi yüksektir, yapılan araştırmalara göre içeriğindeki polifenoller ile anti-kanserojen özellik kazanır.

    10.kakule baharatı karıştırılıp hazırlanan bir türk kahvesi, inflamasyonu azaltarak kronik hastalık riskini düşürmeyi desteklemektedir.

    11. kahvenin faydaları saymakla bitmiyor görüyorsunuz ki. ancak şöyle de bir durum var, mekanların kahve yanında satmaya çalıştığı tatlılar yüzünden kahvenin faydası da sıfırlanıyor ne yazık ki. evet kahve kuru gitmez, yanında faydasını öldürmeyecek besinler eklemek bizim elimizdedir. şimdi bu besinleri söylemek gerekirse: kuru incir, hurma, kuru kayısı, kuru dut, kuru erik, kuru üzüm gibi yemişlerle kahve keyfimize keyif katabiliriz. bu sayede hem fazla kaloriden kaçmış oluruz, hem de tatlı ihtiyacımızı gidermiş oluruz.

    12. son olarak, biz kadınlar ve bakımına önem veren erkekler için kozmetik açıdan faydaları da oldukça fazla olan kahve maskesi gözenekleri derinlemesine temizleyip, ciltteki ölü hücreleri atar. çok etkili bir peeling yöntemidir. ayrıca sivilce ve akne problemlerini de ortadan kaldırılır. türk kahvesi maskesi doğru bir şekilde uygulandığında vücuttaki ve yüzdeki şişlikleri de azaltmaktadır. türk kahvesi telvesi cilde sürüldüğünde cildi de çok sıkılaştırır.

    türk kahvesinin faydaları bilgi notu olarak burada kalsın...

    kaynak:
    türk kahvesinin faydaları hk.

    türk kahvesinin 40 yıl hatırı vardır inanışı nereden gelir?

    edit: ekleme
  • isim cümlelerinde nesne bulunmaması.

    düzeltme: yukarıdaki bilgi yanlışmış. sahraasya'ya teşekkürler.

    "çeşitli belgelerden alıntı yapmama izin verdikleri için aşağıdakilere de teşekkür borçluyum." cümlesi isim cümlesi ve teşekkür sözcüğü nesne.
  • kuşkonmaz bitkisi yedikten sonra çıkartmadan 3 atabiliyor olmamız :) denemedim a.q herkes öyle diyor
  • örnekli anlatmadan anlatamayacağım için;

    xxx@gmail.com sizin diyelim. gmail otomatik olarak x.xx@gmail.com, xx.x@gmail.com e-posta adreslerini de size veriyor. buralara gönderilen e-postalar da xxx@gmail.com gelen kutunuza düşüyor.

    bu ne işe yarar derseniz; bir siteye xxx@gmail.com ile kayıt oldunuz diyelim. alternatif üyelik açacaksanız farkı mail adresi vermek yerine e-posta kullanıcı adınızın herhangi bir yerine nokta ekleyebilirsiniz. veya güvenmediğiniz sitelere kayıt olurken araya nokta koyup kayıt olabilirsiniz. böylece gerçek e-posta adresinizi siteden gizlemiş olursunuz.
  • iki katına çıkarmaz belki ama belki bir bakış açısı yaratabilir.

    köleler, para ve özgürlük adında bir hikaye paylaşmak istiyorum.

    ülkenin birinde çok çalıştırılan kölelerin, artık şikayet etmeye, psikolojileri bozulmaya başladığını ve çalışma verimi düştüğünü gören efendiler, bunun için bir çare aramaya başmamışlar,

    kimisi onları bir süre dillendirelim

    kimisi daha fazla yemek verelim,

    kimisi de bu kadar yetmiyor fazla kırbaçlayalım demiş,

    ama bir diğeri asırlarca kullanılacak, bir dehihane fikir ortaya koymuş,

    biz onlara çalışmaları karşılığında bir miktar para verelim, onlar kazandıklarını zannedip motive olacaklar , ve aslımda yine bize kazandıracak şeyleri satin alacaklar zaten demiş.

    efendiler tarafından kabul görülen bu yeni sisteme köleler çok sevinmiş, gerçekten de daha fazla çalışıp, daha fazla harcama yapmışlar

    ancak içlerinden sadece biri efendilerin bu tuzaklarını fark ederek , onlara bir soru sorup cevabını da kendisinde saklamış

    ve de , tabiki oda daha fazla çalışmış , ve ancak temel ihtiyaçlarıa yetecek kadar harcama yapmış,
    ve sonunda biriktirdiği parayı efendilerine verip kendi özgürlüğünü satın almış.

    tahmin ettiğiniz gibi sorduğu soru , kazandığım parayla özgürlüğümü satın alabilirmiyim ?
    olmuş.

    kıssadan hisse şunu bilmeliyiz ki sistem kurucular sistemde kalmamız için sürekli harcama yapmamızı istiyorlar, ve bizler harcadıkça kazananlar çoğunlukla onlar olacak.

    ve biz şimdi hagi taraftayız, özgürlüğü için kazananlardan mı ? yoksa köle olarak kalmaya devam edip sürekli kaybedenlerdin mi ?

    edit: imla ve düzeltmeler , kaynağı soran arkadaş hikaye tarafımdan kurgulanmıştır.
  • yapay zeka konusunda ciddi ilerlemeler var. bu alanda kendini yetiştirmiş insan sayısı da çok fazla arttı.

    ama yapay zeka konusunda hala emekleme dönemindeyiz. fırsatların henüz tamamıyla bitmediği bir alan.

    şuan üniversite okuyan ve türkiyeden amerika'ya gitme hayalleri kuran ya da ülkesinde kalıp ülkesinde katma değeri yüksek ürün üretmek isteyen insanların hayallerini gerçekleştirmek için deneyebilecekleri yollardan biri de kendilerini yapay zeka konusunda eğitmeleri.

    veri bilimciliği alanını tavsiye etmem. ama makine öğrenimi mühendisleri daha da iyisi bilgisayar görme alanında uzmanlaşan kişilerin yurt dışında çalışmak için oldukça kuvvetli şansa sahip olduğunu düşünüyorum.

    hele ki 2b ve ya 3b görüntülerinin anlamlandırılması konusunda uzmansanız, şansınız epey fazla

    üstelik bunları yapmanız için bilgisayar mühendisi olmanız gerekmiyor.

    zehir gibi çalışan kafanız, temel matematik bilginiz varsa veri analizi konusundan anlıyorsanız psikolog olsanızda bu işi yapabilirsiniz. (psikolog olup amerika da bu işi yapan arkadaşım var. yıllık maaşı şuan 4. yılında ve 96 000 doları bulmuş durumda)

    yapay zeka konusundaki yazı dizimi okumak için gerekli ön motivasyonu verdikten sonra konumuza geri dönelim. bu makale bu konuda yazdığım 3. makale

    1. makalede (bkz: #144171577)

    öğrenme tipine göre yapay zeka 3 e ayrılır demiştik.

    dar yapay zeka (anı)
    genel yapay zeka (agı)
    süper yapay zeka (ası)

    her birini çeşitili örneklerle ayrı ayrı incelemiştik. sonunda da biraz spekülatif düşüncelere göz atmıştık.

    2. makale yapay zekayı gerçekleştirebildiği görevleri gerçekleştirme yöntemlerine göre sınıflandırmıştık. 2. makale

    1- reaktif makineler
    2- sınırlı hafıza
    3- zihin teorisi
    4- öz-farkındalık

    bugün ise alan turing üzerine konuşacağız.

    onun sorduğu o ünlü " makineler düşünebilir mi?" sorusu üzerinden sohbet edeceğiz.

    görsel

    alan turing'i biz daha çok bir makinenin akıllı olup olmadığını belirleyen ünlü turing testi ile tanırız.

    ama bu abimiz bilgisayar bilimi ve yapay zekanın gelişimine katkısı çok çeşitli ve çok fazladır. yapay zekanın erken dönem kurucu babalarından biridir.

    adamın yaşadığı dönemi bir gözünüzün önüne getirin.
    1948 yılında dünya savaşı yeni bitmiş. insanlar aç. bu abimiz ise şu sorunun yanıtını arıyor.

    "makineler düşünebilir mi?"

    bu soruya kafa patlatmakla kalmıyor bunu bilimsel bir yazı haline getiriyor.

    alan turing şanslıymış. bu soruyu bilimsel bir dergiye göndermiş. ekşi sözlüğe göndermiş olsa (bkz: derdini sikeyim butonu) ile karşılaşırdı.

    turning'in zamanın ötesindeki dahiyane fikri, makinelerin öğrenmesi için sinir ağları oluşturmayı önermesiydi.

    alan turing'in 1950'li yılların teknolojisinde önerdiği sinir ağının temsili görüntüsünü aşağıdaki fotoğrafta görebilirsiniz.

    görsel

    gabriel garcía márquez.'in yüz yıllık yalnızlık kitabında şöyle bir laf eder

    “dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi."

    (benim tanrı olduğum bir paralel evrende cennetlik cehennemlik ayrımı yaparken insanlara soracağım sorulardan biri bu olurdu.
    yüz yıllık yalnızlık kitabını okudun mu? okumadın mı?
    okumadım diyeni cennete almazdım. sen güzelden anlamıyorsun. cenneti de anlamazsın. yürü cehenneme derdim. üstelik sana akıl verdim. zeka verdim. zaman verdim. tv 8 izle diye mi yaptım bunu? elinde senin diline çevrilmiş böyle bir kitap var okumuyor fox tv dizisi izliyorsun diye kızardım)

    konuya dönelim.

    1950'li yıllarda alan turing ilk yapay sinir ağını tanıtıyordu ama bu konuda herşey o kadar yeni ve çiçeği burnundaydı ki!

    yaptığı bu şeyin ismi henüz yapay zeka çalışmaları değildi. çünkü yapay zeka isminin ilk defa kullanılması için daha 6 yıl vardı.

    bu ismi ilk kullanan kişi bilgisayar bilimcisi john mccarthy'dir.

    bu abimizde yapay zekanın babalarından biridir. 1979 yılında yazdığı bir makaledeki şu cümlesi beni her zaman çok etkilemiştir.

    cümleyi bu abinin yazdığı "makinelere zihinsel nitelikler atfetmek" başlıklı bir makalesinden alıntılıyorum.

    "termostatlar kadar basit makinelerin inançları olduğu söyleneybilir ve inançlara sahip olmak, problem çözme performansına sahip çoğu makinenin bir özelliğidir"

    bu cümle ve bu makale o dönemler bayağı fırtına kopardı.

    sartre fransada kahvesini içerken konuya atladı tabi ki! ve karşıt görüşünü bildirdi. sadece konuşmakla kalmadı karşıt görüşünü ünlü "çin odası argümanı" ile dökümante etti.

    size makineler düşünemez diyen sartre'ın argümanını en basit ve kısa haliyle anlatayım.

    bir tane odada bir bilgisayar var. yapay zeka özelliklerine sahip. çince okumayı yazmayı öğrenmiş.
    yan odada ise gerçek bir çinli var.

    çinli kişi bu bilgisayara mektup yazıyor. yapay zeka mektubu okuyor ve bu mektuba cevap yazıyor. böylece iki farklı odada hapis olmuş bu iki kişi mektup arkadaşı oluyorlar.

    burada sorun şu; insan olan çinli birey;
    mahkum kaldığı sürece bir makine ile konuştuğunu düşünmez. gerçek bir insanla konuştuğuna inanır.

    çince konuşan yapay zeka ise, üstün görsel algılama yetenekleri ile insan arkadaşının mektubundaki el yazısını okur, okuduğu cümleleri sahip olduğu veri setinde arar. bulduğu sonuçlara göre en uygun anlamlı yanıtı bulmaya çalışır ve bulduğunda bu yanıtı el yazısı yazma programı ve yazıcısı ile yazıp arkadaşına gönderir.

    makine tüm bu süreçleri kusursuz biçimde bile yapmış olsa bu makinenin düşünüp yanıt verdiği anlamına gelmez
    sartre'ın iddiası bu.

    "makine düşünmüyor, sadece düşünmeyi simüle ediyor."

    ben tavukların ayırt edemeyeceği kadar iyi biçimde horoz sesi çıkarabilirsem tavukları yanıma çağırabilirim. tavuklar beni görene kadar benim bir horoz olduğuma inanabilir. ama bu beni horoz yapmaz. ben hala insanım. sadece horoz taklidi yapan bir insan.

    makinelerde insanı simüle edebilir ama insan gibi düşünemez.

    sartre bu argümanı behavioral and brain sciences dergisinde 1980 yılında "minds, brains and programs" makalesinde yazdı.

    bu makale ve bu argüman takip eden yıllarda on binlerce kez alıntılandı. bugün bile hala atıf ve yorum alıyor.

    2005 yılında yapılan bir araştırma sartre'ın bu yorumunun son 25 yıl içinde ortaya çıkan en özgün bilişsel felsefi yorum olduğu sonucuna varılmış.

    şuan insanların çoğunluğu çin odası argümanın çürütüldüğüne inanıyor. ama çürütüldüğünü düşünenler bile sartre'ın bu orijinal makalesinin "felsefi netlik ve saflığın bir örneği" olarak nitelendiriyor.

    sartre cehennem başkalarıdır demekle ne demek istedi. çok fiyakalı bilgiler yazmıştım. oku istersen

    şimdi ana konumuza geri dönüp , aşağıdaki görselde görebileceğiniz alan turing'in önerdiği düşünen bilgisayarların düşünmesini sağlayan sinir ağları nasıl çalıştığını anlamaya çalışalım.

    görsel

    alan turning'in önerdiği model, rastgele bağlanmış ve küresel bir saatle senkronize edilmiş tekrarlayan bir sinir ağıdır.

    sinir ağları birbirine özel elektronik kapıları ile bağlıdır. bu kapılar şöyle çalışır

    0-0 = 1
    1-1= 1

    1-0 = 0
    0-1= 0

    rakamların tükçe karşılıkları şui
    bir konumunda kapı açıktır elektriği kusursuz iletir.

    0 konumunda ise elektriği iletmez. (burası öğrenmenin gerçekleştiği yerdir.)

    bunun nasıl işe yaradığını birlikte örnek üzerinden anlamaya çalışalım.

    elimizde çeşitli hayvanların olduğu 1000 tane fotoğraf olduğunu düşünelim. turing sinir ağıi bu 1000 fotoğraf içindeki 20 tane kediyi tespit etmeye çalışıyor.

    bunun için kedilerin diğer hayvanlardan ayıran özelliklerini bulmak gerekli

    kedilerin 4 ayağı vardır ve bıyıkları vardır.

    tavuk resmi gelir. 2 ayağı var (0) bıyığı yok (0) ileti sinir ucundan geçer. makine tavuğun hala kedi olabileceğini düşünür. 0-0 = 1

    fare resmi gelir. hem 4 ayaklı hem bıyıklıdır. bu da sinir ucundan geçer. 1-1 = 1

    fakat bir sonraki resim sazan balığıdır. sazan balığının bıyığı olmasına rağmen 4 ayağı olmadığı için sinir ucundan geçemez. 1-0 =0

    böylece bıyıklı olan ama 4 bacağı olmayan tüm hayvanlar ilk sinir bağlantısında elenir.

    4 bacağı olan ama bıyığı olmayanlarda.

    1. katman bize bıyıklı ve 4 bacaklı hayvanları, bıyıksız ve dört bacaksız hayvanları tespit ettirir. diğer tüm hayvanlar elenmiştir.

    2. katmanda yeni 2 sorunun yanıtı aranır.

    ağırlığı 9 kg dan azdır. ve kanatları yoktur.

    böylece yeni bir elenme yaşanır.

    bu tekrarlayan sinir ağları kedilerin diğer hayvanlardan mutlak olarak ayrılmasını sağlayan kadar devam eder.

    makine bir kere kediyi diğer hayvanlardan ayırmayı öğrendiğinde artık 1 milyon fotoğraf arasında aynı eleme yöntemini kullanarak tüm kedileri ayırt edebilir.

    ya da makineye bir kedi resmi gösterdiğiniz de bu kedi mi? değil mi yanıtını verebilir.

    milyonlarca fotoğraf arasında kedileri bulmak çok önemli bir başarı olarak size gelmiyor olabilir.

    ama aranan şeyin kedi değilde yaklaşan seçimde hangi partiye oy vereceği konusunda kesin karar vermemiş bir seçmen olursa bu arama ve bulma oldukça değerli hale gelir.

    hatta aranan şey, kararsız seçmen ve milli silah üretiminin çok önemli olduğunu düşünen kişileri bulmak ise çok daha anlamlı hale gelir.

    big datayı tarayan bir yapay zeka bu tarz hassasiyetleri yüksek olan kişileri bulur ve bu kişilere sosyal medyada, google aramalarında, facebook haber akışında sürekli bir partinin milli silah gelişimine katkılarını anlatan diğer partinin ise bu konuda oldukça duyarsız olduğunu söyleyen propaganda içeriklerini karşısına çıkarıp kararsız seçmenin kararı verme süreçlerini yönetebilir.

    benzer şey sizi ürün satmaya çalışan alışveriş siteleri de yapar.

    durum böyleyken oldukça zor soruları harika cevaplar verebilen bu makineye zeki dememek mümkün mü?

    kimilerine göre evet mümkün.

    çünkü buğday tarlasında sapla samanı ayıran makine de aslında temel olarak benzer görevi üstleniyor.

    hatta unu eleyen elek bile!

    eleklerin düşünebildiğini iddia etmek biraz çılgınca olmalı.

    günümüzde işle çok daha karışık. çünkü bahsettiğim şeyler 1950'li yıllar ve oldukça ilkel yapay zeka uygulamaları. günümüzdeki yapay zeka teknolojisi çok daha gelişti.

    bir sonraki makalemde bu yapay zeka teknolojilerinden bahsedeceğim.

    makine öğrenmesi, derin makine öğrenmesinden başlayıp diğer makine öğrenme algoritmalarını konuşacağım.

    bunları öğrendiğimizde yapay zekaya zeki demek daha çok zorunda kalacağız. hatta bizden bile daha zeki dememiz bile gerekebilir.

    ***

    kişisel not

    bu yazılar yapay zeka konusunda sıfıra yakın bilgiye sahip kişilerin olayları kabaca anlamaları ve bu kişilerde merak uyandırmak için yazılmıştır.

    bilgiler oldukça basite indirgenmiştir. nasıl ki bir şehrin haritası şehri tam olarak yansıtmaz. bu içerikte gerçekleri bire bir yansıtmaz. detaylarda basite indirgeme nedeniyle gerçeklikten kısmı uzaklaşmalar mevcuttur.

    bunları yapmasam bu bir kaba taslak fikir veren harita olmaktan çıkardı.
    konuya hakim kişiler, sen böyle demişsin ama gerçekte böyle değil şöyle diye mesaj kutumu yeşillendirmeden önce benim bir tür harita çizdiğimi kendilerine hatırlatsınlar. bu makale yapay zekanın ne olduğunu biliyor olsa bu konuya ilgi duyacak, derinlemesine araştırıp öğrenecek kişilere konun ne olduğunu kabaca açıklamak için yazılmıştır.
hesabın var mı? giriş yap