• bâb 1
    gilles deleuze'ün başını çektiği yeni dönem fransız felsefesinin türkiye'de popüler olmaya başlamasıyla oluş sözcüğü de birçok yerde karşıma çıkmaya başladı. ingilizce'de becoming, bu kavramı ön plana çıkaran felsefî eğilimin anavatanında ise devenir olarak kullanılan bu kavramın, türkçe'ye bu şekilde çevrilmesine de, naçizane, itirazım var. türkçe'de bu kavramı karşılamak için, bu dillerde mevcut olmayan bir araç olduğunu, ancak mot à mot çeviri hevesinin bu aracın uygunluğunun fark edilmesini önlediğini düşünüyorum.

    öncelikle: tek başına becoming yahut devenir, oluş olarak çevrilebilir, amenna. buna da itirazım olsa da, esas meseleyi başka yerde görüyorum. bu başka yer şurası: bu kavram aynı zamanda bir nesne, bir şey ile beraber de kullanılıyor. ünlü örneklerden birini almak gerekirse, becoming animal yahut devenir-animal. işte burada, bunun türkçe'de hayvan-oluş olarak söylenmesinin, hem kulak tırmaladığını hem de istenen etkiyi yaratmadığını düşünüyorum. kulak tırmalamanın, alışılmadık bir şeyden bahsetmeye çalıştığımızda kaçınılmaz (hatta belki uyarıcı etkisi nedeniyle şayan-ı tercih) olduğunu kabul edebilirim. ancak, unutmayalım ki ingilizce ve fransızca'da kullanılan sözcükler**, olmak (to be, être) fiiline alternatif hatta karşıt olmak üzere kullanılıyor. bizim karşılık olarak bulduğumuz 'oluş' ise, birebir 'olmak' fiilinden geliyor.

    yani adamlar diyor ki,
    to be animal değil, becoming animal.
    yahut, être-animal değil, devenir-animal.
    biz ne diyoruz, hayvan olmak değil, hayvan oluş.

    güzel mi? bence değil.*

    oysa, işte benim önerdiğim alternatif budur, bizde -leşmek diye nefis bir ek var, bu becoming'i karşılayacak. hayvan olmak değil, hayvanlaşmak. ve benzer şekilde elbette, çocuklaşmak, kadınlaşmak, minörleşmek, sairleşmek.

    bâb 2
    bu oluş kavramı, özellikle fark felsefesi açısından büyük önem arz ediyor; zira bu bakış açısında, bir şeyin, olmadığı bir başka şeye dönüşmesi birincil görülüyor. bu anlamda benim "bir şey" ve "bir başka şey" içeren cümlem de, 'oluş'u birincil görmeyen lisanımın (gramerimin) beni yönelttiği bir hata: ortada bu 'dönüşüm'e öncel bir 'şey' yok, olsa olsa bu dönüşüme ikincil olan tortular olarak 'şey'ler var.

    bu bakış açısı, değişim olgusunu, özdeşlik kavramını aradan çıkararak anlamaya çalışmanın güçlü bir örneği. zeno paradokslarının işaret ettiği güçlüklerin nasıl aşılabileceğine dair çabanın, kökleri zeno'dan da önce yaşamış herakleitos'a sürülebilecek bir çabanın, günümüzdeki özgün bir tecessümü.

    son ve kısa, biraz da yüzeysel bir formülasyonla: değişimi anlamaya çalışırken, burada kendiyle özdeş-örtüşen bir a vardı, şimdi de o a, yine özdeş-örtüşen bir b oldu, aman yarabbi nasıl oldu? biçiminde düşünmek yerine, ortaya b'leşme'yi atmakta mesele. 'oluş'u, yani b'leşme'yi, a ve b'ye ikincil değil, tam tersine a ve b'yi b'leşme'ye ikincil görmekte.
  • gramerin fiilleri adlaştırarak kavrıyor olmasının bir ifade edilemezlik zeminine itelediği boynu bükük kavram. deleuze dahi bu kavramın felsefi çözümlemesini yapıp gramerin bu engelleyici yapısını yapısöküme uğratmaya çalışırken, yüklem olarak kullanılan sıfat ve isimleri zıtlıkları içinde ters kutuplara yerleştirip, "oluş"u da bu kutuplar arasındaki bir devinim olarak tasavvur eder. halbuki salt kendiliği içinde "oluş" (ki, bu bile oluşun "olduğu şey"i vurgulaması bakımından terso bir ifadedir) yönsüz ("nereden" ve "nereye"siz), amaçsız bir salt akış olarak düşünülmelidir. felsefe tarihinde bergson'un duree*, william james'in pure experience* ve heidegger'in sein* kavramları ile sorunsallaştırmaya çalıştıkları mesele de burada tartışılan konu ile parallellik gösterir.

    diğer taraftan, "oluşu" sorunsallaştırmak dili ve iletişimin önemini de felsefe arenasına çekmekle eşdeğerdir. kavramlar "salt oluş"u sadece bir yaklaşım düzeyinde ele alabiliyorlar, onu yalnızca metaforik düzeyde temsil edebiliyorlarsa, dilin yapısında bir dönüşüme mi gitmek gerekecektir? böyle bir şey kuşkusuz ki imkansızdır; zira dil yaşayan, kendi dönüşümünü kendisi getiren bir fenomendir*. işin bu yönü, dilin ontolojik statüsünü tartışmaya açar.

    bununla bağlantılı bir diğer husus ise şöyle özetlenebilir: "salt oluş" dilden kaçan, temsil edilmeye ihtiyaç duymaksızın deneyimi kuran bir zıkkım ise, mutlak hakikat insanlar-arasılığın mümkün kıldığı kamusal, dilsel alanda değil; bireysel deneyimin kodlarla ifade edilemeyen, iletilemeyen ufkunda kendini veriyor demektir. o halde insanların birbirlerini anlama çabaları ve bu çabaların sonuçları aldatıcı olmaktan öteye gidemeyecektir. bu ise işin ahlak felsefesine* taşan boyutuna karşılık gelir.
  • isteklerin katkıda bulunarak, müdahil olduğu. yapay etkiyle kendisine çomak sokulmaması gereken.
  • bir anlam gelse,
    ne varsa alsa,
    gitse.

    bir anlam gelse,
    ne varsa verse,
    kalsa.

    - özdemir asaf -
  • "sahip oluş yoktur, sadece oluş, son nefesi vermeyi, nefessiz kalarak boğulmayı özleyen oluş vardır."*
  • olma durumu.. ayrintili aciklama icin (bkz: olum/14)
  • nesneyi etkilemeyen eylem. özne sadece konu mankenidir. varlığımızın özeti sanırım.
  • ''doğanın malı olan insanı doğa avuçlarına alıyor da sen üzülme, sen benimsin, doğa ananın yavrususun, seni üzerler, amma ben senin içindeyim, haydi gül oyna, diyor, ellerimden tutup beni oynatıyor. sen de doğanın bir yavrususun, hatta bir mucizesin, çünki sen doğmayabilirdin. oluş bir mucizedir.''

    (bkz: halikarnas balıkçısı)

    benim güzel bodrumumun güzel, iyimser balıkçısı..
  • bir varoluş formu ya da düzeninden başka bir varoluş formu ya da düzenine geçiş...

    oluş kavramı felsefede de çok önemli bir yer tutar. bu kavramı felsefeye sokan filozof da herakleitos olmuştur. ona göre, varlıklar doğar ve yok olur, "şey"ler sürekli bir hareket, aralıksız bir oluş içindedir. bu oluş doğum ve ölüm, sıcak ve soğuk, büyük ve küçük gibi karşıtların çarpışmasından doğar.
  • aynı zamanda 60lar 70ler döneminde güzel kitaplar basıp-buna pardayanlar da dahil- sonradan yitip gitmiş, bugün hakkında pek bilgiye ulaşılamayan bir yayınevinin ismidir.
hesabın var mı? giriş yap