• bu da yani nasıl pis bir şey. ergenlikteki etkisi başka, hafif genç gibi bi şey oluyon o zaman başka, şimdi şimdi başka.

    ergenken cayır cayır yazıyodun mesajı, gurur dediğin yemin ederim pazar arabasının yanlışlıkla en dibine attığın domates gibi. "nasolsa ezildi mk iyice salçaya dönse ne" diyon veriyon mesajın gözüne, veriyon feryadın gözüne.

    az böyle genç olunca "höö" diyosun "bokunu da çıkarmayayım" daha üsturuplu hareket ediyosun. hani nasıl desem yarım şişe rakı içmen lazım altı üstü "özledim" demek için. lan ben sırf "özledim" diyebilmek için içtiğimi biliyorum.

    şimdi daha bi başkaymış. özleyince dıştan sıvası boyası yenilenmiş ama içindeki tesisatta fareler gezen eski apartmanlara benzedim. tıkır tıkır tıkır tıkır sesler içimde. lan bi sus. yok. bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı bıdı içimde annemler gün yapıyor sanki sabahtan akşama. dışardan bakıyorum, aynaya falan. yok. normal ben. burnum yanmış soyulmuş, saç uzamış, sakal normal boyun kısmında ağarmalar. iyi güzel otuzundan sonra falan o da su götürür. dışarda sorun yok. şantiye mantiye. onu git ziyaret et, şunlarla dışarı çık, şu filmi izle sonra "izlememiş ıyyy avam" demesinler. bi yerlere bi şeyler yaz sanki merak eden var amk sanki hayatından her akşam on sekiz otuz haber bülteni gibi gelişme bekleyen var. olsun yaz üç beş geyik dönsün hayat yürüsün. maaş gelsin. maaş gitsin. şehirler değişsin, manzaralar değişsin. onu git ziyaret et, sitem etmesinler. şunlarla dışarı çık sosyalleş, "iyice kapattı kendini" deyip de üstüne üstüne gelmesinler, şu filmleri izle işte gözün mü kopar, şu şarkıları dinle, bir iki tane paylaş, şunların hayatındaki gelişmelere tepkisiz kalma "hayırlı olsun kaaarşiiiimmmmm, olm takma kafana, düzelir, hşşş lan bi dur hemen bozma moralini" falan de insanlara. "demedi" demesin kimse. demeyenlerden olma. insan hep lazım. onu git bu amına kodumun haftasında bi daha ziyaret et, şununla dışarı çık... sürsün gitsin.

    tekerlekte koşan hamster gibi hayat yaşa. dön baba dönelim. havuç versinler yiyelim. marul versinler hasssssstası olalım.

    içimizde fareler yürüsün akşamları. buzu çözülsün diye buzluktan çıkardığımız tavukları, üstüne bir de gariplerimin cansız naaşlarına ağza alınmaz küfürler ederek, çöpe atalım. ekmek arası peynir yiyelim. çay demleyip demleyip dökelim. biz kahve içelim. akşamları içimizde fareler yürüsün. tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır..

    içimizdeki duvara yine kendimiz bir bardak dayayalım, kendimizi de kendimiz dinleyelim. gizliden gizliden. haysiyetsiz komşular gibi.

    bazı akşamları elimizin ucu titresin tırnağımızın ta ucu titresin özlemekten. tırnaklarımıza da sövelim. bazı akşam sigara bitsin bir tane almak için üşenmeyelim bakkala gidelim bir tek sigara daha içmek için bir paket daha sigara alalım sabaha sakın bırakmayalım. sigarasız insan mı özlenir be. şöyle oturalım şu camın karşısına geçelim öbürünün manzarasını beğenmeyelim. öbürünün manzarasını onu özlemeye yaraştıramayalım. burası daha güzel. hah. bu taburede böyle balkon fayanslarının çizgisine taburenin ayakları tam paralel duracak şekilde oturalım. onu tam dik açıyla doksan derece özleyelim. analitiğimiz de şaşmasın. burda böyle oturalım. hiçbi şey yapmadan önce, özlemeye başlamadan önce şu sigaradan yakalım hadi bi tane. dışarıdan başka bir balkondan gören bu kadar özene bezene hazırlanmamızdan anlasın. "bu insan bu gece başka bir insanı özleyecek bak dirseklerini balkon duvarının denizliklerine dayamasından belli" desin karısına kocasına. dedikodumuz alsın yürüsün. yürümezse onun da..

    uyumayalım.

    sabah yine zombi gibi mal mal yollara şeritlere bakalım. gişelerden geçelim işe giden yolları uzatabildiğimiz kadar uzatalım. yaşasın çevre yolları yaşasın otomatik geçişler yaşasın hızlı geçişler. bakiyelerimiz bitsin kaçak geçelim "oh" diyelim "devlete gecikme süresi dolana kadar soktum" bu sefer de biz devlete sokalım. içimizden çapsız çapsız gülüp sevinelim. işe on dakka geç kalalım on dakka da erken çıkalım. ufacık hesaplar yapalım.

    yazalım. trilyonlarca kelime yazalım saçma sapan şeyler yazalım. içimizden böyle geliyormuş gibi, sanki zaten bunları konuşacakmışız da işte başlık bahane yaz iki satır ondan sonra wohooo saçmala bebeyim. böyleymiş gibi yapalım. sanki canımız ne zaman ne yapmak istiyorsa onu yapmışız gibi.

    saçmaladığımız yetsin en son yine susalım. içimizde fareler yürüsün karıncalar yürüsün. tıkır tıkır tıkır tıkır tıkır sesler yürüsün.

    oturalım avuç kadar taburelerde kıçımızın kemiği ağrıyana kadar, parmağımızın ucunun titremesi geçene kadar, içimizin tıkırtısı susana kadar, bir önceki akşam soğumaya yatırdığımız su ısınıp plastik şişesinden masanın üstünü şıp şıp şıp terleyip ıslatana kadar, sigaralarımız bitene kadar, astigmatımızdan başımız ağrıyana kadar, inat değil mi daha yeni astığımız çamaşırlar kuruyana kadar özleyelim.

    haber bültenlerine bile şok şok şok olarak tam ortasından birilerinin röportaj bandını ortasında bölerek dalalım. "son kırk yılın en şiddetli özlemesi bu akşam falanca şehirde filancanın balkonunda yaşanacak, çevreden çıplak gözle seyredilebilecek olan bu nadide doğa hadisesini bilim adamları.." falan diye devam etsin. baya baya bilim adamları canlı yayında ve bir tane ekstradan da telefon bağlantısıyla tartışsınlar bu konuyu. hayvan oğlu hayvan yer kabuğu keşkül gibi iki titrese üç ay konuşuyorsunuz ama.

    kimi, neyi, neden özlediğimizi unutana kadar özleyelim. "çok özledim" diyemeyecek kadar özleyelim.
  • ben bu kelimeden dolayı, türkçe adına uzun süre utandım. şimdi de o utandığım zamanlardan utanıyorum. şöyle ki;

    türkçe'yi çok başarılı, esnek, adaptasyon kabiliyetine sahip bir dil olarak görürüm. pek çok kalıp ve kelime de hoşuma gider. bunların bazıları, birebir ingilizce'ye çevrildiğinde çok hoş durabiliyor bana kalırsa. örneğin gurbet kelimesi. gariplik hali. ama bir o kadar da muğlak, yani bu bir durum mu yoksa bir yer mi? yoksa her ikisi de mi? hem garip dediğimiz zaman bizim anladığımız, arapça'dan da farklılaşabiliyor.

    "bu çok garip bir durumdu" ile "garibim namıma kerem diyorlar" dediğimizde farklı ancak bana kalırsa içinde bulunulan durumu çok başarılı yansıtan iki kelimeyle karşılaşabiliyoruz. "garip kaldım gurbet ellerde" cümlesini birebir ingilizce'ye çevirsek, "ı remained strange(r) in the lands of strangeness" gibi bir cümle elde edebiliriz mesela. bence hoş ama türkçe'dekinden farklı ve gereksiz uzun.

    ancak özlemek kelimesi, türkler gibi sözlü veya yazılı edebiyatlarının büyük oranını bu eylemin oluşturduğu bir millete ait olmasına rağmen bana hep zayıf gelmişti. bu konuda almanca'daki "du fehlst mir" veya yunanca'daki "mou leipeis" kalıplarını çok beğenirdim. iki sebepten ötürüydü bu beğeni. birincisi, birebir türkçe'ye çevirdiğimizde "bana eksiksin" gibi bir anlam taşımalarıydı ki şairane bulurdum. ikincisi ise, özlem duyulan kişinin cümlenin öznesi olmasının hoşuma gitmesiydi. yani bu özlem eylemi bana ait değil, aktif süje sensin ve sen bana eksiksin gibi. "i miss you" veya yine almanca "ich vermisse dich" hoşuma gitmezdi ama, zira içlerinde hep bir ıskalamak hali vardı.

    sonra bir gün kafama dank etti özlemek. sulamak, söylemek, tuzlamak gibi bir kuruluşu vardı bu eylemin. ama bu sefer, alıp da nesnenin veya tümlecin üzerine koyduğum şey su, söz veya tuz değildi. özdü.

    o zaman fark ettim, türkler birisini özlediğinde almanca, yunanca veya arapça gibi bir eksiklikten bahsetme ihtiyacı duymamışlardı. ya da ingilizce'de olduğu gibi, ateş edip de ıskalamış da değillerdi. türkler özlediğinde, özlerini, düşüncelerindeki insanın üzerine koyuyorlardı aslında. özlerinin bir parçasını, objenin üzerine bırakıyorlar ve bunun arayışını çekiyorlardı.

    "ben seni özlediğimde, mecbur kavuşmalıydım yoksa zaten senin üzerine dağıttığım özüme kavuşamayacaktım" gibiydi. bu kavuşma gerçekleşmeyecekse de özleri, özlenilen insan üzerinde başka yollarda gezinmeye devam edecekti.

    dilin oluştuğu zamanlarda farklı insan gruplarının atalarının, farklı anlamlar taşıyan kalıplar kullanması çok ilgimi çeker. ama merak ettiğim husus, bir ingiliz veya yunan acaba bir türk gibi özleyebiliyor mu? yoksa farklı hissiyatlara verdiğimiz ama sözlüklerde birbirinin karşılığı olarak yazdığımız kelimeler mi bunlar? ya da şu an tüm dünya halkları olarak aynı şekilde özlüyoruz ancak bir zamanlar her birimizin ataları için bu hisler birbirlerinden ifade ediliş biçimleri kadar farklı mıydı?

    neyse, özürlerimi kabul et özlemek. geç oldu biraz.
  • an itibariyle beşiktaş kadıköy motorundayım. hemen yanıma 60-70 yaşlarında çok hoş bir hanımefendi oturdu. telefonundan whatsapp’ı açtı. iğrenç, röntgenci, meraklı, yanına kitabını almayı unutmuş pis bir varlık olduğum için ne yazdığını okudum. karşı tarafın adı bişey abd. hanımefendi tek parmakla çok yavaş yazıyor.
    +nasılsın yavrum?
    -iyiyim annecim, sen?
    +ben de iyiyim, çalışıyor musun, yoğun musun?
    -evet canım çok yoğun bugün.
    +kolay gelsin bitanem, öpüyorum çok.
    sonra da emojileri açtı öpücüklü gülücük, kalp, gülücük, tek öpücük bir de elele tutuşmuş iki kişi koydu, sarılmayı mı anlatmaya çalıştı acaba. kadın doyamadı emojiye, yetiremedi duygularına.

    kapattı ve hava durumunu açtı, tahminimce çocuğunun olduğu şehrin hava durumuna baktı. bi garip oldum.
    ben ne zaman birini özlesem onun olduğu şehrin hava durumuna bakarım, küçükken haberlerden sonra mutlaka hava durumunu izlerdim. kim benden uzaktaysa orada hava nasıl diye merak ederdim. yanımda 7 yaşım oturuyor şu an, çocuğunu özlemiş. yerim.
  • "bazen insan öyle bir özlenir ki... özlenen bilse, yokluğundan utanır." *
  • daha bugün özlemekle ilgili bir çin atasözü okudum.

    'yi rì san qiu' - 'bir gün, üç sonbahar'

    sensiz bir gün, üç sene gibi geliyor demekmiş.
    özlemek böyledir işte, zamanı yavaşlatır.

    ben şahsen pek severim özlemeyi, hiç gocunmam, çok güzel, yoğun bir duygudur.
    özlem insanın gönlünü doldurur. peki neyle doldurur? varlıkla değil yoklukla.
    hem zamanı yavaşlatır hem kalbi diri tutar, işte o yüzden ömrü uzatır gibi gelir bana.

    ne çelişkili, ne kontrastlı duygusun sen hasret. seviyoruz.
  • birlikte yapılan çok şey ikame edilebilir. ama sohbet etmek ve birlikte gülmek, işte bunların ikamesi çok zor. o yüzden özlemin en kötü vuran tarafları bunlar. kötü geçen yorucu bir günün sonunda biraz konuşmak ve gülmek, çok iddialıyım ki tüm fiziksel ve ruhsal hazlara özlemde galip gelir.
  • yedi harf, üç hece, her gece..
  • en zor duygusu dunyanin
    (bkz: zorunlu ayrilik)
  • en güzel tasviri nazım hikmet tarafından yapılmıştır kanımca

    sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
    halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
    ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
    ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile…
  • mastarindaki -k'yi attiginda
    ozleme
    diyor.
    mastari tamamiyle attiginda;
    ozle
    diyor.
    bizimle dalga gecen, dalgaci bir kelime hissi.
hesabın var mı? giriş yap