• ferdinand de saussure'ün yapısalcı teorisine göre aslında sadece tek bir renk var, o da bu. yani evet, renkler söz konusu olduğunda ingilizlerin "spectrum", bizlerinse "tayf" olarak andığı şey, saussure'ün bütünleyici teorisine göre "renk"in ta kendisi oluyor.

    saussure'den yaklaşık 23 asır önce felsefe yapan anaksagoras ise diyor ki, «önceleri her şey bir aradaydı, sonra akıl gelip onları düzene soktu.» anaksagoras'ın akla yaptığı vurguyu bir kenara not edip saussure'e bir kez daha kulak verelim: «şeylerin en belirli özelliği, diğerlerinin olmadığı şey olmalarıdır.» bu görüşe göre, "kahverengi" dediğimiz renk, "kırmızı", "siyah", "gri", "sarı" ve tanımlanmış diğer tüm renkler ne değilse odur.

    yapısalcılığa göre aslında doğada kendiliğinden bir nesne olarak "kırmızı", "sarı", "mavi" gibi renk adları bulunmuyor. bu kelimeler, yukarıda da ifade edildiği gibi anlamlarını ancak diğer renklerle olan farklarından kazanan ve bizim keyfi olarak atadığımız harf topluluklarından fazlası değil. örneğin, gökyüzü "mavi" renktedir ama bu, o kendiliğinden "mavi" olduğu için değil, biz ona "mavi" demeyi seçtiğimiz için böyledir. bir dil ortamı içinde bu pek geçerli olmasa da, sözgelimi bir ingiliz hatuna çıkıp «as you see, honey, the color of the sky is "mavi"» desek, hatun bize evvela bön bön bakar ve o ingilizlere has burnu büyüklüğüyle şöyle der: «what?! have you gone mad? can't you see that the sky is "blue"?»

    bu renk adlandırmalarındaki keyfiyet yalnızca farklı diller arasında da göstermiyor kendisini. ki dilimiz, yani türkçe, muhteviyatında "kahverengi" gibi her harfinden keyfiyet ve nesneden bağımsızlık akan bir renk adı taşıyor. sık kullanılan bu gibi renklerin dışında, her ne kadar çoğunu günlük hayatta hemen hemen hiç kullanmasak da, çok yaratıcı ara renk adlandırmaları da mevcut. misal, heksadesimal sayı sisteminde "#ffd800" ile karşılanan bir "sarı" tonu olan "okul otobüsü sarısı"... ya da heksadesimal değeri "#3fff00" ile karşılanan bir "yeşil" tonu olan "soytarı"*...

    şahsen izini en erken anaksagoras'a kadar sürebildiğim ve ilk defa saussure tarafından sistemleştirilen bu «başlangıçta her şey bir aradaydı, sonra akıl onları ayırdı» anlayışına göre, yalnızca "kırmızı" ile "mavi" değil, "insan" ile "taş" bile aslında bir bütün. tabii, hemen altını çizeyim; bu bütünlük madde bazında değil, kelime bazında bir bütünlük. bu dilsel bütünlük, jacques lacan'ın da incelediği bir meseleydi. lacan'a göre insan, doğumundan itibaren ilk altı ay boyunca bütünlüklü bir canlı; çünkü dil öğrenimi henüz başlamış değil. fakat dil öğrenilmeye başlandığı andan itibaren çevre, müthiş bir hızla ayrışmaya ve parçalanmaya başlıyor. bu süreci, bir yaşlarındaki bir çocukla aynı ortamda bulunmuş hemen herkes gözlemleyebilmekte. örnek olarak "emzik" ile "kumanda"yı ele alalım. yetişkin bir insan, bu iki nesneyi "ağıza alınabilecek" ve "ağıza alınamayacak" şeklinde ayrıştırmaktadır. bir yaşlarındaki bir çocuk ise, nesnelerin adlarını henüz öğrenmediği ve onların fonksiyonlarıyla tanışmadığı için önündeki her iki nesneyi de "ağıza alınabilecekler" gibi bir grupta değerlendirir. bu sebeple, bizlerin garipseyen bakışları altında kumandayı dişlemekten çekinmez.

    yapısalcı saussure'ün ve postyapısalcı lacan'ın teorilerini bir dürbün haline getirip "renk" meselesine baktığımızda gördüğümüz, kendiliğinden dilimlere ayrılmamış ve bir tayf oluşturacak şekilde birbirleri arasında geçişen bir renkler bütünüdür. başlangıçta bir bütün olan bu renkler, akıl aracılığıyla, anaksagoras'ın deyimiyle "düzene sokulmuş", saussure'ün deyimiyle "adlandırılmış", lacan'ın deyimiyle ise "parçalanmış"tır.

    (not: bu entry'yi bir saat kadar önce "renklerin algılanmasının öznel olabilme ihtimali" başlığı için yazmaya başlamıştım fakat birkaç paragraf sonra bu entry'nin buraya, yani "renk" başlığına ait olduğuna kanaat getirdim ve yazdıklarımı buraya taşıdım. bunların "renklerin algılanmasının öznel olabilme ihtimali" ile olan ilişkisine de daha sonra değineceğim.)
  • bir maddenin uzerine vuran i$igi yansittigi dalga boyunun belirledigi olcum.. ornek renk: mor
  • fizik bilimi, rengi kendince tanımlayabilir, ama bir renk görmek nasıl bir şey anlatmak zor iş. birçok insan da "benim gördüğüm mavi belki senin gördüğün yeşil, ne biliyorum?" diye düşüncelere dalar. birçok düşünür bu konuda açmaza düşer, allah'ın işi bunlar nedense genelde anglosakson olur. (bkz: john locke)(bkz: david hume)(bkz: frank jackson)

    bir meyvaya, madene, hayvana ya da benetton'a başvurmayan en çok renk adına sahip dil de ingilizce zaten. ingilizcenin öyle on tane sözcüğü varmış. çoğu dilde ise siyahla beyaz dışındaki çoğu rengin adı, renk dışındaki şeylerden türetilmiş. (bkz: renk/#3514361)

    doğada renk, bir şeyin içinin ve çevresinin ortak ifadesi. koku gibi. bir kuşun tüylerinin rengi cinsiyetinin ifadesidir, bir filin derisinin rengi yaşadığı iklimi ifade eder, bir tavuskuşunun kuyruğundaki desenler kesin bir şeyleri ifade ediyordur, bir ağacın çiçeklerinin rengi ya da kesilince halkalarının renkleri ne kadar sağlıklı olduğunu ifade eder. herhalde bu yüzden çoğu renk ismi bu canlıların adından türetilmiş. işin güzel yanı, türkçede doğal renkle yapay renk çoğu zaman ayırt edilir. şöyle ki kaş "kara" olur ama araba "siyah"; bulut "ak" olur, gömlek "beyaz"; ayı "boz" olur, pantalon "kahverengi"; yanak "al" olur, bulut "kızıl" olur, ferrari "kırmızı".(bkz: kara şimşek) (kşz: kırmızı şimşekler)

    doğada huyu değişenin rengi değişir, rengi değişenin huyu değişir. (bkz: telvin) peki o zaman nasıl olur da 15. yüzyıldan önce "kızmak" "sevinmek", "gülmek" anlamına gelirken sonra "sinirlenmek" anlamına gelmiş diye düşünebilir insan. türkçede doğal renkler fiilleştirilirken bugün bile "-leş, -laş" ekinin değil "-ar, -er" ekinin kullanıldığı iddiası ne olacak? (bkz: kızarmak)(bkz: bozarmak)(bkz: ağarmak)(bkz: kararmak)(bkz: beyazlamak) (kşz: yine yeşillendi fındık dalları)

    15.-16. yüzyıllarda farklı kıtalardan yeni köklerin getirilmesi, sonra kimyanın ve boya üretiminin gelişmesiyle birlikte renk artık daha kolay manipüle edilebilen bir şey olmuş, yavaş yavaş doğal bir ifade olmaktan çıkmış, hatta önemsiz, zorunsuz ve değiştirilebilir hale gelmiş. renk, tahtını boyaya bırakmış. (bkz: rené descartes)

    bugün rengin yerini büyük ölçüde boya almış ama paniğe gerek yok çünkü boya da tıpkı renk gibi bir ifade hala, huyun suyun ifadesi, başka bir şey değil. belki organizmanın ve çevrenin ortak ifadesi ya da canlıların nasıl olduğunun doğrudan dışavurumu değil ama insanların nasıl görünmek istediğinin ifadesi en azından. bir insanın nasıl görünmek istediği de zaten organizmasıyla çevresiyle huylarıyla ilgilidir. pazarda satılan mavi yeşil civcivler hoşgörülemez, o başka. hem "siyah beyaz ne fark eder" diye şarkı söyleyen hem de yıldan yıla solan michael jackson ise hoşgörümün çok ötesinde ama bence masum. (bkz: aniden)
  • kesinlikle herkesin aynı algıladığı iddia edilemeyecek, ışık yansımaları.

    bir renk tanımlayayım. adı abc olsun. adamın birine soruyoruz.

    - abc rengini bize tarif eder misin ?
    + tabii. denizin rengi. aynı zamanda gökyüzüne bakınca da görebiliyorum gündüz vakti. (zaten denize rengini veren atmosferin güneşe karşı yaptığı yansıma, konumuzla alakasız, devam ediyoruz)
    - başka ?
    + erkek bebeklere de bu renkten kıyafetler alınır doğdukları zaman.

    anlıyoruz ki adamın tarif ettiği renk bizim algımızdaki mavi. aslında algımızdaki mavi yanlış bir söylem. öğretilen adıyla mavi diyeyim. bu kişi diyelim ki, mavi adını verdiği rengi aslında sarı gibi algılıyor.
    mesela trabzonspor'un renklerini bordo-mavi olarak tanıtırken aslında bordo-sarı olarak görüyor, ama sarı olarak algıladığı şeyi ona mavi olarak öğretmişiz. o da sarıya mavi diyor, tıpkı herkes gibi.

    sarı rengi ona engin suları, gökyüzünü hatırlatıyor. dolayısıyla serinlik ve sonsuzluk gibi duyumsuyor bu rengi. huzur veriyor diyor. çünkü böyle algılıyor rengi. kim bilebilir neyi nasıl gördüğünü ?

    aslında herkesin belki de gördüğü renkler farklı, fakat renkler nesnelerden-görünümlerden faydalanılarak öğretilebileceği-öğretildiği için kimse bunun ayırdında değil. olamaz mı diyorsun ?..
  • kübreviyye yolunda ayrıntılı bir renk simgeciliği geliştirilmiştir. necmeddin-i kübrâ’nın
    müridi necmüddin dâye, beyazın islâm’la, sarının imânla, koyu mavinin ihsânla, yeşilin
    itminân (sükun)’la mavinin îkân (doğru ve kesin bilgi)’la, kırmızının irfânla ve siyahın
    heyemân (coşkulu aşk ve vecd içinde şaşkınlık)’la ilintisi olduğundan söz eder.

    siyah, cevherin nurudur, “görülemeyen, ancak gösteren nur olarak ilâhî zât’tır”; celâlin rengidir,
    oysa allah’ın cemâli kendini başka renklerde gösterir. ancak siyah nur’un ötesi ve fena
    hâlinin yaşantısıyla eşitlemenin deneyimi “zümrüt” dağıdır”, ebedî ve ezelî hayat’ın
    rengidir.
  • yedinci sanat, renkli filmin icat edilmesiyle birlikte görüntü fetişisti büyük sinema ustalarının vasıtasıyla öncelikle kırmızının, yeşilin ve ardından da öteki renklerin egemenliği altına girmiştir.

    şöyle bir anımsandığında birçok yönetmenin kişisel sineması tek tek renkler üzerinden okunabilir ya da henüz ilk sahnelerinden başlayarak filmlerinde hangi renge ehemmiyet verip görüntüleri arka arkaya dizdikleri müşahede edilebilir:

    abbas kiorastami: yeşil
    alfred hitchcock: yeşil+kırmızı
    andrei tarkovski: yeşil
    claude chabrol: yeşil
    coen kardeşler: yeşil
    dario argento: kırmızı
    david lynch: kırmızı+mavi
    douglas sirk: kırmızı
    françois truffaut: kırmızı
    george miller: sarı
    jean-luc godard: sarı+kırmızı
    jean-pierre jeunet: kırmızı
    luis bunuel: kırmızı
    michael powell: kırmızı
    michelangelo antonioni: yeşil
    ömer kavur: yeşil
    pedro almodovar: kırmızı
    peter weir: mavi
    sergio leone: sarı
    stanley kubrick: yeşil+kırmızı
    steven spielberg: mavi
    terrence malick: sarı+mavi
    werner herzog: yeşil
    wes anderson: kırmızı+sarı
    wim wenders: sarı
    xavier dolan: kırmızı

    aklıma ilk gelen bu yönetmenler oldu. aslında tek bir yönetmene yoğunlaşıp bu konuda bir kitap dahi yazılabilir, yazılmalı. örnek bir kitap ismi: hitchcock sinemasında renkler. bu kitabı basabilecek cesur bir yayınevi de bulabilirseniz söz, imza gününüze geleceğim.*

    ayrıyeten kieslowski'nin üç renk üçlemesi sıra dışı bir deneyimdir. yine bergman'ın keskin konstrastlı siyah-beyazları kasvet içredir. hollywood menşeli film noir'ın siyah-beyaz karşıtlığı da ayrıca anılabilir.

    not: filmleri bir de bu gözle izleyin derim.
  • herkesin farklı gördüğü, aynı sandığı.
  • gözün görebildiği ışık dalgaları...

    kelimenin ardında yatan en basit anlam bu belki. göze çarpan en genel ifade olarak karşımıza çıkıyor. ve hemen ardından, yine renkleri seyretmeyi seven gözlerimizi kapatıp zaman tünelinden geçmeye bırakıyorum zihnimi. işte, tam bir zaman gezisi yapıp çocukluğumda buluyorum kendimi. farklı, parlayan renkleriyle gözlerimi alan boya kalemlerim geliyor aklıma. her birini, küçük çocuk ruhumun sahip olduğu en büyük hazine parçası olarak önüme çıkıyor. sarılara, siyahları, kırmızıları, yeşilleri, turuncuları, mavileri, morları bembeyaz kağıda buluyorken benden mutlusu yok...

    düşünsek, renklerin büyüsüne kendini, ruhunu bırakmamış tek bir çocuk bulamayız. gözlerinde ışık olmayanlar bile, ruhlarından akan renklere kaptırır kendini. renkler... doğumla birlikte görmeyen gözlerimizin önüne serilen büyülü dünya...

    ardından, ruhların gezisi geliyor sanıyorum. ardından, düşlerin ışığı geliyor sanıyorum...

    renklere olan tutkum kendimi bildiğim günlerin çok öncesinde başladı. belki, birbirinden güzel renkleri bir araya getirip, tüm dünyanın nefesini kesecek tablolara, kompozisyonlara imza atmadım. belki, en değişik kökleri kaynatarak ve çeşitli gizemli işlemden geçirdikten sonra renklere can verenlerden biri olmadım. belki, ışığın aldığı biçimi, gözler önüne rengarenk seren bir havai fişek yapımcısı da olmadım. ya da renkli gazların peşinden koşan kimyager...

    izleyenim ben. renklerin dansını, büyüsünü, sesini, kokusunu içine çeken. renkleri soluyanlardan, dinleyenlerden, ardından gidenlerdenim...

    renk avcısı diyelim. çiçeklerin sabit renklerinden, taşların garip dokularına sinmiş kırık biçimlerine, suyun içinde can bulan renklerin dalgalara damar damar sızdığı ana, gökyüzünde salınan bulutların yansımasına, ışığın, bembeyaz ışığın prizmadan geçtikten sonra gözlerin önünde büyünün ta kendine dönüştüğünü kendi gözlerimle gördüğüm ışıkkuşakları... denizdeki köpüklere sinmiş günışığının ardından kovaladığım denizkuşakları, her çocuğun en değerli hazine parçalarından biri olan, damla biçimli avize parçalarından kırılan envai çeşit renklerle her yeri ışık tayfına bulayan kristalkuşakları...

    renkler... en başından beri peşinde yürüdüğüm sınırsız dünya. her birinin öyküsü farklı, her birinin kokusu farklı, her birinin sesi farklı envai çeşit renk...

    hemen herkesin korktuğu böceklerin kitinlerinden yansıyan mükemmellik, elimde kocaman bir büyüteçle, korkarak yaklaştığım arıların gözlerinden yansıyan başka şey...

    renkler... şimdi, kelimeleri kullanarak anlatmaya çalışıyorum ruhuma yayılanı bugüne dek. şimdi, kelimelerin arkasına sığınarak, kelimelerle kurmaya çalışıyorum renkleri... bazen, ışıktan alınan güçle imkansız olan mümkün kılınıyor ve tanrısal dönüşüm başlıyor... renkler seslere, sesler düşlere, düşler kokulara, kokular müziğe, müzik kelimelere, kelimeler renklere dönüşüyor. hep birlikte dans ediyorlar sanki...

    renkler... yıllardan beri bazi ruhların gökkuşağının peşinden gitmesinin tek sebebi.
    renkler... soluk almak için gereken envanterlerden biri.
    renkler... sadece gözlerin değil, ruhum da görebildiği tanrısal lütuf.

    renkler... yaşam'ın ve aşk'ın ta kendisi. düşlerin ötesinde...
  • ankaralı progresif rock grubu. çok güzel bir tarzları var, anders björler tarzında, opeth, camel esinlenimleri tadı aldığım sağlam bir müzik yapıyorlarlar. demek ki müzik dünyası için umut var.
  • tez:

    "one morning, one of us ran out of the black - it was the birth of impressionism."
    (bkz: pierre-auguste renoir)

    anti-tez:

    "i’ve been forty years discovering that the queen of all colours is black."
    (bkz: henri matisse)

    sentez:

    "colour is a power which directly influences the soul."
    (bkz: wassily kandinsky)
hesabın var mı? giriş yap