• film üstüne analojiler:

    sandık = tabut
    içki şişeleri = kafa/zihin bulanıklığı, delilik emaresi
    pencere önündeki keçi ikonu = şeytan (katil geyleri simgeliyor)
    ip = kader (iki saldırgan geyin kopmaz bağlarla birbirlerine bağlı olduklarını imliyor)
    gökdelenler = fallik simgesel düzenin metaforları

    edit: güncelleme
  • * 1948 yılı yapımıdır
    * film 80 dakikadır ve 80 dakikalık olaylar annatılır
    * hitchcock'un ilk renkli filmidir
    * hitchcock'un james stewart'la çalıştığı ilk filmdir
    * hitchcock'un bağımsız yönetmen olarak çalıştığı ilk filmdir
    * olay, leopold ve loeb vakası olarak bilinen cinayetten esinlenilmiş tiyatro oyunundan uyarlamadır (bkz: ha)
    * görüntü kesintisizdir
    * ancak kamera hareketlidir
    * kameranın hareket etmesi için mobilyaların yeri değiştirilmiştir (bkz: yuh)
    * 8'er dakikalık 10 makara film kullanılmıştır
    * stewart dışında john dall ve farley granger başrollerdedir
    *
  • güzel plan sekanslar ve oyunculuk barındırıyor bu film. en azından kareografiyi izlemesi bile zevkli. ancak bana kalırsa filmin en dikkat çekici tarafı tekniğinden ziyade senaryosudur yani alt metnidir. senaryoda nietzche'den önce dostoyevski vardır; ayrıca bundan dolayı rope, sadece teknik olarak değil, konusu itibarıyla da robert bresson'ın pickpocket'ıyla uzaktan akrabadır. ancak bresson suç ve ceza kavramanına bakışında nietzsche'ye -en azından- hitchcock kadar aleni yer vermemiştir. onun ilgilendiği daha çok raskolnikov'un düştüğü yanılgıdır, suçu meşrulaştırma çabasındaki beyhudeliktir. oysa hitchcock rope'da şunu sorar: insanlar ikiye ayrılır ve üstün insanların öldürmeye hakları vardır ama bu üstünlüğe ya da diğerlerinin sıradanlığına karar veren kimdir? işte burada nietzsche'nin übermensch kavramına atıfta bulunur hitchcock ama sonuç olarak aynen eşcinsel alt metinde bahsedilen o ahlakçı ve muhafazakar tarafı tutar ve nietzsche'nin aksine, bu üstünlüğe veya sıradanlığa karar verebilecek olanın tanrı olduğuna bağlar meseleyi. her ne kadar katılmasam da bu bakış açısı da oldukça ilginçtir. çünkü bu kararı herkesin kendinin vermesi ilk başta anarşiyi körükleyen bir durumdur ve bu da toplumu tehdit eden birincil kavramlardan biridir. kaldı ki bu tavır hitchcock'un filmdeki genel tavrıyla da çelişmez zira hitchcock'a göre toplum bireyden önde gelir ve katillerin cezasını da kendi elleriyle verir.

    ancak iş dostoyevski'nin suç ve ceza'sına geldiğinde bence sonuç hitchcock'a göre biraz farklıdır zira dostoyevski bu kimlik arayışını destekler nitelikte bir tavır takınmaktadır. çünkü arayış, var oluşa bir sebep yaratmaktır; bir sebep bulunamasa bile bu arayış bile var oluşun motivasyonu olabilir. (ayrıca daha geniş olarak #13487650 )

    her şeyin ötesinde bu film hitchcock'un farklı taraflarından biridir. plan sekanslar, ceketlerin arkasından kesmeler, metronom ve piyanoyla artan gerilim numaraları ve odada david hakkında konuşulurken kadrajda konuşanların değil de sadece sandığın olması ve diyaloglar uzadıkça sandıktan ayrılmayan kameranın gerilimi artırması gibi enfes detayla içerir, iyi filmdir.
  • alfred hitchcock'un sınırları zorlamaktan çekinmeyen yenilikçi, dahi ve cesur bir yönetmen olduğunu gözler önüne seren deneysel film.

    entelektüel ve "elit" bir çevreye ait olduklarını düşünen iki arkadaşın sadece "kusursuz cinayet"i işleyebilmenin vereceği "sanatsal" hazzı tecrübe etmek adına masum bir arkadaşlarını öldürmelerini anlatır. toplumun ahlak algısıyla ve friedrich nietzsche'nin üst insanla* ilgili düşünceleriyle ilişkilidir.

    eseri inanılmaz yapan asıl özellik, filmin uzunlukları 4 ila 10 dakika arasında değişen toplam 10 uzun çekimden* oluşmasıdır. hitchcock filmi gerçek zamanda çekmiş; yani yaklaşık 75 dakika süren bu filmde tam da 75 dakikalık bir olayı anlatmıştır. filmin inanılmayacak derecede az sayıda cut içermesi (kameranın çekimi neredeyse hiç durdurmaması) ve öykünün gerçek zamanda anlatılması seyirciye hiç kesilmeyen devamlı bir sahne izlediği hissini verir. kameranın çekimi durdurmak zorunda olduğu anlarda ise devamlılık hissini bozmamak için kamera oyuncuların sırtlarının ya da objelerin arkasından geçirilerek görüntüyü tamamen kapatmıştır. böylece cut yapıldıktan sonra sahneye kaldığı yerden devam edilmiştir. elde imkan olsaydı hitchcock'un bu filmi daha bile az cut'la bitirmeye çalışacağından eminim fakat dönemin film makaraları en fazla 10 dakika uzunluğunda film tutabildiği için en uzun çekim 10 dakika ile sınırlandırılmak zorunda kalmıştır.

    hitchcock filmi çekebilmek için duvarları sessizce hareket edebilen bir set oluşturmuştur. kameranın hareket edip eşyaların üzerinden geçtiği her anda set ekibi o eşyaları kameranın yolundan çekip sonra da kusursuz şekilde eski yerlerine yerleştirmiştir. bu sayede kamera üzerinden geçtiği eşyayı tekrar çekmeye başladığında sanki hiç hareket etmemiş gibi bir düzen görülür. arka planda gözüken new york manzarası gerçek değildir fakat tıpkı gerçekmiş gibi gökyüzünün karardığını, ışıkların yanıp söndüğünü, bacalardan duman çıktığını ve bulutların hareket ettiğini görürüz. kısacası prodüksiyon açısından da oldukça yenilikçi ve zorlayıcı bir filmdir.

    böyle bir filmi, bırakın 1948'i, 2012'de çekebilmek bile mükemmel bir yönetim, zeka ve her şeyden önce çok ama çok büyük cesaret ister. hitchcock da bunların hepsine sahip olduğu için efsanedir. üstüne üstlük bunları bir de zekice ve güzel bir hikaye ile bir araya getirebilmiştir.
  • hikayesi 1924 yılında yaşanmış gerçek bir olaydan alınan tiyatro oyununun filme uyarlaması.
    dar alanda geçen bir film olması ve sahnelerin kesintisiz çekilmesi, kameranın konumu açısından zorluk çıkartmış. çekim esnasında kameranın durması gereken yerlerde ki objelerin (masa, koltuk vb.) yeri değiştirilmiş. bu sebeple oluşan gürültü insanı rahatsız edici derecede dingin filmi zorlamış. akla ilk gelen çözüm olan dublaj yerine, her sahne görüntü ve ses için ayrı ayrı canlandırılarak kaydedilmiş ve montajda birleştirilmiştir. alfred hitchcock büyüsü bu olsa gerek. oyuncuların aynı rolü iki kere tamamen aynı oynamalarına ise sadece hayran kalınabilir.

    kasvetli ve hareketsiz bir ortamda ağır tempoda ilerleyen film, öğrencilerin cinayetlerini meşru kılmaya çalışırken öğretmenlerini ile dialogları, gerek batı kültürüne gerekse insan ilişlilerine çarpıcı bir eleştiri getiriyor. film sonlarında pencereden ateşlenen silah, bir yardım çığlığı olmaktan çok, sapıkça çürüyen topluma neler olduğuna dikkat çeken bir feryat bence.

    filmde, satır aralarında eşçinselliği üzerine soru işaretleri kalan katillerden, brandon rolü için öngörülen montgomery cliftten gerçek hayatta da eşcinsel olması, filmi yönlendirmek olabilceği için vazgeçilmiş. brandonu oynayan john dall rolü ile parmak ısırtsa da, kişisel olarak montyi görmek isterdim o rolde.
  • hitchcock'un nietzsche'yle dans ettigi, efendi ahlakini yucelttigi, ovdugu, filmin sonunda da nietzsche'ye sert bir osmanli tokati attigi romantik hitchcock dramasi, guzel bir tiyatro uyarlamasi. ilk 15 saniye disinda film bir evin icerisinde gecer. ilk 15 saniye, filmde creditslerin yazildigi bolumdur, ve binanin onundeki yolu gosterir... hitchcock icin de, filmde kendisini gosterebilmesi icin teksanstir bu yol sahnesi...

    filmde nietzsche'ci ust insan repliklerinin, efendi ahlakinin ve monoton yasamamanin, farkli olmanin, ve baskalariin hayati uzerine karar verebilmenin, vicdan azabi cekmemenin erdem oldugu gibi temalarin yani sira ilginc bir sekilde cinayet sanat icin midir, toplum icin mi? tartismasi da yer almaktadir... cunku iki gencimiz cinayeti bir neden olmadan, sanat icin islemisler ve olen kisinin tabutu uzerinde de kurbanin ailesine, kiz arkadasina ve yakin arkadasina yemek yedirmislerdir (allahtan kurbani yedirmemislerdir)... konseptin fikir babasi oldugunu soyledikleri, eski hocalari ise (james steward) aslinda cinayeti (bir sanat olmanin yaninda) onemli bir arac olarak gormekte ancak cinayetlerin aclik, fakirlik, ve banka kuyruklarinda bekleme gibi sorunlara da bir cozum oldugunu (ciddiyim!) iddia etmektedir... filmde bu iki fikir akimi ayniymis gibi gosterilse de, bu ince nuans filmin cok kritik bir yerinde kendini belli edecektir...

    filmi izlerken, katillerden esas oglan olan brandon'in (john dall) sac stiliyle, giysisiyle, konusma tarzi ile tam bir zubbe olmasi size ulan bu cocuk nasil olur da efendi ahlaki der, sanat der, sanatcinin eseri uzerine son dokunuslariymis gibi cinayet uzerinde son dokunuslari yapar; bu mantigi nasil algilar gibi sorular getirmiyor da degil... bence john dall yerine anthony perkins gibi bir yenetekle calissa, brandon rolu icin, inanilmaz bir eser olabilirmis...

    bir baska sorunsa su: filmde bu genclerin es-cinsel oldugu anlasilmiyor... tiyatro oyununda, katiller escinseller ve oylesi filme cok daha fazla sey katiyor... o zaman hitchcock'un cok sig bir sekilde vermeye calistigi cinayet-psikanaliz; bilin-bilincalti iliskisi escinsellik temasi uzerinde cok daha guclu islenebilirdi... katiller bu sekilde (abi-kardes iliskisi icerisinde) tasvir edilince filmin ruhundan onemli bir parca kopmus oluyor, bence...
  • alfred hitchcock filmi.. en buyuk ozelligi tek bir mekanda gecmesidir.. iki genc bir arkadaslarini oldurup, onun cesedini bir sandigin icine koyarlar.. sonra sandigin oldugu odada cocugun babasinin da oldugu bir topluluga parti verirler.

    james stewart oynuyordu, diger oyunculari hatirlamiyorum..

    (bkz: odada ceset varken entry girmek)
  • filmin herhalde en meşhur sahnesi, hizmetçi kadının sandığın üzerindeki parti artıklarını toplayıp mutfağa götürdüğü ve kitapları getirip sandığın üzerine koyduğu sahnedir. gerilimin an be an arttığı yaklaşık 1 dakika 45 saniye falan süren bu sahnede, (inönü stadını bilmeyenler için anlatıyorum) kamera sabit bir açıyla aceleci bir tavırla mutfağa gidip gelen hizmetçiyi çeker. rupert'in üst yarısı hariç kadrajda başka oyuncu yoktur, seslerini duyarız ama haliyle (gerilim arttığı için) ne dediklerini dinlemeyiz pek. bu uzun sahne, rupert'in hareket edip hizmetçiye yardım etmeyi teklif etmesi ve kameranın hareket etmesiyle kesilir. tek plan ve sabit açı.

    şimdi bu sahnenin yanına bir başka ustanın, eisenstein'in 1925 yılında yapılan potemkin zırhlısı'ndan odessa merdivenleri sahnesini koyalım. askerler halka ateş açar, insanlar düşer ölür, kalanlar kaçar. izdiham çıkar. bir bebek arabası ve (muhtemelen) bebeğin annesi merdivenlerin başında görünür. bu andan itibaren bebek arabasının devrileyazdığı ana kadar neredeyse hitchcock'un filmindeki hizmetçi sahnesi kadar bir süre geçer. bunun tesadüfi olduğunu düşünüyorum ama hoş bir tesadüf. izleyici bebek arabasının akıbetine odaklanır ve koruyucusu olmayan arabanın o kargaşada merdivenlerden aşağı paldır küldür inişini izler. bu sahnede saymadım ama ondan fazla plan ve açı kullanılmış olması lazım. kurgu ustası eisenstein, gerilimi annenin düşüşüyle birlikte bebek arabasının inişini farklı açılardan vererek, insanların yüz ifadelerini yakın planda aktararak yaratır. başarıya da ulaşır. en çok kullanılan tekniklerden biri olur.

    iki farklı film, biçimsel özellikler bakımından birbirinin zıttı iki sahne (iç mekan-dış mekan, tek plan-ondan fazla plan, bir buçuk oyuncu-onlarca oyuncu vs.) ama aynı etki ve aynı güçlü anlatım. sinemanın zenginliğine güzel bir örnek oldu.

    * bu arada aklıma gelmişken not düşeyim. odessa merdivenleri sahnesini, brian de palma the untouchables filminde kullanır. bebek arabası merdivenlerden iner ve kahramanlarımızdan biri arabayı tam zamanında durdurur. popüler abd sinemasının özeti budur. sahneyi güzel bir şekilde yeniden yorumlamış ama sonunu ve haliyle işlevini bok etmiştir.
  • eh:

    1. nietzsche manyağı iki eşcinsel öğrenci,
    2. bu iki köftehorun üzerinde çalıştıkları "cinayet bir sanattır" konulu tez (biz de vaktiyle söylediydik, başımız kel tabii*),

    3. 16bg'nin analitiğine güvenmeme rağmen, 7 dakikadan 12 kuka film kullanılıp, kalan 4 dakikanın set işçilerine hediye olarak dağıtılması,

    kalmış bize de söyleyecek..
  • yeni alman tiyatro yazarı david gieselmannın güzel ve etkileyici bir oyunu, bay kolpertin esinlenildiği filmdir. film de de bir tiyatro havası vardır zaten, tek mekanda gerçek zamanlı olarak ilerlemesi, arada bazı yerlerde tek bir sahnede birkaç karakteri birden göstererek nereye odaklanılacağını biraz daha izleyiciye bırakması gibi etkileriyle. hele son sahnede, bu etki baya gözüme çarptı. karakterler ve konunun gidişatı birebir aynı olmasa da, çok gerekli olmayan birinin zevk için öldürülmesi, daha doğrusu buna hak görüldüğü için öldürülmesi fikri ikisinde de ana fikirdir. bir de, iki eserde de kilit nokta, sandık.

    ayrıca, belirtmeden geçemeyeceğim, müziksiz, ekstra herhangi birşey olmayan, sadece arkadan gelen sohbetler ve temizlikçinin masa toplama sahnesiyle beni gerim gerim germiş filmdir. hitchcock usta deyip geçiyoruz bunun için. söyleyecek çok birşey yok.
hesabın var mı? giriş yap