• durum:
    ingilizler, amerika'nın keşfinden sonra amerika'da koloniler kurmaya başladılar ve bu kolonilerden biri salem'di. salem iki bölümden oluşuyordu; salem köyü ve salem kenti. kent ve köy birbirlerine düşmandı. kent ticaret ve sanayiyle, köydekiler ise
    tarımla uğraşırdı. köydekiler puritandılar ve dinlerine çok bağlılardı,
    ayrıca cadılardan da çok korkarlardı. cadılığın simgesi, dans etmek, şarkı söylemek, oyun oynamak türünden aktivitelerdi.
    hatta çocukların bile oyun oynamasına izin verilmezdi, kız çocuklar annelerinin yanında dikiş nakış, yemek yapmayı öğrenirlerdi, erkek çocuklar da babalarına tarımda yardım ederlerdi.
    olanlar:
    parris soyadlı biri salem'de bir göreve atanır ve ailesiyle beraber salem'e gider. salem'de akrabaları vardır, parris'in yeğeni abigail de onlarla kalır. ama henüz 11 ve 9 yaşlarında olan betty (parris'in kızı) ve abigail oyun olmadığından, dışarı çıkmalarına izin verilmediğinden dolayı sıkılmaya başlarlar. bu yüzden evlerindeki
    karayipli siyah köle tituba, onları eğlendirmek için türlü türlü yasak oyunlar oynar onlarla. bir yumurta akını su dolu bardağa boşaltıp yumurta akında geleceği görebilmek gibi .. (geleceği tahmin etmek de cadılıkla bağlantılıydı).
    kızlar bunun yasak olduğunu biliyorlardır ve kendilerinden başka üç kız dışında kimseye bahsetmezler. içlerinde ann putnam adlı bir kızın da bulunduğu o üç kız da bu fal bakma oyunlarında onlara katılır. ann bir gün yumurta akında bir tabut görür ve tuhaf hareketler yapmaya başlar. diğer kızlar da ona katılırlar; köpek gibi havlar, kendilerini yerlere atıp yuvarlanır, dans eder ve hayvan taklitleri yaparlar. salem halkı kızların büyülendiğine inanır ve kızları "sizi kim büyüledi, kim size zarar verdi?" şeklinde bir sorguya çekerler. ilk suçlamar başlar.. kızlar cadıklıkla alakası olmayan insanları işaret ederler. ilk başta halk arasında pek sevilmeyen üç kişiyi; titubayı, sarah osbourneü (yaşlı bir dilenci), ve sarah goodu (yaşlı bir kadın) cadılıkla suçlarlar. bu üç kadın da halk tarafından zaten şüpheli gözle bakıldıklarıdan, derhal hapse tıkılırlar.
    yaşları 9-13 arasında değişen kızlar oyunlarına devam ederler, tuhaf hareketleri yapmayı sürdürürler ve daha fazla insanı suçlarlar. suçladıkları kişiler, cadı olduklarına dair kanıt bulunmasa bile hapse tıkılır. sonuçta, kızlar sadece toplumdan dışlanmışları değil toplum tarafından saygı gören, sevilen insanları da suçlamaya başlarlar. bu insanlara, rebecca nurse (yaşlı ve saygıdeğer bir rahibe), john proctor (sevilen bir çiftçi), parrisin karısı da dahildir. 4 aya kadar 200 insan cadılıkla suçlanır ve 150 si hapse atılır. suçlananlar salemden, bostondan veya komşu kentlerdendir. hapse atılanların arasına 4 yaşında küçük bir kız da dahildir.

    mahkemeler başlar, ilk suçlamalardan 4-5 ay sonra, haziran 1692 de cadılıkla suçlanan bir kadın idam edilir. bu idam olaylarında içinde john proctor ın ve rebecca nurse ünde bulunduğu 19 kişi idam edilir. 19 kişinin idamından başka, 4 kişi hapiste ölür ve bir adam cadı olduğunu itiraf etmediği ve mahkemeye çıkmak istemediği için kayalar altında ezilir.
    yazın sonunda salem in yönetimindekilerden biri bu olaylara karşı çıkmaya başlar ve şunu der; "kurtarılmış masum bir can, kaçan on cadıdan daha değerlidir"

    sonra daha yüksek mertebedeki yöneticiler bu idamların durdurulmasını emrederler ve hapistekiler serbest bırakılır. bu suçlamaları yapan kızların çoğu başka yerlere taşınır, evlenir veya kaçar. yalnızca ann putnam salemde kalır ve 17 yaşına varınca herşeyi itiraf ederek özür diler.
  • aslında salem cadılarının (gerçek cadı oldukları şüphe götürür bir gerçek) 1692-93 yılları arasında yaklaşık 130-140 kişinin tutuklanmasına ve 19 kişinin asılmasına ve 1 kişininde ezilerek öldürülmesine sebep olan kızlar oldukları sanılmaktadır.

    ingiliz kolonilerinin yaşadığı massachusetts yakınlarında bulunan salem kasabasının önde gelen tüccarlarından samuel parris, bir dönem barbadosla ticaret yapmış, oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini düşündüğü bir çift köle getirmişti;jhon ve tituba. tituba, parrislerin 9 yaşındaki kızı betty ve 11 yaşındaki yeğenleri abegailin bakıcılığını yapıyordu. özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu titubanın yanında geçiriyorlardı. o da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü voodoo büyücüleri ve büyüleri içeren barbados hikayeleri anlatıyordu. onları şok edebilecek kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan kızlar, çok geçmeden titubadan aldıkları bilgilerle kasabadaki yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya başladılar. ilk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirilerinin fallarına baktılar, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. ancak eğlenceli ve can sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye başladı.

    1692 yılının ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. kızlar, titubanın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları (!) suçladılar.

    o dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini şeytanın kendisinden aldıklarına inanılırdı. bu sebeple bu acılar içindeki masum (!) görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.

    soruşturmadan hemen önce, marynin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi ve titubaya tarifi eski ingiliz reçetelerinden alınan bir cadı pastası yapmasını emretti. çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. sonrasında da köpek ya çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. parris, şeytandan kurtulmak için şeytandan fayda bekleyen bu kadına çok kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. parris kilisede; "aramızda şeytan geziniyor, öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman susturulabileceğini ancak ve ancak tanrı bilir" diye konuşma yaptı.

    ilk suçlananlar; tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan sarah good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın sarah osborne oldular ve bu üç kadın hemen tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar (cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. mahkeme heyeti tarafından bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan sarah good ve sarah osborne masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler. cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak parristen dayak yiyen ve küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan tituba, cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. kendisini kurtarmak için ise; kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına almış olduğunu söyledi. ayrıca geceleri her iki sarah ve onların hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı. bununla birlikte onu evvelki gece küçük anniye saldırmak için zorladıklarını söyledi. bu itiraflar sırasında "bir evvelki gece cadılar benim kafamı kesmeye çalıştılar" diyerek bağırdı ann. bunun üzerine küçük anniden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı (!) olduklarına kesinlik getirildi. tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi salem kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı olmadığını açıkladı. ona göre salemde 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli bir adam tarafından yönetiliyordu. sonraki günlerdeki sorgularında tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca şeytanın defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde salemde yaşayan 9 kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. kızların üzerinden hayaletleri çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan sarah osborne ağır zincirlere dayanamadı ve öldü. bu dava içindeki ilk ölümdü. böylece ilk iki cadı (!) boston hapishanesine gönderilirken mahkeme heyeti diğer cadıların peşine düşmeye karar verdi.

    kasabada yaşayan cadı grubunun haberini alan mahkeme kızları daha fazla isim vermeleri için zorlayınca, ann jr. daha önceden intikam duygusuyla dolu olan annesininde zoruyla kasabanın kongre üyelerinden birisinin karısı olan martha coreyi suçladı. martha küçük anniyi bu saçma suçlamadan vazgeçirmek için onu ailesinin yanında ziyarete gitti. ancak ann korkunç nöbetler geçirmeye başladı ve onun hayaletinin bir adamı kazan içinde pişirirken gördüğünü söyledi. kızlardan mercy ise, başka cadılarında ona katıldığını ve kendisini şeytanın defterini imzalaması için zorladıklarını anlattı. marta corey mahkemede kendisini savunurken oldukça başarılı idi. ne varki kızlar onun savunması sırasında derin acılar içindeydiler ve mahkemeye ısırık izlerini gösteriyorlardı. kasaba heyetinden olan kocası bile onu itiraf etmesi için zorlamıştı.

    bir sonraki sanık ise bölgenin önde gelen isimlerinden rebecca nurse idi. ilk mahkeme sırasında eğer bu iki kadın suçlanmış olsalardı sanırız ki mahkeme heyeti kızları yalancılıkla suçlayacaktı. ancak olaylar öyle bir hal almıştı ki herkes kızların ağızlarından çıkacak isimlere bakıyordu. rebbecayıda yine ann jr. annesi suçlamıştı. diğer kızların da kendilerini tasdiklemesi üzerine aslında kilise mensubu olan bu kadında okkanın altına gitti. bu arada sarah goodun 4 yaşındaki kızıda bu suçlamalardan nasibini aldı ve annesi ile birlikte çalışmaktan suçlandı.

    bu karambol esnasında marynin yanlarında hizmetçi olarak çalıştığı procten ailesi (ki bu aile eğer nöbetler geçirmeye devam ederse maryi çok kötü döveceklerini söylemişlerdi ve bu da bir nevi cadılık sayılırdı), rebbecanın kızkardeşi (çünkü ablasının asılsız olarak suçlandığını iddia ediyordu) ve tabiki meşhur titubanın herşeyden habersiz kocası jhon tutuklandılar. kızlardan abegail ise maryi defteri imzalamış olmakla suçladı (çünkü mary yanında çalıştığı aileden korkmuş ve yaptığı suçlamaları geri çekmek zorunda kalmıştı). böyle küçük kızlar kendi aralarında bir otokontrol mekanizmasını oluşturdular. ya cadı olarak birilerini suçlamak zorundaydılar ya da kendileri cadı olarak suçlanacaklardı. mary ile marthanın kocası olan giles, uzun yıllardır salem kasabasında yaşayan ve sansasyonel partiler veren bridget bishot ve zaten aklı yerinde olmayan ve cadı suçlamasını seve seve kabul eden abegail hobesta tutuklandılar.

    nisan ayında mahkeme, bu aklı bozuk kadının suçlamalarına dayanarak kasabadan 9 kişiyi daha tutukladı. (çok yaşlı bir adam olan nenemiah, kendi anne ve babası, bridgetin oğlu ve karısı, rebbecanın diğer kardeşi mary esty, zenci bir köle, sarah wilds ve zengin bir tüccarın karısı olan lina english). artık mahkemeye sanık olarak sadece salem kasabasındakiler değil komşu kasabadakiler bile çağrılır hale gelmişti olaylar. sanıklar sürekli iddiaları reddediyor, kızlar ise ısrarla nöbet ve çığlık krizleri ile birlikte onları suçlamaya devam ediyorlardı. yeni sanıklardan ise sadece nenemiahın bir cadı olmadığını açıkladılar. bu hesaplarına göre onlar; yaşlı, savunmasız ve suçsuz insanları suçlamayacak kadar masum (!) ve acı çeken zavallı (!) kızlardı. diğerleri ise tutuklandılar. olaylar çok kısa süre içinde gelişiyordu. nisan ayının sonuna gelindiğinde ise 6 cadı (!) daha tutuklandı. artık sanıklar ve hikayeleri o kadar çok artmıştı ki herkes olayın başlangını bile unutmaya başlıyordu nerdeyse. bu hikayeler içinde en ilginç olanlardan birisi ise şöyle gelişmişti: mainede oturan george burroughs tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. eski zamanlarda salem kasabasında bir süre papazlık yapmış bir adamdı ve o dönemde kasaba sakinlerinin bir kısmı ile tabiki özellikle ann jr. annesi ile pek geçinememişti ve bu da intikam için oldukça iyi bir yoldu. onu ilk suçlayan ann jr., bir papazın kendisine imzalaması için defteri getirdiğini ve adının ise burroughs olduğunu söylediğini, bundan önce ise bir çok insanı kurban ettiğini artık kendisinin cadıdan bile üstün mertebede şeytana çok yakın bir varlık olduğunu anlattı. senaryo birbirine çok iyi bağlanıyordu. herkes titubanın bahsettiği siyah cübbeli adamın bu olduğuna emin olmuştu. mahkeme cadı grubunun efendisini, şeytanın uşağını yakalamış olmakla müthiş bir gurur duymaya başladı ve tutuklanmalar son hızıyla devam etti.

    1692 yılı mayıs ayının sonu geldiğinde küçük kızların suçlamaları yüzünden hapiste ve sorguda olmak üzere nerdeyse 95-100 kişi kadar tutuklanmıştı. bazı yasal zorunluluklardan dolayı bu suçlular bir üst mahkemeye çıkana kadar beklemek zorundaydılar. massachusettsden yetkili bir yargıç gelince asıl davalar haziran ayını buldu. davası ilk sonuçlanan bridget bisholt oldu iki gün sonrada asıldı. bu arada yargıçlardan birisi kızların mahkeme sırasında gördükleri hayaletlerin yeterli delil oluşturmayacağını ve davaların düşmesi gerektiğini savunarak mahkeme heyetinden ayrıldı. tabiki onun bu hareketi cadılıkla suçlanmasına sebep oldu. masum (!) kızlar önlerinde hiçbir engel tanımıyorlardı. bu hayalet görme olayları mahkeme heyetince de çeşitli uzun tartışmalara konu oldu ve sonuç olarak bunların tam bir delil teşkil edilemeyeciğine karar verildi ve başka güvenilir yollar aramaya başladılar. cadıları kızlara dokundurmaya karar verdiler ve bu da diğerinden farklı değildi. kızlar acı dolu çığlıklarla nöbetler geçirmeye devam ettiler ve sonuçta 20 hazirana gelindiğinde 6 kişinin daha asılmasına karar verilmişti bile.

    bu arada mahkeme sırasında ilginç bir lanet olayıda oldu. mahkeme başladığından beri cadı avcısı olarak bulunan peder noyes sarah goodu itiraf etmeye zorluyordu. fakat sarah kendisine "ben senin bir büyücü olduğundan daha fazla cadı değilim. eğer sen şimdi canımı alırsan, bir gün yüce tanrı sana içmen için bolca kan verecek" diye haykırdı. peder noyes olaylardan yaklaşık 25 yıl sonra büyük bir iç kanama geçirdi ve öldü.

    kızlar artık kasaba içinde erişilmez bir güce sahip olmuşlardı. bu arada komşu kasabadaki cadıları (!) tanımadıkları için isimlerini bilmiyorlar ve oradaki halktan bazılarını çağırıp dokunma testi yapıyorlardı. bu arada bazı sanıklarda kendilerini idamdan kurtarabilmek için başkalarının isimlerini veriyor beni olaya bu zorladı, bana şöyle yapmamı söyledi gibi yalanlarla davayı dallandırıp budaklandırıyorlardı. komşu kasabadan bir yargıç ve eski bir valinin oğlunu suçladılar, işin en ilginci ise aynı kasabadan iki köpekte bu suçlamalardan nasibini aldı. yüzlerce insan yargılandı bir o kadarı dokunma testinden geçti. ağustos ayına gelindiğinde 4 kişi daha darağacında sallandı. peder burroughs ise tam asılmadan önce yüksek sesle dua ederek izleyenler ve halkın arasında söylentilere neden oldu. çünkü o zamanki inanışlara göre şeytan ya da onun uşakları dua edemezlerdi. ancak kızların bastırılamaz hırsları sayesinde o da asılmaktan kurtulamadı ve hristiyan adetlerine göre gömülmeyi haketmediği için bir tepe üzerindeki sığ ve küçük mezara diğerlerinin yanına gömüldü. eylül ayında ise aynı tepedeki mezarlara 8 kişi daha gönderildi.

    yargılama sırasında suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı giles corey, dava sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. bunun olmasını istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. böylece mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal varlığınıda korumuş olacaktı. ancak mahkemenin buna tepkisi hiçte coreyin beklediği gibi olmadı. salem meydanında halka açık bir yerde corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. bu plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. corey ezilmeye başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. bir ara fazla basınçtan dili bile dışarıya fırlamıştı. daha fazla taş konulduğu zaman corey dayanamadı ve öldü. daha sonra olaya bir açıklık küçük anniden geldi. corey şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair şeytandan garanti almıştı.

    o dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese bile bunlar son idamlardı. kızların suçlamaları tam bir histeri krizi durumuna ulaşmıştı ve en sonunda mahkeme heyeti başkanı phipsin karısını bile cadılıkla suçladılar. bunun sonrasında 29 ekim tarihinde phips mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla (!) doluydu. işlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık davalara salemde değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.

    olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. en son davaya ise mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar suçsuz bulundu. böylece kabus artık sona eriyordu. aslında olayların başlamasına sebep olduğuna inanılan tituba serbest bırakıldı ve mahkeme masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı. (mahkemeye özel not: o dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara ödettirildi.)

    o dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala salem kasabasına bir çok turist çekiyor. cadıların (!) gömüldükleri o sığ mezarların bulunduğu tepe ise çoktan yüksek binalarla kaplanmış durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda dolanmaktadır...
  • salem zengin bir kasabayla bir çiftçi köyü olmak üzere ikiye ayrılmıştı. bu iki zıt taraf sürekli bir çatışma halindeydi. köylüler şiddetli tartışmalar, kavgalar çıkararak, kasabadan dinsel ve politik özgürlük istiyorlardı. salem cadı avlarını anlayabilmek için öncelikle cadılık suçlamalarının ilk ortaya çıktığı zamanı incelemek gerekir. orda da 17.yüz yılda massachusetts bay colony’deki yaşamın klasik gerginlikleri yaşanıyordu. şeytana olan büyük bir inanç, salem köyü’ndeki gruplar, fanatikler ve salem kasabasıyla olan rekabet, yeni başlayan frengi salgını ve savaşan kabileler tarafından saldırıya uğrama tehlikesi, şüphe ve korkulara çok iyi bir zemin hazırlamıştı.

    1688’de, glower ve goodwin adlı iki kadının arasındaki tartışmadan sonra, şiddetli kavgayı izleyen goodwin’in çocuğu, yerde kıvranmaya başladı. glower, koyu bir katolik olmasına rağmen, cadılıkla suçlandı ve idam edildi.

    1689’da köylüler kendi kiliselerini kurma ve eski bir tüccar olan saygıdeğer samuel parris’i başkanları olarak seçme hakkını kazandılar. başkanın katı tavırları ve sınırsız gibi görünen tazminat talepleri onu popüler yapmıştı. bir çok köylü parris’i başkanlıktan atmak için yemin ettiler ve ekim 1691’de onun maaşına katkıda bulunmayı kestiler.

    ailelerini boğan bu gerginlikten bir kaçış yolu arayan parris’in 9 yaşındaki kızı betty ve onun kuzeni abigail williams, barbados’dan bir köle olan tituba tarafından anlatılan büyüleyici hikayelerin keyfini çıkarıyorlardı. kızlar bu çok güzel ve yasaklanmış eğlenceyi paylaşmak için birkaç arkadaşlarını da davet etmişlerdi. tituba’nın dinleyicileri, o geleceği söylemekten bahsederken, dikkatle dinlediler..

    1692’de salem köyü’nün saygıdeğer başkanı samuel parris’in yiğeni ve kızı hastalandı.

    betty bir çeşit kriz, bir sarsıntı içindeydi. abigail williams ve kızların arkadaşı ann putnam’da da aynı belirtiler gözlemlenmişti. doktorlar ve rahipler korku içinde kızların eğilip bükülmelerini, kendilerini sandalyelerin altına saklamalarını ve anlamsız şekilde bağırmalarını izlediler. doğal bir açıklamanın olmaması, doğa üstü bir açıklamayı doğurdu, puritanlar kızların büyülendiğini öne sürdü. parris ve diğerleri tarafından kışkırtılıp,işkencecilerinin adını verdiler: sarah good adındaki bir dilenci, yaşlı sarah osburn ve tituba’nın kendisi. her kadın da çevresine uyumlu olmayan insanlardı. osburn masum olduğunu söyledi. good da aynısını yaptı, ama osburn’ü suçladı. tituba ise 1692’nin mart ayında itiraf etti: “şeytan bana geldi ve ona hizmet etmemi teklif etti.” köylüler, tituba siyah köpeklerden, kırmızı kedilerden, sarı kuşlardan ve beyaz saçlı bir adamın, tituba’ya şeytanın kitabına imza atmasını buyurmasından bahsederken, büyülenmiş bir şekilde oturuyorlardı. birkaç tane keşfedilmemiş cadının bulunduğunu ve onların puritanları yok etmeye ant içtiklerini soyledi tituba. bu cadıları bulmak sadece salem için değil, tüm massachusetts için bir haçlı seferi, bir cihat haline gelmişti. bu cihatın bir sancıya dönüşmesinden ve cadı avcılarının, kurbanlarından çok daha ölümcül olduğunun kanıtlanmasından önce, anne putman, hikayenin muhtemelen en önemli elemntlerinden bir tanesiydi. zengin histerik ve “sirk kızları”na katılan kadına kıyasla onun hakkında çok fazla detay bilinmiyor.

    1692’nin mayıs ayında salem cadı avı başladı. cadı olduğu idda edilen martha cory’e yapılan suçlamalar sırasında, kızlar cadı olduğu idda edilen kadının kendi ellerini büküp, kızları fiziksen olarak incitebileceğini öne sürdüler. kızlar ayrıca, öbür mahkeme odasındayken, bayılıp, eğilip, bükülüp, başka dramatik yollar denediler. kızlardan bir tanesi “hayali bir kanıt”ı olduğunu öne sürdü, başka bir deyişle sadece kızın algılayabildiği, insanlara görünmez olan bir hayalet yada kötü bir ruh. inanılmaz şekilde, bu kanıtlar kanunen cadılık yapıldığı yönünde yeterli bulundu. bu kızlar sözde işkence görmüş ve ele geçirilmişlerdi. suçlandırılanlar, sözde kendilerini ele geçirip, işkence yapanlardı.

    1692 haziranında, özel oyer ve terminer mahkemesi (anlamı dinleme ve karar verme) salem’e geldi ve cadılıkla ilgili olayları dinledi. william stoughton’un başkanlığında, bir yargıç ve jüriden oluşuyordu. ilk suçlanan bridget bishop, suçlu bulunarak 10 haziran’da asıldı. 1692’de 19 “cadı” gallows hill’de asıldı ve giles cory adındaki kendini savunup,kurtulmak için yalvarmayan bir sanığa ölümüne işkence edildi. aralarında hapiste ölen bir çocuk da bulunan beş kişi öldü. mahkemenin otoritesini anlamadığı, savunma yapmadığı gerekçesiyle de bir adam, büyük bir taşın altında ezilerek öldürüldü. tituba önce hapse atıldı, sonra da salem köyü’nden sınır dışı edildi.

    nasılsa, otoritesi olan insanlar ve halk, cadı avının kontrolden çıktığını farkettiler, görünen oydu ki herkes cadılıkla suçlanabilirdi. 3 ekim 1692’de harvard koleji’nin en meşhurbaşkanı mather, şöyle konuştu:

    “on tane maznun cadının kaçmasındansa, bir tane masum insanın suçlanması daha iyidir.”

    vali william phips bu cadı vakalarından iğrenmişti artık ve bu çılgınlığa bir son vermek istiyordu. mahkemeye baş vurarak, “hayali kanıt”ların geçerli olmamasını sağladı. bu yeni mahkeme zanlıların 56’sından sadece 3’ünü suçlu buldu. mayıs 1693’te phips hala cadılık suçlamalarından dolayı hapiste olanlardan ve asılmayı bekleyen 5 kişiden özür diledi. salem cadı avı, artık bitmişti.

    bu ayıptan çıkan tek iyi şey insanların duygularını dinleyip salem cadı avı’nı dava etmeleri oldu. ama cadı avı lekesi hep kaldı.
  • 1692-93 yılları amerika'nın kuzey doğusundaki salem kasabasında 'cadılık ve büyücülük' gerekçesiyle başta kadınlar ve kız çocukları olmak üzere çok sayıda insanın mahkemelerde yargılandığı ve ölüme mahkum edildiği yıllar oldu.

    bu olay tarihte 'salem cadı mahkemeleri' olarak biliniyor.

    9 yaşındaki betty parris ile 11 yaşındaki abigail williams bu avın ilk kurbanlarındandı. bu iki kuzenin cadılık faaliyetine kanıt olarak sunulan şey ise tuhaf davranışlarıydı.

    kol ve bacakları, boyunları kontrolsüz bir şekilde kasılıyor, ağızları çarpılıyor, ilginç sesler çıkarıyor, eziyetli nöbetler geçiriyorlardı.

    doktor, rahip samuel parris'e kızına ve yeğenine büyü yapılmış olduğunu söylemişti. kısa sürede salem'de en az beş kızda daha benzer belirtiler görülmüş, yöre halkı büyücülük ve cadılıkla suçlanmaya başlanmışto .claviceps purpurea ya da çavdar mahmuzu adı verilen bu mantar, salem cadı mahkemeleri'nin yaşandığı dönemde çavdar bitkisinde sıklıkla rastlanan bir mantar türüydü. sindirildiğinde ergotizme (çavdar mahmuzu hastalığı), kangrene, nöbetlere ve yoğun acıya sebep olabilen bu mantar, 17. yüzyılın sonlarında kasaba halkında gözlemlenen ilginç semptomları açıklıyordu.

    cadı avının başladığı yıl, kasabanın rüzgarlı bir yaz mevsimi yaşadığı bilinmektedir.bu yüzden çavdar mahmuzu*, şimdilik konu hakkında bilimsel olarak tutarlılık taşıyan tek ihtimal...
  • (bkz: the crucible)
  • betty parris ve abigail williams adlı iki kuzen gelecekteki kocalarını görmek için bir bardak suda yüzen yumurta beyazından fal bakarlar. bir süre sonra betty parris sanrılar görmeye ve anormal davranışlar sergilemeye başlar, ardından abigail williams'da da ona benzer tutumlar ortaya çıkar. köyün doktoru william griggs onların garip davranışlarına tıbbi bir açıklama getiremez ve çocukların büyülendiğini söyler. daha sonra başka çocuklar da bu kızlara katılır, işte o zaman suçlamalar havada uçuşmaya başlar ve 24 kişi cadı olduğu düşünüldüğü için ölüme mahkum edilir.

    çocukların böyle davranmasının sebepleri için bazı teoriler ortaya atıldı. bu teorilerden biri rensselaer politeknik enstitüsü'nde çalışan linnda caporael adında bir doktora ait. kendisi kasabada çocuklarda görülen semptomların ergotizm ya da bilinen adıyla çavdar mahmuzu zehirlenmesi sonucu olabieceğini öne sürüyor. gerçekten de şiddetli bir kış ve nemli bir bahar sonrası çavdarda ortaya çıkabilen ergotaminin akut doz aşımı sonrası; halsizlik, zihinsel işlev bozuklukları, konfüzyon, depresyon, uyuşukluk, deliryum ve bilinç kaybına neden olduğu görülüyor. o dönemde kasaba halkı çavdardaki mor ya da siyah renkleri belki de güneş yanığı olarak değerlendirmiştir. bağışıklık sistemi yeterince gelişmemiş genç kızlar da bu mantarın neden olduğu hastalığa karşı daha duyarlıdır ve neticede büyülenmiş olurlar.

    başka bir teoriye göre de davranışların sebebi datura. bu bitkide bol miktarda atropin bulunur ve diğer halüsinojenlere kıyasla daha yüksek oranda psikoza ve deliryuma neden olur.

    başka bir teoriyi de bazı sosyal psikologlar ortaya atıyor ve diyorlar ki; eylemler o dönemin sosyal ve politik huzursuzluğuna atfedilebilir ve hızla genişleyen bir nüfusla birlikte en çok çocukları öldüren çiçek hastalığı buna bir sebep olarak gösterilebilir.

    son bir teori de bir nöroloji dergisinden geliyor. dergideki tez, çocukların davranışlarını antikorlardan kaynaklanan beyin iltihabı yani ensefalit olarak açıklıyor. hastalarda paranoya, uykuzuluk ilerleyen safhalarında nöbetler, tekrarlanan ağız ve dil hareketleri, davranışlarda anormallikler görülür. eskiden bu hastalar deli diye yaftalanıp akıl hastanelerine kapatılmışlardı ama sonra anlaşıldı ki bu nörolojik bir rahatsızlık ve nmda reseptörlerine karşı tepki veren antikorlardan kaynaklanıyor.

    teoriler üretebiliriz belki ama yine de gerçekte ne olduğunu, çocukların davranışlarına neyin sebep olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

    kaynakça
    ergotamin
    datura
    ensefalit
  • geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz arthur miller'ın the crucible diye nadide bir eseri bulunmaktadır olayla ilgili. isimler gerçek mi yoksa hayal ürünü mü emin değilim ama filmi falan da çekilmiş, hatta yamulmuyorsam daniel day lewis falan oynamıştı, konu ile ilgili arzu edenler kitabı okuyup yahut filmi izleyip mahkemeler hakkında bir fikir sahibi olabilirler.
  • ortaçağ avrupası'nda, yeni ahit'te geçen "efsuncu kadını yaşatmayacaksın" ayetine dayanılarak yapılan ve sayısı on binleri bulan kadın katliamlarının amerika kıtasındaki ilk yansımalarındandır. 200'e yakın kişi massachusetts'te kurulan mahkemelerde yargılanmış ve 30 kadarı korkunç şekilde idam edilmiştir. öte yandan mükemmel bir korku filmi konusudur. nitekim amerika'nın keşfinin ilk yıllarında geçen, cadılıkla ilgili olan ve atmosferini gayet de rahatsız edici bulduğum bir adet öncü film çekilmişti (bkz: the witch). salem cadı mahkemeleri'nden uyarlanmış bir film de çekilse üstüne pek güzel olur.
  • olayların baş kahramanı ann putnam jr adlı zat-ı şahane hakkında okuduklarımdan sonra aklımda doğan, büyüyen, gelişen ve ölmeyen düşüncelerimi kısa ve öz bir şekilde bünyesinde birden fazla anlamı taşımak gibi bir niteliğe sahip küfür, ima, tariz, kinaye, hakaret, laf sokma vb. bir edebi usulle ifade etmeyi çok istemiş olsam da eleştiri ve yermenin ölçüsünü kesinlikle kaçıracağımdan susmayı ve yorum yapmamayı tercih ediyorum lakin gönül razı değil.

    yakın tarihte atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kişilerle ayakta duran kimi kamu kuruluşlarının başına gelen iftiraları, ali cengiz oyunlarını ve ithamların şeklini ve sürecini bu mahkemelerde ele alınan duruma benzetiyorum.

    (bkz: at izinin it izine karışması)
hesabın var mı? giriş yap