• gurbetteyken duyulan şiddetli memleket özlemidir.

    bu duygu, bugün rumca bir mezar taşında yazılanları irdelerken aklıma düştü. şahsen bu duyguyu yaşamımdaki öğrencilik ve askerlik evrelerinde ben de zaman zaman şiddetli bir şekilde yaşamıştım. o yıllarda bu duyguyu kabartan şeyin ''aidiyet duyma ihtiyacı'' olduğunu düşünürdüm. çünkü bu duygu yabancılık hissettiğim anlardan sonra içimde güçlü bir şekilde uyanırdı. aslında halen daha aynı düşüncedeyim diyebilirim. neyse... mezar taşına döneyim: görsel bu mezar taşında bahsedilen kişi rahip ioannes, epir'in bir köyünde doğmuş, büyümüş, bir zaman sonra da yolu silivri'ye düşmüş. 20 yıl boyunca silivri'de rahiplik yapmış, 1862 yılında da vefat etmiş.

    söz konusu mezar taşında yer alan şu cümle, üzerinden yirmi yıl kadar uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen ioannes'in gurbette çektiği yabancılığı vurgulamaktadır: ''yabancılar arasında yabancı olup, vatanından uzak bir yerde yaşamıştır.'' rahip, belki de bu yabancılığı hiç yenememiş, içindeki sıla özlemini hiç dindirememiş, neticede de içindeki bitmek bilmeyen bu duygu mezar taşına kadar yansımıştır, kim bilir?

    19. yüzyılda silivri'de vefat eden bir diğer gurbetçi ise arnavut ilyas ağa'nın kayınvalidesi hatice hanım'dır. 1824/25 yıllarında vefat eden bu hanımefendinin mezar taşında yer alan şiirin bir mısrası şöyledir: ''gurbet elde erdi ecel târ ü mâr etti beni.'' acaba hatice hanım kaç yıl çekti bu sıla özlemini? (bu mezar taşının fotoğrafını da uygun bir vakitte buraya eklerim)

    nitekim, insan hayatı sürprizlerle dolu hakikaten. rahip ioannes ve hatice hanım hiç tahmin eder miydi hayatlarının silivri'de sonlanacağını? üstüne üstlük 2024 yılında silivrili birinin onların sıla hasretini, bu duygunun mezar taşlarına olan yansımasını göstermesi bakımından ekşi sözlük'e not düşeceğini? garip şeyler...
    -------
    yazıyı yazarken arka planda çalsın diye açtığım bu şarkı anı olsun: hayko cepkin - memleket hasreti güzel arkadaşımın söylediğine göre yazımda ahmet kaya etkisi fazlasıyla hissediliyormuş. güzel fikirleri için ona çok teşekkür ediyorum. :))
  • bir hastaliktir.

    semptomlar:

    sila hasreti uykusuzlukla baslar. hasta ilk gunlerde hayatini normal sekilde surdurebilmekte sagda solda gezip tozma, calisma, dans etme gibi bir takim faaliyetleri yerine getirebilmektedir. uykusuzluk problemini cozmek icin papatya* cayinin yetmedigi durumlarda uyku hapi arayisi gundeme gelmisse hastalik sureci baslamistir. bunu odaklanma problemi izler. hasta genellikle bu safhada inkar psikolojisi icinde olup yasadiklarini strese yorgunluga ve agir calisma kosullarina baglayarak icinde bulundugu durumu reddeder ve daha bir fazla calisip daha da kendini yorma egilimi baslar (isim gucum olsun kafayi bunlara takmiyim hessabi). sikilganlik ayri bir belirtidir. basladigi isi yarim birakma, erteleme yada toptan vazgecme gibi sorunlar yasanabilir. anadilinin konusulmadigi cografyalarda yasayan hastalara telefon faturasinin aci aci patladigi gozlemlenmistir. sozlukte yazar olanlarin sukelalarinda artis gorulebilir.

    surec:

    'simdi keske orda olsaydim' yada 'orda olsaydim boyle mi olurdu simdi...' dusuncelerinin kaynagi elektrik akimi, bazi noronlari hirpalamaya baslar yani hasta sikca bu noronlari cozur cozur elektrige bogmaktadir. hasta hala red surecindeyse 'ne diyom lan ben manyak miyim istanbul kayniyordur/karla bogusuyordur simdi. evde olsam nereye gittin kacta geldin oh all the leaves are brown... and the sky is gray... ' gibi soylemlerle kendini kandirmaya devam eder. bir sure sonra ozcan deniz ve ibrahim tatlises dinleme egilimi basgosterir. sarki sozleri ezberlenir. evde bangir bangir calinir. 'anlamiyonuz dimi essolessekler, dinleyin bakalim, aramaaaaaaam sormaaam bir dahaaaaaaaa' diye evin icinde anirilir. bazi vakalarda, hastanin bayrak altinda yasadigi zamanlarda reddettigi ve savastigi bir takim ideolojileri bile savunur halde geldigi gozlemlenmistir. tum dunya turktur. yogurdu da turkler bulmustur. avrupa bahcelere cicekliklere ..icarken turk hamamlarinda millet sauna hessabi kese attirip pamuk gibi gezmektedir. zeytinyagli sarma, tavla, dolma, kofte, nazarlik, tesbih turk-isi*dir. mehter marsiyla gelinir izmir marsiyla gidilir. daha ileri vakalarda 'mukemmel lan benim ulkem! .. bile korduk aslinda dunyanin da iste almanlar yenilince biz de yenilmis sayildik' dusuncesi agir basmaya baslar. tum gazeteler okunur. ulke hakkinda cikan tum yazilar incelenir. ermeni soykirimi iddialarina cevaplar yazilip tum tanidiklara forward edilir. internetten istanbul fotograflari indirilip bilgisayar ekranina arka plan yapilir. turizm bakanligi sayfasindan turkiye reklamlari indirilir gelene gidene izletilir. 'yemisim yunan adalarini, avrupa haltetmis, hangi tropik cografyada var boyle guzellik!!!' diyerek arkadaslarin beyin kivrimlari itinayla utulenir. basagrisi, surekli yorgunluk, ota boka aglayip zirlama, asiri hassasiyet diger bulgulardir. hastaligin iyice siddetlendigi donemde ise hasta gogus agrilarindan sikayet etmeye baslar. nefes darligi ve kalp agrisi acil tedavi gerektirir. hasta bu evrede gerceklerle yuzlesecek ve 'homezik oldum ..mina koduum' diyerek avare avare gezecektir. kalp icten ice curuyen bir agactir artik. koklerinden uzakta aldigi her nefes icindeki dolmayan boslugu yavas yavas kemirecek, anneye simsiki sarilmadan, babanin omzuna basini yaslamadan ve bir dolu dolu aglamadan o bosluk dolmayacaktir. bir yurek sizisidir sila hasreti. asya/iran marketlerinde eti top kek piyale un gorunce sessizce suzulen gozyasidir.

    tedavi:

    bir adet ucak bileti birkac da bavuldur elbette.
  • ''burun direginin sızlamasi nasil olur bilir misin?

    eşyalarını toplarsın, bavulunu hazırlarsın, annenin mutfak masasın da son kahvenle son sigaranı içersin, sonra bi araba seni garaja götürür. sarılıp aglarsın sevdiklerine, hic tahmin etmeyecegin kadar özleyeceksindir cünkü. yerine gecersin, oturusun, gözyaşları eşliğinde el sallarsın.ne zaman gelecegin belirsiz memleketine, çıktıgın ilk gurbete, yanında götüremediklerine aglarsın.
    sıladan uzaklarda, sevdiklerinden ve bildiklerinden uzaktaysan mutlaka bilirsin.

    yerini tutamaz zannedersin hiç bir şey. gurbet diyecegin o yere ayak bastıgın vakit, geldigin otobüse binip geri dönmek istersin.
    ''işte burası'' dedikleri yere eşyalarını yerleştirirsin de bavulunu boşaltamazsın uzun süre.her sabah uyandıgın da kapayıp fermuarını bavulun geri dönmek gelir. yapamazsın.
    günler geçer, bavulunu da yerleştirirsin yerine.gözyaşlarıyla dolu yalnızlıkların da başlar bundan sonra. yaz sıcagında sokakta oynayan küçük bir çocugun dizleri gibi iyileşmez yaraların. gün geçtikce çogalır çogalır çogalır...
    alışamam zannettigin yerdedir evin. arkadasların da olur. kahve içer memleketlerini özlediklerini anlatırlar.
    anlarsın; tek degilsindir.
    zamanla yaralarını iyileştiren merhemlerin olurlar hepsi. can ciger olursun. kardes gibi, anne gibi,babanne gibi...
    özlemeyi seven psikopat bir bünyeye sahip olursun zamanla.
    alışırsın, seversin orayı da.
    gittigin yerin türküleriyle,gurbetligine aglarsın.

    diner gibi olur acıların.yaraların iyileşir.oraya da alışırsın.pazarına çıkarsın, kaçak çayını da içersin, yemeklerinin tarifini alırsın, şivesini kaparsın. kısmen oralı olursun.
    üstesinden gelemem zannettiklerini başarırsın.daha da güçlü eder bu seni.
    anılar biriktirip, tecrübeler edinirsin.
    sırf ailen üzülmesin diye anlatamadıklarını, arkadaşlarınla paylaşırsın. sırların olur.
    tam da alışmışken, hem sılayı özlemeye hem de oradaki hayatının başrol oyuncusu olmaya gitmen gerektigini ögrenirsin.

    gidersin de, mecburiyetler eşliğinde.tam kurmuşken düzenini,alıştırmışken kendini gurbete, daha bir zor gelir her şey daha kolay gibi gözükse de.
    bu acılarını,özlemlerini, yalnızlıklarını ikiyle çarpmak zorundasındır.çünkü gurbet dedigin o yere hasretlik çekersin. geceler hiç bitmez, iyileştirdigin yaraların kanar. ‘’buna da alışırım’’ diyerek koyulursun yaşamaya ama şunu bilirsin; ne gurbete çıkmadan annenin mutfak masasında içtigin kahvenin tadı ne de alışırım diyerek geldigin, yaşamaya koyuldugun yerdeki kahvenin kokusu, çıktıgın ilk gurbette dar bir sokakta içtigin acı çayın ne tadına ne de kokusuna benzemez. benzemedigi gibi bir o kadar da zevk vermez.
    burun direginin sızlaması nasıl olur bilir misin? ''

    sıla hasreti, hayata karşı insanı pişiren * ateş ve insana kendi olmayı ögreten başöğretmendir. çekilecek acıların tüm hakkı ve daha fazlası yürekte bir sızı ya aittir.
  • olur da hiç tanımadığınız bir edebiyat hocası size "nedir bu halk edebiyatı şiirinin teması?" diye sorarsa gönül rahatlığıyla sıla hasreti diytebilirsiniz... zira halk edebiyatı şairlerinin yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla %90'ı evinden uzakta yaşamaktadır...
  • bazi seylerin degerinin ondan uzaklasinca anlasildiginin kafamiza vurulus sekillerinden biri
  • gavur ellerde memleketini ozlemek
  • dört bir taraftan yalnız kalıp, "ne işim var benim burda" demenizin sebebidir.
    sadece bir dönem ya bir dönem okumak için yurt dışına gidilmiştir. herkes nasıl eğleneceğinizden, neler neler yapabileceğinizden bahseder size. hepsini ufak bi sırıtmayla karşılayıp "hele bi gidelim görelim" dersiniz. uzağa gittiğiniz ilk gün gelip yurt odanıza vardığınızda, ortamın sessizliği çöker içinize birden. böyle zar zor yutkunur olursunuz. "banane ya ben döneyim var mı memleketim gibisi" düşünceleri cirit atmaktadır kafanızda. olur da annenizle konuşursanız "burası iyi alıştım" falan dersiniz ki kadın üzülmesin. ama telefonu kapatınca yutkunamama tekrar başlar.
    off kötüdür kötü.
  • kendime inanamıyorum ama bildiğin çekiyorum bu acıyı. eskiden olsa ve şu an benim konumumda olan biri bu derdini anlatsa bana, vereceğim cevap " salak mısın aq herkes burdan kaçmaya çalışıyo böyle bi şans yakalamışsın değerlendir işte, takıl ohh miss negzel" falan olurdu. ama öyle olmuyo işte. bilmiyorum belki ailem, arkadaşlarım yanımda olsalardı bu kadar sıkılır mıydım buralarda. bir başınalık mı bu kadar zorlaştırıyo mevzuyu, bilmiyorum. bildiğim tek şey var ki şu an pek süper duygular içersinde değilim. ailemi, arkadaşlarımı, sabahları içilen mis gibi çayı, simiti, boğaz'ı, zeytini, peyniri her şeyi özledim işte aq.

    2 aydır avusturya'da yaşıyorum. ilk zamanlar zaten şehre alışma evresiydi. sıfır almanca'yla geldiğim için biraz uzaylı tribiyle bakındım etrafa, kayboldum falan. ilk bir hafta böyle geçti. sonra yavaştan sıradanlaştı her şey, hayatta geri kalan her şey gibi. sonra bikaç avrupa şehrine falan daha gittim. ama bunlar bile sıradan geldi, ki daha önce benim için bunlar mükemmel bir hayaldi. sonraları sebebini anladım, mevzu nereye gittiğiniz değil kimle gittiğiniz, zamanınızı kimle geçirdiğiniz, farkı yaratan kısım bu zaten.
  • durup dururken yuze vuran ruzgar, aglatir..
    ozu; aidiyet duygusuna ozlemdir.
    arada derede kalmalarin ortasinda, kendini oldugun yerde hep ayri hissetmektir.
    tatille gecmez. silaya yerlesmek gerekir. yerlesince gecer, silaya kufur olur.

    (bkz: bir sehri ozlemek)
  • bir yaz akşamı internetten;
    mobese kameralarını açtırıp,
    izmir kordonu buldurup,
    bira içtirir adama sezen aksu şarkıları eşliğinde.

    aha öyle bişey düşün.
hesabın var mı? giriş yap