• söğüt... kimine göre bir başlangıç, kimine göre bir bitiş. kimine göre çok yakın olan, kimine göre binlerce kilometre ötede, bir rakı bardağının dibinde hayali beliren...
    mütevazı kasabam benim...
    mermer ve seramik işçileriyle, kavruk yüzlü köylüleriyle, ilk kez su içtiğim, ilk kez suç işlediğim, ilk kez aşık olduğum, ilk kez sarhoş olduğum... bütün "ilk"leri toplasam karşıma yine çıkan o.
    türbe yolu güzelleri vardır akşamları gün batarken onun ve yukarıdere'de soğusun diye suya yatırılan rakı şişeleri.
    "uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa"da olduğu gibi, o çarşısının ortasında dibine ab-ı hayat suyu dökülmüş çınar olsun son günümde benim de tepemde.
  • osmalıların ilk takıldığı yerler...
  • osmanlı'nın neden bu kadar hırçın bir genişleme politikası uyguladığını tek başına açıklamaya yetecek kadar silik bir yer.

    "lan burda bi ömür geçer mi aq, ilerilerde cennet gibi bursa, istanbul, viyana neyin var, çıkak alak da gelek"

    diye düşünmüş olmalılar.

    söğüt'e ne kadar dua etsek az..
  • kitle turizminden uzak, doğallığını ve doğallıktan gelen büyüsünü yitirmemiş küçük cennet. araçla gidecekseniz, yaklaşık 50 km. olan fakat yarımadanın virajlı yollarından ötürü 1,5 saate yakın sürecek olan iki farklı yol alternatifiniz var. bu yollardan biri, içmeler üzerinden giderken, daha çok tercih edilen yol ise selimiye-bozburun üzerinden söğüt'e ulaşıyor.

    yolları aştınız ve ulaştınız. sizi yarımadanın ve karşıda bulunan simi adası'nın harika manzarası karşılıyor olacak. söğüt'ün bulunduğu koy, pek çok ünlü ve lezzetli mekana ev sahipliği yapıyor. bunlardan bazıları, ahtapotçu mehmet, denizkızı, deniz yıldızı, yakamoz gibi restoranlar... benim favorim ise, sahilin diğer tarafında kalan ve gün içerisinde iskelesini, şezlonglarını kullanabildiğiniz, köyden bir ailenin işlettiği, geçen sene açılan kırin dede'nin yeri oldu. bilimum günlük ev yemekleri ile doğal beslenme şansına sahipsiniz. denizin tertemiz, çarşaf gibi ve derin olduğunu belirtmemde de yarar var. söğüt'te ailelerin işlettiği pansiyonların yanında, yine bir ailenin işlettiği, adını köyün eski ismi olan saranda'dan almış, çok güzel bir butik otel de bulunmakta. tavsiye edilir.

    sessizlikten yanaysanız ve dinlenmek, kendinizi dinlemek istiyorsanız, söğüt'te çok şey bulabilirsiniz.
  • ertugrul gazi ve dursun fakihin türbelerinin bulundugu bilecikin ilcesi.
  • marmaris içmelerden yarım saatlik keyifli bir dağ yolunu geçtikten sonra cennet gibi manzarası ile sizi karşılayan bir köydür söğüt. sessizliği, temizliği, lacivert denizi ile mest eder insanı. 5-10 odalı pansiyonları, deniz kenarındaki restoranları keyifli dakikalar geçirtir insana. eğer denizi, manzarası, yemekleri güzel ve sessiz sakin bir tatil planlıyorsanız mutlaka yolunuzu söğüt'e doğru çevirin..

    (bkz: keleş pansiyon)
  • taşında mermeri, toprağında seramiği, yaprağında ipeği saklayan kuruluşun ve kurtuluşun beşiği bilecik ilçesi.
  • son iki yılda keşfedenlerin sayısı artsa da hala marmaris’in bakir, sakin, huzurlu bir köyüdür. yolu oldukça virajlıdır. ama sizi bekleyen güzelliğe değer. bizim tercihimiz iki yıldır sahilin en sonunda yer alan mavi akvaryum pansiyon. pansiyonun hemen önünden kendi iskelesinden denize girebiliyorsunuz. dalga sesleri ile uyuyup restoranında güzel lezzetli yemeklerini yiyebiliyorsunuz. ancak burayı (söğüt) sadece huzurlu sakin tatil isteyenler tercih etmeli. minik bir köy olduğu için beklenti koymayın buraya gelirken. denize girin, rakınızı biranızı için, kitabınızı okuyun. huzurla dolup ayrılın burdan.
  • latince: salix.

    hamlet'te ophelia'nin agacidir ayrica, kendisini nehre bir sogutten birakiverir.
  • bebeklik ve ilk çocukluk yıllarıma dair birçok hikayenin baş kahramanıdır.

    yaz başlangıcında doğduğum için annem beni bahçedeki söğütün gölgesine bırakırmış. o zamanki köpeğimiz de yanıma gelir yatarmış, annem yanımdan ayrılınca. köpeğimizin bana bekçilik yapma içgüdüsünü hala minnetle yad ediyorum. dünyadaki en huzurlu, açık hava uykularımın ilklerini altında gerçekleştirdiğimden olsa gerek en sevdiğim ağaçlardan biridir söğüt. çocukken yapraklarını çekiştirip koparmayı da çok severdim. bu çok sevilmenin diyeti miydi söğüt için, bilmiyorum.

    beraber bir fotoğrafımız var, 1995 yılından. altında 3 tekerlekli bisikletim ve uçuk yeşil elbisemle epey mutlu göründüğüm.

    bir ağaçla bir çocuğun kurabileceği bağı asla küçümsememek lazım. zeytin, incir, çam, iğde, çınar, mandalina, dut ve tabiki yeşil erik. büyük bir şehirde büyümemiş olmanın şansı tüm bu ağaçlarla kurabildiğim yakın ilişkilerde gizli. en güzel oyunlarım, ilk dertleşmelerim, yalnız vakit geçirebilmem, iç konuşmalarım, kendimi ikna etmelerim ya da mutlu olabilme kabiliyetlerimi hep bu ağaçlar sayesinde kazandım. en yakın çocukluk arkadaşlarım gibi ve en güzel anılarımda hepsi.

    bazısı hayal meyal hatırladığım dedemden mirastı, bazısı bahçesinde saatlerimizi geçirdiğimiz mahalle camisinin avlusundaki içi oyulmuş asırlık çınardı, ki bu güzide çınarlar hem benim hem babamın çocukluğuna tanıklık etmiş, bazısı da abimin “benimle konuşuyor ama seni sevmediğinden konuşmuyor” diye beni bir ağacın konuşabileceğiyle kandırdığı koca bir zeytindi mesela. sonra gizliden zeytinin yanına gidip lütfen benimle de konuş diye saatlerce yalvardığımı hatırlıyorum. içten içe ağaçların kimseyle konuşmadığını ve abimin beni yine kandırdığını bilsem de, ya bir ihtimal konuşsa? diye taşıdığım o saf umut sayesinde belki hala bunları anımsayabiliyorum.

    dili olsa da konuşsa şu ağaçlar. anlatacaklarını hala merak ettiğim binlercesi var hatıralarımda.
hesabın var mı? giriş yap