• bu sendroma adını veren olay 1973 yılında stockholm'deki başarısız bir soygun girişimi sonucu ortaya cıkmıştır. kreditbanken isimli bir bankayı soymaya kalkan soyguncular kuşatılınca bankada bulunan 4 kişiyi rehin almışlar ve altı gün boyunca direnmişlerdir. altı günü sonunda polis operasyonu sırasında rehineler kurtarılmaya aktif olarak direnmişlerdir. daha sonra ise soyguncular aleyhine tanıklık etmeyede yanaşmamışlardır hatta para toplayıp savunmalarına yardımcı olmuşlardır. bu olaydan sonra psikolojide benzer rehine-rehinci olaylarındaki yakınlaşmaları tanımlamak için kulanılan bir deyim haline gelmiştir.
  • nice cüneyt arkın, emel sayın, kadir inanır, tarık akan ve gülşen bubikoğlu filmlerinde farkında olmadan işlenmiş olan sendrom.
  • stokholm sendromu, sadece aşk ilişkisiyle kısıtlı olmadığı gibi, sadece fiilen rehin alma durumlarına has da değildir. kısaca, baskı gören kişinin baskı uygulayana sempati geliştirmesi olarak tanımlanabilir.

    bu sendromun gelişmesinin temel nedeni, hayatta kalma içgüdüsüdür. dış dünyadan tamamen soyutlanan kurban, ihtiyaçları için kendisine baskı yapan kişiye bağımlı olduğunu hisseder. baskıcının yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyür, zamanla kurban kendisini baskıcının yerine koyup olayları onun gözünden görmeye, yaptıklarına hak vermeye başlar. kurban tarafından baskıcının şiddet eğiliminin tamamen gözardı edilmesi sonucunda, içinde bulunulan tehlike de reddedilir. kurban tek olumlu ilişkisinin baskıcı ile arasında olan olduğunu düşündüğü için bu ilişkiyi de kaybetmek istemez ve dolayısıyla kurbanın baskıcıdan ayrılması gitgide zorlaşır.

    stokholm sendromu'nun görüldüğü belli başlı gruplar şunlardır:
    rehineler
    tarikat üyeleri ve dinsel baskı altındakiler
    savaş esirleri
    cinsel tacize maruz kalan çocuklar
    pazarlanan* hayat kadınları
    aile içi şiddet mağdurları
  • kaçıran, rehin alan "kopuğa" aşık olma durumu, hatta aşık olmakla kalmayıp verme, köpeği olma hadisesi (bkz: world is not enough), (bkz: durduk yere bilgi sahibi olmak).
  • peki diyelim bankayi bastilar, ben de orada bahamalardan yazlik almak icin krediyle filan ugrasiyorum, butun hayallerim suya dusuyor. sonra hiyarin teki kahramanlik yapip gizlice polisi ariyor, bunlar kacamiyorlar, yuzgoz bicimde beklesmeye basliyoruz. o arada adamlarin outsourcing yuzunden isten cikarildiklarini, savas gazisi olmalarina ragmen sigorta alamadiklarini, ayakkabi alacak paralari olmadigindan cocuklarinin uc aydir ciplak ayakla 10 km karda yuruyup okullarina gittiklerini falan ogreniyoruz. empati kurup, sempati besleyip, kacmaya karsi apati * gosteriyoruz. bu da mi stockholm sendromu? adami dinleyip aklima yatan bir karar veriyorum, destekliyorum, sendrom mu bu, hastalik mi? allahsizlar. insafsizlar.
  • güce tapmaktan ziyade rehinenin kendisini rehin alan kişiyle birarada bulunduğu zaman dilimi içinde o kişinin duygularını anlamaya başlaması, zamanla o kişiye sempati duyması -yani rehin alan kişinin duygularını hissetmesi onunla aynı duyguları yaşaması- neticesinde ortaya çıkan ruh hali. rehine ile rehin alan arasında yaşanan etkileşimin ürünüdür.

    mazoşistlik değildir kesinlikle. mazoşizmde acı çekmekten zevk almak vardır, stockholm sendromunda ise rehin alınmaktan hoşlanmaktan çok rehinenin o eylemi niçin gerçekleştirdiğini, belki ihtiyaçlarını farketmek, duygu ve düşüncelerini kavrayıp paylaşmak, bir bakıma ona hak vermek vardır. mesela; hırsızlık suçtur. ahlaki açıdan bakıldığında da durum değişmez. ancak kişinin parası olmadığından, biran önce ilaç tedavisine başlanmazsa yaşamını yitirecek olan hasta yatağındaki eşi için ilaç çaldığını düşünün. yaptığı iş suçtur. ancak ahlaksızlıktır diyebilir miyiz?

    konuyla ilgili bir çok film ve kitap yayınlandı. ben durumun daha net anlaşılabilmesi için turgut özakman'ın yazdığı "duvarların ötesi" adlı tiyatro oyununun izlenmesini tavsiye eder, satırlarıma son vermeden önce büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin yanaklarından öper, yaşıtlarımla tokalaşırım.
  • kısaca kaçırılanın kaçıranına aşık olma halidir. briseis'in achilles'le olan iliskisi de bir nevi stockholm sendromudur.
  • eğer olmasaydı, türkiye’deki kadınların en az yarısının intihar edeceğini düşündüğüm bir çeşit savunma mekanizması.

    kadın tanımadığı adamın biriyle evlendirilmiş, ailesinde uzak köyün birinde tarlada çalışıp ev geçindiriyor, gelip evde gene iş gene ırgatlık, çoluk çocuk büyütmeye çalışıyor, sürekli aşağılanıyor, bunlardan biri eksik olunca da dayak diyor. hayatta sadece kendine ait olan, yediği dayaktan başka bir şeyi yok.

    adam 6 gün bankada rehin kalmışsa kalmış, bir de gelsin buraya, alalım kendilerini şöyle dağ başındaki tek göz gecekonduya üç bebe, bir hödük ve hödüğün ailesiyle beraber de görsün o zaman göbüşbaşı köyü kuşuçmaz mezrası sendromunu.
  • acilen isminin değişmesi gereken hastalık. türkiye sendromu, ankara sendromu, melih gökçek sendromu vs bunlardan biri olabilir.
hesabın var mı? giriş yap