• - filmin dublör koordinatörü george cottle (inception, the dark knight, 28 days later, ant-man vs) daha önce hiç bu filmde çalıştıkları gibi çalışmadıklarını söylüyor. o kadar aksiyon, koreografi gördük, böylesini görmemiştik diyor.

    - christopher nolan bu filmde de bilimadamı kip thorne'dan danışmanlık almış. interstellar'daki kadar değil ama. filmin bilimsel temele dayandığını ama tamamen bilimsel doğruluk amacı gütmediğini de ekliyor.

    - nolan john david washington'a the blackkklansman'da bayılıyor ve filminde oynamasını istiyor. ayrıca karakterinden ötürü bu aktörün atletik olması da gerekiyordu diyor. haliyle jdw the protagonist rolü için biçilmiş kaftan diyebiliriz.

    - nolan'ın imax kamerasını en uzun kullandığı film olmuş ayrıca. 1.6m feet (487.68 km). hem de kendi rekorunu kırmış. daha önce bu uzunlukta imax kullanılmadığını düşünüyor.

    - diğer filmlerinde olduğu gibi, bu filmde de imax kamerasının diğerlerine göre daha gürültülü olmasından ötürü bazı önemli diyaloglu sahneleri 65mm ile çekmişler. malum nolan automated dialog replacement'ı pek sevmiyor. konuşmalar filmde daha organik olsun istiyor.

    - nolan'ın bu filmde yine hoyte van hoytema ile çalışmak istemesinin nedeni dediğine göre hoytema'nın bir mühendis gibi düşünebilmesi ve anı, sahneleri fotoğrafik görebilme yeteneği imiş. hoytema da bu filmde yeni şeyler öğrendiğini ve yeni teknikler üretmek zorunda kaldığını söylüyor.

    - fragmanda da gördüğümüz opera binası (gerçekte linnahall) ekip vardığında leş gibi bir durumdaymış. halılar kaldırılmış, duvarlar grafitili, koltuklar eski, kırık dökükmüş vs. adamlar binayı resmen restore etmişler.

    - robert pattinson baya yetenekli bir şoförmüş. kimsenin de gözüne sokmamış tabi bunu. sürüş ekibiyle çalışmaya başlayınca adamın ne kadar iyi bir sürücü olduğunu görmüşler. bu eleman bu inverted sahneleri kıvırır demişler sonra. filmde izleyeceğimiz bazı pattinson sürüşleri gerçek yani. tabi daha zor ve komplike sahnelerde araba kontrolü tamamen usta şoförlere ait. olması gerektiği gibi.

    - filmin müziklerini yapan ludwig göransson nolan'ın müzik bilgisine şaşırdığını söylüyor. bestelerini bitirdiğinde nolan'a veriyor ve nolan çekimler için sağa sola giderken besteleri dinleyip notlar tutuyor. hangi efektin hangi karaktere ait olması gerektiğini, hangi temanın hangi karakteri temsil etmesini istediğini vs söylüyor. neyse ki film çekimleri ve orkestral kayıt pandemi başlamadan bitiyor. ancak bir iki haftalık daha orkestral kayıt ve son rötuşlar isteyen ludwig ve nolan müzisyenlere evlerinde kayıt yapıp göndermelerini söylüyorlar. böylece son kayıtlar da tamamlanmış oluyor.

    - nolan seyirciye, kendisinin küçükken casus ve aksiyon filmlerini izlerken aldığı hazzı yaşatmak istediğini söylüyor bu filmle. inception ile soygun (heist) türünü farklı şekilde ele alan nolan, tenet ile de casusluk (espionage) türünü kendi tarzında yorumluyor ve izleyiciye iyi vakit geçirmek istediğini ekliyor.

    not: sağda solda dolaşan production notes'tan özetlenmiştir.
  • herkes filmi neden beğenmediği yönünde farklı farklı fikrini ve gerekçelerini yazmış. bana göre de bu filmin en büyük problemi(ortaya koyduğu fikrin basitliği, senaryonun tırtlığı ve karakterlerin 2 boyutlu olmasından da büyük), konuyu takip edemediğiniz için anlamıyor oluşunuz değil, ekranda olup bitenleri takip edemediğiniz için anlamıyor oluşunuz. şimdi ben filmden önce ne kadar ön okuma yapsam, filmin ne anlattığını araştırsam, ne kadar hazırlansam da iki gözümün algı kapasitesi belli. onca patlamanın ortasına ekranda yarısı ileri, yarısı da geri saran onlarca askeri yerleştirip haldır huldur oradan oraya koşturur, bu da yetmezmiş gibi hepsinin yüzüne fizik kuralları vb. sikimsonik gerekçelerle sürekli maske ve kask takar, kimin kim olduğu bile ayırt edilemez hale getirirsen ben gördüklerimi elbette takip edemem. nitekim x-ray vision'ım olmadığı için çoğu zaman maskelerin altında kim olduğunu, kimin kimi öldürdüğünü bile anlayamadım. hangi aptalca sebep bir yönetmene seyri bu kadar amaçsızca mahveden bir karar aldırabilir ki? velhasıl filmin konusu değil ama 2.5 saat boyunca ekrana bakmama rağmen çoğu zaman hiçbir şeyi algılayamamak yordu beni. bu yüzden de bu filmi ne tekrar seyretmek, ne de anlamaya çalışmak istiyorum.
  • bazı sahnelerde; zaman bir yandan geriye akarken, bir yandan da normal seyrine devam ediyor. yine bir boklar yemiş ama dur bakalım.
  • film bozuk amk, bazı yerleri geri sarımda oynatılıyor. izlemeyin. nolan’dan böyle bir hatayı beklemezdim. ...üdzü
  • --- spoiler ---

    zencilerde de rol yapma yeteneği, karaktere bürünme gibi olgular genelde yetersiz kalıyor.

    --- spoiler ---

    ekşi sözlüğün geldiği hale bak ya, eskiden bu tür başlıklar sinemadan anlayan insanların kayda değer yorumlarıyla dolup taşardı, ilgilenmiyor olsan bile göz ucuyla baktığın başlık bile ufkunu açardı. şimdi birisi de tüm cehaletiyle bunu yazabiliyor. rezillik.
  • 2000 memento
    2010 inception
    2020 tenet

    teşekkürler nolan.
  • öyle bir film ki transformers'ın insanlı olanı da dersin, geleceğe dönüşün dolereonsuz olanı da dersin.
    şaka bir yana bundan sonrası tahminlerimden oluşan spoilerlar içeriyor..

    --- spoiler ---

    baba oğul paradoksuyla giriş yapalım.

    öncelikle film boyunca ajanımızın her şeyi kolayca halletmesi, kolay kolay vurulamaması, geri geri giderken frene basarak aracı kolayca durdurabilmesi ve en önemlisi kat'e olan düşkünlüğünü bir tarafa koyalım. bu cepte.

    gelelim neil'e... saç kesimi, kuzey avrupa dillerine hakimiyeti, fizik doktorası, kat'i kurtarırken sürekli onla ilgilenmesi ve ajana sonunda "beni sen tuttun" demesini de bir kenara koyalım.

    kat. bu karakteri pek sevmesem de dünyayı bir tarafa oğlunu da bir tarafa koyması. oğlunun çoğu zaman saçları ve saç kesimiyle kadraja girmesi. ayrıca kocasını vurmaya giderken neil'i ısrarla sorması (ki bu sahnede evrilmişlerdi) ve "ona bir veda dahi edemedim" diyerek üzülmesi. bu da cepte.

    şimdi son sahne geçişlerini irdeleyelim.
    ajan neil'e duygusal olarak bağlı. bunu son sahnelerde neil için gözlerinin dolmasından anlıyoruz. peki sonra ne oluyor? kat'i ve oğlunu korumak için priya ve adamını vuruyor.

    peki bu denli soğukkanlı bir ajan sonradan tanıdığı bir kadın için neden bu kadar zahmete katlansın? ki bunu yapan kendini evrilten bir insan. yani zamanda geri giden bir biri.

    şimdi parçaları birleştirelim.
    ajanın neil için gözlerinin dolması, kat'in neil'i kısa süre içinde tanıyıp duygusal bağ kurması ve kadraja giren çocuğun saç yapısına dikkat çekercesine kameranın odaklanması ve bu çocuğun genellikle okul önünde ekrana yansıması... neil'in fizik doktorası... çaktın mı köfteyi?

    çakmadıysan ben söyleyeyim:

    neil aslında kat'in oğlu.

    estonca da yazardım ama tersten yazamıyorum işte.

    bunun dışında da birçok şey yakaladım ama teori işte.

    --- spoiler ---
  • -filmde michael caine'e bir rol verildi mi?
    +verildi.
    -güzeeel. şimdi git burus vilsi çağır.
  • pandemi sebebiyle sinemaya gidip izleyemediğim için malum ortamlara düşünce izleyebildim ve suserların verdiği tepkiyi pek anlamlandıramadım. filme karşı bir kızgınlık söz konusu sanırım. insanlar chris nolan'a kızmış gibi. tüm entryler küfür kıyamet gidiyor. niye ki? bence harika bir film olmuş. bu zamana kadar gördüğüm en orijinal zaman yolculuğu tasarımı var filmde. nolan tam anlamıyla bir sinema dahisi ve bu da son işi işte, neye kızdınız bu kadar?

    neyse, ben değerlendirmeye geçeyim.

    --- spoiler ---

    herkesin ilk yarım saatte anladığı üzere, filmde olan biteni çözmek pek kolay değil. tüm karakterler bir kaosun içinde sürükleniyor gibi. neler döndüğünü anlayabilmek için internette biraz okuma yapmanız ve kendi kendinize kafa patlatmanız lazım. çok uzun bir okuma yapmanıza da gerek yok aslında, olay o kadar da karmaşık değil. bir ipucu vereyim: filmde sadece 4 şehir var, buna dikkat edin.

    senaryoyu ve anahtar kısımları anladığım kadarıyla açıklayayım.

    filmdeki zaman yolculuğu tasarımından başlayalım. burası çokomelli ve çok ilginç; tenetteki zaman yolculuğu bu zamana kadar başka hikayelerde işlendiği şekilde işlemiyor. nolan tenet'te tamamen kendine has bir zaman yolculuğu tasarımı yapmış. bir cihazın içine girip bilmem kaç senesine giderek normal bir şekilde yaşamaya devam etmiyorsunuz. mesela, yüz sene öncesine gidemiyorsunuz, gidebilmeniz için yüz sene önce de hayatta olan bir insan olmanız gerekiyor. yaşadığınız kadar geriye gidebiliyorsunuz. ikinci önemli nokta: gelecek yolculuğu diye bir şey yok, geleceğe gidemiyorsunuz. en çok karıştırılan kısım burası olduğu için tekrar edeyim: gelecek ulaşılamaz durumda, sadece geçmişe dönebiliyorsunuz. dolayısıyla, birden fazla insanın ömründen daha uzun olacak kadar uzak gelecekte yaşayan insanlar ancak şu anda (onlara göre geçmişte) hayatta olan bir insan ile iletişim kurarak, onun aracılığıyla geçmişi etkileyebilecek şeyler yapabiliyor. bunu yapabilmek için seçtikleri kişi ise andrei sator. (lafı geçmişken sator karesi neymiş bir bakın derim) ayrıca, gelecekte keşfedilen bir cihaz sayesinde cisimlerin de zaman yönü değiştirilebiliyor fakat bu cihazı filmde göremiyoruz, sadece gelecekten gönderilen ve evirilmiş cisimlerin incelenmesiyle bu kanıya varabiliyoruz. anlaşılmayan ikinci bir konu da şu: cisimlerin, insanların zaman yönünü değiştirebilseniz de, tüm dünyanın entropisini geri çeviremiyorsunuz, zamanın akış yönünü komple geri çeviremiyorsunuz. eğer bu yapılabilseydi gelecekteki insanlar geçmişte istedikleri zamana dönüp olayların akışını etkileyebilirdi ama algoritma (the algorithm) olmadan, eldeki teknoloji ile zaman daima ileriye doğru akıyor. geçmişi etkileyebilmek için halihazırda geçmişte yaşayan birisi ile iletişime geçmeniz lazım.

    algoritmayı icat eden kadın bu icadından daha sonraları pişman oluyor. zira insanoğlunun bunu kötü amaçlarla kullanmasının tüm insanları öldürmeye kadar gidebilecek devasa bir sonucu olabileceğini fark ediyor (burada oppenheimer referansı veriliyor). bu pişmanlıkla algoritmayı 9 parçaya bölüyor ve dünyanın farklı bölgelerine saklıyor. neden yok etmiyor? sanırım plütonyumun doğası gereği. plütonyum izotopu nedir bir bakın bence, ilginç şeyler öğreneceksiniz. tarihte bununla ilgili yaşanan trajik kazalar var mesela, insanın inanası gelmiyor ama yaşanmış. neyse, mücidimiz bu parçaları saklayacağı yerleri seçerken dünyada hiç kimsenin gitmeye cesaret edemeyeceği, gitse de sağ çıkamayacağını düşündüğü yerleri seçiyor: ölümcül oranda radyasyon bulunan nükleer reaktör çekirdekleri veya önceden patlama yaşanmış olan radyoaktif olarak ölümcül bölgeler. bu işi yaptıktan sonra da intihar ediyor çünkü algoritmadan bir tane daha üretilmesini önlemenin başka bir yolu olmadığını düşünüyor.

    planları bozan kişi ise sovyetler birliği dağıldıktan sonra stalsk-12 adlı bölgede plütonyum arama işine girişen andrei sator adlı bir rus oluyor. stalsk-12'nin ne olduğunu bize sir crosby (michael caine) açıklıyor: kapalı şehir denilen ve nükleer merkezlerin etrafında konuşlandırılmış, harita üzerinde bulunamayan, gizli yaşam bölgeleri. sator (ki ismi sator karesinden-meydanından alınma) bu bölgede kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği kadar ölümcül radyoaktiviteye sahip bir yerde plütonyum ararken bir kutu buluyor. bu kutu gelecekteki insanların kendisiyle ilk iletişime geçiş şekli oluyor. kutunun içinde altın külçeleri ve yapması gerekenlerin anlatıldığı bir kağıt buluyor. ayrıca, sator filmde kanser hastası ve ölmek üzere. zamanında yediği radyasyon sebebiyle gayet mantıklı bir durum. ayrıca, zaten ölüyor olması gelecektekilerle işbirliği yapmak isteme motivasyonlarından birisi. kendisine altın külçeleri verilmesinin sebebi algoritmanın diğer parçalarını bulabilmek için yeterli kaynağa sahip olmasını istemeleri. bu sayede sator milyarder oluyor. 30 sene içerisinde de biri hariç tüm parçaları bulmuş.

    belli ki gelecekte zaman yolculuğu ile ilgili bir sürü başka keşif yapılmış. cisimlerin zaman yönünü değiştirebilen bir cihaz var mesela, ya da zaman yönünüzü değiştiren bir turnike var. bunlar icat edilmiş şeyler zaten ama bunların en önemlisi olan algoritma ortada yok. insanoğlu gelecekte ölümle yüz yüze. geçmişte insanlar hiç petrol kullanmasaydı, ozon tabakasına zarar vermeselerdi, kutuplardaki buzulları eritmeselerdi, her kaynağı fütursuzca tüketmeselerdi vs. gelecekte küresel ısınma sebebiyle insanoğlu yok olma tehlikesi altında olmayacaktı. bu durumda gelecekteki insanlar dünyanın insanoğluna mezar oluşunu engellemek için tek yol olduğuna karar veriyorlar: geçmişteki herkesi öldürmek. herkesi öldürdüklerinde kendileri hayatta olacak mı? herkesi öldürmek çözüm mü?bilmiyorlar ama kaybedecekleri bir şey yok, buna inananlar var ve bunu yapabilmek için de algoritmaya ihtiyaçları var. tüm olay bunun üzerine kurulu. gelecek geçmişi yok etmek istiyor ki hayatta kalabilsin.

    andrei sator algoritmanın parçalarını birleştirdiğinde stalsk-12'deki patlama bölgesine gömecek ve gelecektekiler bu şekilde algoritmayı ele geçirebilecek. plan bu.

    john david washington'ın canlandırdığı filmin baş kahramanının ismini hiç öğrenemiyoruz. entry boyunca kendisinden protagonist olarak bahsedeceğim. protagonist kiev'deki bir opera binasına gerçekleştirilen terörist saldırıyı engellemek amacıyla cia tarafından görevlendirilmiş birisi. fakat bu esnada evirilmiş bir kurşun kullanan esrarengiz birisi tarafından hayatı kurtarılıyor ve ne olduğunu anlamadığı bir parça buluyor. bulduğu aslında plütonyum 241 ama buna sonra değinelim. daha sonrasında rusların eline düşüyor, burada işkenceyle zorla konuşturulmak istemediği için yuttuğu siyanür kapsülünün boş olduğunu bir odada uyandığı anda anlıyor ve fay adında biri kendisine bir görev veriyor ve diyor ki; tenet diye bir şey var, senin işin bundan sonra tenet.

    protagonist barbara adında bir kadınla buluşuyor, bu kadın ona evirilmiş cisimleri gösteriyor ve olayı anlatıyor. protagonist evirilmiş kurşunların nereden geldiğini öğrenmek istiyor. bir kurşunun izini sürerek hindistan, bombayda yaşayan bir yeraltı baronuna, priya'ya ulaşıyor. priya ise andrei sator'dan bahsediyor, kurşunlar bu adamdan geliyor diyor. sator'a ulaşabilmek için sir michael crosby ile görüşen protagonist, sator'a ancak karısı katherine (kat) aracılığıyla ulaşabileceğini öğreniyor. kat sanat eserleri satan bir müzayede şirketinde eksper olarak çalışıyor ama zamanında yakın olduğu bir ispanyolun (tomas arepo) yaptığı sahte bir goia tablosunun orijinalliğini kontrol etmeden (yakın ilişkileri sebebiyle) kocasına 9 milyon dolar gibi uçuk bir paraya satılmasına sebep oluyor. sator karısının yediği haltı öğreniyor ve katherine'i tehdit ediyor. kat da kocasından zaten nefret eden bir kadın olarak intikam almaya ve çocuğu max'i kurtarmaya çalışıyor. protagonistimiz bu vesileyle katherine'e diyor ki benim kocanla tanışmam lazım. ben kocanın sahte tablosunu ortadan kaldırayım, seni tehditten kurtarayım, sen de beni onunla tanıştır. kat kabul ediyor. sator tabloyu oslo havaalanının serbest bölge depolarında kurduğu, gizlice sanat eseri satan bir organizasyonun kasasında saklıyor. ulaşması imkansız gibi bir yer. burada işin içine neil adında bir karakter giriyor (robert pattinson) neil protagoniste içeri girmesi konusunda yardımcı oluyor ve burada işler iyice beyin yakmaya başlıyor.

    oslo havaalanının serbest bölge depolarında protagonist ve neil iki adamla karşılaşıyor. bu adamlar her nasılsa ikisinin de hareketlerini önceden biliyormuş gibi bunlarla dövüşüyorlar, hareketleri geriye gidiyor gibi ve en nihayetinde birisi uçak motorunun vakumuyla odadan dışarı çekilene kadar mücadele ediyor. neil ile mücadele eden ise neil tarafından maskesi çıkarıldıktan sonra esrarengiz bir şekilde serbest bırakılıyor. sonuç olarak protagonist sator ile buluşma şansı yakalıyor ve hayatını filan kurtardıktan sonra diyor ki: ben sana algoritmanın dokuzuncu parçasını (plütonyum 241) bulabilirim. zaten kiev'deki opera binasında eline geçirmişti bu parçayı ama şimdi estonyanın başkenti tallinn'de olacağı bilgisi var. sator tamam diyor ama asıl amacı protagonisti takip edip plutonyumu kendisi ele geçirmek. neden? çünkü kimseye güvenmek gibi bir lüksü yok.

    nitekim tallinn'deki büyük soygun sahnesinde protagonist evirilmiş bir sator ile karşı karşıya kalıyor. sator kat'i öldürme tehditiyle plutonyum'u ele geçirmek istiyor ama işler karışıyor ve protagonist ele geçiriliyor. filmin bence en ikonik sahneleri de burada başlıyor. (sator ile bir camın arkasından konuştukları sahne) bu sahnede mavi oda geçmiş, kırmızı oda şimdiki zamanı temsil ediyor. (ufak bir ayrıntı: kırmızı odadayken sondan başa doğru, ters çalan müzik mavi odaya geçince normal çalmaya başlıyor, ikisi aynı müzik, sadece birisi tersten, diğeri normal.) turnike aracılığıyla geçmiş zamana geçen sator kat'i vuruyor ve plutonyumu almak için odadan gidiyor.

    sator sahneden çıkınca bir grup komandonun işe dahil olduğunu görüyoruz. kim bu komandolar? neil diyor ki priya'nın adamları bunlar, amacımız aynı. algoritmanın peşinde olanlara engel olmaya çalışıyorlar. başlarında ives diye bir eleman var. ives protagoniste sator'un zaman kıskacı diye bir şey kullandığını söylüyor. zaman kıskacı şöyle bir şey: senden iki tane var: birisi zamanda normal akışında ilerliyor, diğeri ise gelecekten gelen, evirilmiş halin. ikisi de zamanın avantajını kullanıyor, birisi gelecekten geldiği için ne yapması gerektiğini biliyor, diğeri ise zamanda ilerleyerek sonucu garantiye alıyor. aynı amaç için uğraşınca işe yarayan bir taktik. kısacası tallinn'deki operasyonda sator iki tane, birisi şimdiki zamanda, diğeri ise gelecekten gelen ve geriye doğru ilerleyen sator.

    protagonist burada diyor ki benim de geri dönmem lazım, kat vuruldu ve ölecek, onu kurtarmak için de geri dönüp yardım bulmak gerekiyor. senaryo burada tallinn'den itibaren geri dönmeye başlıyor. (yani, biz bombay, oslo ve tallinn'e kadar ilerleyerek geldik, buradan sonra geri dönüyoruz) tallinn'deki kovalamaca-soygun esnasında gördüğümüz takla atan aracın aslında kendisi olduğunu acı tecrübe ediyor bizim eleman. eline bir şey geçmiyor ama neil ve ekibi protagonisti kurtardıktan sonra zamanda geri gitmeye devam edip evirilmiş bir şekilde oslo'ya geri dönüyorlar ve geçmişteki kendileriyle mücadele edip kat'i bir sedye üzerinde çıkarıyor ve zamanda ileriye gidip kat'i kurşun yarasından kurtarıyorlar.

    protagonist bundan sonra priya ile konuşuyor ve gitmesi gereken yeri öğreniyor: stalsk-12deki patlama alanı. zira sator algoritamayı teslim etmek üzere. yine geri gidiyoruz.

    stalsk-12de olan biteni de şöyle anlatayım: sator bu patlama alanına algoritmayı bırakacak ki gelecektekiler alsın. bunu engellemek için algoritmayı oradan almak yetmiyor, patlamayı engellememek lazım ki kimse orada ne olduğunu anlamasın. bunun için şimdiki zamanda komandolar sator'un silahlı elemanlarıyla çatışıyorlarken gelecekten gelenler de çatışmanın seyrini bildiklerinden bunlara yardımcı olacak. aynı zamanda, bir başka extraction ekibi (protagonist ve ives) algoritmayı oradan kimseye çaktırmadan alacak. uzun lafın kısası: bombanın patlaması lazım çünkü sator görevini yerine getirdiğini zannederek ölmeli. bomba patlayınca sator kazandığını sanacak ama aslında extraction ekibi (ives ve protagonist) algoritmayı oradan almış olacak. yukarıdaki iki ekip sadece dikkat dağıtmak için var. filmin en anlaşılmayan kısmının açıklaması da bu.

    ilerleyen sahnelerde extraction ekibi içeri giriyor, içeri girerlerken bir sensöre çarpıp bombayı aktive ediyorlar ve tünelin girişi kapanıyor, giriş çıkış imkansız hale geliyor ve görüyorlar ki mavi ekipten birisi yerde yatıyor ölmüş, çantasında da turuncu anahtarlık var. anlıyoruz ki bu arkadaş neil. daha önceden kiev'de protagonistin hayatını kurtaran kişi, gelmiş, kapıyı açmış, protagonist için bir tane mermi yemiş ve ölmüş.

    son kısımda neil'in film için ne kadar önemli bir karakter olduğunu anlıyoruz. cümle cümle anlatmaya gerek yok sanırım, büyük ihtimalle kat'in oğlu max büyüyünce neil oluyor. (maximilien isminin son dört harfi tersten okununca neil oluyormuş) protagonist tarafından yetiştiriliyor, fizik doktorası yapıyor arkadaş, entropi konusunda zibille bilgi sahibi ve her şeyin farkında. en sonunda da görev için kendini feda ediyor, protagonist için bir mermi yedikten sonra ölüyor. olayların tamamında -eski ve yeni- neil bir şekilde etki sahibi ve kilit konumunda. tamamını etkilemiş, yönlendirmiş. organizasyonun başında protagonist olsa da, işi yapan neil. filmin sonunda zamanda geri dönerek öleceğini bildiği yere gidiyor. protagonistin gözleri bu sebeple doluyor.

    --- spoiler ---

    zaten ziyadesiyle uzun oldu, senaryo mevzusunu daha da uzatmak istemiyorum. film ve sözlükte yediği küfürler ile ilgili bir yorum yapıp bitireyim. doom eternal aldım indirimden, aklım orada.

    christopher nolan filmleri bence cidden sanat eseri kıvamında olan filmler. bu adam sayesinde blockbuster aksiyon filmlerinin bile içerisinde çağa uygun teknolojilerle sanat yapılabildiğini görmüş olduk. memento, inception, interstellar, tenet gibi filmlerde görsel efekt, teknoloji, kamera ile sınırları zorlayabilen bir sanat yapmayı başardı bu adam. batman, the prestige, dunkirk gibi gişe filmlerinin dışında yaptığı bütün filmler sinema sanatında daha önce yapılmamış, denenmemiş, orijinal, kendine has, kendisinden başkasının "çekilemez, yapılamaz" diyeceği oranda çalışma isteyen işler. ekranda götünden alev çıkartan süper kahramanlar için harcanan cgi miktarını, boşa giden yeteneği ve emeği görünce insanoğlu bu teknolojiyi neden bu saçmalıklar için kullanıyor demekten kendimi alamıyorum. nolan ise bu anlamda yapılabilecek en iyi işleri çıkarıyor. bu yüzden tenet'teki girift olay örgüsü elinde mısırla saati gözleyen bir sinema izleyicisinin ilgisini çekmeyecektir. tenet'i oslodaki havaalanı sahnesinden sonra izlemeyi bırakmanız olası çünkü üzerinde düşünmek için değil, izleyip geçmek için film arıyorsunuz. bu da gayet normal, sizi filmi beğenmediğiniz için eleştiremem. sinema başından beri bir entertainment dalıdır., dolayısıyla bir filmde eğlenmiyorsanız beğenmeyebilirsiniz. öyle ama filme ve yönetmene küfreden arkadaşların unuttuğu bir şey var, sinema eğlence aracı olarak üretilebildiği gibi, sanat olarak da icra edilebilen bir şey. nolan bu filmi çekerken size "salonda acayip eğleneceksiniz, çok eğlenceli film" sözü verdi mi? vermedi. inception izlerken salonda eğlenen insan görmüş müydünüz? memento izlerken kaç taneniz gerçekten eğlendi mesela? herkes bu filmleri izlerken kafasını kaşıyarak "noluyo yau?" çekiyordu. peki neden şimdi burada sanki birileri sizi kandırmış, oyuna getirmiş, cebinizden paranızı çalmış gibi küfrediyorsunuz? sizi birileri kandırdıysa (ki hiç sanmıyorum) o da sinema salonları ve reklamları yapanlardır. nolan'ın kendisi değil. adam bu filmin yapılmasından sorumlu, pazarlanmasından değil. onlara küfredin, nolan'a değil.

    bakın bir konuda anlaşalım. mesela sözlük olarak bir picasso tablosunun değerini ölçmeye kalkalım. lafın gelişi, mesela yani... burada nolan'a ana bacı küfreden arkadaşların çoğunun 5 tl vermeye yanaşmayacağı tabloları var picassonun ama gerçekte bunlara paha biçilemiyor, insanoğlunun sanat tarihi mirası filan denilerek özel odalarda, güvenlikler ardında saklanıyor. o derece kıymetliler. diyeceğim o ki, gerçek bir sanat eserinin değerinden toplumun geneli bihaberdir. çoğunluğa kalsa davud heykeli çıplak ve çüklü olduğu için, hatta bazılarına göre davud'un çükü çok küçük tasvir edildiği için çoktan parçalanmıştı. bu dünyanın bütün kültürlerinde, her yerde aynıdır. bize kalsa popüler kültürün anaakımına uymayan her şey değersiz, beş para etmez, iğrenç filan olacaktır.

    tarkovsky-stalker izleyip ulan ne ağır işliyor film, amma da edebiyat yapmışlar amuğa goyim çeken bir arkadaşın buraya gelip küfretmesi normal ama bunlrın yanında inception izleyip yerlere göklere sığdıramayan arkadaşların da burada filme bok atmalarını kesinlikle anlamlandıramıyorum. başta iki üç kişi filmi beğenmemiş diye herkes onun peşinden gidiyor gibime geliyor. sürü psikolojisi mi bu?

    arkadaşlar bu film gerçekten her sahnesi ayrı özenle, ayrı detayla çekilmiş, nakış gibi işlenen senaryosuyla insanı kendisine hayran bırakan bir film. bazı sahnelerde bunu nasıl çekmişler demekten kendinizi alamıyorsunuz. gerçekten kamera arkasını ayrı bir film gibi izlemek istiyorum. muazzam bir iş var ortada. günümüzde böyle bir senaryo yazabilecek nolandan başka yönetmen de yok. kıymetini bilin. belki istediğiniz gibi bir aksiyon filmi olmayabilir ama bu kötü bir film olduğuna işaret değil. üzerinde yeterince kafa yorar ve sahneleri ilk seferde dikkat edemediğiniz detaylara bakarak tekrar izlerseniz çok fazla şey göreceksiniz.

    eyyorlamam bu kadar. hadi hayırlı işler.
  • christopher nolan ismi özellikle son on yıldır her sinemaseveri heyecanlandırıyor. zira 2008 krizi sonrası sinemaların cgi efektleriyle bezeli süper kahraman filmleriyle dolmasından sonra, kendisi ana akım sinemaya ait, sahneleri bilgisayar efektleriyle süslemeden çekmeye gayret eden ve senaryosu heyecan uyandıran büyük bütçeli yapımların en aranan ismi haline geldi.

    nolan’ın filmlerinin seyirciyle kurduğu güçlü bağın birçok sebebi olsa da, en temel sebebinin zaman gerçekliği konusunda çeşitli bilimsel teorilerden de destek alarak ürettiği hikayelere dayanıyor. son filmi tenet ile de zaman algısını çok çok ilginç bir şekilde ters yüz ederek hikayesini oluşturmuş.

    filmin sürprizlerine ve hikayesine derin derin girizgah yapmadan evvel filmi henüz görmemiş okurlara yardımcı olması açısından filmin geneline bir bakalım.

    james bond filmlerinin hastası olan christopher nolan’ın dunkirk öncesinde de bir ajan filmi yapmak istediğine yönelik haberler çıkmıştı. hatta kulislerde yeni bond filmlerinden birini yöneteceği söylentileri dolaşmaktaydı. her ne kadar bu bilgi doğru çıkmasa da kendisi, bond filmlerine olan tutkusunu ve ajan filmi çekmek istediğini bizzat röportajlarında dile getirmişti. tenet ile bu hayalini gerçekleştirmiş oldu desek yanlış olmaz. temel olarak tenet, dünyanın düzenine meydan okuyarak insanlığı felakete sürükleyen bir “kötü adam” ile bu durumu bertaraf etmek isteyen bir kahramanın olduğu iyi-kötü savaşından ibaret.

    her nolan filmi gibi masraftan, zamandan ve senaryonun derinliğinden kaçılmadan çekilen film açıkçası nolan filmografisinde en iyiler arasına girebilecek bir film olmasa da, 150 dakikalık süresi boyunca temponun neredeyse hiç düşmediği, hikayenin yersiz sıçramalarla ve sıkıcı tekrarlarla değerini düşürmeyen bir yapıya sahip oldukça iyi bir film olduğunu düşünüyorum. beklentiler daha yüksek olduğundan bir nebze hayal kırıklığına yol açmışsa da beyaz perdeyi özleyenler için daha iyi bir alternatifin olmadığı bu dönemde tatlı bir özlem giderme olduğunu söylemek de mübalağa sayılmaz.

    tenet filmi her christopher nolan filmi gibi hemen kendini açıklayan ve kolay takip edilebilecek bir film değil. genel itibarıyla anlaşılabilir olsa da hikayeyi toparlamak yerinde olacaktır.

    filmin hikayesi ile ilgili sürpriz bozan bölümler olabileceği için filmi henüz görmeyenlerin yazının devamını okumamalarını öneriyorum.

    --- spoiler ---

    film daha ilk dakikalarda sizi koltuklarınıza çivileyecek oldukça görkemli bir opera baskını sahnesi ile açılıyor. gerçek adını bilmediğimiz bir kahramanın (denzel washington’ın oğlu john david washington’ın canlandırdığı bu karaktere yazının devamında kahramanımız diyelim) bu sahnenin sonrasında bir sadakat testinden geçmiş olduğunu anlıyoruz. filmin senaryosu açısından kahramanımız da bizim gibi neler olup bittiğini bilmediğinden kısa süre içerisinde kendisi ile özdeşleşebilmemiz de mümkün oluyor. kahramanımıza bu sadakat testi sonrası “tenet” kodunun kullanıldığı bir ajan kuruluşunun parçası olarak bir görev veriliyor. bundan sonrasını küçük başlıklarla inceleyelim.

    ters yüz gerçeklikler

    görev bazı cisimlerin zamanda ters-yüz edildiğinin adeta bir geri-çekime maruz kaldığının görüldüğü gelecekten gelen bir teknolojinin kullanıldığı bir çetenin nükleer enerjiden daha ağır sonuçlara sebep olabilecek yıkımını durdurması olarak anılıyor. bir yerde tenet ekibine ve kahramanımıza da bu görevinde bu teknolojiyi belirli ölçülerde kullanabilme imkanı sağlanıyor.
    kahramanımız önce bir ingiliz asilzadesinden (michael caine) bu teknolojiyi kimin kullandığına dair bilgi alıyor. sonra hindistanlı abla priya’ya ulaşıyor ve gerçek kötünün kim olduğunu ve ona nasıl yaklaşabileceğini öğreniyor.

    algoritma

    algoritma zamanda ters yüz harekete geçebilmek için oluşturulan bilimsel formül. bunu bulan bilim insanı olumsuz etkilerini düşünerek formülü dokuz parçaya ayırıp geçmişe göndererek saklamış. sonra da intihar etmiş. günümüzde andrei sator bu parçaları bulmaya çalışıyor. son parça olan ve opera binasında ele geçirilen plütonyum 241 sonrasında kaybediliyor, sonrasında otoyoldaki takip sahnesinde kahramanımız tekrar ele geçiriyor.

    andrei sator

    rus zengin gizli tutulan bir bölgede kendisine gelecekten gönderilen üzerinde adının yazdığı bir görevlendirme ile vazifeye atılıyor. algoritmanın tamamlanmasıyla sator zamanı ters yüz etme durumunu tetikleyebilecek. bu durumu da kolundaki fitness bilekliği sayesinde nabzı durduğunda yani öldüğünde aktive olacak bir bombaya bağlamış. sator pankreas kanseri, artık ölmek istiyor. ama dünyanın da onun ölümüyle birlikte sonunu getirecek bir şekilde…
    tenet ekibi, andrei sator’un şiddet uyguladığı ve tehditle kendisine bağlı bıraktığı eşi kat’in öngörüsü çerçevesinde sator’un planının ayın 14’ünde vuku bulacağını öngörüyorlar. çünkü sator ayın 14’ünde yatta eşiyle birlikte iken maksimum mutluluğa ulaşmış. zirvede bırakmak istiyor.

    tenet’in planı

    priya’nın zaman turnikesini kullanarak tenet ekibi ayın 14’üne gidiyor. sator’un ordusunun algoritmayı hypocenter adı verilen bir yeraltı çukurunda kilit altında tuttuğunu öğreniyor.

    hypocenter’da tenet iki takıma ayrılıyor. kırmızı takım zamanda düz ilerlerken mavi takım zamanda tersten hareket ederek eşzamanlı operasyon yapıyorlar. çift taraflı kuşatma ile ives ve kahramanımızın hypocenter’daki çukura girip algoritmayı ele geçirmesini sağlıyorlar.

    eşzamanlı olarak kat turnikeden geçip geçmişe giderek vietnam’da sator’un son mutlu olduğu güne dönüyor, sator’un tenet’in planından haberdar olmaması için gayret ediyor ve dolayısıyla plan tamamlandığında artık ölümünün zaman kırılması oluşturup dünyayı yok etmesini engellemeye çalışıyor.

    kahramanımız ve ives yeraltı mağarasına indiklerinde kilitli bir kapıyla karşılaşıyor. kilitli kapının ardında kahramanımız andrei sator'un algoritma bomba düzeneğini gömmeye çalışan askerlerini ve yanında bir tenet mensubunun cesedini görüyor. tenet askeri meğer zamanda tersyüz edilmiş olduğundan canlanarak kahramanımızın önüne siper oluyor ve kahramanımızın ölümünü engelliyor. sonra kilitli kapıyı onlar için açıyor ve kahramanımız ve ives'in algoritmayı almalarını sağlıyor.

    kat'in rolü

    kat andrei sator'a tenet'in onun planlarını durdurmak üzere olduğunu anlatıyor. göğsünden bir el ateş ederek güneş kreminin de yardımıyla onu aşağı atıyor. henüz kendisine andrei'yi öldürme işareti verilmemiş olsa da şanslı bir şekilde algoritma ele geçirilip etkisiz hale getirildiğinde andrei ölmüş oluyor. bu arada geçmişteki hali geri dönerken yattan atlıyor. fakat geçmişteki hali kendisini görüyor ve andrei'nin onu başka bir kadınla aldattığını düşünüyor. bu olayın diğer bir anlamı da andrei sator'un ertesi gün ortadan kaybolmadığı ve kat'ın onu öldürdüğü anlamına gelmesi...

    bu arada algoritma etkisiz hale getiriliyor ve kahramanımız, neil ve ives olmak üzere üç kişiye paylaştırılarak dağılıyorlar.

    neil

    filmin en tatlı adamı kesinlikle sonunda hüzünlü bir alkışı hak eden robert pattinson. neil karakteri ile kahramanımızdan resmen rol çalıyor. görev tamamlandığında neil aslında kendisinin kahramanımızın bizzat kendisi tarafından işe alındığını, söylüyor ve onun perspektifinden epey bir yıldır birbirlerini tanıyorlar. neil'in zamanı kahramanımıza göre tersten akıyor. bu durum neil'in kahramanımızın neden diyet kola içtiğini bildiğini açıklıyor.

    son aşamaya kadar kahramanımıza siper olan ve algoritmayı ele geçirmeleri için yer altında kahramanımıza ve ives'e kapıyı açanın kim olduğu bilinmese de çantasından sarkan kırmızı ip o kişinin neil olduğunu ve opera binasında kahramanımızı ters yüz edilmiş mermiden kurtaran kişinin neil olduğunu ele veriyor. kahramanımızın neil ile ilk görevi aslında neil ile kahramanımızın da son görevi olmuş oluyor bir yerde...

    final

    son olarak son sahnede kahramanımız priya'ya tenet'in gelecekte kendisi tarafından kurulduğunu söylüyor. bu nedenle kendisini ve priya'yı kendisinin işe aldığını itiraf ediyor. ancak sonraısnda kat'ın yaşamı için tehdit oluşturduğundan onu öldürüyor. tenet tarafından ters yüz edilmiş gerçeklikler konusunda bilgisi olanlar öldürülse de kahramanımız duygusal bağ kurduğu kat'in huzur içinde yaşamasına da izin veriyor.

    --- spoiler ---

    christopher nolan'ın çok daha güzel filmlerinin yanında biraz geride kalsa da ortalama aksiyonlardan çok çok daha kaliteli bir yapım olan tenet'i izlemenizi öneririm.
hesabın var mı? giriş yap