• başka başlıkta* değinmiştim. buraya da yazmalı. terörist kişilere ve toplumlara göre değişen bir kavramdır, standardı yoktur.
    terörist kavramı mesela avrupa için öldürenler değil, öldürülenlerle ilgili bir durumdur. ölenler avrupalılarsa, failler teröristtir. yok ölenler 26. meridyenin doğusunda kalıyorsa (zihin olarak) öldürenler terörist değildir.
    yani el kaide beyazları, anglosaksonları öldürdüğü müddetçe teröristtir. ama bush ıraklıları öldürdüğü sürece özgürlük savaşçısıdır. asala türk diplomatları öldürdüğü sürece mazlum bir reflekstir; havaalanında 3 fransız bu grubun eylemiyle ölünce terör grubudur.
  • birinin terörist olarak gördüğü, diğerinin özgürlük savaşçısıdır.
  • emeline ulaşamamış gerilla dır. ulaşırsa devrimci olur.
  • halamın oğludur. ismine savaş güven diyelim bu yazıda.

    ailemiz biraz karışıktır bizim. her kesimden ilginç insanların bulunduğu bu ailede, kardeşler asla birbiriyle iyi anlaşamaz. hem annemin tarafında, hem babamın tarafında... halam ve amcam da zaman zaman barışmalarına rağmen, çoğunlukla babamla kavgalı olmuşlardır kendimi bildim bileli. bu yüzden kuzenlerimle de pek görüşmeyiz. işte o kuzenlerimden biri savaş abi, halamın biri kız diğeri erkek iki çocuğundan biri...

    savaş abi ile ilgili hatırladığım anılarım babaannemin evinden. küçüğüm daha o zamanlar, anaokuluna yeni başlamışım. savaş abi o sıralar babamla kaldığımız babannemin evine arada sırada gelir gider. sihirbazlık numaraları yapıp, beni şaşırtmayı çok sever. küçük toplarla, paralarla her geldiğinde beni eğlendirmeye çalışır ve başarır da. arada sırada bana hikayeler anlatır, oyuncaklar getirir filan... bir de bir huyu vardır; babaannemde benimle aynı odada yattığı zamanlarda farkettiğim: uykusunda konuşur. ne dediğini anlamazsınız belki, ama homurdanır durur sürekli. işte benden 18 yaş büyük bu adam, kendisini bana bir şekilde sevdirmiştir.

    kendisiyle ilgili hatırladığım en net anı şu: babaannemin evinin bahçesinde babamla top oynadığımız nadir günlerden biri. çünkü babam hiç toptan anlamaz normalde. küçük, gökkuşağının tüm renklerini birer halka şeklinde üstünde barındıran plastik topumla tek başıma, duvara vurarak oynamaktan sıkıldığım bir anda, babam ısrarlarıma dayanamamış olacak ki, benimle top oynuyor o hafif serin günde. derken bahçemizin metal kapısına birinin vurduğunu duyuyoruz. babam açıyor kapıyı. içeri savaş abi giriyor. babamla selamlaştıktan sonra gelip benim saçlarımı okşuyor gülümseyen bir suratla. şöyle bir kucağında hoplattıktan sonra, "dayımla konuşacağız biz yukarıda, sen kendi kendine oyna biraz" diyor. beraber yukarı çıkıyorlar...

    sonradan öğrendim. savaş abi, o gün ayağından vurulmuş ve sargılı olarak gelmiş babaannemin evine. babama, yani dayısına bir şeyler anlatmaya gelmiş. halamla eşi maddi sıkıntılar ve bir takım radikal sol eylemler sebebiyle savaş abiyi sık sık babamın yanına göndermişler küçükken. babamın onun büyümesinde emeği varmış oldukça. ama ilkokula başladığında öğretmen halam ve benim hiç tanımadığım eniştem savaş abiyi yanlarına almışlar ve uzun süre de babamla görüşmemişler. ama savaş abi için babam hep özenilecek bir karakter olarak yer almış hayatında. işte o gün de, dayısına durumu anlatmak için gelmiş. ama yapamamış. sadece bir silahla oynarken yanlışlıkla kendini vurduğunu söylemiş. babam belli ki aslında durumun biraz farkında olarak savaş abiye çok ısrar etmiş gerçeği anlatsın diye. ama olmamış işte.

    o gün savaş abiyi uzun bir süre için son görüşümüzdü. o günden bir iki yıl sonra, babam kendisiyle görüşmeyen halamdan bir haber almış. savaş abi gözaltına alınmış. 1998 filan... ben ikinci sınıfa gidiyorum. ne zaman çıkacağını, ne zaman gene geleceğini soruyorum babama. "bilmiyorum." diyor, "dava açılacakmış. sonuçlandığında belli olur." ama yüzü hiç mutlu değil babamın.

    aylar geçiyor, arada sırada savaş abi'den açılıyor konu. babam o konuşmalarda hep, "yazık oldu çocuğa, gençliğini yaktı." diyor. "neden? uzun mu tutacaklarmış onu hapiste?" diyorum. "daha belli değil, ama uzun olabilir." diyor. "ne yapmış ki?" diyorum. bilmediğini söylüyor.

    bir gün televizyonda dumanlar içinde bir bina ve üniformalı askerler görünür. babam yorum yapmadan, somurtan bir suratla televizyonda anlatılanları izler. hayata dönüş operasyonu... insanların öldüğü, yaralandığı söylenir. tutuklu ve hükümlülerden ailelerin haber alamadığı, bir kaosun yaşandığı o çirkin günler... heyecanla izlerim televizyonu. acaba savaş abi iyi midir? bir şekilde iyi olduğunun haberini alırız. ama neler yaşamıştır, iyidir ama nasıl iyidir bilememişizdir hiç.

    bir süre sonra savaş abinin neden hapiste olduğunu da öğrendim. babamın deyimine göre "aşırı solcu bir örgüt üyesi olduğu için" hapisteydi. aşırı neydi, sol neydi? örgüt ne yapardı? aslında örgüt hakkında üç aşağıya beş yukarıya bir fikrim vardı. pkk'yı biliyordum. hani şu, başbakan ecevit'in bir şekilde getirip imralı'ya hapsettiği apo'nun örgütü. herkes lanet ediyordu apo'ya da pkk'ya da. yani çevremde, haberlerde filan... "bebek katili", "hain", "şerefsiz", "puşt" diyorlardı. asılmasını istiyorlardı apo'nun. yani savaş abi, pkk'nın yaptıklarının benzeri sebebiyle mi içerideydi? o bir terörist miydi? bana sihirbazlık gösterisi yapan, uykusunda homurdanan, saçımı okşayan adam birilerini mi öldürmüştü? babama sordum. "bilmiyorum. yapmadığını söylüyormuş ama üstüne bir takım suçlar atmışlar, o da kabul etmiş." bir insan yapmadığı kötü bir şeyi, neden kabul ederdi ki? işte o hayata dönüş operasyonu ve sonrasında türk hapishanelerinin durumu çokça tartışılırken toplumda, işkence denilen kötülük de tartışıldı ve ben, savaş abi'nin yapmadığı şeyleri neden yapmış gibi kabul etmiş olabileceğini anladım.

    bu olaylar olurken babaannemin evinden taşınmış, babamla beraber yaşadığımız bir apartman dairesine yerleşmiştik. okulumu değiştirmiş, gerek mahallemden, gerek yeni okulumdan arkadaşlar edinmiş, güzel güzel ödevlerimi yapıyor ve bol bol basketbol oynuyordum. 2002 yılında bir akşam okuldan geldim ve yemekten sonra ödevlerimi yapmak için odama gittim. babam odaya geldi. elinde bir zarf vardı. "bu sana gelmiş." dedi. "savaş abinden." bir garip hissettim. hayatımda ilk kez mektup alıyordum. üstelik mektubu yazan benim küçükken sevdiğim, yanında eğlendiğim bir adamdandı. ama o adam, aynı zamanda bir teröristti. muhtemelen birilerini öldürmüş, şimdi de bir hapishanede yatıyordu. duygularım gerçekten karmaşıktı. açtım mektubu ve okudum. içinde neler yazdığını pek hatırlamıyorum şu an. belki neler yaptığımı soran, yaşamımı anlatmamı rica eden bir şeyler... bir çizim çıktığını hatırlıyorum. bir sihirbaz, şapkası ve tavşanı... mektubun sonunda benimle mektuplaşmak istediğini söyleyen bir cümle vardı. içimden cevap yazmak geliyordu, o adam benim için terörist değil, savaş abiydi. ya da değildi, bilemiyorum. çünkü yazmadım cevabı. hep erteledim. bir hafta erteledim, iki hafta erteledim. üç hafta, derken bir ay. artık yazmamın bir anlamı olmadığını düşünüyordum. bir yandan içim acırken cevap yazmadığım için, bir yandan da kendimi cevap yazmaya ikna edemiyordum. ve öylece kaldı işte çekmecemde mektup. biz birkaç yıl sonra o evden taşınırken hala çekmecemdeydi. ama artık yok. kim bilir nereye gitti o mektup. ama o mektuba cevap vermeyişimin acısı ve sıkıntısı hala yerinde duruyor.

    yine zaman geçiyordu. amcam işini batırmış, halam ve amcam babamdan yardım istemişlerdi. amcam bir süre bizim yanımızda kalmış, bu süre içinde amcam ile babamın arası düzelirken, halam hala babam ve amcama karşı uzaktı. sonra amcam babaannemin eski evine taşındı. bir süre sonra babam evlendi ve biz taşındık. babam birkaç yıl sonra boşandı. amcam bursa'da bir esnaf odasının başkanlığını yapmaya başladı ve kendine bir ev aldı. halamın kızı hamileydi. babam da biraz babannemin alzheimer hastalığının ilerlemesi ve halamın kızının çocuğu olacağı için halamın evine gidip gelir oldu.

    yıl 2011'di. hani şu ab yolunda demokratikleşme paketleri kapsamında getirilen tutukluluk sürelerinde değişiklik yapan yasa vardı. tv ve gazeteler, tutukluluk süreleri kısalırsa serbest kalacak "canilerin" listelerini yayınlıyor. "bu da serbest kalacak, şu da serbest kalacak." diyorlardı. insanlar endişeliydi. hizbullahçıların, pkklıların serbest kalacağı ve aramıza döneceğini söylüyorlardı. işte o aramıza döneceklerden biri de savaş abiydi. 13 yıldır cezaevindeydi ve davası bir türlü sonuçlandırılmamıştı. 13 yıldır yatıyordu içeride, ama ne suçlu olduğu, ne de masum olduğuna karar verilememişti. gerçi ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyordu, ama sonuçta hakkında bir hükme varılmamıştı ki. halam, kendisi gibi çocukları uzun zamandır bir hükme varılmadan tutuklu olarak cezaevinde yatan diğer ailelerle beraber televizyonlarda göründü. içinde savaş abinin çıkacağına dair bir umut beslediğini, ama 13 yıldır davanın sonuçlanmadığını, şimdiki tahliye uygulamalarının nasıl yapılacağı hakkında da şüphesi olduğunu söylüyordu.

    sahi... 13 yıl. bir anne, baba olduğunuzu hayal edin. çocuğunuzun duruşmalarına 13 yıldır gidip geldiğinizi, çocuğunuzun müebbetle yargılansa da, suçlu bulunmama ihtimali olduğunu; ama asla size dönüp dönmeyeceğiyle ilgili, ya da dönerse ne zaman döneceğiyle ilgili bir tahmin yapamadığınızı düşünün. yılların geçtiğini ve çocuğunuzun artık hiç de çocuk olmayacak bir yaşa gelişini, gençliğini hapiste geçirişini izlediğinizi hayal edin. hem de f tipi bir hapishanede. diğer mahkumlarla bile sınırlı iletişiminizin olduğu, yapayalnız, duvarlar arasında 13 yıl geçiren bir "çocuğun" annesi olmak... bilmem, belki "hak ediyor şerefsizler" diyeceksiniz. ne derseniz deyin, ben üzülüyorum!

    insanlar itiraz da etse, toplumda tepki de olsa birçok kişi gibi savaş abi de tahliye edildi. tahliye edileceği gün kesinleştikten sonra bir ara babam, ben ve amcam arabadaydık. konu savaş abiye geldi. amcam, kendisi de eski bir solcu olarak hem babama, hem de bana tembih ediyordu: "savaş geldiğinde, ona üzüldüğünüzü belli etmeyin. yaşadıkları ve düşündükleri hakkında onunla tartışmayın. o sizin baktığınız pencereden, siz de onun baktığı pencereden bakamazsınız. onun için hapiste geçen ömrü onurlu bir dik duruşun karşılığı." evet, biz babamla ailenin sistemle çok daha entegre olmuş kısmı olarak savaş abiyi asla anlayamazdık ve zaten amcam bizi uyarmasa da susacaktık. onunla görüştüğümüzde anı yaşayacaktık, gezecektik, dış dünyadan tamamen uzak birine, o yokken değişen şeyleri gösterecek, o anlatırsa neler yaşadığını, neler düşündüğünü dinleyecektik.

    o gün gelmişti. savaş abi tahliye oldu. annesiyle hasret giderdi. iki gün sonra da biz halamın evine onu ziyarete gittik. yine içimde garip hisler vardı. 10 sene önce kendisiyle mektuplaşmak isteyen yalnız ve mutsuz bir adamı yüz üstü bırakan bir çocuğun, 10 senedir içinde tuttuğu pişmanlığın etkisi diyebilirsiniz buna. çünkü, siz nasıl düşünüyor olursanız olun; ben terör ve terörist denen kavramların ne kadar kaypak ve gri kavramlar olduğunu öğrenmiştim artık. yani savaş abi'ye kızgın veya kırgın değildim. onu alkışlıyor, ya da yüceltiyor da değildim ama. düşünsel anlamda nötrdüm diyebilirim. ama duygusal anlamda, hem o eski sevdiğim adamı göreceğim için mutlu, hem de onun mektubunu cevaplamayıp onu yalnız bıraktığım için huzursuzdum.

    14-15 senedir ilk kez kendisini görüyordum. ne kadar değişmişti öyle. her ne kadar daha önce halamın evinde birkaç fotoğrafını görmüşsem de, yine çok garipsedim o görüntüsünü. şişmanlamış, yaşlanmış, kelleşmişti. başka şeyler de olmuştu belli ki. çünkü babamla top oynarken evimize gelip beni kucağına alan gülümseyen ve bir şekilde hayat dolu olduğunu belli eden o beden, şimdi titrek ve ürkek tavırlara vakur durmaya çalışan bir bünyeyi eklemlemeye uğraşıyordu.

    neler yaptığımı sordu. üniversite üçüncü sınıftaydım o zaman. her şey de oldukça iyi gidiyordu. o güne kadar neler yaptığımı anlattım şevkle. gerçi onun hayat görüşündeki insanlar için ucuz burjuva başarılarımı anlatıyordum. ama onun içten içe yaptıklarıma sevindiğini, benimle gurur duyduğunu hissediyordum. birkaç sefer beraber gezdik dört erkek: ben, babam, amcam, savaş abi. onun için etrafta gördüğü her şey yeniydi. o yokken bir çok semt değişmiş, kocaman alışveriş merkezleri kurulmuş, bursa'ya metro yapılmıştı. soğuk bir ayda tahliye olmuştu. amcam arabanın koltuk ısıtmalarını çalıştırdıktan bir süre sonra "dayı, ya ben altıma yaptım, ya da bu koltuk ısınıyor." deyişi hepimizi güldürmüştü. halamın kızıyla beraber oturup ona bir facebook sayfası açtık. bilgisayarlar evlerde yaygınlaşmaya başlarken hapse girmişti savaş abi, hayatında ilk kez bilgisayar kullanmasını izledik. sohbet arasında bazen hapishanedeki arkadaşlarından, ortamından bahsediyordu. biz de bazen cesaret bulup merak ettiğimiz bazı şeyleri soruyorduk. nasıl bir yerde kalıyordu, arkadaşlarıyla ve diğer mahkumlarla görüşme imkanı ne kadardı? kendisine nasıl davranıyorlardı? yemekler nasıldı? bunun gibi basit ve günlük yaşama dair sorular. çok detay vermeden, hızlı hızlı cevaplıyordu bu soruları. biraz da düşünceli. biliyordum, yaşadığı kötü şeyleri asla anlatamazdı bize ve biliyordum, kesinlikle kötü şeyler yaşamıştı. çünkü devlete ve halkın büyük kesimine göre yaşaması bile fazla olan solcu teröristlerdi savaş abi ve arkadaşları.

    çok vakit geçiremedik birlikte. bir gün babam, savaş abinin kaçtığını söyledi. nerede olduğunu halam bile bilmiyordu. bağlı olduğu örgüt, dava hükmü açıklanıp tekrar içeri girmeden savaş abi'yi türkiye'den kaçırmaya çalışıyordu. bu arada 13 yıldır devam edip bir hüküm verilemeyen dava, savaş abi dışarıya çıktıktan kısacık bir zaman içinde, bir buçuk ayda sonuçlandırılıyordu. savaş abi ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılıyordu. hüküm belli olduktan bir iki hafta sonra da savaş abinin yakalandığını öğrendik. örgüt tarafından ırak'a gizlice sokulmaya çalışılırken yakalanmışlardı. takip ediliyorlardı ve sınırdan geçmek için hazırlık yaparlarken suçüstü yapılmıştı. böylece savaş abi, cezasının ve dolayısıyla ömrünün geri kalanını geçireceği cezaevine geri döndü.

    o cezaevine döndükten sonra birçok şey değişmeye devam etti. ben üniversiteden mezun oldum. yönetim danışmanı olarak çalışmaya başladım. babamın eşiyle ayrılmasından kaynaklı sıkıntılar devam etti. amcamla babamın arası yine bozuldu, görüşmemeye başladılar tekrar. halamla babam ise daha sık görüşür oldular. bu arada hükümet kürt sorunu konusunda adımlar attı bol bol. çözüm süreci kapsamında pazarlıklar yapıldı, ateşkes ilan edildi, yeni yasalar çıktı. devlete ve anayasaya karşı işlenen suçlara karşı devletin tavrı çözüm süreci kapsamında değişmeye başladı. şu sıralarda hükümete yakın çevrelerden abdullah öcalan'ın konumunun tartışılması gerektiğine dair yorumlar bile duyuluyor. çözüm süreci hep bıçak sırtında gitti ve hükümetle kürt hareketi sık sık karşı karşıya geldi. hükümetin, kürt sorununu asla çözmek istemediği ve kürt hareketinden kendi siyasi hedefleri doğrultusunda yararlandığı söylendi. çözüm sürecinde atılan adımların yavaşladığı, göstermelik aksiyonlar alındığı anlatıldı. özellikle kobani olaylarının son damlayı koyduğu çözüm süreci bardağı taştı ve etrafta yine kan döküldü. buna rağmen, gerek abdullah öcalan, gerekse hükümet olayları yatıştırıp şimdilik buzdolabına atmayı başardı. öcalan'ın 15 ekim'e kadar çözüm sürecinde ilerleme gösterilmesi konusunda verdiği süre biterken, hükümet tarafından yeni bir paket taslağının kürt tarafına iletildiği söylendi. bu arada bir yandan da, hükümetin yargı ve güvenlikle ilgili bir takım yasalar hazırlamakta olduğu görülüyor. iki taraf birbirini tartarken, herkes "acaba çözüm süreci ilerleyebilecek mi, yoksa 90'lı yıllara geri mi dönüyoruz?" diye soruyor. kürt sorunu konusunda tavrım liseden beri aynı. çözüm sürecini ve bu kapsamda atılan demokratikleşme adımlarını her zaman destekledim. kürtlerin hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi gerektiğini, herkesin eşit yurttaşlar olduğunun kabul edilmesinin şart olduğunu söyledim. hala da umuyorum ki, bu karşılıklı tartmalar daha fazla taşkına sebep olmadan sonuçlanır ve bu karşılıklı acı son bulur. ama bunların dışında kürt sorunun çözümünün beni etkileyen bir başka tarafı daha var. daha yakın bir tarafı: savaş abi.

    eğer abdullah öcalan'ın mahkumiyet şartları değişirse; örneğin mahkumiyet ev hapsine dönüşürse, ya da devlete ve anayasaya karşı işlenen suçlara karşı bir af çıkarsa; savaş abi de eve dönecek. ergenekon davasından müebbet hapis cezası alanlar da, pkklılar da, hizbullahçılar da, savaş abi ve arkadaşları da bu aftan yararlanacak. işte insanlar tüm bu saydıklarımın affa uğramasına, ya da mahkumiyet şartlarının değiştirilmesine karşı çıkıyorlar. "bu kadar insan boşa mı öldü?" diyorlar. boşa öldüler, ölmediler mevzusunu bu entry'de tartışmayacağım. ama şunu söyleyebilirim; daha fazlasının ölmesine gerek yok. bakın daha yeni 50'ye yakın insan öldü. artık çözüm zamanı. ki çözüm olmazsa, tekrar nasıl 90'lı yıllara dönebileceğimizin üzücü bir demosunu yaşadık. askerlerle pkk arasında yaşanacak bir savaş değil, halkın da çok daha fazla dahil olacağı bir savaş tehlikesi var. yani belki de "90'lı yıllara dönmek" deyimi bile hafif kalır.

    bu bayram eve gittim. babam taşındığı için normalden biraz uzun süre kaldım bursa'da. babama taşınmasında yardım ediyordum. bir gün halam geldi, duruma bakmak için. sohbet ederken konu savaş abiye geldi. gelişmeleri heyecanla izlediğini, abdullah öcalan çıkarsa, savaş abinin de çıkabileceğini söyledi. denetimli serbestlik kapsamında, ayak bileğine takılan kelepçeyle de olsa, ev hapsi de olsa, artık savaş abinin çıkmasını istediğini söyledi. yani oğluna kavuşmak istediğini. bir de anekdot aktardı: akrabalarımızdan biriyle bayram sebebiyle telefonda konuşmuşlar. milliyetçi bir kadın konuştuğu kişi. demiş ki, "abla, apo'nun çıkmasını normalde hiç istemiyorum. sürünsün orada, gebersin kalsın diye düşünüyorum. ama sonra aklıma savaş geliyor. 'apo çıkarsa, savaş da çıkar, özgürlüğüne, annesine, kardeşine kavuşur.' diyorum. sonra da 'apo çıksın' diye umut ediyorum." evet, eğer abdullah öcalan çıkarsa, 1998 yılında iki polisi yaralamak, bir radyoyu basıp mlkp propagandası yapmaktan ve tabii ki mlkp üyesi olmaktan yakalanan ve sonrasında müebbet hapse mahkum olan savaş abi de annesine, yani halama kavuşacak.

    bilmiyorum, bu yazımı okuyan arkadaşlar ne düşünüyor çözüm süreci, devlete ve anayasaya karşı işlenen suçlar veya politik hükümlüler hakkında. ama şunu biliyorum, büyük ihtimal kendi ailenizden biri şu an politik hükümlü olsaydı ve uzun zamandır hiç de insancıl olmayan bir ortamda, cezaevinde, tutuluyor olsaydı, o adam ya da kadın, çocukken saçınızı okşamış, sizinle top oynamış, sohbet etmiş olsaydı; belki biraz farklı düşünürdünüz. umarım ki, çözüm süreci bıçak sırtında da olsa yürümeye devam eder. kimsenin yakınları yeni yargı ve güvenlik paketleri sebebiyle politik suçlu olarak hapislerde yatmak ve devletin sert yüzünü görmek zorunda kalmaz. ne bir asker, ne bir örgüt üyesi, ne bir kürt, ne bir türk daha bu acımasız ve bana göre anlamsız savaş sebebiyle ölmez...
  • ankara devlet tiyatrolarına çok kırgınım, bu oyun hayatımda izlediğim en kötü şeydi. allahım ben neye maruz kaldım yarabbim diye titreyerek terk ettim salonu. bu kadar boş bir metin olamaz. metin saçmasapan olunca oyuncuların performansları, müzikler ve dekorun da en ufak önemi kalmadı. idare eder seviyede bir metin söz konusu olsaydı bu açılardan olumlu yorum yapabilirdim. şu an tek düşünebildiğim "bu oyuncular böyle bir oyunda yer almayı mantıklı mı bulmuşlar" sorusu.

    oyunun tek perde olmasının ise bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum, iki perde olsa ikinci perdeye insanların yarısı gelmezdi. sıranın ortasında oturmasam oyunu yarıda bırakır çıkardım, tamamen seyirciye saygımdan terk etmedim salonu.

    ayrıca ankara seyircisini de anmadan geçemeyeceğim. bu kadar harika ve saygılı bir kitle olamaz. çıkışta birçok kişi oyunu beğenmediğini ifade ettiği halde kimse salonu terk etmedi, zayıf da olsa alkışını esirgemedi.
  • 2010'larda hayatımıza girmiş post-truth politikalarının içini boşalttığı bir kavram daha.
  • siddet kullanarak politik guc elde etmek isteyen kisi
  • anlamı, "iktidardakilerin görüşüne sahip olmayan herhangi kişi" ye evrilmiş kelimedir.
  • günümüzde kendileriyle oldukça haşır neşir olmaya başladığımızdan ve eğitim aldığım alan gereği bu konuda birkaç şey çiziktirmek zorunda hissettim kendimi. korkuyla beslenen bir kavrama karşı yapılabilecek en iyi savaş, o konuda bilgilendirmekle başlar diye düşünüyorum zira.

    terör kavramını tanımlamak oldukça güç bir iş olduğundan ötürü kendisini tanımlamak da sıkıntılı. zira "terör nedir" sorusuna verdiğiniz yanıt birilerinin "özgürlük savaşçılarını" terörist ilan edeceğinden ötürü itiraza ve tartışmaya meyilli.

    ancak incelemek için bir çalışır tanım vermek lazım ki biraz detaylarına inebilelim. bu konuda benim kullanacağım terör tanımı ”masum insanlara karşı politik veya taktik avantaj kazanmak ve genel olarak bir topluluğun algısını etkilemek için önceden planlanmış, bilinçli ve sistematik olarak yapılan tehdit, cinayet ve şiddet eylemi” olacak. bu tanımın kimsenin atını ürkütmeyeceğini umuyorum ve devam ediyorum.

    terörist tipolojileri
    teröristler farklı farklı tiplere sahipler, burada tüm hepsini sıralayacak değilim ancak çok genel bir bakışla dört grupta olduklarını söyleyebilirim. bunların weberci ideal tipler olduğunu ve bir teröristin veya terörist grubun bunlardan birkaç tanesine denk düşmesinin olağan olduğunu da belirteyim.

    ilk grupta, özellikle soğuk savaş döneminde oldukça aktif olan, devrimci teröristler bulunur. bu teröristlerin amacı şiddet eylemlerini kullanarak iktidardaki devlet yönetimini düşürüp kendi istedikleri/destekledikleri devlet yönetimini getirmektir. aklıma örnek olarak che guevara ve subcomandante marcos geliyor.

    ikinci grupta politik hedeflerle güdülenmiş teröristler söylenebilir. terör eylemleri terör grubunun politik söylemine karşı, veya kendilerinin "onlar" diye gördükleri insanlara yöneltilir. ku klux klan ve neonaziler buna örnek gösterilebilir.

    üçüncü grupta nasyonalist teröristler gösterilebilir. bunlar genelde çoğunluk tarafından ezilen veya hakları çiğnenen etnik veya dini bir azınlığın çıkarlarına hizmet için terör eylemi yaparlar.

    dördüncü grupta davaya hizmet eden teröristler bulunurlar. şiddet eylemleri belli bir davayı, amacı savunan gruplar tarafından kullanılır. usame bin laden ve el kaide örneği veriliyor buna kitapta.

    terörist ve terörizm karakteristikleri
    şimdi, esas soruya gelebiliriz bir insanı ne terörist yapar, veya teröristlerin bireysel olarak ortak özellikleri var mıdır? araştırmalar bunun olduğunu söylüyor.

    daniel goleman bu insanların çoğu zaman gençliklerinde hayatlarını tehdit edecek bir olayla, savaş veya hastalık gibi, karşılaşıp sağ kaldıklarını ve bu yüzden "zarar görebilirlik" hislerinin zayıfladığını söylemekte. bunun haricinde ortak olarak kendi sosyal veya kişisel statülerinden ötürü içinde bulundukları topluma entegre olamamaktalar ve durkheim'ın "anomi" dediği durumu yaşamaktalar.

    bunlara ek olarak kerstetter iki özellik daha bulur. teröristler genel olarak genç ve bekar erkeklerdir; kendilerinin adaletsizlik olarak düşündükleri olaylara dikkat çekecek eylemler yaparlar.

    peki, bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çeviren nedir? sonuç olarak bu saydığım şeyleri yaşayan insanların hepsi terörist olmuyor. bu çevrimi yapan nedir buna kafa yoralım biraz.

    görünüyor ki bu insanlar eğer kendi psikolojik veya duygusal ihtiyaçlarına paralel ve kendilerine "çözüm" sunan bir ideoloji veya bu ideolojiyi savunan bir grup buluyorlar ve ipin ucu oradan kopuyor. zira bu insanların ihtiyaçlarına paralel olan ideolojiler dünyayı "iyi" ve "kötü" olarak net çizgilerle ayıran, kutuplaştırıcı ideolojiler. ve tam da bu kutuplaştırmanın zorunlu sonucu olarak dünyada "masum insan olmadığını" ve dolayısıyla şiddeti savunan, bana sorarsanız bozuk ve sakat, fikir yapıları.

    ne yapılabilir
    yazının hedefinin bir tanımlama olmasından ötürü bu noktada çözüm önerilerine geçmek ne kadar doğru bilmemekle beraber bazı noktalar göze batıyor; benim gözüme batan noktaları şöyle sıralayayım:
    - toplumunuza entegre olabilmek konusunda bariyerler düşük olacak. buradaki en net görünen şey, evli ve çocuklu - işinde gücünde bir teröristin olmadığı. topluma bağ kurabilen - kendisini onun içinde gören - adam onu yoketmeye çalışmıyor görünen o ki.
    - bu ütopik ama olsa çok güzel olur, ülkenizde yayılan veya yayılmaya çalışılan ideolojilerin yazılı (ve transkribe edilmiş sözlü) materyallerini inceleyip bunların terörist nitelik taşıyıp taşımadığını istatistiki yöntemlerle tespit eden (metin analizi ve r en büyük dostumuz gibi geliyor burada) bir kurumunuz olacak.

    bu yazıyı yazarken temel olarak aldığım kaynak gennaro vito, jeffrey maahs ve ronald m. holmes’un criminology theory, research and policy (second edition) kitabıdır.
  • en büyük terörist tabii ki devletlerdir. şimdiye kadar dünya üzerinde devlet denen organizma kadar masum insan öldüren hiçbir örgüt, kuruluş vb. görülmemiştir. devletin adının abd, tc, japonya, israil, almanya olması ancak nüanslarda fark eder sonuçta hepsi insan (evet çoğunlukla sivil) öldüren mekanizmalardır.

    ideolojik aygıtları çok güçlü olduğu için adına devlet denen açık terörist oluşum, terör kavramını da kendisi yapar ve kendi hoşuna gitmeyen yapıları hatta başka bazı devletleri terörist ilan eder. (bkz: terörist devlet) bu ideolojik aygıtlar sayesindedir ki vatandaşları devletin tanımına körü körüne inanır. kendi devletleri gözlerinin önünde sivilleri katlederken (bkz: terörizm) terörü devletin gösterdiği yerlerde aramaya devam eder.
hesabın var mı? giriş yap