• tevekkul islami anlamda ustune dusen her seyi yapip(yani essegini saglam kaziga baglayip) gerisini allaha birakmaksa da, edebi kullanimda essegin cayira salinip mevlanin kayirmasina tekabul edebilmektedir.essegin olmesi halinde ise fazla yaygara yapilmadan mutevekkil olunur kabullenilir.
    kayip esek bulundugunda ise "allaha sukredilir", zugurt tesellisi yoluyla mutlu olunur ki dogu felsefesini anlayis dinamigini ben bu orneklere sigdirmakta bir sakinca gormuyorum.
  • kişinin allah'a güvenmesi değildir çünkü güvenmek; (bir şey veya kimsenin) kendisinden bekleneni vereceğine veya yapacağına inanmak, (ona) güven duymak, emin olmaktır.

    mesela bir hastanın doktoruna duyduğu güven onu sıhhatine kavuşturmasını, bir müvekkilin avukatına duyduğu güven davanın kazanılmasını, bir yolcunun rehberine duyduğu güven yolculuğun sağ salim nihayete ermesini gerektirir. peki ya bunlar olmazsa... işler umulduğu gibi cereyan etmezse...

    işte tevekkülün tanımının oluştuğu yer burasıdır bence. beklenen verilmediğinde, umulan gerçekleşmediğinde bile kişinin allah hakkındaki hüsn-ü zannını devam ettirmesidir.

    güven süreçle tevekkül ise sonuçla alakalı bir duygu durumudur.

    zaman, hadiseler ve dahi insanlar kişinin üstüne üstüne gelse, işler gittikçe sarpa sarsa, yol çetrefilleşse bile o ipe tutunmaya devam etmektir.

    haksızlığa uğramış olsak bile adaletine, son derece yorgun ve acz içinde brakılsak bile onun kudretine ve hikmetine duyduğumuz güveni devam ettirebilmektir. yukarıdaki örnek üzerinden gidersek "işler ters gitse bile" aynı doktorla tedaviye, aynı avukatla davaya, aynı rehberle yolda yürümeye devam etmektir.

    "neden ben" dememek, kızmamak, küsmemek, sarsılmamaktır. bırakmamaktır yani.
    inanmak biraz da böyle birşey değil mi... yahut imtihan...

    ben bu hüsn-ü zan meselesini çok önemsiyorum. çünkü eğer bir insan allah'a dair olan hüsn-ü zannını kaybederse imanının etrafındaki surda büyük bir gedik açılmış olur. şehir düşer demek için biraz erkendir belki ama düşmanın içeriye sızması artık an meselesidir.
  • tevekkül, kendini kaderine teslim etmektir. kaderciliğin bir uzantısıdır. ancak tanrı'ya bağlı olan kalp kötü şey düşünmez. tevekkül olan herşeyi rıza ile karşılama halidir.
  • kırklı yaşlarda bir ilahiyatçı olarak hala daha hakkında hayat tecrübeleriyle mi dersiniz, allah'ın öğretmesiyle mi dersiniz yeni yeni şeyler öğrendiğim, tecrübe ettiğim inanç hali.

    tevekkül, imanın önemli bir mertebesi, hali değiştiren en önemli bir sır.

    dinle imanla pek alakası olmayan insanların da gerek murphy yasaları kabilinden şeylerle (bkz: bir şeyin ondan vazgeçince gelmesi) keşfettiği bu evrenin şuurlu canlıları için var edilmiş sırlı bir yasası tevekkül.

    inandım dedikten sonra adeta allah'a muhatap oluyorsunuz o da sizi ana sınıfından başlatırcasına eğitiyor. inanmayan insanlar için de geçerli bir yasa olmakla birlikte onlar için sınıf geçirme kabilinden basit bir kalp haliyle ile bu yasa ve getirdikleri aşılabilirken, inançlı, sınıfın daha has kabul edilebilecek talebeleri zorlu proje görevlerine muhatap olabiliyor.

    bir şeyden vaz geçme eşiği, hırsın bitmesini sağlıyor. bir enerji yasası olarak tahmin ediyorum tevekkülü. hırs, sahip olunduğu ölçüde arzulanan şeyin kaçmasını, artı kutupların birbirini itmesi gibi ötelenmesini sağlıyor adeta. bir şeyi kendinize çekmeniz için onunla zıt bir enerjiye sahip olmanız gerekmekte. tevekkül, allah'a itimat etme, güvenme anlamında hırsı sıfırladığından, bir işin olması olmaması görevini adeta allah'a yüklediğinden arzu edilen şeye karşı benzer kutup olmaktan kurtuluyorsunuz.

    dini açıdan tevekkülün yapılabilecek en iyi tanımı sanırım "sebeplere güvenmemektir". bütün dünyevi problemleri bir algoritma kurarak adım adım yeter-şart sebepleri yerine getirmekle birlikte o şeye ulaşmanın o sebeplere değil, o sebepleri yaratana bağlı olduğunu bilmek ve güvenmektir.

    sebepleri durmadan inşa etmekle yükümlü bir insan için ayarlanması zor bir kalp dengesi.

    susadınız ve su içmek istiyorsunuz. evde yalnızsınız. o suyu elde etmeniz için yeter şart sebepler:

    -ayağa kalkmanız,
    - mutfağa kadar yeteri kadar adım atmanız,
    - kolunuzu kaldırıp elinizi belirli bir şekle getirip belirli bir sıkılıkta tutarak bir bardak almanız,
    - su kaynağına o bardağı yanaştırmanız ve suyu doldurmanız,
    - suyu ağzınıza götürerek, gerekli bir hızda yudumlamanız gerekmekte.

    bütün bu aşamaların hiçbirine karşı "bunu mutlaka yapmam gerek", "olmazsa olmaz" gibi "kalbi bir kanaat yüklemiyorsunuz".

    bir iş için gerekli herhangi bir şarta "mutlaka gerekli bir şart" olarak bir yük yüklediğinizde, o sebep adeta o yükün altında eziliyor. çift yarık deneyindeki elektronların, fotonların iradenizden etkilenerek ona göre hareket etmeye çalışması gibi "görev yüklediğiniz şart" kendi çalışma yükünün altından çıkarak, bütünün yükünü adeta omuzlarına alıyor ve tökezliyor.

    insanın bisiklet sürerken sürekli ileriye bakması, tekerleğin her bir dönüşünü bir yere varmak için yeterli ve gerekli bir şart olarak düşünerek tekerleğin dönüşlerini takip etmemesi gerektiği gibi yaşamalıymış hayatı! yoksa önünüzü göremiyor ve bir yerlere tosluyor ve düşüyorsunuz.

    olmasını istediğiniz her şeyle ilgili bakmanız ve ilgilenmeniz gereken şey ilerisi ve o şeyin olmuş halini düşünmenizdir. bu, allah inancınız varsa, allah'a karşı olan itimatınızdır. allah inancınız yoksa da o küçük sebeplere bütün işin yükünü yüklememeniz ve kendi çalışma prensibi alanından dışarı çıkarmamanızdır.

    bu hidayet konusunda da böyle.

    hidayetin kaynağı allah'dır. sadece allah hidayet edebilir. allah neye göre hidayet eder, bu kuluyla arasındadır ve sanırım kulundan ilk adımı beklemekte ve hidayet dilemesini istemektedir.

    bu ayrı olmakla birlikte, anlatacağınız veya hidayetini dilediğiniz insana "verebileceğiniz hiçbir bilgi" hidayet edemez. o, ne kadar büyük bir bilgi olursa olsun, hidayet gibi muazzam bir yükü taşıyabilecek bir şey değildir.

    hidayetini dilediğiniz insana bilgiden ziyade, allah hakkında duygu kazandırmaya çalışmak, onun allah'ın yol göstericiliğini talep etmesini sağlayabilecek duygusal bir hale ulaştırmaya çalışmak görev edinilmelidir.

    görebildiğiniz üzere bu da bir sebep, bunu yerine getirdikten sonra yine dönüp allah'dan hidayet dilemeli ve hidayetin gerçek ve tek kaynağının allah olduğunu kabul etmelidir. kul, allah'ın kulu, o'nun varlığı, sizin anne, baba, eş statüleriniz bu statüyü aşamaz veya ona yaklaşamaz. tahammül, kabul, bekleyiş, varış.

    zor bir süreç. allah kolaylaştırsın.
  • güvenle, emniyetle göbekten bağlıdır.

    diyelim ki çok güvendiğiniz bir dostunuz var. ne zaman arasanız, iki eli kanda olsa bile hoop yanınızda. arayınca geleceğini bilme hali, tevekkül. bir kere aradınız, gelemedi ama siz bilirsiniz ki gelebilecek olsa gelirdi. gelmediğinin bir sebebi olduğunu bilmeniz, tevekkül. aradınız telefonu açmadı. arar geri nasılsa demek, tevekkül. aradan günler geçti, aramadı. kesin bir şey oldu buna demek, tevekkül. öldüğünü öğrendiniz, pek üzüldünüz, olsun diğer dünyada karşılaşırız biz onunla demek, tevekkül.

    eninde sonunda size döneceğini, size geleceğini bilmek tevekkül. gelmiyorsa bir şey olduğunu bilmek, ölse bile karşılaşacağınızı bilmek tevekkül.

    güvenli, emin bilmek demek tevekkül.
  • "allahü teâlâya tevekkül et, işini o'na teslim et. ibrâhim aleyhisselâm, allahü teâlâya öyle tevekkül etti ki, ateşe atıldığı hâlde cebrâil aleyhisselâm dâhil hiç kimseden yardım istemedi.

    cebrâil aleyhisselâm kendisine; "bir ihtiyâcın var mı?" diye sorunca, "sana yok, o'na var." dedi. "o'ndan iste." deyince, ibrâhim aleyhisselâm; "o hâlimi biliyor, o bana yetişir, istememe gerek yok." buyurdu.

    yûsuf aleyhisselâm, zindandaki arkadaşından yardım isteyince, rabbi kendisine; "âciz bir mahlûka dayandın ve başından geçenleri ona anlattın, ihtiyâcını ona söyledin. hâlbuki veren ve vermeyen benim. fayda ve zarar veren de benim."

    (ismail fakirullah)

    tevekkül tevhid'den bir şubedir ve oldukça yüksek bir idrak mertebesine denk gelir. kısacası, tevekkülü biz nasıl tanımlarsak tanımlayalım, iş laf ebeliğinden öteye gitmez.

    tevhidden nasiplenmeyen kişi, kendi nefsine, cüzi kuvvetine dayanmaktan başka yol bulamaz. bu durumda ona gelen hitap şudur:

    17. sağ elindeki nedir ey musa.

    18. musa: "o benim âsâmdır, ona dayanırım, onunla davarıma(bedenime) yaprak silkerim, ondan daha birçok işlerde faydalanırım" dedi.

    19. allah, “onu yere at ey mûsâ!” dedi.

    20. mûsâ da onu attı. bir de ne görsün! o, hızla sürünen bir yılan olmuş!

    bu ayetlerde cüzi nefsi terketmenin gerekliliğine işaret ediliyor çünkü küllileşmemiş bir nefs, testiyi kırıp okyanusa dökülmemiş bir nefs, şerli, karanlık ve şeytani bir varlıktır. dolayısıyla "yılan" sembolü ile temsil edilir.
  • güvene yazınca tevekküle de yazmak farz oldu içkin. tevekkülün en sarih tanımını, açıkçası fazilet takviminde buldum ben. diyordu ki: tevekkül, allah teala'ya güvenmektir. sudan berrak bir tasvir... şerhi de var leziz... işte efendim, sanatına, mülküne, kuvvetine, anana bubana, evladına, eşine dostuna güvenmek beyhudedir. zira bunlar sebeptir ve fanidir. elden çıkması, yitip gitmesi, ölüp bitmesi mümkündür. işbu yüzden allah'a güvenmek farzdır, farzmış, öyle diyor fazilet... ben fazilet'e inanıyorum. bana neta gelene, sığın bulanıklığından kurtulup, derinin berraklığında tecelli eden kişi, kurum ve kuruluşlara hürmetim sonsuz...

    allah'a güvenmiş olan zat, o'nun halkettiği bilinen-bilinmeyen her şeye de güvenir, deye tembel aklı yürüteyim ben şimdi... aklın gözü astigmat, fakat bacak kasları kuvvetli, maşallah femorisi filan evlere şenlik... yürüsün o vakit akıl, hatta koşsun, fakat helecanlanıp düşecekse koşmasın aman, yürüsün badi badi yeter... ata neyn de binmesin, attan inip eşeğe binmek her dem olasıdır zira öyle konformist durumlarda... ne diyorduk, hah, kadir-i mutlak'a, muktedir-i muazzam'a, zat-ı zülcelal'e, malik-ül mülk'e, vedûd'e, hâkim'e, âlim'e, musavvir'e güvenen, denize de güvenir, balığa da güvenir. havaya, ateşe, toprağa güvenir, güle ve bülbüle güvenir. insanda allah'ı görüyorsa, ledün'den yana bahtı açıksa, insana da güvenir.

    zaten allah'a güvenmiş zat, her nevi, insanlı ya da insansız şerden allah'a sığınmıştır. başına bir musibet geldiği vakit allah'a yönelip, o'ndan yardım istemiştir. yani "güvendim bak nooldu, bu zamanda kimseye güvenmeyeceksin arkadaş, insanoğlu çiğ süt emişgeniş" diye zır zır zırıldamamış, içinde bulunduğu hâlin dilini okumaya, manasını bulmaya, bulmacayı çözmeye, imtihanını geçmeye azmetmiştir. işbu muhterem zat, güvenin künhüne vasıl olduğu için emin olmuştur, eman bulmuştur. mavi kuşu kanadından tutmuştur. bahtiyardır, gam bağından kurtulmuştur. vesselam o, olmuştur. düpedüz yırtmıştır! biz hâlâ dikmeye kasan kendimize bakalım mahzun... ya râb bize acısın, cağnım efsun...

    insan deyince akan sular accık duraksıyor elbet. çetrefil dolu mevzu... alengir yüklü yapı... mahlukat eşrefi ya insan, o bakımdan... hem aşağıların en aşağısında, hem yukarıların en yukarısında... nefsinde hem iyiliğe kabiliyeti, hem kötülüğe eğilimi taşıyan cinsten... ağır yük, çetin görev... nasıl oluyor, anlayan varsa beri gelsin sayın zat-ı okuyucu! hakikaten gelsin ve bencağıza da anlatsın bi zahmet... şu aciz kulun bizar kalbini bir yol sulasın ne hikmet... her ne hâl ise, biz güvenle tevekkülü harmanlayıp neticeye bakalım: sebeplere yapışmak elzemdir [sebepli-sonuçlu dünya, diyalekt-ül alemin], tevekkül ise farzdır. tevekkeli değildir.
  • kirmani'ye göre: bulmak ve kaybetmek sırasında kalbin sukûnet içinde olmasıdır.
  • ibrahim* olmaktır, tevekkül.

    rivayet bu ya, rumi der ki; "...ateşe atılmak vardır. lakin ateşe atılmadan önce kendinde 'ibrahimlik' olup olmadığını araştır. çünkü ateş, seni değil; ibrahimleri tanır"...

    tevekkül gün geldiğinde; "bıçak keser mi, kesmez mi... ateş yakar, mı yakmaz mı... o da allah'ın takdiridir." diye secde edebilmektir.
  • "kış geçti, öksürük haplarıyla
    geçti cumartesi
    hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için
    herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
    incir… yarpuz… karamela…
    la havle ve la kuvvete illa billah. "

    (bkz: ismet özel)
hesabın var mı? giriş yap