• bi tutturulmuş savaş karşıtı film diye. nah. alâkası yok. 4 farklı insanın hikâyesidir bu film. shears, nicholson, saito ve warden'ın hikâyesidir. olayın arkaplanında savaş vardır o kadar. insan gibi yaşamak isteyen shears, dünyaya bir çivi çakmadan ölmek istemeyen nicholson, istemediği bir yaşamı süren saito ve kural-emir insanı warden.

    --- spoiler ---

    ilginçtir; hayatından memnun tek insan warden'dır. filmin sonunda hayatta kalan kişi de o olur.

    filmin temposu yavaştır. doğru. gereksiz yere uzatılmış sahneler olduğu düşünülebilir. meselâ, shears'ın kaçış sahneleri bu anlamda çokça zikredilir. ancak o sahneleri o kadar uzun tutulmasının sebebi, bence, shears'ın yaşama inadına vurgu yapmaktır. aynı şekilde saito'nun sessizlikleri de hayatından nefret ettiği hâlde, canına kıyamayan bir adamın içinde bulunduğu hâlet-i ruhiyeyi çok güzel yansıtmıştır.

    --- spoiler ---

    ya sözün özü, klâs film işte. ama savaş karşıtlığı meselesine hiç katılmıyorum. aksine savaşı öven tarafları mevcut.
  • film gereği amerikalı'larca sri lanka'da kurulan ve çekimler bitince yıkılan, halkın bundan ötürü çok üzüldüğü, yıkılana dek, her daim baki kalacağını sandığı meşhur köprü.
  • gerçekten çok güzel mesajlar veren film.

    ingilizler;

    - şereflidir
    - asildir
    - esirken bile kimse onlara söz geçiremez
    - ülkeler arası antlaşmalara esirken bile saygıları vardır
    - kimse onların subaylarına amelelik yaptıramaz!
    - düşman onlardan köprü yapmalarını istediği için değil kendileri istediği için yaparlar bu köprüyü
    - japonlardan çok daha üstün disipline ve teknik yeteneğe sahiptirler
    - yaptıkları köprüye sabotaj olduğunda mal japonlardan önce bunu yine asil ingilizler fark eder

    japonlar ise;

    - şerefsizdir
    - kaypaktır
    - ülkeler arası antlaşmalara uymazlar
    - esirlerine işkence ederler
    - esirlerine söz geçiremezler
    - köprü yapmaktan bile acizdirler
    - asla bir ingiliz kadar zeki olamazlar!

    ben de diyorum bu filme neden bu kadar oscar verilmiş. ingiliz-amerikan birbirinizin götünü yalayın böyle aynen devam amk. ama ne olursa olsun filmin kalitesine laf edemem, piçler mesajı veriyor ama kaliteli iş yapıyor.
  • birkaç kez seyrettikten sonra rahatsız edici bir sahnenin hafızama çöreklendiği film. bu planda köprüyü yıkmaya çalışan ingiliz askerleri bölgenin yerli kızlarıyla koopere çalışmaktaydı. bazuka ya da roketatar olması gereken bir silaha kız gülümseyerek mermileri yerleştiriyordu. ne gibi bir mesajı ne gibi bir alt metini vardı hala çözemem. savaşa bu kadar gönüllü katılan ve kahve servisi yapar gibi mermi yerleştiren bir insan figürü yedi bitirdi beni.
  • çekildiği döneme göre teknik ve sanatsal olarak çok başarılı bir film; ancak bu filmde savaş karşıtlığı bulmak için epey bi zorlamak lazım. filmin her yerinden 'beyaz adamın üstünlüğü', 'askerliğin yüce değerleri' falan akıyor. bir tek shears karakteri savaş karşıtı bir öğe olarak değerlendirilebilir, o da ittire kaktıra.
    izlediği her filmden imge, metafor vs. çıkarmaya meraklı tiplere kalsa filmi bir barış manifestosu ilan edecekler. oysa artık bir hollywood klasiği haline gelen, abd'nin (a.k.a batı'nın) savaştığı her ülkeyi ve halkı kaba ve geri; abd'lileri (batılıları) uygarlık için savaşan üstün insanlar olarak resmetme geleneğinin ilk örneklerinden biridir bu film. sonraki yıllarda soğuk savaş, vietnam, körfez savaşı vb. konulu filmlerle bunu zirve noktasına çıkardılar.
    ama yine de yüksek izlenebilirliği olan bir film the bridge on the river kwai, izlemeyenlere tavsiye etmekte beis yok.
  • filmde ingilizler köprü nasıl yapılır ayağı ile sağlam ayar verdikleri japonlar günümüzde neredeyse aya köprü kuracaklar. (okyanusa kuralı çok oldu.)
  • birçok majör hollywood ve ingiliz prodüksiyonu gibi the bridge on the river kwai de uzun süre savaş karşıtı bir film zannedilmiştir. bu, söz konusu sinema endüstrilerinin amacına ulaştıklarının sahih bir belirtisidir.

    bugün ilkokul çağındaki, bilgisayara, internete ve dünyada olup bitenlere öyle veya böyle hakim çocuklar bile bunları biliyor ve örneğin james bond’un ya da batman’in bir kurtarıcı olmadığını anlayabiliyor. ama aynı manzara bazı eleştirmenler için geçerli değil.

    bunlar hangisinin en iyi bond filmi olduğunu veya joker’i kimin canlandırması gerektiği hakkında olmayan beyinlerini çalıştırmakla meşguller.

    bazı filmler vardır, belirli bir janrı stereotiplerle, klişelerle, ırkçı altmetinlerle, ötekileştirmenin sinemasını yazarak programlandırırlar.

    casablanca, schindler's list, saving private ryan, the deer hunter , apocalypse now gibi bu coğrafyada da çok sevilen ve üstüne üstlük savaş karşıtı sanılan filmler sözüm ona bu familyaya aittir.

    bu bağlamda the bridge on the river kwai savaş karşıtı bir film değildir ya da savaşın anlamsızlığı, saçmalığı üzerinde duran, dünya halklarına hümanist mesajlar vazeden iyimser bir film asla değildir. bilakis oryantalist ideolojinin güdümünde uzak asya’ya kulaç atan bir batılı propaganda yapıtıdır.

    şimdi neden böyle düşünüyorum ona geleceğim:

    1) amerikan-ingiliz yapımı büyük bütçeli bir savaş filmi yığınla oscar aldıysa budala budala bakmayıp oturup düşünmek gerekir! yoksa salya akıtarak filmlerin görsel cezbediciliği üzerine papağan gibi laf sıkmak abesle iştigaldir. oyuncuların iyi oynadıkları üzerine beyanlarda bulunmak (gerçi bu bi bok bilmemekten kaynaklanır. felsefe, tarih, psikoloji, edebiyat, sosyoloji üstüne eser okumayan biri başka ne yapabilirdi ki!?) beş yaşındaki yeğenimin de becerebileceği bir şeydir!

    2) bu tarz filmlerde yıldız oyuncular oynatmazsanız geniş halk yığınları kolayca özdeşleşme yaşayamazlar. william holden, alec guinness gibi döneminde sevilen oyuncuların işe koşulduklarını görüyoruz. çünkü verilmek istenen sözde mesajlar sadece amerikan-ingiliz halklarını değil, bütün dünya halklarını da ilgilendirmektedir.

    3) batılı gözlüğüyle salt japonlar değil, ruslar da, vietnamlılar da, koreliler de, çinliler de, araplar da, muhtelif uluslardan öteki müslüman toplumlar da mutlak birer ötekidir. the bridge on the river kwai de bu yoldan gider.

    4) filmde inşa edilen köprü neyi metaforize etmektedir? ve en sonunda neden bombalanır? şu: amerikalı-ingiliz mantığı dünyaya adaleti tesis etmek amacıyla geldiğine inanır. özgürlüğü, modernliği getiren odur. doğu’ya ya da uzak doğu’ya modern uygarlığı getirecek olan odur. köprüyü inşa edecek teknolojik beyin elbette ingiliz beynidir. japonlar o teknolojik kafaya sahip değildir. 19. yüzyıl sonundan itibaren batılılaşma çabaları içine giren japonların batı uygarlığı karşısındaki ezilmişlikleri ve aşağılık kompleksleri köprü inşaatı metaforuyla istihza ile betimlenir.

    ve sonunda köprü yıkılır. bu, öteki'nin (japonların) asla batı uygarlığı gibi modernleşemeyeceğini, dahası bu topraklara modernliği yaymanın olanaksızlığını ya da gereksizliğini sembolize eder. batı için öteki barbardır.

    5) ingilizler hep centilmendir. hatta şu piç james bond bile o denli centilmendir, kibardır. japonlar karikatürize edilmişlerdir. saldırgan, ezik, şiddete eğilimli biçimde yansıtılırlar. ingilizler ise sağduyuludur, çalışkandır.

    6) ingiliz ordularının sınırı bile bulunmayan uzak ülkelerde ne iş aradığı hemen hiç sorgulanmaz. örneğin the deer hunter’da vietnam sendromu’ndan bahsedilir ve suç düşman-öteki vietnamlının üzerine atılarak çözümlenir. ama amerikan ordusunun bu topraklarda ne işi olduğu kimsenin aklına gelmez. mesele bu gerçeğin nasıl gizleneceği ile ilgilidir. başrole de aurası yüksek robert de niro gibi oyuncuları yerleştirirseniz satranç turnuvasından galip ayrılmanız ve oscar’ı da garantilemeniz her zaman mümkündür.

    bu ödülün sanatsal bir anlamı olmasa da pazarlama stratejisinin bir parçasını oluşturduğu için oscar heykelciklerini toplamak her zaman işe yaramıştır. the bridge on the river kwai de birçok dalda oscar ödülü kazanmıştır. bu, filmin ideolojik zeminine sanatçı çevresi tarafından da arka çıkıldığı anlamında okunmalıdır. tıpkı argo’nun (2012, ben affleck) beyaz saray tarafından da desteklenmesi, ödülün ise bizzat barack obama’nın eşi michelle obama tarafından filmin yapımcılarına taltif edilmesi gibi.

    7) ve iyiler kazanmaya, kötüler kaybetmeye mahkûmdur. nitekim öyle olur. masalsı hollywood geleneklerine bir kez daha uyum gösterilmiş, düşman-ötekinin hakkından sinema sanatı vesilesiyle bir kere daha gelinmiştir.
  • --- spoiler ---

    filmde oryantalizm temel direklerden biridir. filme göre; mühendisi daha zeki, kollektif çalışmaya uygun ve subayları gururlu ingilizler, mühendisleri başarısız, insanları iyi yönetmekten aciz ve kuralları ve karşıdakinin gururunu hiçe sayan japon otoritesinden üstündür.

    filmdeki belirgin antimilitarist değinmeler:
    -asker kişinin gurur nedeni ile hem kendini hemde emri altındakileri ezmesi, gereğinde hastaları dahi çalıştırması
    -asker kişinin tamamen akıldışı da olsa gururu yüzünden "düşmanına" ait köprünün kendi müttefikince yıkılmasını canı pahasına önleme çabası
    -kahramanın (en akıllı adamın) askeri esaretten kaçıp, kendini binbaşı olarak tanıtıp, iyi muamele görüp, kız arkadaş edinip, hayatın tadına varmaya çalışması ve bu saçma savaşın içinde olmamak istemesidir.

    --- spoiler ---

    edit: son birleşik cümlenin maddelere ayrılması
  • asla eskimeyecek bir klasik. çocukken izlediğimde zevk almıştım, büyüyüp de farklı bir gözle izlerken de. savaşın iğrençliğini, aslolanın iletişim, barış, dostluk ve birlik olduğunu anlatan film.
    ancak film amerika ve ingiltere ortak yapımı olduğu için ingilizleri medeni, japonları da vahşi ve ilkel göstermiş. japon komutan cenevre antlaşmasındaki kuralları siklemezken, ingiliz albay tam bir medeniyet gösterisi düzenler. "cenevre antlaşmasında oraya buraya saldırmak yazıyor mu lavuk" demek kimsenin aklına gelmez. daha sonra bu albay o köprüyü o kadar benimser ki, neyse anlatmıyım, izleyenleri deli eder. insanoğlunun isterse neler yapacağını anlatan etkileyici film, savaşın da, barışın da, en güzel eserlerin de yine insanoğlunun eseri olduğunu anlatmakta.
  • uyarı: bir tutam spoiler, iki çay kaşığı öznellik içerir.

    --- spoiler ---
    ikinci paylaşım harbi sıralarında japonlara esir düşmüş bir ingiliz birliğinin, japon imparatorluğu'nun güneydoğu asya'daki askeri ve politik ideallerini gerçekleştirmek adına yapılan demiryolu inşaatının, kwai nehri üzerindeki demiryolu köprüsünü yapmak üzere kullanılmasını konu edinerek, temel düsturu olan 'savaş karşıtlığı'nı başarıyla yerine getiren, 1957 yapımı david lean filmi.

    birçok savaş karşıtı film izledim bugüne dek. stanley kubrick'in full metal jacketinden tutun da platoona; good morning vietnamdan paths of glorye değin tür tür. bu filmde bir şeyler var ama. beyinde birşeyler düğümlüyor başta. filmi izlemeyi bitirdikten sonra çok düşündüm sebebini. yeni yeni kafam yerine geliyor. bu film, empati kurmasını istiyor seyircinin. bunu full metal jacket'ta göremiyoruz oysa. iyi-kötü ayrışması ayyuka çıkmış. keza good morning vietnamda da paçalardan akıyor bu ayrışma. ama bu filmi izlerken, kim daha iyi(!) kim daha kötü(!) karar veremedim. ancak hep şu soruyu sordum kendime: 'ben (onun yerinde) olsam ne yapardım?' hâlâ kararsızım. çok ilginç. görev sorumluluğu konusunda orhan kemal'in murtazası havalarında gezen beni bu tür bir düşünceye sokması dahi, kendi türü içerisindeki yerini sağlamlaştırıyor bu filmin? savaş karşıtlığını salt bir propaganda olarak değil ancak bilinçli bir edinim ve etkileşim süreciyle aktarmaya çalışması david lean'in ne kadar büyük bir yönetmen olduğunu bir kez daha ispatlıyor bana. hangisi daha haklı: japon albay mı, binbaşı numarası yapan shears mı, esir kampındaki doktor mu, yoksa esir ingiliz birliğinin onurlu ve tavizvermez kumandanı mı? doktor'un film içerisindeki son kelamı geliyor akla: this is madness! allah belamı versin öyle. manyaklık be bu.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap