• when a man lies he murders
    some part of the world
    these are the pale deaths which
    men miscall their lives
    all this i cannot bear
    to witness any longer
    cannot the kingdom of salvation
    take me home

    canim sikkinken her kalem kagit buldugumda, eskiden sinavlarda sira ustune karaladigim satirlar...
  • yaklaşık 30 sene önce, ilkokul yıllarımın sonuna doğru tanıştım metallica ile.

    o zamanlar çok meraklıyım radyodan veya evdeki kasetlerden bulabildiğim her türlü müziği dinlemeye. haliyle genel olarak alakalı alakasız her şeyi dinliyorum ve çokça da pop şarkılara denk geldiğim için, malum o zamanlar radyoda ne kadar farklı tarzı denk gelebilirsin, ben de kulağıma hoş geleni başa sarıp yeniden dinliyorum.

    bir gün abim elime metallica kaseti tutuşturdu, black album hiç unutmam, dedi ki madem bu kadar seviyorsun müziği, bunu dinle bakalım sevecek misin...

    o gün hayatımın mihenk taşı oldu. play tuşuna basmamla beraber kulaklarımda, zihnimde, tüm bedenimde şimşekler çaktı, benliğimi keşfettim adeta...

    günlerce dinledim o albümü, baştan sonra ezberledim, yastıklardan davul seti kurup kendimi grubun davulcusu bile yaptım. hatta wherever i may roam girişini yastık davul setimle çok iyi yapardım tam gaz, hiç unutmam.

    tabi haliyle yetmedi tek bir kaset bana. bu adamların başka kasetleri de olmalıydı ve onları da bulmalıydım, dinlemeliydim. düştüm kasetçi yollarına ve bulabildiğim ne kadar albümleri varsa kopyalattım (bilen bilir o zamanlar orijinale kaset almak çok pahalıydı, onun yerine kasetçiden kopyası yaptırılırdı, hey gidi günler...).

    ilk kopyalatabildiklerim master of puppets ve and justice for all albümleri oldu.

    önce maser of puppets ile başladım. her bir şarkıyı dinledikçe kulaklarıma inanamıyorum, ayaklarımla, ellerimle ritim tutarak kendimden geçiyorum, adeta bir hazine bulmuş gibi uçuyorum sevinçten, sürekli endorfin salgılamaktan nirvanaya ulaşıyorum adeta...master of puppets parçasını hazmetmem zaten saatlerimi almıştır, tam bir şaheser. sonra inanılmaz akıcılığıyla orion ve tüm karanlık hissiyatıyla leper messiah algılarımı sonuna kadar açmamı sağladı. bildiğin sabi sübyan bir metalhead oldum dinledikçe bu albümü.

    iki gün sürmüştür heralde master of puppets kasetini bitirip, başa sarıp sonra tekrar bitirmem. sonra sıra and justice for all albümüne geldi ve geliş o geliş... günlerce walkman düşmedi kulağımdan. nasıl olabilirdi bir albüm bu kadar güzel? önce black album sonra maser of puppets ve sonra bu şaheser, imkansızdı aynı sanatçının yaptığı işin her farklı versiyonunu dinlendikçe müzikalitesinin daha da güzelleşmesi. kulaklığı taktığım gibi önce blackened ile ne olduğumu şaşırdım, hem karanlık hem enerji ve isyan dolu. gerisi zaten efsanelerle dolu parçalar ve her birini dinlediğimde sanki müziği yeniden keşfediyorum. one dinlerken salondaki yastıklardan oluşan davul setimi yerden yere vurduğumu dün gibi hatırlarım…

    ama o albümde bir tane parça vardı ki o günden bu güne hiç etkisi azalmadı üstümde, to live is to die… böyle bir giriş, gelişme, yükseliş, sonuç ve hatta biterken dahi başa dönüş hiç duymamıştım şimdiye kadar dinlediklerimde. hatta tüylerimi diken diken eden bir şeyler vardı bu parçada. hiç duymaya alışmadığım sakinlikle başlayan bir giriş ve sonrasında sanki içinden bir şeyler sökmeye çalışan basit ama bir o kadar da ağır ve karanlık riffler. en garip olanı da parçanın tam ortasında dinleyeni veya hissedebileni başka yerlere götüren 2 dk süren o hafif, duygusal ve vurucu geçiş. o zamanlar, o yaşıma göre hiç anlam veremediğim derin hüzün ve haykırma isteği uyandıran bir etki bırakmıştı üstümde, çok garipsediğim…

    sonra yıllar geçti ortaokul, lise tam bir metal fanı oldum. gitar çalmaya başladım üniversiteye başlarken ve çalmayı ilk öğrendiğim parçalardan biri oldu to live is to die. büyüdüm, bambaşka yerlere uzandım ve evrildim. gitardan ve metalden uzaklaştım, farklı zevklerim oldu ama bu şarkı hep bir yerlerde gizli kaldı. geri dönüp dinlediğim, bazı saklı kalan duygularımı canlandırdığım bir hatıra oldu bende. sarhoş oldum, üzüldüm, birisini kaybettim, sinirimi haykırmak istedim... ve her seferinde kulağım bu şarkıya gitti ve o duygularıma eşlik eden en iyi melodi oldu her ihtiyacım olduğunda. neden bilmiyorum ama sanırım her duyguyu içinde barındıran ya da en azında bendeki bu duyguları dile getiren bir etkisi var kendisinin…

    belki 10 sene geçmiş üzerinden hiç uğramadım kendisine ve şimdi bu akşam tekrar aklıma geldi nedendir bilinmez… baştan sonra dinledim sanki ilk defa dinliyormuş gibi, yine kulaklıklarımla. her kısmı ayrı bir müzikalite ama 4.30 dolaylarında başlayan kısmı beni yine benden aldı ve gözlerimden gelen yaşları zor durdurdum… biraz çocukluğum, biraz yaşadıklarım ve geride bırakılanlar ve belki biraz da hayata dair tüm beni ben yapanlar aklımda geldi birer birer. abimi özledim, onun bana o kaseti ilk uzattığı anı özledim, geri getirmek istedim her şeyi ve o andan itibaren bugüne geride kalan hayatı…

    neyse çok uzattım ama sanırım şarkı biraz haklı ve gerçekten adının hakkını veriyor bende uyandırdıklarıyla.

    to live is to die hepimiz için doğrudur bazen çünkü yaşadığımız her bir gün, yaşayıp öldürerek geçmişe gönderdiğimiz ve ölmemesi için her gün anımsamak isteyeceğimiz hatıralardır aslında.
  • aglata aglata headbang yaptirtan bir acayip sarki. turnusol kagidi olarak da kullanabilirsiniz: bir insan bu sarkiyi dinledikten hemen sonra hala metallica'ya bok atabiliyorsa o adamdan cacik olmaz.
  • metallicayı ezenlere ders niyetinde dinletilmesi gereken a$mı$ kollektif , progressif eser.
  • introsu ve finishi gayet güzel bir şekilde oluşturulmuş. sanki bir masala başlar gibi başlayan ve aynı şekilde masalın sona erdigini gösterircesine aynı melodi ile kapanan efsane parça.
  • ergenliğin atlatılmasına rağmen metalci kalabilmek başlığında bugün bahsi geçti (bkz: #31000450)
    hani bazı şeyleri unutursunuz da, bir filmde veya bir sohbet esnasında bahsi geçer. böyle çölde susuz kalmış misali ister canınız. nasıl desem mesela şimdi aklıma geldi, tüp çokokrem emmek mesela.
    işte metallica'yı üniversite yıllarında peşine düştüğü çıstak uğruna satmış, ne kadar geriye dönmek istese de yolda kaybolup indie rock batağından çıkamamış bir ada iti olarak, ne kadar özlediğimi fark ettiğim şarkı. şu an sanırım yirminci defa falan dinliyorum. üzüldüm de bu arada ne bileyim 8-10 sene olmuştur dinlemeyeli. vefama sıçayım. doksanların başında kara tişörtlerle mersinde pasaj merdivenlerinde aşınan popoma koyayım. ebeme slayer kaysın, öyle canım sıkıldı.
    ilginç olarak, mesela aklıma gelen şey, acaba on, onbeş sene falan geçse oğlan şöyle benim onlara taptığım, yaşlara gelse dinlese falan, baba müzik budur işte, şanslı nesilmişsiniz falan dese. oğlan gel hele yamacıma, sana bir sır vereyim, ben bu adamları paul bankslere, tom smithlere, thom yorklara sattım desem, sonra sarılıp kol kola ''when a man lies he murders, some part of the world'' desek. dım dım dı dı dım, dı dı dı dıdı dım diye solarak şarkı bitse.
  • duygulanmamak elde değil dinlerken, seneler seneler sonra hala aynı etkiyle vurabiliyor ...

    00:00 - 04:25 cliff burton dünyaya gelir ve kızıl saçlarını sallaya sallaya çalar bas gitarını
    04:25 - 04:56 karavanları kaza yapar, çektiği as maçadır dönüm noktası,04:56 daki o lanet notadır
    04:56 - 07:28 herkes o'nu arar, bıraktıklarıyla tekrar tekrar hatırlanacak olanı
    07:28 - 09:51 ...
  • upuzun bir o kadarda hüzünlü bir metallica şarkısı.
    yaşamak hakatten de ölmektir.
  • metallica aşığı olan herkesin, bu şarkıyı dinlememiş olmak ve ilk defa dinlemenin tadına varmak için her şeyi yapabileceğini bildiğim muazzam şarkı.
  • senelerdir her duyduğumda ağlatmayı başaran, metallica'nın en güzel şarkılarından biri..
hesabın var mı? giriş yap