• insan vucudunda disaridan gelen etkilerin beyine ulastirilmasini saglayan arac.
  • 5 duyu organi vardir: göz, kulak, deri, dil, burun
    bunlar görmek, işitmek, tatmak, dokunmak ve koklamak işlevlerini yerine getirir
    bi de her insana nasip olmayan 6. duyu/his vardir, organi tartisilir
  • duyu, duyarga, duygu kelimeleri ne kadar da yakındır birbirine. maddenin etkileşimi akıldaki etkileşimlerden daha açık ve yalındır. işte duyu bu yalınlığı anlatan bir kelime. bir bilgi. yukarıdaki açıklamalara ilaveten eklemek isteyebileceğim şey duyuların bilgi olarak algılanıp algılanmaması ile ilgilidir.
    duyularınıza güvenmeyin der bazı öğretiler. çünkü duyuların yanıltıcılık olasılığı çok yüksektir. oysa duyu her koşulda gerçek olan bir etkileşimi ifade eden bir kavramdır. aklın duyusu , akılda olanlardır. oysa akıl salt haliyle düşünüldüğünde bana tabula rasa'dan başka birşey ifade etmiyor. zira kant'ın üzerinde durduğu sistem de tam bu noktaya denk gelmektedir. duyular gerçek midir , gelip geçici midir.
    gelip geçici olan ne yok ki sadece duyu düşünülsün. kozmolojik sınırlarda (sınırsızlıkta) düşünceler de gelip geçicidir. ancak şöyle der alimler "duygular gelip geçicidir, düşünceler ebediyete uzanır." burada vurgulanmak istenen şey, insanın nefsine hakim bir yaşam süremesi üzerine kuruludur. elbette insan nefsine hakim olmadan yaşayamaz, ama nefsi yoketmek de bir nefsdir. bakın çok önemli bir ayrıntıya dikkatinizi çekiyorum; duyu yapısı, düşünce yapısında da kendini gösterir. yani nasıl duyular bir etkileşim sonucu oluşan bir eşik noktasının aşılmasını ifade ediyorsa, aynı şekilde zihinde de böyle eşik noktaları vardır. bunlar , kavramların algılanması ile ilgilidir diyebilirim. nihilizm 'e göre kavramsızlık hakimdir dünyaya. yani hiçliktir herşey. oysa gerçek olan, tanımaktır, bilmektir. çünkü bir kavramın yokluğu, o kavramın varolduğu sürecin de yokluğu anlamına gelir ki bu sürece tüm evren dahildir. cogito , bize bütün gerçekliğin mevcudiyetinin ispatında büyük bir adım olarak gelir. duyulara güvenmeyen bir yaklaşım ile zihne güvenmeyen bir yaklaşım arasında bir fark yoktur bu açıdan bakıldığında. çünkü zihin, duyular üzerinde çalışır. duyular ise doğrudan doğruya duygularımızı oluşturan başlangıç noktadır. kelime köklerine bile bakınca bu çok açık. duygu , duyularla ilgili olan ilk bağ. ve duygular üzerinde bir kanalda hareket eden düşünceler. ve düşünceler duyargaların hareketini oluşturan başka bir bağın parçası. hepsi bir bütün.
    her ne kadar açık anlatamasam da 'ekşiltmeden' baktığım duyu konusunda sadece basit bir madde etkileşimi olarak bakmamız gerektiğinin altını çizerek uzun entryme burada son veriyorum.
  • insanin yukarida sayilmis bes duyu organini,kimilerine gore ise bunlardan fazlasini kullanarak cevresindeki olaylari algilamasi.
  • insanların ve hayvanların, dış dünyanın uyaranlarını şu an için belirlenen on bir duyu organlarıyla algılama yeteneğine duyu denir. sanıldığının aksine artık 5 değil 11 tanedir. bunlar ;görme, işitme, koklama, tad alma, dokunma, sıcaklık, soğukluk, acı-sızı, organik duyu, kas duyusu, denge duyusu'dur.
  • (bkz: do you)*
  • yapılan araştırmalar 23 tane duyumuz olduğunu göstermektedir. ne mutlu kullanabilene.
  • yaptığım yüce araştırmalar duyu sayısının 75 olduğunu göstermektedir. hepsini kullanıp da bokunu çıkarmayın. ne mutlu türküm diyene.
  • organizmanın algı yoluyla topladığı bilgilerdir. duyunun en doğru ve basit tanımı budur.

    beş duyu söylemi, felsefenin yorumudur ve bilimsel bir geçerliliği yoktur. aslında, feylesoflar da insanın duyularını beşle sınırlandırmamışlardı. beş iç, beş de dış duyumuz olduğu söyleniyordu: sağduyu,hayal gücü, fantezi, yorumlama, hafıza, görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma. hayal gücüyle fantezi arasındaki farkı hiçbir zaman çözemediğimden, bunun beşe tamamlamak için zorlama bir sınıflandırma olduğunu düşünmüşümdür her zaman. öte yandan, iç duyu olarak adlandırılan zihin işlevlerinden aslında hiçbiri gerçek anlamda duyu değildir. hafızamız, duyular aracılığıyla edindiklerimizi topladığımız depodur. yorumlarken, duyuları işleriz. hayal ederken ise topladığımız bir bilgi yoktur.

    gelelim gerçek duyulara.

    dokunma: en yaygın algıladığımız duyumuz budur. adına geleneksel olarak dokunma dense de, buna somatik duyu denmesi daha doğru olur. zira dokunma, birden fazla duyumuzu kullandığımız bir beden işlevidir.

    somatik duyu, genelde derideki mekanareseptör tarafından algılanan duyudur. fakat bunun dışında kıllar, mukozalar, dil ve gırtlak da teması algılayabilir. bu, aslında beş duyu organı sınıflandırmasının ne kadar yanlış olduğunun bir göstergesidir; zira bu beş organın dördü dokunmayı algılayabilmektedir. (burun, dil, göz ve deri. kulağın derisi dokunmayı algıladığı için onu saymadım)

    dokunduğumuz yüzeyin sertliğini, düzgünlüğünü vb bu duyuyla algılarız.

    görme: görme, aslında iki ayrı reseptörle algılanan iki ayrı duyudan oluşan yüksek bir beden işlevidir.

    birinci reseptör grubu, aydınlıkla karanlığı ayırmamızı sağlar. ikincisiyle ise renkleri algılarız. bu iki duyuyu (renk ve aydınlık) sadece gözlerimizle algılayabiliriz.

    işitme: sesin algılanması duyusu. burada, dokunmayı algılayan mekanoreseptörlerin özelleşmiş versiyonları ses dalgalarındaki titreşimi elektriksel iletiye çevirerek beynin bunu algılamasını sağlarlar.

    bu, özel reseptörler kulaklarda bulunsa da mekanareseptörlerin bulunduğu bütün organlar bu işleve minik bir katkıda bulunur. yani evet, derimizle de "işitebiliriz". birçok sağır kendilerini disko gibi yüksek müzikli mekanlarda duvarlara dokunarak buradaki titreşimi, dolayısıyla sesi algılayabilecek şekilde eğitmiştir. bu yolla özellikle düşük frekanslı sesler işitilebilir.

    başta kulak ve deri olmak üzere, birçok organımızla işitebiliriz.

    tatma ve koklama: bu iki kimyasal duyu, birlikte çalıştıkları için onları birlikte anlatmakta fayda var. bunu, hastalandığımızda hepimiz deneyimlemişizdir zaten. burnumuz tıkalıyken yemeklerin tadını alamayız.

    tatma ve koklama, aslında maddelerin "aroma"sının algılanmasıdır. maddelerin kimyasal içeriği ağızda tükürükte veya burunda mukusta çözünür, reseptörler bu şekilde bu içeriği algılayabilirler.

    tatma duyusu, temelde gıdalardaki beş temel "tat"a odaklanmıştır. bunlar tatlı, tuzlu, ekşi, acı ve umamidir. (umami, ağzımızı sulandıran ve eksik bir şekilde "lezzetli" olarak türkçeleştirebileceğimiz tattır. bütün tatları birleştiren ve etkisi uzun süre ağızdan gitmeyen tat, odur.) bunun dışında örneğin "metalik" gibi tatları da algılayabiliyor olsak da, bunların "tatma işlevinde etkisi olmadığından, bunlara değinme gereği duymuyorum.

    koklama ise, tatmanın paraleli bir duyudur. burada beşten çok daha fazla reseptör söz konusudur. burun mukozası yaklaşık dört yüz farklı koku molekülünü algılayabilir, bu moleküllerin birbiriyle bileşiminden de kokular ortaya çıkar. yemekleri koklayarak tatmamızın esprisi de burada yatmaktadır. tatma kokuya nazaran daha kör bir duyudur, sadece beş farklı özelliği ayırt edebilir. oysa ki iki tatlıyı ve dolayısıyla bütün yemekleri, koklayarak ayırt ederiz.

    bunlar, klasik duyularımızdı; ama elbette insanın algılayabildiği duyular bunlarla sınırlı değildir.

    kendilik veya farkındalık: kendilik duyusu, vücudumuzun bütün organlarının katkıda bulunduğu bir duyudur. gözünüz kapalıyken, elinizle burnunuzun ucuna dokunmanızı istesem, burnunuzun yerini bulabilirsiniz, değil mi?

    pozisyonumuzun ve hareketimizin "farkında" olmamızı sağlar bu duyu. vücudunuzu değişik bir duruşa getirsem, hangi bacağınız nasıl durduğunun farkında olursunuz. dokunma duyusuyla beraber çalışsa da "proprioreseptif duyu" aslında dokunmadan ayrı bir duyudur. vücuttaki eklemler ve kaslar bu duyuya ciddi katkıda bulunurlar.

    denge: vücudumuza hareket, yön ve ivme vermemizi sağlayan bu duyu, temel olarak iç kulak sayesinde algılanır. ancak iç kulağı tamamen hasarlanmış bir insan dahi belirli bir ölçüde dengesini sağlayabilir. çünkü etrafımızı "görmekteyiz"dir. ayrıca ayaklarımızın yere bastığını "hissederiz" şu halde görme, dokunma ve kendilik de dengeye yardımcı olur. özetle denge, başta kulak ve göz olmak üzere bütün vücut tarafından algılanan bir duyudur.

    ısı : derimizdeki reseptörler sıcak ve soğuğu algılayarak bu duyuyu oluştururlar.

    ağrı: iç organlar, deri ve eklem, kas ve kemikler bu duyuyu algılar.

    bunlar şu an için kabul edilmiş temel duyularımızdır. bir de tartışmalı iki tanesi var, onları da ekleyeyim.

    zaman: gerçekten de zamanın geçtiğini algılayabilmekteyiz; ancak onu algılayacak özel bir duyu sistemimiz yoktur. bu da zamanı tartışmalı bir duyu yapar. sinir ve hormon sistemlerimiz zaman algısını "yaratırlar". kim bilir, belki gerçekten de zaman diye bir şey yoktur.

    derinlik: veya üçüncü boyut. biz, bunu iki gözümüzün gördüğü görüntüleri birleştirerek algılarız. bazı hayvanlar ise iki kulaklarının işittiği sesleri birleştirerek üç boyutlu "duyarlar". şu halde gerçekten de bir boyut algısı mevcuttur. burada sorun ise, aynı şekilde bunun özel bir duyu sistemiyle algıladığımız bir duyu olmayıp beynimizin iki ayrı organdan gelen veriyi birleştirerek elde ettiği bir çıkarım oluşudur.

    bunların dışında idrak, hafıza, hayal gücü birer beyin işlevi olduklarından duyu değillerdir.

    şu halde, duyu organları birden fazla duyuyu algılarlar ve bunlara katkıda bulunurlar:

    göz: görme (renk ve aydınlık), denge, derinlik, dokunma, ağrı, kendilik, ısı ve işitme
    kulak: işitme, denge, ağrı, kendilik
    dil: tatma, ısı, dokunma, ağrı, kendilik, işitme
    burun: koklama, tatma, dokunma, ısı, ağrı, kendilik, işitme
    deri: dokunma, ısı, ağrı, işitme, kendilik, denge

    ama bütün organlar, bir şekilde bu duyulara katkıda bulunur.
  • duyuya benzetilen, madden en gerçekçi tabir 'göz'dür. bir ışığın varlığını edimi gibi içinde barındıran ve bir o kadar da o ışığa muhtaç olandır. insan aklının yetebildiği yere kadar olan 'göz' bir 'avuç' gibi maddeyi kavrayamadıkça duyu insan aklıyla idare edecektir.
hesabın var mı? giriş yap