*

  • ali şir nevainin 46 bin beyitlik hamsesinde yer alan bir mesnevisi
    (bkz: leyla ve mecnun)
  • işin özünde suretten yola çıkarak bir adamın nöron hücrelerini nükleer kıyıma uğratan aşk mesnevisi. beşeri aşk denilen sevilme arzusunun gerçekleşmemesi halinde ruhsal kosmosda biriken metan gazının en sonunda içerisini zehirlemesi. tasavvuf ehli bir dervişin yolunda gördüğü aynalarda ruhunun yansımasının resmini çekmesinden çok sonrası leyla. o resimde yılışık pozlar veren maşuk, dünyanın ta magmadaki eriyiğini bular aşığının kalbine. suret, bu türevin belirlenemeyen integralidir. hüsn ü aşk 'ta çalan mevlevi neyi, arap uduna ait bir saz semaisi peydahlar ki azeri lehçesinde. aslında bütün bir hikaye dilde çözülmeden ibarettir.
    somut yörüngeden şizofrenik bir arayışla kayar mecnun soyuta. leyla'yı kaybettiği an anlar ki kaybetmektir aslolan ve tasavvufun bütün kerteleri bu kayıp zincirin halkaları. ne kadar dağılırsa o kadar yaklaşmıştır toparlanmaya. gördüğü leyla'dan, aradığı leyla'ya giden yol, çölde bir saraptan başka bir şey değildir. leyla'sını bulduğu an kendini kaybeder ki zaten bütün hikaye bu tuzağı kurmuştur mecnun'a. güneşe giden yolda ayın öteki yüzünde yalnızca bir kibrit yakmıştır. ki bu üçlü aşk, platonik bir yalnızlığın güdümündeki gerçekçi sanrıdır.
  • pek çok divan şairi tarafından yazılmış bir mesnevidir. divan şairleri içerikten çok üsluba önem verdikleri için aynı konu pek çok şair tarafından tekrar tekrar işlenmiştir.

    bu dönemde olay anlatmaya dayalı olan olan ve günümüzde roman-hikayeye karşılık gelen mesneviler, manzum biçimde yani şiir şeklinde yazıldığı için önemli olan kimin ne kadar güzel söylediğidir.

    ilk yazan ali şir nevai olsa da görece en güzel yazan fuzuli'dir.

    divan şiirinin aşk ve ızdırap şairi olan fuzuli, bu eserde öyle bir mecnun tasvir etmiştir ki bunun sonucunda kendini

    mende mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var
    âşık-ı sâdık menem mecnûn'un ancak adı var

    beyitiyle övmüştür ki haklıdır da...

    mecnun'un bütün aşıklığı fuzuli'nin kaleminden çıkar. mecnun'un yüzyıllar sonra aşık olarak isminin duyulmasının tek sebebi fuzuli'nin aşkından ve aşkı anlatmadaki başarısından kaynaklanmaktadır.
  • biz okulda genelde fuzuli diye öğrendiğimiz için öyle kalmıştır. esas bunun yazarı 12. yüzyılda nizami gencevi'dir. nizami gencevi, azerbaycan'da ve anadolu'da divan edebiyatının yayılmasını sağlamıştır. daha sonra 15. yüzyılda türk edebiyatının "da vinci"si olan ali şir nevai yazmıştır. ali şir nevai'ye maalesef gereken önem verilmiyor.

    ali şir nevai, nizami'nin hamsesinden esinlenerek kendi hamsesini yazmış. burada anlatılan beş destansı şiirin biri de leyla ve mecnun'dur. leyla ve mecnun'u türkçe olarak yazan sanıyorum ilk kişi de ali şir nevai'dir. fuzuli'den çok daha önce ve daha hacimli olarak yazmıştır.

    ali şir nevai'nin yazdığı leyli ve mecnun 3622 beyittir (ikilik). fuzuli'nin yazdığı leyli ve mecnun ise 3098 beyittir; üstelik ali şir nevai'den 51 yıl sonra yazmıştır. benim görüşüme göre ali şir nevai'nin etkisiyle yazdığı yönündedir.

    ali şir nevai, türk edebiyatının kaşgarlı mahmut'tan sonra en önemli kişisi kabul edilir. türklerin anadili gibi farsçayı kullanmasını, farsça eserler vermelerini sert bir biçimde eleştirmiş ilk kişidir. onun bu tavrı türk edebiyatının fars etkisinden kurtulmasını sağlamıştır. iyi bir biçimde arapçayı, farsçayı bilmektedir. ilk şiirlerini farsça yazmış, daha sonra türkçenin önemini kavrayıp anadiline sağdık olmuştur. onun şu sözü durumu açıklamaya yetmektedir:

    "türk'ün beceriksiz ve değersiz gençleri, kolaydır diye, farsça şiir söylemeye özeniyorlar... türk dilinin genişliği bu kadar tanıklarla anlaşıldıktan sonra, yetenekli türk gençlerinin kendi dilleri dururken başka dille şiirlerini yazmamaları gerekirdi. eğer her iki dilde eser verebilecek yetenekteyseler, kendi dillerinde daha çok eser vermeliydiler. doğrusu şudur ki bunlar, türkçe şiir söyleyecek güçte değildirler."

    işte onun bu sözleri ve düşünceleri tüm türk coğrafyalarına yayıldı. bu sözler öylesine söylemiş sözler değildir. bunun için dilbilgisi kitapları ve sözlükler yazmıştır. bununla da yetinmeyip öğrencilerine sözlükler hazırlatmıştır. bir çok şairin onun sarayına gelip ders aldığı da biliniyor. özellikle azerbaycan sahası olmak üzere orta asya'nın, iran'ın çeşitli yerlerinden onun onayını almak isteyen şairler ortaya çıkmıştır.

    ali şir nevai'nin 30'dan fazla, bir çok alanda eseri vardır: dilbilgisi ve şiir bilgisine yönelik edebiyat eserleri vardır; bunun yanında tarih kitapları, din hakkında kitapları, biyografi kitapları, edebiyat eleştiri kitapları ile tezkireleri, divanları ve hamsesi vardır. türk edebiyatı ve dili hakkındaki çalışmaları onu gelmiş geçmiş en önemli türkologlarından yapmaktadır. sadece döneminin türk edebiyatına değil diğer edebiyatlarına da yön vermiş bir şahsiyettir.

    ali şir nevai büyük bir akım oluşturmuş, bu akım doğrudan anadolu'yu da etkilemiştir. hatta anadolu haricinde hindistanı da etkilemiştir. babürşah, farsçanın ve hintçenin yoğun olarak konuşulduğu bu coğrafyalarda nevai'nin şiirlerini okurdu. hatta onun derin türkçesini anlayabilmek için bir sözlük bile hazırlatmıştır, bu sözlük sayesinde okur; onun etkisiyle türkçe şiirler yazardı. babürşah'ın bilindiği gibi iki eseri vardır: babürname ve babür divanı'dır. bu iki eser de türkçedir. babürname bir seyahat-name, günce formunda; babür divanı ise şiirlerinin yer aldığı eserdir.

    umarım bundan sonra leyla ve mecnun denilince aklınıza ilk nizami gencevi, sonra ali şir nevai, sonra fuzuli gelir. fuzuli de büyük adamdır ama ali şir nevai kadar değildir. bunları da bilmekte fayda var. nizami ve fuzuli azerbaycanlı şairlerdir. nizami hayatında bir kere bir türkçe kullanmamış bir şairdir, fakat bunun en önemli nedeni dönemin çok erken olması (12.yy) ve firdevsi gibi bir alimden etkilenmesidir. firdevsi'nin hamsesine özenip hamse yazmış; ali şir nevai de nizami'den özenip hamse yazmış; fuzuli de hem ali şir nevai'den hem de nizami'den etkilenerek leyla ve mecnun'u yazmıştır, fakat fuzuli bu hamselerdeki diğer eserleri yazmamıştır. sadece leyla ve mecnun vardır.

    fuzuli'nin en önemli eseri yine usta bir türk şairi olan şah ismail hatayi'ye yazdığı beng-ü bade'dir.

    şah ismail'de şah ismail'dir hakikaten. bilmeyen için söyleyeyim, feci güzel şiirleri vardır şah ismail'in. şiirlerini de çocukluğundan beri türkçe olarak yazmıştır. çocukluğundan gençliğine kadar, safevi tarikatinde çıkan iç karışıklıklardan dolayı hücrede geçirmiş; burada karanlık hücresinde sürekli şiir yazmıştır. genç yaşında yine hücre hayatından kurtulup, kızılbaşları toplayarak devletini kurmuştur. şah ismail'in "gaziler deyen şah menem" şiiri ve "yer yok iken göğ yok iken ta ezelden var idim" şiiri en meşhur olanlarıdır.
  • fuzuli bunu beğendi.
  • leyla vü mecnun adlı aşk hikayesinin birçok farklı formu mevcuttur. bunlardan en bilinenleri sırasıyla nizami gencevî, hamdullah hamdi, fuzulî, ali şir nevai ve nihayet salihî işlemiştir. bu eserlerdeki ifade biçimlerine ve biçimlerin, motiflerin içerdiği sembolik anlamlara dikkat edildiğinde ve metinlerin tarihi arkaplanları da incelendiğinde ortaya görünen anlamlarından çok daha derin bilgiler çıkmaktadır.

    ilk olarak (bkz: mecnun) ya da arap edebiyatında bilinen adıyla (bkz: kays)ın hareketleri incelenmeye değerdir. zira onun eylemleri bütünüyle antik yakındoğu'daki güneş figürlerinin, eski bereket tanrılarının özelliklerini taşımaktadır. nedir bu özellikler? öncelikle mecnun sürekli olarak gündüzleri hareket halindedir, avaredir, kendinden geçmiştir, sarhoştur, sevgilinin aşkıyla mest olmuştur, birçok kez çıplaktır, durmadan dönüp durmaktadır ve çoğu zaman ağlar. tüm bu nitelikler ibrani ve arap mitolojisinin güneş figürlerinde varolan özelliklerdir. çünkü ibraniler eski zamanlardan beri güneşin hareketlerini -diğer tüm semitik halklarda olduğu gibi- yakından izlemişlerdir. ibranilerden önce bu vasıflar fenikelilerce de keşfedilmişti. fenikelilerin öncülü olan sümer - akad döneminde baş figürlerden biri olan (bkz: tammuz) 'gezgin' sıfatıyla anılmaktaydı ve orion takım yıldızıyla ilişkiliydi. orion takım yıldızı gündüz vakti gökyüzünde göründüğünden güneşin en sıcak haliyle aynileşmişti.

    mecnun'a geri dönersek, o da tıpkı öncülleri gibi devamlı hareket halindeki bir gezgindi. bilhassa güzdüz vakitleri necd dağındaki sığınağından inip çöllerde, boş arazilerde acıdan ağlayarak, başı dönmüş ve birçoklarına göre delirmiş bir biçimde gezmekteydi. akşam vakitleri ise bu hareketli halinin aksine zayıf, yorgun, incelmiş bir haldedir. hatta babası onu yalnızca nefes alıp verişinden fark eder. nitekim hamdullah hamdi der ki:

    yürür avare yok agyara meyli
    heman zikri dilinde leyli leyli

    yürür mecnun da hayran deşte düşmiş
    kara bahtı gibi sergeşte düşmiş

    mecnun ayrıca tüm bu özelliklerin yanında çıplaklığıyla da ön plandadır. çünkü zaman zaman derdinden çılgına dönüp üzerindekileri parçalar. peki güneşle çıplaklık arasında nasıl bir bağ vardır? gündüz güneşi sürekli hareket halindedir. akşam güneşinin ise hareketi yavaşlamıştır ve istirahate çekilmek üzeredir. yani gündüz, tepedeki en sıcak güneş kendini çıplak gösterir, oysa akşam yaklaştığında güneşin önü puslanmaya başlar ve bir örtü arkasında gizlenir. gündüz güneşi sürekli hareket halinde ve çıplak olduğundan bu hareket onu yorar, başı dönmüş, avare, sarhoş bir hal alır. bu anlayış neticesinde antik yakın doğu'da tepedeki gündüz güneşi bu niteliklerle anılmıştır. güneş tıpkı mecnun'un çöllerde tek başına dolaşması ve bir mağarada yalnız başına kalması gibi gökyüzünde tek başına dolaşır. yalnızlığı da yine mecnun'a geçen bir özelliktir. hatta güneşin yalnızlığı gölgesinin olmamasıyla anlatılır. aynı şekilde hamdullah hamdi der ki :

    gam-ı dilberden özge mahremi yok
    heman ahından artuk hemdemi yok

    fuzuli'de ise mecnun kendi gölgesini yanında istemez:

    dartup göğe dûd-u şu'le-i âh
    öz sâyesin istemezdi hem-râh

    tıpkı güneşin sürekli hareketinden sarhoş olması gibi mecnun'un da başı dönmüştür ve mest olmuştur. hatta leyla'ya durduğu aşk onu delirtmiş, kendisini çöllere atmış, zincire vurulmuş ve üzerindekileri parçalamıştır, çıplaktır. nizamî onun hali için şöyle der: "yer yüzünde köpekden daha çok koşup durduğu halde, yeraltındaki ölülerden daha göze görülmez halde" keza güneş de çıplak ve harlıdır ve onu örtecek tek elbise havada yarattığı buhardır, kapalı gökyüzüdür, bulutlardır ya da gecenin örtüsüdür.

    peki mecnun tüm bunların dışında başka hangi yönleriyle güneş-bitki ve hayvan tanrılarına, yani antik yakın doğu'nun mitolojik figürlerine benzer? elbette hayvanlarla ilişkisi bakımından! klasik edebiyatta hayvanlar asla doğadaki gibi hareket etmezler. onlarla kurulan ilişkiler de insan ve hayvanın normal ilişkisinden farklıdır. her normal olmayan ilişkinin altında sembolik bir anlam vardır. mecnun'un bir güneş figürü olması onun eser boyunca karşılaştığı hayvanların gökyüzündeki burç yıldızları olduğunu bize hatırlatır.

    benzer bir biçimde sümer anlayışının fırtına-yağmur tanrısı ninurta karanlık gökyüzüyle ilişkiliydi. fakat samilerin mezopotamya'da baskın bir hale gelmesiyle onların anlayışlarındaki güneşin üstünlüğü fikri yayıldı ve bu tanrılar da güneşle ilişkilendirilmeye başladılar. (bkz: tanrı baal) bu tanrılar eskiden karanlıkla ilişkili olsalar da güneşin yükseliş vakitleri, yani doğan güneşle ilgili tanrılar olmaya başladılar. öte yandan eski niteliklerini de yitirmediler ve karanlık öteki dünyayla bağlantılı bir anlam kazandı. uykunun ve ölümün sembolü olarak da siyah renk kabul edilmeye başlandı ve yas alameti oldu. çünkü gölge ve karanlık siyahtı.

    güneşin çok yakıcı olduğu coğrafyalarda bilhassa göçebe araplar, yağmurlu, fırtınalı, kapalı gökyüzüne tapınmışlardır. çünkü bu denli zor iklimlerde güneşin tek anlamı onun yakıcılığı ve yetişen her şeyi öldürmesidir. semitik halkın mezopotamya'da egemen olduğu mö 2500'li yıllarda güneş merkezi bir figür olarak önem kazansa bile bu eski anlayış sürdü. nitekim gökyüzünün gece görünümünün bu önemini bugün islam inancında görürüz. çünkü hesaplamalar hala ayın görünümü üzerinden yapılmaktadır. mesela cuma gecesi derken aslında perşembe akşamından başlayan vakit kastedilmektedir.

    mecnun'u güneş-bitki-hayvan tanrılarıyla ilişkilendirmek için bakabileceğimiz bir diğer nokta onun sürekli ağlamasıdır. güneşin göz ile tasvir edildiğini sıklıkla görürüz. gözyaşları ise göz şeklinde tasvir edilen güneşin ışınlarından farklı bir şey değildir. su ve ışık divan edebiyatında sıklıkla bir arada kullanılan figürlerdir. nitekim birçok dilde de bu böyledir: farsça'da çeşm hem göz demektir hem de su kaynağı manasına gelir, türkçe'de göz hem gözdür hem de suyun çıktığı yerlere de göz denir, arapça'da ayn kelimesinin hem göz anlamı hem de kuyu, pınar anlamı vardır. tevrat'ta yahve'nin her şeyi gören yedi gözü vardır ve babil yaratılış destanı enuma eliş'te marduk dört tane göze sahiptir:

    dörttür onun gözleri
    dörttür onun kulakları
    dudaklarını hareket ettirdiğinde
    ağzından ateş kıvılcımları saçılır
    onun kulakları büyültür
    ve gözleri ea gibi varolan her şeyi görür

    yine aynı şekilde mecnun tüm gün çöllerde, yaban ellerde dolaşmasına rağmen akşam vakti geldiğinde necd dağına çekilir ve mağarasına girer, orada uyur. bu da güneşin batışının sembollerle anlatımıdır. nitekim eski anlayışta güneşin batışı için onun bir kuyuya girdiğini ya da bir mağaraya gizlendiğini söylemek son derece yaygındır. hatta kuran-ı kerim'in ashab-ı kehf suresinde 86.ayette der ki 'güneş kara balçıkta batıyor.'

    yani sözün özü yakındoğu'da sözlü gelenekte yaşayan ve çok öncelerden beri bilinen bu mitolojik tasavvurlar zamanla mesnevilere de uzanmıştır. bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde şairler aynı sembolleri, durumları ve anlatımı kullanmıştır. nitekim mecnun'un bir güneş figürü olarak özellikleri, leyla vü mecnun hikayesinin yalnızca bir aşk hikayesi olmadığını, aksine bunun mitolojik bir anlatı olduğunu, karakterlerinin gökyüzünde bir türlü birbirine kavuşamayan güneş ve ayın (gündüz ve gecenin) bir yansıması olduğunu bizlere gösterir. aksi halde, kim niçin bir delinin hikayesini yüzlerce yıl tekrarlar? onlar tabiatın kendi güçleridir, varlığın içindeki yaşamı devam ettirmekte ve her defasında ölüp dirilerek yaşam çarkını döndürmektedirler.

    kapanış olarak da:

    hasedden yere çalmış şir-i çarh evreng-i hurşidi
    gönül kays'ı peleng-i kulle-yi kuhsara yaslanmış

    kaynak: gönül tekin, journal of turkish studies.
    nizami gencevi, leyla vü mecnun
    fuzuli, leyla ve mecnun
  • "ger ben ben isem nesin sen ey yâr
    ger sen sen isen neyim men-i zâr" fuzuli - leyla vü mecnun

    (bkz: leyla ve mecnun/@ibisile)
    (bkz: leyla ile mecnun)
  • mahşerin dördüncü atlısının gölgesi, karanlığı. bu fourth knight tuzağa çekilmiş olduğunu bilmediğinden kendi gölgesini göremeyip karanlıklardadır, gece içinde kalmıştır. dördüncünün gecesi* bir türlü bulunamaz da kadir gecesi diye aranır durur. (bkz: quatre)
hesabın var mı? giriş yap