• pek sevdiğimiz, yakından takip ettiğimiz, her çarsamba hahhuhaa biciminde kendisine tebrikler eylediğimiz candan karikaturist.

    (bkz: penguen)
  • bu haftaki penguen'de yayımlanmış 4 karikatürüyle-özellikle red kit konulu olanla diyeyim-gönüllerde yer etmiş, güzel başlamış karikatürist. başarısı devamlı olur umarım.
  • masumiyeti simgeledigini düsündügüm uc tekerlekli bisikleti adının yanına artık ilistirmeyen cizerdir. bu sebeple dost meclislerinde elestirilere hedef olmakta ama kendisi bunlardan bihaber harıl harıl calısmaktadır.
  • umut sarıkaya ekolünü yavaş yavaş da olsa terk etmesi gereken penguen çizeri.
  • barış atar ve cem dinlenmiş'le beraber penguen dergisini sürükleyen, harika bir espri anlayışına sahip çizer.
  • 30 temmuz 2009 tarihli penguen'de yer verdiği bir karikatürü, beni bir müddet düşünmeye ve sinirle karışık bir kederlenmeye sevk etmiştir..
    'şaka' olsun diye çizdiğini düşünmediğim bu karikatürü, çok naif ve köklü bir sosyolojik mesaj gizlemekte bünyesinde..
    günümüz gençliğinin, belki benim de, kimi olaylarda haklı olduğu halde neden sessiz kaldığını ve bu haksızlığa itiraz etmediğini/ edemediğini çok özet bir karikatürle anlatmıştır..
    kazanılan ve yitirilen çoğu karakteristik özelliklerin, ilk ve orta okul çağlarında aranması gerektiğine inananlardanım..
    bu nedenle mustafa satıcı'nın tespitini oldukça haklı ve acı buluyorum..

    bahsi geçen karikatürde, masasında oturan gözlüklü bir öğretmen ile onun hemen yanıbaşındaki öğrencisi bulunmaktadır..
    üzgün haldeki öğrenci, " hocam kağıdımı görebilir miyim? " , diye soruyor; hocası da " hay hay, gel bakalım ama fazla vermişsem de notunu kırarım " diyor..
    evet, yabancısı olmadığımız bir sahnedir bu..
    bu sahnenin yol açtığı travma, karikatürün sağ alt köşesindeki kutucuğa yazılmış yazıda saklı: " ismet o günden sonra hayatı boyunca hiçbir şeye itiraz etmedi " ..
    malum cümle, sorgulama yetisinden muzdarip biz günümüz gençliğini yazık bir biçimde özetliyor..
  • (bkz: baltalı ilah)
  • genelde tarihten olaylar ve kişiler üzerine şeyler çizer. bir de köşesinin ismi yokmuş şimdi bunu yazmaya kalkıştığımda fark ettim.
  • penguendeki son zamanlarda en kaliteli esprileri yapan çizer. çizim tarzı nedense hep bana oturmamış gibi gelse de, alışacağım. o zaman daha çok güleceğim. çok kaliteli. cem dinlenmiş gibi "ille de solcuyum ben, acayip solum ulan, karikatürü bile soldan çizmeye başlıyorum" inadında değildir.
  • kendisini lise sıralarından tanımam nedeniyle "ünlü insan tanıyorum" edasıyla aylar önce yazdığım bir entarinin götümüze girebilir kıvamında olduğuna hükmedilmesi ve aylarca çaylak çaylak ekşi kapılarında bekletilmem nedeniyle kendisine artık 2 satır yazmaktan tırsar olduğum karikatürist. evet, göt korkusundan kendisine sadece karikatürist diyebiliyorum artık. lakin lisede yapılan enseye şaplak göte parmak muhabbetleri buraya taşımamak gerekiyormuş.

    halbuki bilseler...

    geçen gün aradı bu. "ne sildin lan entariyi g.t, zaten 3-5 tane var, daha adam gibi ünlü olamadık, ekşi'ye yazılanlarla avunuyoruz" dedi. "yok lan" dedim, "ben siler miyim? sana ... dedim diye gömçürdüler bana" dedim. "sen de az ..... ..... değilsin" demesin mi durup dururken? tepem attı. kadıköy'e çağırdım bunu. niyetim moda kayalıklarda sarhoş edip dövmek. "çatı bar'a gidelim" dedi. gittik, içmeye başladık. "geçen gün yine met-üst'le konuşuyoruz da..." diye cümleler falan böyle artist artist. zaten anlamalıydım, para yok diye ben bi 33'lük söylerken "şef, bana bi duble, buzsuz" demesinden.

    neyse efendim

    "geçen gün coğrafyacı ercü'yü çizdim lan, #16635707 gördün mü?" dedi. "hee" dedim, "gördüm." bu sırada ikinci rakıya geçmişti ben daha bi küçük birayı bitirmeden. dili biraz kaymaya başladı ama kafa yerinde. vur baba vuralım baba derken saati 11 yapmışız. ağlamaya başladı durup duruken. nooldu olum dedim, acımaya da başladım hafiften. "bu şarkıda hep böyle olurum" demesin mi... hayır, diyebilir de şarkı hande yener - sana kırmızı çok yakışıyor olunca şaşırdım biraz. "anısı var sktr et" deyip geçiştirdi. "kalkalım" dedim, cevap ver(e)meyince hesabı istedim. kıç cebindeki cüzadı çıkarmaya kalkışınca "aaa yapma falan" dedim ama ısrar da etmedim. zaten para da yoktu. hesabı ödedi, hesap kadar da bahşiş bıraktı. "napıyosun olum" dedim, sus işareti yaptı, gözler iyice kaymış. çaktırmadan bıraktığı bahşişin yarısını cebe indirdim.

    geldik dolmuş duraklarına

    tutturdu "taksiyle gidelim" diye. lan yok bostancı kaç adımlık yer, atla hadi deyip zorla soktum bunu dolmuşa. kapıdaki adamın "taksssiiiiim" diye bağırmasıyla koşarak indik dolmuştan. bostancı dolmuşları yandaymış meğer. bu sırada mustafa emniyet müdürlüğü'nün bahçesine doğru afedersiniz çıkardı biraz. löp löp etler çıktı yeminle, çiğnemeden mi yutmuş ne? utanmasın diye şakaya vurdum "bu ne lan hayvan" diye. "abi bu yaşa kadar ahmet 1 pide salonu dışında et mi gördük" dedi. sabah akşam kebap yiyormuş artık. iyice içim acıdı lan.

    bindik dolmuşa

    kafa hâlâ bi dünya ama kusunca biraz rahatladı. espriler falan bostancı'ya kadar havada uçuşuyor. şoför dahil bütün dolmuş bize, daha doğrusu mustafa'ya gülüyor, yanımızdaki iki hanım hariç. caddebostan migros'ta hanımlar " ayy iğrençsinizzzz" diye dolmuştan inice küfür kâfir başladık iyice. şoför de "amuagakoyyiiiim" diye lafa girince bostancı'ya nasıl geldik anlamadım. dolmuştan inince "iyi misin" dedim, "iyiyim" dedi. sahildeki balıkçıların yanında birer kahve içip minibüs yoluna kadar yürüdük. lunaparkın ışıklarda ayrıldık.

    tam o sırada telefonun sesine uyandım. arayan mustafa'ydı. "lan göt, hani rakı içecektik?" dedi. sktir lan deyip kapadım telefonu.

    işte böyle
hesabın var mı? giriş yap