• denizin yakınında bulunan yazlık mekanlara verilen isim..
  • kelimenin kökü saydır. sayfiye yerlerinde de oturup güzel kızların adedi, yakışıklı bayların endamı falan filan gibi mevzular sayılır. ayriyeten bu gibi yerlerde ördekler de bulunur. onları da sayabilir sayfiyeciler.
  • fazıl say ve safiye ayla ise bu sayfiyecilere hitaben düederler. fena da olmaz hani. say kızım, aman çal kızım, yok söyle kızım.
  • eskiden yazlık ve sayfiye eşanlamlı imiş.
    şimdi yazlık deyince yazlık ev, sayfiye deyince ise sayfiye yerleri** anlaşılıyor.
  • arapça kökenli yazlık ev anlamına gelen kelimedir. kır evi felam da diyebiliriz. sayfiye deyip ardına “evi” demeye gerek yoktur.

    neyse efenim.. sayfiye denilince benim aklıma yazlıklar, bele heidi yanaklarına sahip gürbüz bebelerin cirit attıkları evler gelmez. daha çok ince hastalıktan ( sayfiyenin kullanıldığı cümlelerin devamında kullanılan bir tür hastalık. verem felam da diyolar) musdarip kişilerin doktor tavsiyesi ile gittiği sanatoryumlar geliyor. mehmet rauf, peyami safa, reşat nuri güntekin romanlarını elime ödev diye tutuşturdukları zamanlardan kalma bi’şi bu. incecik, mavi damarları belirgin, yazın ortasında venus in furs misali kat kat giyinmiş, gri renkli, kütür kütür öksüren tipleri düşündürür bana.

    sayfiye kelimesini kullananlara da ayrıyeten gıcığım..

    yazlık de n’olcek.. tamam –lık, lik ile türetilen isimler, hem yazma fiilinin emir kipi hem de bir mevsim anlamına gelen bir kelimeden türetilmiş olabiler ama en azından insanın aklına öksürük sesi gelmiyor.

    bir dile başka bir dilden kelimelerin girmesine karşı deilim, bilakis daha çok kelime daha zengin bir dil. kompüter diyelim, bilgiyi-sayan demeyelim.

    arapça olması da zerrece önemli deil, sert sessizleri yumuşatın ( yumuşadın) hiç aldırmam.

    ama sayfiye demeyin yahu..

    faytonlarla gezerken sevdalanıp, kuyruklu yıldızaltında izdivaç yaşayıp, sonra kaderin trikotaj atelyesinde örülen bir sona sahip olabiler bi’ kişi. küt küt öksüredebilir. ama sayfiyeye deil yazlığa gitsin.

    gibiii

    ütopik isteklerim oldu arasıra.

    mesela çakan her şimşekte weyouuweyouuu ( fransız mürebbiye terafından büyütülmüş inkilizceye vakıf elemanımız hemen anliceği üzere viyuviyu dedim) alarmı çalan arabasına aldırış etmeyip zıbaran birinin kulağına 3 tekerlekli ekseriyetle mavi, minik kamyonet tipli aracıyla sebze satanların kullandıkları hoparlörle bağırmak da istiyorum viyuu viyuu diye ( ben o aracı eski yeşilçam filmlerinden hatırlıyorum ama sayfiye diyen 18 yy sonu 19 yy başı dönemine ait fosil aristokrat özentili arkidiş hemen hatırlar)

    hain kaynana eziyet ettiği dini bütün gelinine muhtaç kalır konulu sırlar kapısı şiirselliğinde, anekdotlar aktaran hıyarlara merakla sormak isterim: hani sırlar kapısına varır ya ölen eleman orda bi’ melek vardır, onun cinsiyeti ne? dogma filmindekiler gibi “ken bebek” mi? (hani sıkça edenin cezasını bulduğunu öldükten sonra bile ruhunun rahata ermediği hikayeleri inanarak anlatmaktan öte görmüş gibi anlatıyorlar ya.. demek ki o kapıya sıkça gidip-gelmişler ona istinaden soruyorum)

    ülkedeki her çucuğa bi’ mürebbiye düşse, bu mürebbiyeler bir sürü dil bilse (nicholas hell gibi yetişse çucuklar), go oynasalar, bir go taşı ile bi sürü şey yapabilseler (üst üste dizip kale felam yapsalar) özenti dilberler ladylik okuluna gitse bele olgunlaşan armut misali düşüceği vakitten 2 gün önce büyük partilerle sosyeteye takdim edilseler.

    karafatmalar(no panic hamam bücüğü dedim) öldürülmeseler, sayfiyelerde fink atsalar.

    cahil olduğunu bilmeyenler birden durumlarının farkına varsa.

    insan ne yerse onu ikram edermiş derler, doru derler. bele bok yiyenler yedikleri şeyi başkalarına sunmasa. ağzını şapırdatmadan yese. ağzındaki boku yazdığı yerlere bulaştırmasa.

    eyfeli seyreden terastan elinde flor-mar marka rastığı ( hehehehe) ile koca beklese mahmure.

    ebabil diye de bir kuş var mesela. ebu bill sanırım bu kelimenin orijini. ebu nun eba olarak okunması gerektiğini yılanın hz. muhammed aşkı adlı başlığa konu olan videodan öğrendik. ebu bill olarak düşününce hiç de saçma gelmiyor( bill frost’ u uçağın muciti olarak sayarsak) gayet akla uygun. bill’ in atası ( baba kelimesini ata anlamında kullandığıma dikkatinizi çekerim) ebubiller de ağzına taş alıp , sortiler felam yaparak bir orduyu dağıtmışlardı. tatlı su ile (bol şekerli su) tuzlu su ( şekersiz bendeniz)in karışmasını önleyen o perdeden sonraki en büyük hikmet. ebubill’ i dile ilk kazandıran kişi ne büyük insanmış, durugörü sahibi, geleceği ima etmiş nostradamus gibi.

    marduk gelse :)
  • aynı zamanda bursa'nın kestel ilçesine bağlı bir köy.
  • yazın okunacak ilk kitabı olmalı, tanıl bora'nın derlemesiyle, geçmişten günümüze, hiç bir şekilde romantize edilmemiş, olduğu gibi ve olacaklarıyla; sayfiye.

    "halbuki söğüt diktik, divan örtüsü, ona uygun perdeler, taşlar yıkandı buz gibi sularla defalarca, onca kız kardeş sırayla ve dağınık, geçtiler sayfiyeden, ona yakışan bütün klişelere tutunup; tokyo ve şort, güneş kokusu, öğle uykusu, şen komşular, kimine buhran kimine ilk aşk, gece buluşmaları ve arı sokmaları, okuna okuna elde dağılan kitaplar, zar sesi, mayo izi, dipsiz can sıkıntısı ve salıncak..."
  • çok sevimli bir kelimedir.bu gün fark ettim canım ya
  • doğrusu çift "y" harfi ile yazılanıdır. sayfiyye

    yazlık ev manasındadır.
  • yazlık yer, yazlık ev anlamlarına gelen arapça kökenli kelime.
hesabın var mı? giriş yap