• peter jackson'ın yönettiği, let it be albümünün kayıt sürecine odaklanacak the beatles belgeseli. disney haklarını aldı. abd ve kanada'da 4 eylül'de vizyona girecek.

    https://twitter.com/…niz/status/1237774138229620736

    edit: 27 ağustos 2021'e ertelenmiş.
  • 6 saatlik belgesel 25, 26 ve 27 kasım 2021'de, her biri 2 saatlik bölümlere ayrılmış üç parça halinde, disney+ üzerinden yayınlanacak .
  • kasım ayına ertelendiğini duyunca keyif kaçıran, beatles'ın 68-69 arası 'let it be' kayıt dönemini detaylıca görebileceğimiz peter jackson belgeseli.

    disney+ bünyesinde 3 gün üst üste parça parça yayınlanacak olması, tek bir sinema filmi şeklinde olmasından daha iyidir kanımca. türkiye'de vizyona girecek hali de zaten yoktu.

    edit: aylar ve yıllar sonra, sonunda kavuştuk kendilerine.. 7 saat küsür sürdü sanırım 3 part. izleyip geldim ve ekleyebileceğim fazla bir şey yok gibi. çoğu klasikleşmiş beatles şarkısının gerek paul, gerek john tarafından bildiğiniz; havadan ve sudan yaratılması gerçekten ilham vericiydi. bir müzisyen için eminin çok değerli bir yapımdır bu aynı zamanda.

    bu belgeselin bir diğer açıklık getirdiği konu da, grubu yoko'nun dağıtmadığı herhalde. spekülasyonlar hep kadının ona buna karıştığını, huzursuz bir hava yarattığını söylüyordu fakat kadın hiçbir zaman ağzını açmadı.. bu dönemlerde beatles'ın son kullanım tarihi zaten dolmuştu.. çoğu grup üyesinin zaten kafasında bitirdiğini görebilirsiniz.. -paul dışında- george zaten sessionları terk ediyor, ringo'un olaylar ile alakası yok john'da sürekli içinden, ben neden buradayım diye geçiriyordur sanırım..

    son olarak bence, let it be ya da namı değer get back, sırf kayıt tekniğinden ve atmosferinden ötürü baya göz ardı edilmiş bir albümdür. let it be, across the universe, i me mine, get back gibi parçalar eminim doğru ekipman ve stüdyo ortamında çok daha farklı bir yerde olabilirdi. bunları 'let it be naked..' veya 'let it be 50th anniversary' albümünde dinleyebilirsiniz fakat çok geç kalındı.. glyn johns ve özellikle phil spector zaten balçık gibi adamlar. bilemedim.

    beatles delileri için, her şeyi ile izlenmesi şart bir yapım olduğunu da final olarak eklemeliyim..
  • 25-27 kasım tarihleri arasında disney+'ta yayınlanacak the beatles belgeseli.

    fragman
  • malum ortamlara düşmüş olan the beatles belgeseli. 3 bölümlük, her bir bölüm 2,5 saat sanırım (ilk bölüm öyle en azından).
  • ne hasta bekledi sabahı, ne taze ölüyü mezar bizim bu belgeseli beklediğimiz kadar. beklemeye değdi mi?.. sonuna kadar.

    biz beatles hayranları çok şanslı adamlarız. hayatlarını ve hayatlarının geçtiği stüdyonun her anını öyle bir kaydetmişler ki, 60 yıl sonra bile sürekli yeni bir materyalle beatles deneyimini yaşatabiliyorlar.

    ama bu belgesel bambaşka bir seviye. adeta beatles ile stüdyoda birlikte zaman geçirme simülasyonu olmuş. sanki o stüdyoya bir sandalye çekmişsiniz de sessizce bir köşeden o tarihi anlara şahit oluyorsunuz.

    peter jackson ilk açıklandığında, ömrünü cüceli, büyücülü, ejderhalı çocuk filmleri yönetmekle geçirmiş birine bu işin emanet edilmesine bozulmuştum. ama iyi iş çıkarmış. dahası çok iyi iş çıkarmış. bunu da bir yönetmen olarak kendini işin içinden çıkararak yapmış. belgesel işinde en mühimi belki de budur. elindeki muazzam materyali şahane editleyip belgeseli paketlemiş. ona da bir alkış.

    büyük konuşmamak gerek belki ama gelecekte de bundan iyi herhangi bir müzik belgeseli çekmek mümkün olmayacaktır. çünkü hiçbir belgeselci masaya bu çapta eşsiz bir materyalle oturmayacaktır.
  • grubun şarkılarını çok seven ama grup içi dinamikleri ve rolleri hakkında hiçbir şey bilmeyen biri olarak izledim. bölüm bölüm hissettirdiklerini yazayım o yüzden, gidip vay be şarkıya bak ne güzel diyecek kadar da uçmadım. **

    öncelikle müzik belgeseli-kayıt serüveni filan izlemeyi çok severim, o yüzden gereksiz heyecanlı bir yazı olacak. belgeselin adını görmek bile mutlu etti o derece.

    the beatles'ı arkadaşım gibi göreceğimi hiç düşünmemiştim, hep çok ulaşılmaz gözükmüşlerdi bana, belgeselin en büyük başarısı bu bence. bayağı o hangarımsı stüdyoda takılıyormuş gibiyiz. glyn belki de ben olabilirim hissini geçiriyorlar. belgeselde bir anlatıcı olmaması bu hissi yaratıyordur belki de. o kadar arkadaşları gibi hissettim ki direkt isimle hitap edeceğim entiri boyunca.

    konusu genel olarak halk önündeki son performanslarına dek olan 21 (+1) gün diyebiliriz herhalde ama hissettirdikleri çok başka.

    --- `öyle sürpriz yok aslında ama ben yine de spoilerlarımı atayım şuracıklara ` ---

    1.bölüm

    çok eğleniyorlar, eski şarkılarına filan dalıyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar. seyrederken ben keyiften sekiz köşe. çok da içten konuşmalar var, mesela george bir yerde “eric (clapton) alıyor götürüyor, doğaçlıyor. ben bunu beceremiyorum” diyor. the beatles'ın gitaristi diyor bunu.

    sonra gitgide mutsuzlaşıyorlar, biz de onlarla beraber… sonra yeniden keyif. bölüm sizi tepelerden diplere sonra yine tepelere taşıyor, bu yönü çok güzel olmuş.

    gerildikleri bir an var mesela gidip yanaklarını sıkasım geldi. böyle tatlı ve kibar gerginlik mi olur ya, gidin azıcık metallica some kind of monster seyredin de işler nasıl çirkefleşerek çirkinleştirilir görün öğrenin biraz.

    bir de ne rahat adamlarmış. sözleri notaları kucaklarına, bardaklarını yere, sigaralarını gitarlarına koyuyorlar. bir tanesi de çıkıp “canım şuraya bir masa atalım yalnız hımf” demiyor. akustik kötü burada diyorlar, eh napak hacı deyip başlıyorlar çalmaya. lise grubu sanki prova yapanlar.

    yoko ono'nun john'un dizinin dibinden ayrılmamasını da es geçmeyelim, tutkalla yapıştırılmış gibiler. tek kelime etmeden grubun içinde oturuyor. dergi okuyor, örnek bakıyor filan öyle. hatta bi 5 dakika ayrı kalsalar john, john, john diye sayıklamaya başlıyor. tuhaf kadınmış gerçekten. dikkat ederseniz soyadıyla hitap ettiğim tek insan, arkadaşım olmasın, istemiyorum.

    rock and roll music çaldıkları yerdeki eski/yeni montajı şahane olmuş. umutlu ve mutlu hallerinden bıkkın ve sıkkın hallerine dönüşmelerini izlemek acıttı gönlümü be

    başkalarının şarkılarını coverlayalım mı muhabbeti muazzam:
    paul: bazılarının şarkıları bizimkilerden çok daha güzel
    john: o yüzden hiçbirini öğrenmiyorum ya

    sahne dekor nasıl olsun, şöyle mi yapsak böyle mi muhabbetinin arka tarafında let it be'nin doğuşuna tanık olmak da pek bir tatlıydı. şarkıyı çok da sevdiğimi söyleyemem ama doğuşunu hayranlıkla izlemeyecek de değilim canım. ringo da “ay paul ne güzel piyano çalıyor yea, bir saattir dinliyorum” diyor *. sonra şarkıyı forma sokarlarken linda ve yoko ono'nun zerre ilgilenmeyip fiskos yapışlarını izlemek peki? kurguda gıcıklık mı yapmışlar dedim bir an ama arkada paul'ün piyano çalışını görüyoruz. muhtemelen saatler sürmüştür gerçi o şarkının çıkması ama kurgusu çok komik olmuş.

    paul kocaman bir drama yaratıcısıymış, ayh yeter sus azıcık diyesim geldi yer yer. seviyoruz kendisini o ayrı.

    george haklı ayrıca, ezmeye çalıştınız resmen. hele büyük bir heyecanla önceki gece yazdığı i me mine çalan george'a john'un “ne tarz müzik yaptığımızı biliyon di mi aga” dediği yerde kürekle kovalayasım geldi, george ise kibarca “keyfiniz bilir cnm yha” demekle yetindi.

    gruptan ayrıl, gruptan çıkaracağım, biz artık dağılsak mı… neyi alıp veremedikleri de belli değil. bu esnada hit şarkılar yazıyorlar ama devamlı.

    son olarak da allah herkese ringo sabrı versin, amin.

    ***

    2.bölüm

    bu medeniyet ve kibarlık nedir, alışkın değiliz biz böyle şeylere:
    paul: ben hatalıyım
    john: yok yok ben hatalıyım
    paul: yok ben kesin hatalıyım
    (ben: kalp kalp kalp)
    (tekrar vereyim aynı örneği, gidin azıcık metallica some kind of monster izleyin, ben haklıyım hayır en haklı benim olsun o konuşmalar)

    stüdyo değişimi sonrası: “üfff öbür taraf ne büyüktü, burası ne güzel küçük böyle” - şaka mısınız arkadaşım. liseli grup halleri de devam, yere oturup çalmalar, notalarını koyacak bir kürsü gelince çocuk gibi sevinmeler filan. beatlessın sen ya büyük düşün.

    hangar gibi olan yerde kafaları bayağı iyi, sonraki hafta provalar esnasında hepsi cin gibi. nasıl yani ya?

    jam olayına girdiler mi tadından yenmez konusunda peter jackson harika bir karar vermiş ve bölümün yarısını jam sessionlara bırakmış sağolsun.

    john mutluyken tüm grup mutlu, ne güzel eğleniyorlarmış yahu.

    billy preston'a geçerken uğra demişler, sonra da hadi canım geç şu piyanonun başına artık bişeyler çalıvericen bir zahmet buyurmuşlar. adam da olur paşam demiş, pat diye şarkıya uyum sağlamış. bu nasıl bi' yetenek be, aşırı kıskandım.

    plansızlıkları benim gibi plan delisi bir insanı delirtecek cinstenmiş bu arada. haftaya konser verelim, ama yerini sonra belirleriz nedir? meeeh orayı beğenmedik, mıııh burası olmasın, bakarız ya buluruz bi'şeyler?!!!????!!!! (o esnada beni bunun düşüncesinin bile germesi tabii)

    two of us'ın 3 dakika boyunca olan milyon aksanlı hali aşırı eğlenceli

    çok eğlendikleri bir anda paul yine drama yaratıyor konser konusunda. şu anda ne için şikayet ettiğimi ben de bilmiyorum diyor hatta, o esnada stüdyo gergin biz izleyiciler kopmakta tabii.

    bu arada en çılgın fikirler hep paul'den çıkmış konser konusunda, yok işte meclise gidelim, yok haber bülteni gibi verelim, yok bilmem nereyi basalım filan. biraz az konuşsa eğlenceli adammış esasında.

    ****

    3.bölüm

    aşşşşırı iyi bir bölüm. son 1 saati efsane özellikle.

    ayyy bunda da octopus's garden'ın doğuşunu izliyoruz, ne tatlı. ringo bir heyecan çalmış girişi, bir anda stüdyodaki herkesi avucunun içine almış şarkı. sonra paul gelip tüm havayı çökertmiş.

    amanın üstüne de george something girişi yaptı. kalp kalp kalp. paul'ün kendi şarkıları dışındakileri sallamaz halleri çok gıcık.

    en sevdiğim iki şarkılarından da küçük birer sahne var, paul strawberry fields forever çalıp takılıyor bir yerde. john da billy ile i want you (she's so heavy) üzerinden eğleniyor.

    ama eğlenmiyorlar pek bu bölümde, aynı şarkıları milyon kere çalmaktan bıkkın hale geliyorlar. albüm kaydı yapmak zormuş be. rhcp üyeleri stüdyo dönemlerinden nefret ediyoruz demişlerdi, kavrayabilmek için bu belgeseli seyretmem gerekiyormuş. oh be, bir müzik belgeselinde rhcp dedim rahatladım. onların da son 20 yılını bir belgesel olarak izlesek keşke, stüdyosunu en merak ettiğim ikinci grup, malikanede yaptıkları kayıt var ama ciddi stüdyo ortamından bir belgesel olsa keşke. (ilki fleetwood mac'in rumours albümünün yapılışı ama onu çekmemişler hımf). john bir bölümde fleetwood mac övüyor bu arada.

    paul yine bir sürü drama yaratıyor. bu belgesel bizim nasıl albüm yaptığımızda ilgili oldu, ama amaç farklıydı diyor. yine bir sürü fikir var kafasında ama grubun yapacak enerjisi kalmamış sanki o noktada. yarın çıkmayalım konsere diyor konserden bir gece evvel ve uzun uzun konuşup ikna etmeye çalışıyor. belgeselin en vurucu sahnesi burasıydı bana göre: kararı ringo veriyor, hani o ana dek her şeye eyvallah diyen ringo. ben yapmak istiyorum diyor, john da destek çıkıyor ve o konser yapılıyor. paul'ün ego yerlerde.

    two of us en çok eğlendikleri şarkı olmuş, bu bölümde de varyasyonlara devam.

    george ben solo albüm yapıcam diyor, john da haklısın kardişim diye destek atıyor. enteresan ama paul'den bayağı çekiniyor sanki grup, o gittikçe bir rahatlama geliyor herkese. inceden grubu dağıtanın paul olduğuna ikna oldum galiba.

    aslında grubu amaçsızlık yıkmış. amaaaan yine mi albüm, bu mudur yani modundalar. hayatta her istediğini elde eden insan sendromu herhalde böyle bi'şey.

    16mm-35mm muhabbetini muhtemelen teknolojinin nasıl geliştiğini gözümüze sokmak için koymuş peter jackson. 16'lıkta çekilen iyi olmuyor ama tv için yeterli, e şimdi biz bunu sinemada gösterime sokamayız o kaliteye asla erişmez diye konuşuyorlar. o esnada biz paul'un saç tellerini sayabilir kalitede izliyoruz.

    aman allah'ım o çatı kaydının görüntüleri neydi öyle ya. yoldan ve çatılardan dinleyen insanların donukluğu peki? ulan bir yerinizde salının, bir vay anasına filan deyin. öyle durup dinliyorlar yahu. the beatles konser gibi bi'şey veriyor, “hmm değişik evet” diye yorum yapıyor sokaktaki vatandaş. ben oturduğum yerde salınıyorum o esnada, hayret bi'şey.

    polisleri de harika oyaladılar başta. sonrasında polislerin eylemsizliği karşısında ağlamayanımız yoktur herhalde. o davul ringo'nun başına geçirilirdi, diğer üçü saçlarından sürüklenirdi herhalde burada olsa.

    george'un harika fikrini keşke yapsalarmış. “dünyadaki tüm rock grupları aynı anda londra'da çatılara çıkıp tek şarkıyı beraberce çalsınlar”. offf hayale gel.

    çatı kaydından sonra yoko ono'nun john'dan 3 dakikadan daha fazla uzak kaldığı için tripleri, john'un suratının asılması ve keyfini çıkaramaması. ıyyy yıldım izlerken aralarındaki mesafesizlikten.

    en çok glyn'e üzüldüm ya, o kadar hazırlık yap ve çatı kaydını canlı izleyeme, aşağıda kayıt stüdyosuna tıkılı kal. yazık kıyamam sana be glyn. başta seni örnek verdiğime pişman oldum, sen olmak istemiyorum artık.

    --- değil aslında ama hadi spoilercık diyelim ---
  • yanlış yapmışlar. bunu rooftop concert'i hiçbir yerde bulamayıp en son çare olarak pornhub'ta aratıp bumuş, paylaşımlı grafik kartlı boktan bilgisayarımda topaz ai ile 480p to 1080p transform etmeye çalışıp 48 (evet 48) saat render beklemiş ve meh bir sonuç alan biri olarak söylüyorum; sıkıcı.

    fazla fazla içerik paylaşmaları çok iyi olmuş ama dediğim gibi bilgisayarımı daha soğuk diye merdiven boşluğuna koymuş biri olarak söylüyorum, sıkıcı. n'apacaklardı? ekslusivi blu-ray'a basacaklardı meraklısı parası varsa satın alacak, yoksa rip'ini indireceklerdi.

    burada altmış saatten bahsediyoruz illaki avuca sığan bir örgüsü olan bir film çıkabilirdi. bir çuval incir berbat oldu mu hayır. muhtemelen normie'ler cemaatinden kimse izlemeyecek ve benim gibi adam gibi adamlar memnun olacak. çünkü sıkıcı olmayan bir şey olduğu zaman bir çığ etkisi yaratıp "zamanına göre iyi bir x"diyen afedersiniz insanlar filmi izleyip "oha eski altmış yıl geçmiş üzerinden ama hâlâ iyi" diyebilirdi ve benim için facia olurdu. underrated'a gönül vermiş (beatles hiç underrated sayılmaz ancak bu ve önceki jenerasyondakiler için ana akım bir şey değil) insanlar sevdikleri şeyler ana akım olunca neden bu kadar derin bir acı duyar çözemedim ancak duyarlar.
hesabın var mı? giriş yap