• genesis'in 1974 tarihli albümü. albümdeki parçaları yazarken yaşadığı zorlanma ve plak şirketinin baskıları, aile hayatını ihmal etmenin verdiği isyanla da birleşerek, peter gabriel'in genesis'ten ayrılmasına sebep olmuştur. süresi 1,5 saati aşan double bir yapıttır. rael isimli porto rikolu bir punk gencinin, new york sokaklarındaki ve yeraltındaki hayali maceralarını konu alan konsept bir albümdür. atmosferi hep koyu gri olduğı için kolay sevilecek bir eser değildir. sabırla ve tekrar tekrar dinlenmesi tavsiye edilir. beğeni açısından şarkıları birbirinden bağımsız değerlendirmek bu albüm için pek doğru bir yöntem olmamakla birlikte, illa bir seçim yapmak gerekirse* ; counting out time, back in n.y.c. ve carpet crawlers başta olmak üzere anyway, fly on a windshield, the grand parade of lifeless packaging ve riding the scree'yi saymak mümkündür. albümü oluşturan şarkılar şunlardır:

    (a) yüzü

    1. the lamb lies down on broadway
    2. fly on a windshield
    3. broadway melody of 1974
    4. cuckoo cocoon
    5. in the cage
    6. the grand parade of lifeless packaging
    7. back in n.y.c.
    8. hairless heart
    9. counting out time
    10. carpet crawlers
    11. the chamber of 32 doors

    (b) yüzü

    1. lilywhite lilith
    2. the waiting room
    3. anyway
    4. here comes the supernatural anaesthetist
    5. the lamia
    6. silent sorrow in empty boats
    7. the colony of slippermen (the arrival/a visit to the doktor/raven)
    8. ravine
    9. the light dies down on broadway
    10. riding the scree
    11. in the rapids
    12. it
  • ayni zamanda albümün a yüzü ilk sarkisi
    and the lamb lies down on broadway.

    early morning manhattan,
    ocean winds blow on the land.
    the movie-palace is now undone,
    the all-night watchmen have had their fun.
    sleeping cheaply on the midnight show,
    its the same old ending-time to go.
    get out!
    it seems they cannot leave their dream.
    theres something moving in the sidewalk steam,
    and the lamb lies down on broadway.

    nightimes flyers feel their pains.
    drugstore takes down the chains.
    metal motion comes in bursts,
    but the gas station can quench that thirst.
    suspension cracked on unmade road
    the truckers eyes read overload
    and out on the subway,
    rael imperial aerosol kid
    exits into daylight, spraygun hid,
    and the lamb lies down on broadway.

    the lamb seems right out of place,
    yet the broadway street sceng finds a focus in its face.
    somehow its lying there,
    brings a stillness to the air.
    though man-made light, at night is very bright,
    theres no whitewash victim,
    as the neons dim, to the coat of white.
    rael imperial aerosol kid,
    wipes his gun-hes forgotten what he did,
    and the lamb lies down on broadway.

    suzanne tired her work all done,
    thinks money-honey-be on-neon.
    cabmans velvet glove sounds the horn
    and the sawdust king spits out his scorn.
    wonder women draw your blind!
    dont look at me! im not your kind.
    im rael!
    something inside me has just begun,
    lord knows what i have done,
    and the lamb lies down on broadway.
    on broadway-
    they say the lights are always bright on broadway.
    they say theres always magic in the air.
  • zor albüm lan. nebleyim tek seferde sevip bağlanamıyor insan. aylar önce dinlemiştim ilk kez. pek ısınamamıştım. köşede bıraktım öyle. bugün dinlediğimdeyse farklı geldi. tekrar dinlemeye teşvik eden heyecanı hissettim. işte o nokta tatlı oluyor. genesis, o an itibariyle suppers ready'den başka şeyler ifade etmeye başladı benim için.

    lilywhite lilith şarkısına ise garip bi' şekilde bağlandım. birkaç dinlemeden sonra fark ettim ki, tanıdık geliyor bir şeyler. 01.50'den itibaren alttan alttan kulağı dolduran bas ritimlerinde sober var sanki lan. bak bi'. bi' bak. "there's a shadow just behind me." diyecek şimdi.
  • 1974'e yakışan bir albümdür. elimizde genesis'in klasik kadrosu var ve bir önceki sene bu kadro sellling england by pound gibi bir albüm çıkarmış ki eğer dark side of the moon'u art rock kontenjanından değerlendireceksek ( ki öyle değerlendirmemiz gerekir) 1973'ün en iyi ingiliz senfonik prog albümü olarak bundan daha iyi bir albüm şahsen düşünemiyorum. bu durumda 1974'e geklindiğinde kendini dünyaca tanıtmış ve pink floyd, yes, elp ve king crimson ile prog'un en iyi beş grubundalar. üstelik 1974'te atlantik'in iki tarafında da gayet seviliyorlar bu bir ingiliz prog grubu için gerçekten çok büyük bir şans.

    1974'teki bu albümün turnesinden sonra 1975'te peter gabriel'in gruptan ayrılışı kimilerine göre genesis'i bitirecekti. insanların böyle düşünmesinin en önemli sebeplerinden biri de peter gabriel'in bu albümde üstlendiği roldür. bu ikili albümün her bir anı her bir parçası apayrı bir zevk. uzun parçalar yerine kısa parçalardan oluşan ve hikayenin devamlılığını sonuna kadar sağlayabilen ve it gibi bir başyapıta sahip bu albümün bir benzeri asla çıkamadı bir daha. lilywhite lilith, hairless heart, the chamber of 32 doors, the lamia ve it parçalarından başlı başına tek bir albüm bile çıkarılabilecekken bununla yetinilmemesi dönemin müzikal ikliminin bağımsızlığının, plak şirketlerinin sanatçıları mecburi olarak bağımsız bırakmasının etkileriydi hep. neyse ki bu başyapıtla da insanlık tanışma şansını yakalamış oldu, gün yüzüne çıkmamış bir proje olarak kalmadı.

    evet, sonuç olarak 1974'e yakışan bir albümdü. çok güzeldi çünkü 1974.
  • pet sounds'un el üstünde tutulup, üzerine methiyelerinin bitmediği bir dünyada bu kadar underrated olması büyük bir ayıp olan genesis'in 1974 başyapıtı.

    bu albümün olmadığı gelmiş geçmiş en iyi albümler tarzı listeleri kaale dahi almayınız.
  • kimilerince genesis'in buyusunu yitirdigi bir album olarak tanimlanmasinin sebebi kendisinin anlamsal yogunluguyla, muzikalitesiyle, olay orgusuyle, icerdigi metaforlarla adeta bir demir leblebi olmasi olabilir. ve fakat bir kere derinine inildi mi de siradan bir album degil, bir yolculuk, bir deneyim oldugu anlasilir. iste bu yonuyle ozel ve benzersizdir. ben ki sevdigi bir sarkiyi dinlerken loop'a almamak icin kendisini zor tutan bir insanim, bu albumde her bir sarki birbirinden guzel oldugu halde bunu yapmiyorum, yapamiyorum. cunku albumde muazzam bir anlam butunlugu var her sarki onculu ve ardiliyla birlikte dinlenildiginde anlasiliyor ve sindiriliyor.

    opera ve balelerde perde iceriginin ozetini iceren kitapciklarin benzerine ihtiyac duyan bir albumdur gercekten de. bu yolculuga cikip bu deneyimi yasamak isteyenler icin sarki sozlerini didikleyerek kendi yorumlarimdan olusan bir rehber olusturmaya calistim. bu sekilde albumun derinine inilebilmesine bir nebze de olsa katkim olursa ne mutlu bana.

    the lamb lies down on broadway: hikayemiz adindan da anlasilacagi uzere new york'ta geciyor ve kahramanimiz rael adinda porto rikolu bir genc. ait oldugu toplumsal sinifa dair henuz net bir bilgimiz yok. bu sarkida deyim yerindeyse "perde" manhattan'da sabahin erken saatlerinde aciliyor. biten gecenin kalintilari her yerde ("the movie palace is now undone", "the all-night watchmen have had their fun") ve bir yandan da yeni bir gun basliyor ("metal motion comes in bursts", "cabman's velvet glove sounds the horn"). rael iste boyle bir ortamda metro istasyonundan cikiyor, sarkida kendisi "imperial aerosol kid" olarak tanimlaniyor. buradan, adim attigi ortama yabanci, o ortamin parcasi olmayan, aslina bakilirsa adeta gorunmez ve fark edilemez (aerosol) bir kisi oldugu cikarimini yapabiliriz. bir turist olabilir, bir siginmaci olabilir veya tum omru new york'ta gectigi halde banliyonun disina ilk defa adim atmis biri olabilir. derken tum bu kesmekesin ortasinda broadway sokaginin orta yerinde yatan bir kuzu goruyor rael. ortada tuhaf bir durum oldugu halde ("seems right out of place") genel manzarayla, ortamla butunlesmis gibi bir izlenim veriyor ve pek de kimsenin dikkatini cekmiyor ("somehow it's lying there, brings a stillness to the air"). hatta yerde yatan kuzu o kadar kaniksanmis ki bir kurban olarak bile algilanmiyor etraftakilerce, ortadan kaldirilmasi, ustunun ortulmesi soz konusu degil ("there's no whitewash victim"). kuzu, etinden, sutunden yararlanilan, kullanilan ve somurulen, ardindan da bir kenara atilan bir oge. sokaktan gelip gecenler icin hicbir onemi yok. (spoiler: belki de burada "kuzu" aslinda bir onseme*. yani eserin gelecek bolumlerinde olup biteceklere dair bir alamet. bunu daha sonra gorecegiz.) rael elini silahina goturuyor ve silahi siliyor. belli ki bir suc islemis, ancak ne oldugunu hatirlayamiyor. kafasi allak bullak oluyor. ne olup bittiginden emin degil. birden bire icinde bir seyler uyaniyor ve bulundugu ortama karsi yabanciligiyla yuzlesiyor ("don't look at me. ı'm not your kind.") buradan rael'in, sabahin erken saatlerinde manhattan sokaklarini arsinlayan, sokagin ortasinda yatan kurbana donup bakma tenezzulunu bile gostermeyen beyaz yakalilara oldukca yabanci oldugunu, buyuk olasilikla gettolara ait oldugunu seziyoruz. parca, rael'in aklinin bulanmaya basladigi noktada sonlaniyor.

    fly on a windshield: akustik gitarla baslayan bu parcada rael'i acilis parcasinda biraktigimiz huzursuzlukla buluyoruz ve bu durumun nedenini metaforlara, alegorilere gerek olmadan acik ve net olarak ogreniyoruz. rael times meydani'na yurumeye basladiktan kisa bir sure sonra kendisine dogru yaklasmakta olan adeta somut bir kutle goruyor ("there's something solid forming in the air"). belki bir bulut, belki de bir hortum. isin ilginci bunu rael'den baska fark eden yok, herkes normal kosusturmacasina devam ediyor ("they carry on as if nothing was there"). ruzgar siddetleniyor, rael'in gozleri tozlarla doluyor, ve otobanda bir araba camina yapismasi kacinilmaz olan kucuk bir sinek gibi bu duman/bulut/hortum benzeri varlik tarafindan esir aliniyor. 1:17'deki guclu gitar rifinin girisiyle real artik bir sinekten farksiz olarak tum savunma mekanizmalarini yitirmis durumda. bu durumu sadece kendisinin tecrube ediyor olmasi da bu felaketin sadece kendisi gibilere ozgu oldugu izlenimini veriyor.

    broadway melody of 1974: rael basindaki dertle beyhude mucadelesine devam ededursun broadway'de hayat olagan haliyle devam ediyor. fow'in 2:57'sinde hizlica gecilen bm of 74'de iste bu olagan hayattan sahneler goruyoruz. broadway'de iz birakmis, oradan yolu gecmis kisilerin izlerinin hala gorunur oldugunun alti ciziliyor. simdi "broadway" adi verilen bolgenin bataklik oldugu zamanlarin yankilari bile bugune ulasiyor ("echoes of the broadway everglades"). bir yandan da yolu tarihin degisik zamanlarinda broadway'den gecmis bazi kisilere ve gruplara atiflar yapiliyor. kimi 1960'da olmus, kimi 1970 olmus, kimiyse zaman zaman gunumuzde bile hala ortaya cikabilen bir hareket*. ancak, broadway oyle bir yer ki bu figurlerin hepsi zamanin ayni noktasinda bulusabiliyor. bahsi gecenlerin bazilari: caryl chessman (hirsizlik ve tecavuzden idam cezasina carptirilan bir mahkum), lenny bruce (komedyen), howard hughes (hayatinin anlatildigi the aviator filminden hatirlayacagimiz is adami ve havaci). iste rael hortum benzeri kutle tarafindan oradan oraya savrulurken broadway ve cevresinin gundelik isleyisinin fotografi cekildiginde ortaya bu parcanin anlatmaya calistigi manzara cikiyor.

    cuckoo cucoon: rael ustundeki sersemligi attiktan sonra kendisini bir kozanin icinde buluyor. bir an icin oldugunden suphelenir gibi olsa da kisa surede hala hayatta oldugunu fark ediyor ("don't tell me i'm dying, 'cos i ain't changed that much"). duyabildigi ve anlamlandirabildigi tek sey kozanin disindan gelen su damlasi sesleri. (zaten gabriel'in vokaline de suyun altinda yankilaniyor izlnemini veren bir duzenleme yapildigi anlasiliyor dikkatle dinleyince). bir yandan hala nerede oldugunu anlamaya calisirken bir yandan da onca numayisin ardindan en azindan huzurlu ve korunakli bir ortamda oldugu icin kendisini iyi hissediyor ("and i feel so secure that i know this can't be real but i feel good"). parcada bahsedilen jonah ve balina("some sort of jonah shut up inside the whale") ise incil'de gecen bir hikayeye atif. buna gore tanri'nin huzurundan kacmaya calisan jonah*bir gemiye biner, ancak gemi bir zaman sonra batma tehlikesiyle karsi karsiya kalinca yuku hafifletmek amaciyla yunus'u denize atarlar. yunus denizde buyuk bir balina tarafindan yutulur ve uc gun, uc gece boyunca balinanin midesinde yasar. bu sure zarfinda tanri'ya dua edip af diler. ve balina bu surenin sonunda yunus'u bir kiyiya tukurur. koza da olsa, magara da olsa, bir balinan midesi de olsa rael'in bir tur esaret altinda, bir nevi kafeste oldugu ortadadir.

    in the cage: rael kozanin icinde huzurla daldigi uykudan uyanir ve artik bambaska bir ortamda oldugu gercegiyle yuzlesmeye baslar (0:40'da baslayan gecis). yumusak ve huzurlu kozanin yerinde yeller esmektedir ve sert cisimlerle cevrelendigini hisseder. once kendini telkin ve teskin etmeye calisir ("if i keep my self-control,
    i'll be safe in my soul"), fakat bu cabalari hicbir ise yaramaz. times meydaninda kendisini esir alan varliga karsi verdigi mucadelenin bir benzerini vermeye baslar. dudaklari, bogazi kurur, yandigini hisseder. ustunde beyaz bir giysi vardir. mucadelesi surerken etrafina bakar ve kendisi gibi baska insanlarin da kendi kafeslerinde ayni mucadeleyi vermekte oldugunu gorur. bu kafeslerin her biri birbirine baglidir. bu afallamayi yasadigi noktada (3:16) parcanin muthis klavye solosu baslar. kafeslerin birinde tanidik bir yuz gorur: erkek kardesi john. saskinlik ve heyecan icinde yardim ister john'dan, belli ki kendisi de ayni tecrubeleri yasamis, ayni asamalardan gecmistir. ancak john rael'i sanki hic duymamis gibi tepkisiz kalir. john'un gozunden tek bir damla kan suzulur ve kendi kafesini terk eder. bu sirada rael'in acisi dayanilmaz hale gelmistir ("pressures building, can't take any more"). john'un uzaklasmasinin hemen ardindan rael'in kafesi de birden yok olur. ve rael etrafinda donmeye, gene oradan buraya savrulmaya baslar. yeni bir belirsizlige dogru yola cikar.

    the grand parade of lifeless packaging: rael'in simdiki duragi bir fabrikadir. kendisini bitkin bir satis gorevlisi karsilar ve robotik bir sesle urunleri hakkinda bilgi verir: ambalajlanmis insanlar. kafeslerden cikan her bir insan burada birer urun haline getirilmektedir. her bir irktan insan vardir satista ("got people stocked in every shade,
    must be doing well with trade"). fabrika iscileri de saat gibi tikir tikir, hic durmadan calismaktadir ("the hall runs like clockwork, their hands mark out the time"). bu noktada kafamda canlanan fabrika ortami fordist uretim hattindan baska bir sey degil. sadece satisa sunulan insanlar degil isciler de birer kole. iste bu karanlik ve ic daraltici ortamda rael abisi john'un da urunlerden biri oldugunu gorur ("brother john is no. 9") ve panige kapilir. kendi sonu da abisininki gibi olacaktir.

    back in nyc: bu parcada rael'in basina bu felaketler gelmeden onceki yasamina geri donusler vardir. ilk olarak kendisiyle ilgili net fikir sahibi oluruz. gercekten de manhattan sokaklarini arsinlayan beyaz yakalilardan cok farkli bir toplumsal gruba aittir. ait oldugu sokak cetesinin en belali karakterlerinden biridir ("well ı like to see some action and it gets into my blood", "i don't care who i hurt, i don't care who i do wrong", "you can tell by the night fires where rael has been"). kendisi gibi olmayanlara da seslenir rael, ve gozdagi verir ("you're sitting in your comfort you don't believe i'm real, you cannot buy protection from the way that ı feel"). icindeki ofke ve asiligin sebebi icinde dogup buyudugu sartlar ve belki de etnik kokenidir ("who needs illusion of love and affection, when you're out walking the streets with your mainline connection?"). yabanciligini her zaman yaninda tasimasi gerektigi icin guclu ve sert olmak durumunda kalmistir.

    hairless heart: rael'in geriye donusleri devam eder. bu huzunlu ve enstrumental parcada back in nyc'de gordugumuz sert, guclu, isyankar, kural tanimaz gencin -belki de- tek basina kaldiginda, icine kapandiginda, hayatini sorguladiginda, kendisiyle ic muhasebeye giristiginde yuzlestigi gucsuzlugunu, dikis tutturamamisligini, bir cangildan farksiz olan new york'ta aslinda hala ayaklarinin ustunde duramamisligini hissediyoruz. kendisi de ait oldugu yerin ve buradan kurtulmasinin cok zor oldugunun farkinda. bu parcayi sekillendiren ana etken de tum bunlarin dogurdugu melankoli.

    counting out time: geriye donuslerin ucuncu ve son bolumu rael'in ilk cinsel deneyimini, cocukluktan genc eriskinlige adim atisini konu alan eglenceli bir parca. etraftan duyduklarini, okuduklarini, izlediklerini uygulamaya gecirme firsati yakaliyor ilk defa ("digesting every word the experts say, erogenous zones i love you"). kiz arkadasiyla bulusmadan once kitapcidan konuyla ilgili bir kitap alip guzelce satir satir okuyor dikkatlice. ve sonra karar gunu gelip catiyor. bu rael icin bir test. aklinda kalan tum numaralari sergilemeye calissa da ("touch and go with 1-6, bit of trouble in zone no. 7") istedigi ve bekledigi sonucu alamiyor ne yazik ki ("reaction none to happy, please don't slap me"). bu islerin kitapla, okumakla bir alakasinin olmadigini fark edip cok sinirleniyor ve kitabi gerip parasini almaya karar veriyor.

    carpet crawlers: albumun hem muzikal acidan en etkileyici hem de anlamsal yogunluk bakimindan en cok one cikan parcalarindan biri bu parca olsa gerek. rael'in son 3 parcada ciktigi gecmise yolculuk son bulmus ve kendisi en son biraktigimiz yer olan fabrikada. aklinda sadece kamca dusuncesi var, ancak nasil kacacagi konusunda hicbir fikri yok. tum bunlar kafasini kurcalarken paketlenen insanlarin bir sonraki asamada baslarina neler geldigini gozlemliyor. kuzu yunleriyle kapli bir halinin ustundeler. rael'in ciplak ayaklari halinin sicakligini ve yumusakligini hissediyor. rael'in en son paketleme asamasinda gordugu kafesten cikan insanlar bu sefer biraz daha kanli canli. ahsap bir kapidan gecerek bir merdivene dogru ilerliyorlar. kapidan gecerlerken zayif olanlarinin ustlerine birer igne iniyor (ve muhtemelen oluyorlar). bu manzara akla ilk parcadaki kuzu metaforunu getiriyor. mezbahalardaki kesim hattini andiran bu ortam ve broadway'in orta yerinde yatan ve gene bir mezbahadan sanki kazara dusmus gibi gorunen kuzu birbiriyle ilintili olabilir (veya bir diger deyisle kuzu figuru ancak bu parcada karsilastigimiz "kurbanlik" kisilerin metaforu oalbilir). halida surunerek birer robot gibi ilerleyen bu kisiler kendilerine seslenen kisilerin talimatlarindan baska bir sey duymuyorlar ve sadece bu talimatlari yerine getirmeye odaklanmislar ("we've got to get in to get out"). insanlarin bakislari tek bir noktaya kilitlenmis: kurtuluslarina ulasacaklari salonlara cikan tavandaki merdiven. bir kere o salonlara ulasirlarsa kurtulacaklarini saniyorlar.

    the chamber of 32 doors: rael de diger insanlarla birlikte ahsap kapidan gecip merdivenlerden cikar ve 32 adet kapinin oldugu salona ulasir. tahmininden de kalabalik bir ortamdir burasi, yuzlerce insan vardir. bir o kapiya bir bu kapiya kosturup kendileri icin dogru olani bulmaya calismaktadirlar. zengin de vardir bu salonda, fakir de. herkes kendince eger cok cabalarsa dogru kapiyi bulabilecegini, kurtulabilecegini sanir. ancak "oyunu" yoneten kisi bir hilebazdir ve insanlarin tum cabalari aslinda bosunadir ("they believe they can control the game, but the juggler holds another pack"). rael iste bu numayisin ortasinda inanabilecegi ve guvenebilecegi birine ihtiyac duyuyor. her cesit insanin oldugu bu ortamda kentli birindense, koylu birinden yardim istemek istiyor, cunku pastoral hayatta mucadele verenlerin daha guclu ve daha guvenilir olduguna inaniyor. ayrica ekmegini kendi alin teriyle ve el emegiyle kazanan birinin kentteki beyaz yakalilara gore daha samimi oldugunu, cunku bu gibi kisilerin toplumsal hayatta kendilerine bir zirh veya kalkan olusturmadigini belirtiyor ve yapmacikliktan ve ikiyuzlulukten uzak olduklarini ima ediyor. o ya da bu sekilde rael'in acilen yardima ihtiyaci var. tum denemeleri bosa ciktigi icin oldukca caresiz durumda ("and every single door, that i've walked through, brings me back here again"). bu arada rael'in kafasini bulandirmak ve dogru kapiyi bulmasina mani olmak icin cevreden bircok kisi sesleniyor kendisine ("the priest and the magician, ...they're calling out my name"). rael bir noktada annesiyle babasini bile goruyor bu salonda. onlar da kendisine tavsiye veriyorlar hangi kapiyi secmesi gerektigi konusunda. ancak onlarin dedikleri bile rael'in icine sinmiyor, cunku kimseye guvenmiyor. rael'in saklanacak veya kacacak hicbir yeri yok. kendisini tekrar salona cikarmayacak dogru kapiyi en kisa zamanda bulmak zorunda.

    lilywhite lilith: salondaki kesmekes icinde yanibasindan gelen ciliz bir ses duyar rael. bu aksacli*, yasli bir kadindir. kalabaligi yarmasina yardim etmesini ister rael'den. rael "ben size yardim edersem siz de bana yardim edersiniz belki" der. der demesine ama o sirada bu kadinin tamamen kor oldugunu fark eder. ancak kadinin soluk yuzu ve teni bir sekilde bu yardim istegini kabul etmesini saglar. rael kadinin salondaki kalabaligin ortasindan gecmesine yardim eder. bu yardimin karsiliginda kadin, yuzune esen ruzgarlarin sayesinde yonunu bulacak ve rael'i dogru yere yonlendirecektir. bu sekilde bir kapidan gecip buyuk ve karanlik bir magaraya gelirler. ortada buyuk bir kaya vardir. kadin rael'e burada oturup beklemesini, kendisi icin geleceklerini soyler ve ardindan cekip gider. rael korku icinde beklemeye koyulur. derken magaranin bir ucundaki tunelden iki adet buyuk ve parlak top yaklasir rael'e dogru.

    the waiting room: rael karanlik magarada beklemektedir ve kendisine yaklasan isiklarin parlakligi gittikce artar. ancak bu isiklarin rael'in kurtulusuyla hicbir alakasi yoktur. gene kandirilmistir ve aptal yerine konulmustur. artik kurtulusunun olmadigindan emin olur.

    anyway: gerek piyano partisyonuyla gerekse gitar solosuyla albumun en etkileyici ve (the lamia'yla birlikte) en duygusal parcalardan biri oldugunu dusundugum anyway'de rael magarada olumu beklemektedir. artik son duraga geldiginden emindir. taslarin ve kayalarin altinda ezilmekte olan bedeni kendisine dayanilmaz bir aci verir. olumun hic de etraftan duydugu ve hayal ettigi gibi olmadigini anlar. olumu bekleyen bir insanin kederini aslinda bize sarki sozlerinden ziyade steve hackett'in 1:55'teki solosu anlatir. rael olumu hep beyaz bir atin ustunde gelen bir kadin figuru olarak hayal etmistir, ama simdi bir tren sesi duydugundan emindir. belki de deliriyorum, diye dusunur. tam bu esnada kapi calar ve olum cikagelir.

    here comes the supernatural anaesthetist: olum bir tur dogaustu anestezisttir. yapmasi gerekeni engellemeye kimsenin gucu yetmez. eger bir ruhun olumu icine cekmesini isterse soyle bir uflemesi yeterlidir. rael'in yapabilecegi hicbir sey yoktur.

    the lamia: rael olume cok yaklasmistir ama anestezist bir sekilde hayatini bagislamistir. bir samdan yardimiyla dar bir gecit bulur ve nereye gittigini bilmeden ilerlemeye baslar. bu esnada kimi guzel, kimi tuhaf, kimi yabanci, cesitli kokular alir. sonunda ihtisamli bir salona ulasir. gul suyuyla dolu bir havuz vardir ve tatli bir meltem eser rael'e dogru. odada yalniz oldugunu sanarak rahatlar, ancak havuzdaki suyun ustundeki kucuk dalgalari fark etmez. ardindan salondaki 3 adet kipkirmizi lamia'yi fark eder. yari yilan, yari kadin olan bu varliklar kisa surece rael'i bastan cikarir ("we have been waiting for our waters to bring you cool"). rael basindaki belayi kisa bir sureligine unutup lamialarin erotik buyusune kapilir ("with their tongues, they test, taste and judge all that is mine"). rael onceki asamalarda cektigi acilarin gectigini hisseder. ancak bu mutlulugu ve rahatligi uzun surmez. lamilar rael'in kanini icerler ("with the first drop of my blood in their veins, their faces are convulsed in mortal pains") ve her bir damla onlari yavas yavas oldurur. rael kisa suren mutlulugunun ardindan lamialarin cansiz bedenleriyle yuzlesir dehset icinde ve ama bir yandan da kisa zaman onceki tutkusunu ve heyecanini devam ettirmek ister gibi lamialari yemeye karar verir ("o lamia, your flesh that remains i will take as my food"). salonu terk etmeden once soyle bir geriye donup bakar ve her seyin kendisi odaya ilk girdigindeki haline geri donmus oldugunu fark eder. yasamis oldugu deneyim kendisine ozel degildir.

    silent sorrow in empty boats: rael'in lamialarla ilk karsilastiginda birkac dakika suren mutlulugu ve heyecani yerini ruhsal bir bosluga birakmistir. bu ambient ve enstrumental parca icerdigi surekli tekrarlayan 6 notayla bu bosluga, durgunluguna, ve huzne ayna tutuyor. bir yandan da boyle bir durgunlugun ardindan rael'i ne gibi bir macera bekledigi konusunda dinleyicide merak uyandiriyor.

    the colony of slippermen (the arrival- a visit to the doctor- the raven): silent sorror in empty boats'un duraganliginin ve monotonlugunun yukselttigi beklentiler ve uyandirdigi merak bosa cikmiyor gercekten de. rael'i gene oldukca fantastik bir macera bekliyor. uc bolumden olusan parcanin "the arrival" isimli ilk bolumunde lamialarla yasadiklarinin etkisini ustunden gec de olsa atan rael tuhaf gorunuslu insanlarin oldugu bir grupla karsilasir. bu grup cesitli uzuvlari deforme olmus, yuzleri insan gorunumunu yitirmis, urkutucu ve rael'in baslarina ne geldigini tam olarak cozemedigi kisilerden olusan bir kalabaliktir. rael'e dogru yaklasip selam verirler ve kendisiyle konusmaya baslarlar. iste rael bu noktada gene dehset verici bir gercekle yuzyuze gelir: bu kisilerin hepsi lamialarla rael'in yasadigi deneyimlerin aynisini yasamis, ayni travmalari atlatmis, ve iste simdi de ayni noktada bulusmustur ("we like you, have tasted love don't be alarmed at what you see, you yourself are just the same, as what you see in me"). ustelik abisi john de bu kisilerin arasindadir. rael'i vakitlice kacip kurtulmasi, aksi takdirde kendisine verilen cezanin uygulanmak uzere oldugu konusunda uyarirlar. parcanin ikinci bolumu olan "a visit to the doctor"da bu cezanin ne oldugunu ogreniriz. lamialarla yasadiklarinin karisiliginda igdis edilecektir. rael bunu ogrenince ilk olarak cesur davranmaya calisir ("john and i are able, to face the doktor and his marble table"). bir sonraki bolum olan "the raven"da ise abi ve kardesin operasyonlari gerceklesir. organlari birer test tupune koyar doktor. bir tursu gibi muhafaza edilecektir orada. tam bu anda aniden buyuk ve simsiyah bir kuzgun gelir ve rael'in organinin oldugu tupu alip kacar. rael kuzgunu takip edip tupu geri almak zorundadir bir an once. abisinden kendisiyle gelmesini ister, ancak o rael kadar gozukara degildir ("now can't you see, where the raven flies there's jeopardy"). rael'in yardim istegini kabul etmez. rael kuzgunun pesine duser ve yeraltindaki bir gecite dogru yonelir. gecit gittikce daralmaktadir. rael sonunda gecitin sonuna ulasir ve tam bu anda tupun suya dustugunu ve batmakta oldugunu gorur.

    ravine: 2 dakika 5 saniyelik bu enstrumental parcada hayal meyal the broadway melody of 1974'den tinilar duyariz. bu da bize rael'in sonunda yeraltindaki ve yerustundeki gizemli maceralarindan kurtulup basladigi noktaya, broadway'e, sehre geri donebilecegi, en azindan kurtulusa yaklastigi izlenimini verir. (`spoiler:` bir sonraki parcada olup bitenlere bakildiginda ravine'in bir tur muzikal onseme (musical foreshadowing) oldugu soylenebilir belki, cunku gercekten de kurtulusun kapisi the light dies down on broadway'de acilacaktir).

    the light dies down broadway: rael sehre geri donmemistir henuz, ancak sehirdeki yasamindan kareler gelir gozlerinin onune. tupu gozden kaybettikten sonra yurumeye devam ettigi dar gecitte bir sene onceki yasamini dusunur. metro gurultuleri, sikayet sesleri, sprey boyasinin asit kokusu ona evini hatirlatir. ancak, artik evi bile ona guvenli gelmemektedir. tum bu yasadigi felaketlerden kurtulsa, evine donse, gunluk rutinine devam etse baska bir felaket silsilesini yasamaya devam edecektir. bu esnada isterse sehirdeki hayatina donebilmesine imkan saglayan bir kapi gorur. ancak birden john'un cigligini duar derinlerden. gecitteki suda bogulmakta oldugunu gorur. bir yandan da kurtulusuna acilan kapi kapanmaktadir. hizlica karar vermelidir sehirdeki sican yarisindaki sozde "ozgurlugu" ve yeraltindaki bu terk edilmis karanlik dunya arasinda. john'u kurtarmaya karar verir. broadway'de isiklar sonerken rael john'a yonelir.

    riding the secree: rael etrafindan yuvarlanan kayalara, egimin fazlaligina, tehlikeye ve riske aldirmadan john'u kurtarmaya koyulur ve suya atlar. evel knievel'den ne eksigi vardir ki?

    in the rapids: rael soguk suda john'a ulasmaya calistikca john gozden kaybolmaktadir. akintiya karsi mucadele verirken sabit bir tasa tutunup john'u yakalamaya calisir. john'a dayanamasini, bunun son oldugunu soyler. ardindan bir seylerin degismis oldugunu fark eder. bu rael'in ta kendisidir.

    it: son dizesinde the rolling stones'un it's only rock and roll'una gonderme yapilan ("'cos it's only knock and knowall, but ı like it") bu kapanis parcasindaki "it" aslinda her sey olabilir. nacizane fikrime gore "ït" hayatin ta kendisi. rael'in bir secim yapma sansi vardi. sehirdeki koleligi ve karanlik yeralti dunyasindaki koleligi arasinda. ancak ne secerse secsin, hayatta oldugu surece tek bir gercek var: varligi her neredeyse gercekligi de orada. yapilacak secimlerin, farazi sonuclarin, varsayimlarin, olasiliklarin oldugu gelecekte degil. tam su anda. 32 kapili salonda kosustururken o kalabaligin icinde, lamialarla beraberken o gulsuyuyla dolu havuzun oldugu salonda, john'u kurtarmaya calisirken dar gecitteki akintida. bulundugu yerde ve bulundugu anda mevcut "it" ("it is here. it is now") ve basina her ne gelirse gelsin, nasil buyuk badireler atlatirsa atlatsin, ne kadar uzgun veya caresiz olursa olsun icinde yasadigi anda hayatta oldugu surece, canli oldugunu hissettigi surece "it" rael'in icinde. it rael'in nereye giderse gitsin yaninda tasidigi yasamin kaynagi ("it is here. it is now, it is real. it is rael").
  • bir esiktir. bu albumu hazmedebilen bir dinleyici yes grubuna gecmek icin neredeyse hazirdir. yes'den sonraki gecis ise muhtemelen eclectic prog. olacaktir. sonrasini ben de bilmiyorum. o kisma giden bir daha geri donemiyor.
  • ilk başta pek beğenmesem de sonraki dinlemelerimle beraber aşık olduğum hatta en sevdiğim albümler sıralamasında ilk sıraya koyduğum albümdür
  • özellikle '73, '74 gibi, o zamana dek olmadığı kadar had safha üst seviyede albümlerin çıktığı dilime denk gelmesine rağmen rock tarihinin supernovası...
  • bir genç olarak yaşadığım izolasyondan olsa gerek bu albüme aşığım. tevrat gibi albüm.
hesabın var mı? giriş yap