• yayımlanmış ne güzel ama bu ne ki diyenler için,
    (bkz: dead can dance)

    beynim an itibariyle peynir gibi olduğu için tracklist'ten ötesini veremeyeceğim buyrun:

    1-anywhere out of the world
    2-windfall
    3-in the wake of adversity
    4-xavier
    5-dawn of the iconoclast
    6-catara
    7-summoning of the muse
    8-persephone (the gathering of flowers)

    (bkz: copy paste değil alınteri)
  • kapağında père lachaisedeki bir mezarın fotoğrafı bulunan dead can dance albümü.
  • üniversiteye başlayıp da tunalı hilmi'de kuğulu pasajı'nı ve alt kattaki pause müzik evini keşfedince edindiğim ilk dead can dance albümü. kerim ağbi "bak sen bunları da seversin." deyip bir kaç parça dinletmiş, ben de hemen 90'lık bir kaset siparişi vermiştim. bir yüzünde bu albüm, diğer yüzde ise "the serpent's egg". birbirini tamamlayan bir müzikalite içinde olduklarından, dinlemeye doyulmayan tek bir albüm gibi oluyorlardı bu halleriyle.

    kaseti alıp eve döner dönmez dinledim ama anywhere out of the world, in the wake of adversity ve xavier şarkıları brendan perry tarafından söylendiği için (ki bana dinletilenler değildi bu şarkılar) "eee, ne ki bu?!?" demiştim. windfall güzeldi gerçi, enstrümental olması nedeniyle bile kalbimi kazanmıştı. o zamanlar gençtim işte, sonrasında o adam da yüreğimdeki ayrıcalıklı yerini aldı ama o zaman için kaset bir kenara konmuştu. bir iki hafta sonra, batıkent'ten kalkıp da yürüye yürüye aoç üzerinden maltepe - kızılay tarafına giderken aldım kaseti yanıma. kaldığım yerden dinlemeye devam ettim.

    ah, trompetler ve askeri trampetle dinamik bir giriş!.. dawn of the iconoclast!.. lisa gerard, "dadi dadi daaa!.." tarzı bir vokal yapıyor gerçi, bizim dilimizde komik kaçıyor biraz ama kısacık sürede o ne çarpıcılık?!? arkasından bir synth-gitar sesi ve flütlerle bir başka parça başlıyor. 4 tekrardan sonra ritm değişiyor, manyak davul vuruşları ile giderek coşan, artan seslerle "cantara" başlıyor. ben nasıl yürüdüğümün farkında değilim artık!.. kış bastırdı bastıracak ama son güneşli günlerden biri yaşanıyor ankara'da. ya da şakır şakır yağmur var ama ben güneş altında yürüdüğümü sanıyor da olabilirim tabii. summoning of the muse başlıyor çan sesleri ve birbirine tam uymayan ritm - vokal ölçüleri ile. brendan perry ingilizce söylüyor ama lisa gerard'ın söylediklerini zerre anlamıyorum. en son yaylılarla ağır bir giriş başlıyor, acılı denebilecek, karanlıklardan gelen bir vokalle persephone çınlıyor kulaklarımda. lisa, üst üste vokallerle kadınlar korosu oluşturuyor bir kez daha, sesler artıyor artıyor, en yükseğe ulaştığında bir davul vuruşuyla kesiliyor. obuaların biteviye çaldığı motiflerle albüm bitiyor.

    kasetin diğer tarafını çevirince, the host of seraphim var. alkol duvarını aşmamak lazım bu yüze geçerken... yoksa dönüş olmayabilir artık.

    edit: yazım
  • markette alışveriş yaparken dinlediğim, summoning of the muse parçasının girmesiyle elimdekileri düşürüp yerlerde yuvarlanan elmaları ve süt şişesini umursamadan şarkının adını kontrol etmeme neden olan albüm. cennet müziği desem huzurlu değil, cehennem müziği desem iç karartıcı değil, fakat kesinlikle karanlık bir albüm.

    sırf dawn of the iconoclast, cantara ve summoning of the muse üçlüsü için bile fiziksel formatta edinilmeyi hak ediyor.
hesabın var mı? giriş yap