• senelerdir her gün insan hikâyeleri dinliyorum. elbette bana mutlu insanlar değil, mutsuz olanlar, acı çekenler geliyor.

    birisi ailesinin ideal evladı olamayışının acısını çeker, bir diğeri kendini terk eden ebeveyninin yokluğunun acısını, bir başkası kendini değersiz gören eşinin verdiği acıyı, birisi sevgilisinin onu terk edişinin, öteki bir tecavüzün açtığı yaranın acısını.

    insanların acılarını dinlerken ne kadar farklı olaylar yaşayıp, ne kadar farklı acılar çekseler de acının insanın ruhundaki etkisinin derinliğini görürüm. bazen insanlar birbirine 'dert ettiğin şeye bak' derler, oysa herkesin derdi kendine özgüdür. kimsenin acısı diğerinin acısıyla kıyaslanamaz.

    halihazırda viktor e frankl'ın, insanın anlam arayışı kitabını okuyorum. frankl bir psikiyatrist ve psikoterapist. ikinci dünya savaşı'nda 3 yıl auschwitz'de esir olarak yaşamış. kitabında, toplama kampındaki deneyimleri üzerinden, yaşamın amacı, acı, travmaya verilen ruhsal yanıtlar gibi konuları yorumlamış. orada okuduğum bir pasaj acıyla ilgili düşüncelerimi öyle iyi anlatmış ki buraya eklemek istedim:

    "bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. boş bir odaya belli bir miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, acı da insanın ruhuna ve bilincine tamamen yayılır. dolayısıyla insanın çektiği acının büyüklüğü kesinlikle görecelidir."
  • son dönemde yangın haberleri sıklaştı. dünyanın birçok yerinde kontrol edilemeyen orman yangınları çıkıyor. bunun üzerine yangınlar hakkında düşünmeye başladım. oradan da aklıma sekoyalar geldi.

    sekoya ağaçları dünyadaki en yaşlı ve büyük ağaçlar. bu ağaçların tohumları sert bir kabuğun içinde olduğu için filizlenmeleri için yangına ihtiyaçları var.

    biz insanlar için de hayat biraz böyledir. içimizde varlığından bihaber olduğumuz tohumlar vardır. ve o tohumlar ancak yangından sonra filizlenir. acı çekmenin yarattığı iç yangın, aynı doğadaki yangınların orman için yenileyici bir yanı olduğu gibi, insan ruhu için yenileyici bir unsurdur.

    john berger, picasso'nun başarısı ve başarısızlığı kitabında şöyle der:

    'her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir'

    mevcut olanın yıkımı, yeniden yapım için bir koşuldur. bu yüzden acı çekmenin, yeni şeylerin filizlenmesi için önemli bir rolü vardır. zihninizde bazen kendinizi, bazen ilişkinizi, bazense dünya algınızı dönüştürmek için acı çekmek gerekir.

    aslında bu denklemdeki kilit nokta şudur, mevcut kendilik, ilişki ya da dünya algısı, sürüp giderken de kişiye acı verir, ama bu inkar edilebilecek ya da geçiştirilecek düzeyde olduğunda insanların çoğu yadsıma ve mevcut konumu korumayı seçer. ta ki yangını başlatan kırılma noktasına kadar. o noktadan sonra çekilen acı, mevcudu değiştirmek için bir zemin hazırlar.

    acı çekmek, her ne kadar istemesek, sevmesek, kaçsak da bizi yeniden yaratacak nadide şeylerden birisidir.
    o kırılma noktasına mı geldiniz? acınızı çekin, yangını göğüsleyin, merak etmeyin, tohumların filizlenmesi yakındır.
  • insan yaşadığını bilir acı diye. o yüzden hiç küçümsemem ben o çok beğendiği elbisenin sadece üstüne uymayan bedeni kaldığı için acı çeken şirini. onun acı diye bildiği de budur. senin o çok aşırı, ağır yüksek dertlerin nedeniyle çektiğin acı yüz birimse, onun ki, bir birim değildir inan. o da yüz birim acı çekiyordur.
    bu nedenle mi anlamaz insanlar diğer insanları bilmem. biri diğerinin çektiği acıyı bir birim zannettiğinden onu küçümser, diğeri, gerçek acı sahibi olmasına rağmen, onunla aynı birim acı çeken adamın anlattığı lafı anlayamaz.
  • geçtiğimiz günlerde günümüzdeki acı anlayışı üzerine çok iyi bir kitap yayımlandı. değişen ve yitirilen acı hakkındaki notlarımı maddeleyerek kalıcı hâle getirmiş olayım.
    alıntılar byung-chul han'ın palyatif toplum günümüzde acı adlı kitabından.

    * bana acıyla ilişkini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim demiş ernst jünger. acıya karşı tavrımız nasıl bir toplumda yaşadığımızı ortaya koyar. acılar bir toplumu anlamanın anahtarını elinde tutan şifrelerdir.
    * acı arındırıcıdır.
    * acı iktidar aracı olarak iş görür. acının ihtişamlı sergilenişleri, iç karartıcı festivaller, vahşi eziyet ritüelleri iktidara istikrar kazandırır.
    * adorno şöyle der: "ıstıraba ses verme ihtiyacı, bütün hakikatlerin önkoşuludur. çünkü ıstırap, öznenin omuzlarına binen nesnelliktir."
    * mutluluğu şeyleşmekten kurtaran bizzat acıdır. ona süreklilik kazandırır.
    * acı ve mutluluk nietzsche'nin deyişiyle ikiz kardeşlerdir, birlikte büyüyen ya da birlikte güdük kalan.
    * acı engellendiğinde mutluluk yavanlaşıp sıkıcı bir rahatlığa dönüşür.
    * acıya duyarlı olmayan insan derin mutluluğa kapısını kapatmıştır.
    * acı korkusu ölüm korkusudur.
    * freud'a göre acı kişinin öyküsünde bir engellemeye işaret eder. bu engelleme yüzünden kişi öyküsünü sürdüremez. psişik kaynaklı acılar üzeri örtülmüş, bastırılmış sözlerin ifadesidir.
    * günümüzde acı salt bedensel bir azap şeklinde şeyleşmiştir.
    * acının anlamsızlığı daha ziyade biyolojik bir sürece indirgenmiş olan hayatımızın bizzat anlamdan arınmış olduğuna işaret eder.
    * acı yok olmayan şeylerden biridir. sadece görünüşünü değiştirir.
    * viktor von weizsacker acıyı "et olmuş hakikat", "bir hakikatin et oluşu" diye tanımlamıştır. yani kopuşlar acı veriyorsa bağlar hakiki demektir.
    * hakiki olan her şey acı vericidir.
    * acı bağdır. acı verici durumları bütünüyle reddeden biri bağ kurma yetisinden yoksundur.
    * acı farktır. hayatı eklemler. acı sınırları belirler, farkları vurgular. acı olmaksızın gerek beden gerekse dünya bir farksızlığa düşer.
    * acısız dünya aynının cehennemidir. umursamazlık hakimdir burada. eşsiz olanın ortadan kaybolmasına neden olur.
    * acı gerçekliktir. gerçekliği her şeyden önce acı veren direnciyle algılarız.
    * acı ortadan kalktığında yerine koyacak bir şey ararız. yapay olarak yaratılan acı buna çare olur. macera sporları ve riskli davranışlar kendi varlığından emin olma çabasıdır.
    * bugün artık acıya maruz kalmak istemiyoruz. halbuki acı yeninin, tamamen farklı olanın ebesidir. acının negatifliği aynıyı kesintiye uğratır.
    * hazzın aksine acı düşünüp taşınmaya yol açar.
    * heidegger "acı, iyileştirici gücünü hiç ummadığımız bir yerde gösterir." demiştir.

    kitabın bütünü çok iyi, acı güzellemesi gibi görünse de chul han özetle ne öğrendiysek acıdan öğrendik diyor. bu nedenle günümüz toplumunun acıdan kaçışını eleştiriyor. onun iyileştirici, derinleştirici yönünü felsefi alıntılardan da yola çıkarak yorumluyor.
  • "neşeli birinin, onu neşeli yapan şeyin kendi içindeki sevinç olmasına rağmen, şenlik peşinde koşması, şenliğe katılması gibi acı çeken biri de acının peşinde koşar."
    (kierkegaard, "tekerrür")

    nietzsche'ci büyük olumlama da budur aslında: iyisiyle kötüsüyle, ayırt etmeden, yaşadığın hayatı, kaderini sevmek ve iyi-kötü bütün eylemlerini üstlenmek. dünyaya yeniden gelsen bile aynı hayatı yeniden yaşamaya razı olabilmek. en azından nietzsche lafı doğrudan buraya getirip bırakır. öyleyse sormalı: bu bengidönüş müdür, yoksa kısırdöngü mü?
  • "acı uykusuzluklarımız sırasında yerine getirir vazifesini, cisimleşip serpilir. o zaman taklit ettiği gece gibi sınırsız olur."*

    emil michel cioran
  • sidartha'da yazdığı tanım en bi tuttuğum...
    "verdiğimiz kadar alamadığımızda duyduğumuz duygu"
  • duygusal teshirciliğin kaynağı acı, acının kaynağı da yasamdır.
    3 mart 200x tarihinde şöyle yazmışım günlüğüme. “her sabah önceki günün bütün olaylarını günlüğe yazmak, zihnini boşaltıp güne dinç başlamak proust’un huyuymuş. yani aslında emin değilim. doğrulamak için netten baktım, bulamadım. hem ne fark eder. okumadım ki proust. turgut özben’den sonra okumadığım yazarların hayat hikayeleri/yapıtlarıyla ilgili en çok şeyi ben biliyorumdur herhalde. evet biliyorum, hayır okumadım! (…)”. yazının devamında cümleler de fikirler de, hissedilen acı ve tiksintinin etkisiyle olsa gerek, giderek birbirine karışıyor, anlamsızlaşıyor.
    anlatmak istediğim 2 kavram var. ilki duygusal teshircilik kısmı ikincisi ve asıl önemlisi de acı duyulanın değişken fakat acının değişmez oluşu.

    1) popüler kötü edebiyatın iyi edebiyattan ayrılan en temel özelliği, metnin zeka ve kabiliyet eksikliğini duygusal teshirciliğin* getirisi garantili ve güvenli yollarında saklayabilmesidir. acı, eski sevgili filan gibi başlıklar da bu bakımdan tehlikeli, sömürüye açık. zira niyetölçerimiz yok. ama basit bir soru var. “bu yazıyı yazanın okuyandan bir beklentisi var mı?” (işte yukarıda alıntıladığım yazımda aksamdan kalma uyanmış bir adam, masaya oturup yazıyor. proust’la ilgili bir şeyleri hatırlıyor yarım yamalak. belli bir mesafeden hayatına bakarken, kitaplarla çok ilgilendiği halde bu işi dahi adam gibi yapamadığından, yeterince okumadığından yakınıyor)
    acı çeken adamın, aşktan intihar eden bir adamın hikayesini* inanılmaz derecede naif ve inandırıcı anlatacak denli yeteneği yok *. olsa öylesini yazardı zaten. elinden bu kadarı geliyor ve acısını sadece paylaşarak biraz olsun dindirebiliyor.
    bunu bırak, toplum, acı çeken adamın hareket kabiliyetini kısıtlıyor (bu yüzden acıdan fazla anlayışsızlığı hissediyor adam). uç bir örnek olacak ama diyelim adam werther'e özenip hakikaten aşktan intihar etti, bu hareketini yine topluma anlatamaz (*). aygıt, istediğinde kendinden olmayanın marjinal tavırlarını dahi halka şirin ve kendinden gösterebilir. muhtemelen hürriyet gazetesi 3. sayfasından şu şekilde duyurulur haberi: “kriz yüzünden bunalıma giren adam ailevi sıkıntılara ve gazetemizim grotesk haberlerine daha fazla dayanamayıp, kendini öldürdü. büyük bir gazetecilik başarısı ile attığı son mesaja ulaştık, okumak için tıklayınız. tık. ‘koy goethe rahvan gitsin kankaaa =)))’… adam’in yakın arkadaşı ise muhabirimize şunları söyledi ‘inanamıyorum, hayata delicesine bağlıydı, nasıl yapar böhüböhü. bence bu işte başka bir iş var.’ ankara/turkiye”. adam, yaşarkeni bırak ölürken dahi meramını anlatamıyor.

    2) schopenhauer referansıyla filan kafa sikmeyeceğim. şu anda çektiğim acıyı, “kainattaki yerimi tespit ve eşya ile münasebetimi tayin” edememiş olmama ve halden anlayan dost noksanlığıma bağlıyorum. oysa 3 marttaki yazımda, gelecekle ilgili düşünmem gereken tek şey birkaç hafta içinde gireceğim sınavlardı, öyle büyük problemlerim yoktu yani o zamanlar. hem ismini duymamın dahi güvende hissettirdiği bir dostum da vardı.
    15li yaşların sonundan şimdiye kadarki yaşantıma baktığımda şu sonuca ulaştım ki, şu anki beklentilerimin halihazırda bulunduğu o güzel zamanlarda* dahi acı kalıcı. hatta o zaman hissedilen acıyla şimdiki özünde aynı. (hemen genelleyelim) çünkü bu tip adam, her daim kendini huzursuz hissedecek şeyler bulmakta bir uzman, buna mukabil adamın hayattaki amacı ise anlamlı bir şeyler ortaya koymak (anlamlı bir yaşam da buna dahil).
    anlamlı yaşam; mevcut kabiliyetlerin maksimum ölçüde kullanılması olarak tanımlandığında, tek amacı anlamlı bir şeyler üretebilmek olan adamın -sadece üreterek mutlu olduğu için- dolaylı amacı ‘mutlu olmak’ oluyor. yani adam, aslında mutlu olmak için yaşıyor ve bu yüzden çoğu zaman mutsuz*.

    her durumda bunca acıya karsı hayat, bardağın yarı içki dolu tarafından bakılınca çekilebilir oluyor.
  • "düşünüyorum, öyleyse varım, diş ağrılarını hiçe sayan bir entelektüelin kelamıdır. hissediyorum, öyleyse varım, çok daha genel kapsamı olan ve yaşayan her varlığı ilgilendiren bir gerçektir. benliğim, temelde sizinkinden düşünceyle ayrılmaz. çok insan, az düşünce vardır: hepimiz düşüncelerimizi birbirimize aktarır, birbirimizden ödünç alır, çalarken aşağı yukarı aynı şeyleri düşünürüz; ama biri ayağıma basarsa, acıyı hisseden sadece ben olurum. ben’in temeli düşünce değil, acıdır: en temel duygu olan acıdır. acıda, bir kedi bile, biricik ve bir başkasıyla yer değiştirmesi olanaksız ben’inden kuşku duyamaz. acı keskinleşince, dünya yok olur ve her birimiz kendi kendimizle kalakalırız. acı, benmerkezciliğin okuludur." (bkz: milan kundera)

    fiziksel acı sadece yaşayanın bilebileceği, benzeri olmayan bir yaşam yoksunluğu. her duyguyu, her anı esir alan, flulaştıran, sizden çalan bir başrol oyuncusu. çeken kahramanlara sormak gerek, var oluş sancıları veya aşk acıları umurlarında mı?
    acı insanı bilgeleştirir. önce yok eder, damıtır ruhu, sonra yeniden yaratır. artık nasıl olursa..
  • bundan birkaç yıl önce çıktığımız güneydoğu seyahatinde yolumuz şanlıurfa'ya düştü. daha önce hiç gitmediğim için çok merak ettiğim şehirlerden biriydi. oraya vardığımız zaman sağ olsun urfalı bir dost bizlere rehber oldu. çok fazla vaktimiz olmadığından gün ortasında kısa bir şehir turu yaptık. kendisi geceyi geçirmemiz için bize çok eski ve mistik bir konak ayarlamıştı. konağın her köşesi ilginç, farklı ve oldukça göz alıcı bir ambiyansa sahipti. orada biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için davet edildiğimiz yere doğru yola çıktık. son derece konuksever, güler yüzlü insanlar bizi ta dış avluda karşıladılar.
    içeri girdiğimizde ise çeşitli ikramlarla bezetilmiş, kenarlarında minderler dizili bir yer sofrası çıktı karşımıza. o sırada sofranın tam yanına konumlanmış; büyük bir tepsinin içinde yer alan çiğ köfteyi var gücüyle yoğuran, yaşça ileri bir adam dikkatimi çekti. bir yandan önündeki tepsiye avuç avuç bir şeyler atıyor, diğer yandan da haldır haldır tepside bulunan malzemeleri yoğurmaya devam ediyordu. yanına yaklaştım "kolay gelsin, nedir o bol bol attığınız öyle?" diye sordum. adamcağız hiç konuşmadan yüzüme öylece baktı. beni duymadığını düşündüm. ardından geceye ev sahipliği yapan kadın gülümseyerek "o türkçe bilmez, tepsiye attığı şey isottur. yani bir çeşit acı biber" dedi. acı ile aram hiç hoş olmadığından "iyi ama çok fazla attı, epey acı olmuştur bence" demekten kendimi alıkoyamadım. kadın son derece kendinden emin "zaten amaç bu, et çiğdir. acı eti pişirir. bol acı ile iyice yoğrulmuş et diğer malzemelerle bir güzel özleşir. böylece gerçek lezzetini bulur, tadı damakta kalır" sözleriyle geceye damgasını vurdu.

    o keyifli akşamdan aklımda kalan en güzel ayrıntı bu cümle oldu:

    "acı eti pişirir"

    evet acı pişiriyor, hem eti hem de insanı..
    tamam belki üzerimize isot atılmıyor ama sahip olduğumuz mevcut suret ve içeriğe erişmemizin yolu maalesef hep bir "acı" kavşağına denk düşüyor.
    insanın varoluş hikayesi "acının halleri" demek..
    göbek bağının kesilmesi ile başlayan ilk tadım ileri zamanlarda: yarışlar, sınavlar, mağlubiyetler, ayrılıklar, zoraki tercihler, vedalar, hasarlar, ölümler, yitirdiklerimiz, ruhsalı, fizikseli, baş harfi büyük yazılanlar, adı henüz koyulmamışlar, tarif edilemeyenler vs. derken "acı" üzerimizdeki serisini yavaş yavaş tamamlıyor..
hesabın var mı? giriş yap