hesabın var mı? giriş yap

  • şuraya tecrübe, işgücü falan yazan olmuş...

    arkadaşlar ben sizin hayalgücünüzü seveyim ya...

    azıcık gerçekçi olun. farz-ı mual aşırı derecede parasızsınız ve acilen para lazım. ne satıcan? tecrübenin ilanını mı vericen?

    sabah sabah ya... tövbe tövbe

  • birinin hayatının değişmesine vesile olduğunuzu görmek bu detaylardan biridir;

    bundan yıllar önce, ben henüz 18 yaşında bir üniversite öğrencisiyken, her zaman gittiğim kuaföre saçlarımı boyatmaya gittim. kuaförüm dünya tatlısı bir insandı, saçımı boyadı ve "sen dur burda ben bir markete gidip geleceğim" dedi ve gitti. birkaç dakika sonra içeri orta yaşlı bir kadın ve genç bir kız girdi, maddi durumlarının çok kötü olduğu her hallerinden belliydi. genç kızın annesi bozuk türkçesi ile bana; "bütün çevre kuaförleri gezdik, çırak lazım mı diye soruyoruz tek tek, kızım iş öğrensin istiyorum, kendini kurtarsın istiyorum ama hiçbirine lazım değilmiş son olarak buraya geldik, inşallah artık bu kapıda yüzümüze kapanmaz" dedi. biraz daha sohbet ettik, kadının en büyük çocuğu buraya getirdiği 16 yaşındaki kızıymış, 3 çocuğu daha varmış ve eşi iki yıl önce vefat etmiş, eşi vefat ettikten sonra kızı okulu bırakıp açıktan devam etmiş ve çeşitli işlerle para kazanmaya çalışmış.

    hikayeleri beni oldukça üzdü ve "yarın sabah gelip başlasın" dedim. onların gözlerindeki o sevinç yıllar geçmesine rağmen hafızamdan hiç silinmedi. ama bir sorun vardı, bir başkasının iş yerine ondan habersiz bir eleman almıştım, sonuçta kuaförüm beni ne kadar severse sevsin onun sadece müşterisiydim. eğer kuaförüm kabul etmezse yarın o genç kız geldiğinde çok daha fazla üzülecekti. bu yüzden o gelmeden planlar yapıp gerekirse ailemden aldığım harçlığın bir kısmını düzenli olarak ona verip, çırağına harçlık olarak vermesini teklif edecektim.

    kuaförüm geldiğinde, nasıl bir tepki vereceğini tahayyül edemeden, konuya direkt "ben buraya bir çırak aldım" diye girdim. şaka yaptığımı düşündü ve gülmeye başladı, ciddi olduğumu anlayınca "olmaz! hırlı mıdır hırsız mıdır bilemem" dedi. ben yalvarmaya ve durumlarının çok kötü olduğundan bahsetmeye devam ettim. sonunda orta yol olarak en azından 15 gün benim hatrım için denemesini teklif ettim. kabul etti ve boynuna sarıldım. sonra elemanından inanılmaz memnun kaldı ve onu kuaförlük okullarına gönderip, bütün sertifikaları almasını sağladı. 3 sene daha o kuaföre gitmeye devam ettim. o kız orada inanılmaz güzel işler başarıyordu ve ben gördükçe mutlu oluyordum. sonra oradan ayrıldım ve bir daha gidemedim.

    bugün fön çektirmek için bilmediğim bir semtte alelade bir kuaför aramaya başladım ve büyük güzel bir kuaför salonu gördüm. kapıdan içeri girdiğimde o yıllar önce gördüğüm küçük kız karşımda duruyordu, durup bana bakakaldı, ben tanıdı mı acaba diye düşünürken boynuma sarıldı ve "sayende" dedi. gözlerim doldu, kuaför salonu onunmuş, iki kardeşini üniversitede okutuyormuş. bütün gün ağzım kulaklarımda gezdim. hayır efendim! fönü beleşe getirdiğim için değil tabi, küçük bir çabamın güzel şeylere vesile olduğunu gördüğüm için.

  • sinemada da brecht epiği yapılabileceğini gösteren film. tiyatro oyunu gibi akar. anlatıcımız mahkemeye çıkarılmış olan feyzo'dur. anlatır anlatır... bütün bu anlatının arasında ekrandan sloganlar izleriz. "işçiler kardeş patron kalleş", "kahrolsun faşizm" gibi. sonunda da feyzo ağalık düzenini hakime şikayet eder. son bölümde "sen devletsin, sen bilirsin, sen söyle babam, suç kimde?" dediği anda, hakimin biz olduğumuzu, bir yargıya varmamız gerektiğini, bu yargı ışığında kendi hayatımızda bu tür sorunlar gördüğümüzde müdahale etmemiz gerektiğini anlarız. brecht mumla arasa kendi teoremini özetleyebilecek ancak bu kadar güzel bir film bulabilirdi.

    bu film 88'lere kadar yasaklıydı. o tarihlere kadar aynen şimdiki gibi kemal sunal'ın filmlerine ezber olan bizler, 88 senesinde (yanılmıyosam) bu filmin yasağının kaldırılmasıyla, yepyeni bir film gibi izlemiştik. ancak filmin yasağının kaldırılması benim hep canımı sıkmıştı. çünkü 80'lerden beri süren apolitikleştirme sürecinin tamamlandığını, artık tam anlamıyla apolitikleştiğimizi, bu filmin artık "zararsız" hale gelmesi suratlarımıza çarpmıştı. sonuç? filmin zamanında yasaklanmasına neden olan tüm bu göndermeleri ve laf sokmaları, dürtmeleri "gülerek" izlemiş, ağzımızın kenarından sızan "apolitik" salyaları silmiş, yaşantımıza aynen devam etmiştik. zararsızdık artık. ne güzeldi...

  • medyum memis kimligimle soylemek isterim ki bu filmin muzigi acar televoleciler ve haberciler tarafindan aglamakli huzunlu sahnelerde kullanilacak.

    misal:sibel can in eski kocasi supper insan hakan ural bir mafya hesaplanmasinda kanlar icinde hastaneye falan goturulurken calacak bekgraund da.
    benzer bi uygulama schindlers list ve apocaliptikanin unforgiven versiyonunda yapilmisti hatirlatayim.

  • prof. dr. övgün ahmet ercan'ın canlı yayında söylediği sözdür.
    tam olarak dediklerini aktaracak olursak, "yoksulluk ne kadar fazlaysa, deprem size o kadar yakındır. depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. hiçbir ünlünün, hiçbir zengin kişinin enkazdan çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. dolayısıyla ana sorun yoksulluktur. "

  • yıl 2005. ev arkadaşımla gündüzleri uyuyup geceleri uyanık kalmak gibi bir alışkanlık geliştirmişiz, marketin bakkalın açık olduğu bir saatte uyanık olmadığımız için sadece geceleri alışveriş yapabiliyoruz, o alışveriş de geceleri açık olan tek yerden, ekmek fırınından 12li yumurta ve birkaç sandviç ekmeği almaktan ibaret. kaynamış yumurtaları sandviç ekmeğinin arasında ezerek yiyoruz. öyle bir ortam.

    temmuz ayındayız, saat gece mi sabah mı belli olmayan saatlerden biri. yine fırına gidiyoruz. polis otosu devriye geziyor.

    - gençler!
    - (üstümüze alınmıyoruz)
    - gençlik! alow!?
    - (hiiç üstümüze alınmıyoruz, kafalar önde yürüyoruz)
    - hşşt! gençliikh?!
    - (bize diyo olabilir lan diyip dönüyoruz)
    - nere böle?
    - (şaşkın) ekmek. fırın. yumurta. hımph.
    - kimlikh var mı?
    -* kimlik? cüzdan. ev.
    - yok mu kimlikh?
    - ekmek. yumurta. ev.
    - siz okhuyonuz mu?
    - evet
    - ne okhuyonuz?
    - * uluslarsı ilşkiler
    - (bana dönüp) sen?
    - ben de
    - benim de yeğen okhuyo kütaaya'da
    - ...
    - gelin sizi bırakhıyım fırına
    - ...
    - gelin binin eve de bırakhıyım soona

    bindik. önce fırına gittik. her gece üçte gelip yumurta alan iki tip yeterince saçmayken işin içine bi de ekip otosu girince fırıncı o geceden sonra bizi pek iyi karşılamamaya başladı, bi süre sonra da dükkanda yumurta satmayı bıraktı. bu sefer de her gün patates yemeye başladık. neyse. sonra eve gittik yine polis otosuyla. üst komşu nerden gördüyse görmüş gecenin bir yarısı polis aracından indiğimizi, ertesi akşam geldi ne ayaksınız diye. garip bir dönemdi.

  • sıkı bir takiple ve diyetisyen destekli psikolojik tedaviyle çözülebilen yeni çağ nevrozu. alametleri şöyleymiş;
    -sürekli ne yiyeceğini planlama
    -sağlıklı beslenmenin her şeyden önemli olması
    -çoğu yiyeceğin sağlıksız olduğu fikri
    -bütün gıda maddelerinin peketlerini, içindeki katkı maddelerine kadar aşırı titizlikle inceleme
    -sadece sağlıklı olduğu düşünülen yiyeceklerin tüketilmesi ve miktarın gittikçe azalması
    -sürekli beslenmeyle ilgili haberler izleme

    sanırım tek eksiğimiz orhorexiaydı...