hesabın var mı? giriş yap

  • abi çok garip bi tesadüf değil mi ya. düşünsene birine aşıksın. sonra bi bakıyosun o da sana aşık.

    abi nasıl ya. o kadar insan varken nasıl denk gelir.

    hayır gelsin tabi de. nasıl ya.

  • karakter sınırlaması nedeniyle olması gereken başlık: "hiçbir chat programının msn messenger kadar tat vermemesi"

    evet bunu kabul edelim. eskiden msn messenger'da daha güzel chat yapardık. daha bir zevkliydi. ifâdeleri, üst kısmına yazılan iletiler, yazı karakterleri, daha bir interaktif oluşu ne bileyim ya daha güzeldi msn messenger.

    hele de beklediğin kişinin online oluşunu gösteren o pencerenin alttan çıkması bile kalbini küt küt attırırdı insanın. (bkz: msn'de onun online oluşunun beklendiği günler)

    şimdi yer gök mesajlaşma programı. evet whatsapp'da güzel fena değil ama msn başkaydı msn.

    edit: icq'yu biliyorum elbette. yeri dolmaz. burada bahsettiğim o çetleşme kolaylığı ve msn'e ait güzelliklerdi. kabul edin ki icq mesajlaşma için hantal kaçıyordu bir de konsept olarak başkalarını bulma, arkadaş edinme gibi özellikleri vardı. msn'in birilerini arama fonksiyonu yoktu.

    edit: ve tabii ne dinliyor özelliğini de unutmayalım. sevgiliden mi ayrıldın? koy sezen'i görsün karşıda. "bunalımlı şarkılar dinliyor bak kötü olmuş çocuk" desin.

    yine msn'e kendi kendime keşfettiğim bir yol vardı. araçlar/kişiler penceresine girdiğinde kişinin üzerinde sağ klik yapardın. eğer "sil" özelliği aktifse kişi seni silmiş anlamına geliyordu.

    msn yıkılınca sanki bir cumhuriyet devrilmiş gibi bir sürü etnik mesajlaşma programları çıktı. birinden çık ötekine gir, kişilik bölünmesi yaşa, yetişeme. ne gıcık bir durumdu şu an.

  • bilim adamları boş durmuyor sevgili bilimseverler. her geçen gün bir davranışımıza daha isim buluyorlar. normatif yaklaşımlarla makale bile yazıyolar, durduramıyoruz.

    kelime anlamı "ekmek kırıntısı" olan bu kavram flirting özelinde insan ilişkilerini tanımlamaktadır. yani, muhatabın 'bir öyle bir böyle' davranarak, çelişkili hareketlerde bulunması. istememesi ama bunu söylememesi. istemesi ama o kadar da çok istememesi. arandığında sıcak konuşması fakat kendi asla aramaması. istekramdan iletişime geçmesi ama vatsaptan bi gülücük bile atmaması. istemiyorum dememesi çünkü 'lazım olur' diye düşünüp yedekleme yapması. daha kısa ifade edecek olursak, flörtü sevgili olmadan kısık ateşte tutma hareketi. tek kelimeyle anlatmak gerekirse ise puştluk, yavşaklık, şerrrefsizlik. *
    kavram anlaşıldı diye umuyorum. eğer ki further reading adı altında kaynak göstereceğimi sanan varsa beni hiç tanımamıştır. kutsal bilgi kaynağı mı la burası?

    konuyu dar pencereden değerlendirip kısıtlı bir görüşe sahip olmamızı istemem. günümüzün "özel hayattan kolayca insan silme" artizliği dolayısıyla insanlar derin duygusal ilişki beklentisini yitirdi. haliyle bunu yapan da çok, kendisine yapılmasını önemsemeyen de. fakat bu mevzu sadece sevgililik müessesesiyle karşımıza çıkmaz. en yakın arkadaşımız da yapabilir, yöneticimiz, anamız, bacımız da... onları silmek o kadar kolay değildir. narsizm öğeler barındıran bu kişilik özelliğine uyanılması yeterlidir. sonra su yolunu bulacak. uyanış önemli.

    bu bilgiler ışığında, yine kendi tarihime bakıyorum. breadcrumbing yani puştluk yapmış mıyım diye? uzun uzun baktım da yapmamışım. ben insanları kaybetmek pahasına sınırlarımı çekmişim, kimseyi 'bakarız yeeaw' diye oyalamamışım, ne hissettiysem bedelini ağır şekilde ödesem de söylemişim, insanları kırmamak için söylememeyi değil de nazik bir şekilde söylemeyi öğrenmiş, ebeme dedeme bile torpil geçmemişim, çocuklarım ve 2 haftalık kedim bile sınırlarımı öğrenmiş, sürprizsiz, dümdüz bi insan olmuşum. nerde isteyeceğim, nerde pes edeceğim, nerde ne tepki vereceğim net. kimseyi verdiğim yanıtla şaşırtmaz hale gelmişim, yeri gelmiş köyün delisi o söylesin diye maşa olarak bile kullanılmışım. günümüze bakıyorum elimizde ne var? net olmayan, ne istediği, ne yapmayacağı belli olmayan insanlar. dolayısıyla hayalkırıklığı, karında şişlik, genizde yanma, uçurumun kenarına gidip çatlayana kadar bağırma arzusu.

    peki ben mi sorumluyum bu dünyada dürüstlüğün hüküm sürmesinden? ben miyim iyi niyet temsilcisi? bana mı kaldı ilkeli davranmak? empati kraliçesi miyim ben? bu kadar ahlaklı olmakla ne yapmak nereye varmak istemekteyim?
    ...ve karar verdim ben de puşt olacaktım artık. tabi insan yeni başlayınca biraz acemilik çekiyor. insanlar üzerinde yapacak kadar 'the' şerrrefsizlik mertebesine ulaşamadığım için ilk aşamada ilgili kurum, kuruluş ve tüzel kişilikler üzerinde denemeliydim.

    emeğimi sömüren, yaptıklarıma değil de yapmadıklarıma odaklanan eski iş yerimi seçtim bunun için. işten ayrıldıktan sonra hiçbir excel belgesini ve raporları atmadım ama onlara da vermedim. ara ara bilgi için aradılar yardım ettim. sonra işe mi dönsen diye çıtlattılar, ayy bilmem ki dedim. sonra ciddi teklif verdiler, ay isterim ama maaş biraz düşük dedim. en son patron çıldırdı, nolursan ol gel, ne istersen vericem noluuur diyor. ben de "ya ben de çok istiyorum ama bu aralar kafam biraz dağınık" diyorum, "sgklı ciddi bi işe hazır değilim, biraz takılıp kendimi keşfetmek istiyorum" diyorum. "yoğunum başka işlerim var ama hep aklımda orası, bana biraz süre verin" diyorum.

    parayla değil puştluk. isteyen herkes olabilir. yeter ki insanın içinde olsun.

  • üç yaşına girmek üzere olan oğluma uyuması için masal anlatıyoruz. birkaç gündür de ihale bende. ışıkları kapattığımız için aç masal kitabını oku durumu olmuyor. haliyle, kaba tabirle uydurup uydurup anlatıyorum bir şeyler. aklıma da köyden başka bir şey gelmiyor. zihin ne dolu köyle. neyse masalı anlatırken bizimki her cümlede araya giriyor. misal "selim ve babası sabah uyandığında inekleri sağmak için ağıla gittiler" diyorum ve hemen "baba peki kuzular yok mu?" diyor. var oğlum olmaz mı diyorum. bu sefer "baba peki tavuklar yok mu?" diyor. var arkadaşım onlar da var az bekle :) işte sonra ineklere yemek olarak saman verdiler diyorum. hemen ardından "baba peki su verdiler mi?" diyor. ya hayır masal mı anlatıyoruz, soru-cevap etkinliği mi belli değil. madem hayal gücün iyi, sen anlat diyorum. bu sefer de "bir varmış bir yokmuş baba" diyor ve kalıyor orada. devamı yok. yaklaşık 20 dakika süren bu mücadelemiz sonrası anne olaya müdahil oluyor ve nasıl oluyorsa uyuyor bizimki hemen. işin özü ben çok kötü masal anlatıyorum, kabul.

  • bundan yıllar yıllar sonra, depeyi -ki artık birçokları "depeyi dede" demeye başlamıştı ona- doktorun yasakladığı rakısını çay bardağında hafif hafif yudumlarken, omzunda daha bugün boyamayı bitirdiği kayığının huzurlu yorgunluğu sızlarken,bi parça daha peynir atıp ağzına, sahilden yüzüne vuran rüzgara yan dönüp yanındaki kadının kırışıklıklarına baktı önce. devleşmiş göbeğini kaşıdı hafif hafif,uzamış beyaz sakallarında dolaştı elleri. hareketlerini izledi kadının, elleri hala narin diye düşündü...hala güzel gülümsüyor dedi kendi kendine. bak hep dudaklarının kenarıyla gözlerinin yanları kırışmış dedi,bu gülmekten oldu işte...bir ömür gülümsettin ya onu olum, derdin de oldu tasan da, kırdığın da oldu kırıldığın da, hem ağladın zırıl zırıl hem gözyaşlarını sildin onun...ama şimdi,hayatın sonlarına yaklaşırken, son nefesini vermeden topladığında hala artı çıkıyor ya...işte şimdi mutlusun dedi...şimdi mutlusun...konuşmaya başladı,sigaradan çatallaşmış sesiyle...

    - bence patatessin sen. patates baskısı yapıyosun böyle.
    - ?
    - bi sarılınca şekil şekil izin çıkıyo ruhuma. sonra domatessin üstelik.
    - ?
    - neyin içine senden bi parça koysam güpgüzel oluyo birden, tadı sen veriyosun hep. bi de patlıcansın bence.
    - ?
    - kızdırıp ateşlere de atsam, karnından göğsünü yarıp içine dolmamı bekliyosun. ve taze fasulyesin sonra.
    - ?
    - minicik minicik yavruların çıktı içinden, her biri bi başka güzel. peki bi de marulsun desem?
    - ?
    - dışından bi başlayıp uzuuun uzuun içine doğru indikçe daha tatlılaşıyosun, en içinde, en derininde, en göbeğinde, en kimsenin bilmediği yerinde saklısın en güzel halinle.hem kerevizsin...
    - ?
    - anlamaz herkes öyle neden bayıldığımı sana. kimi burun kıvırır belki, kimi hiç sevmez seni. kimine göre dünyadaki en rezil şeysindir sen hatta...ama en çok nesin biliyo musun?
    - ?
    - pırasa'sın...çünkü ben en çok pırasayı severim..

  • üniversiteden (queens college) yeni mezun olan paul simon'ın, 21 yaşındayken, birkaç aylık süreçte yazdığı, efsane parçadır ..

    'paul simon', albüm desteği alabilmek umuduyla, şarkıyı columbia plak şirketinin yapımcısı 'tom wilson’a dinletir .. wilson, ilk başta parçayı ‘the pilgrims’ adlı bir grubun çalmasını ister ama 'paul simon' ısrar ederek parçanın, ikili olarak seslendirilirse daha etkili sound yakalayacağını savunur ve şarkısını vermeye yanaşmaz .. tom wilson’ın ‘ispatla bakalım’ sözü üzerine 'paul simon', 11 yaşından beri beraber müzik yaptığı arkadaşı 'art garfunkel' ile birlikte sunum yapar ve şirket, performanstan etkilenerek ikiliye albüm için şans verir .. görsel

    'the sound of silence’ın yer aldığı ve 19 ekim 1964 yılında piyasaya çıkan ‘wednesday morning 3 a.m.’, ikilinin aynı zamanda ilk albümüdür ama ne yazık ki tam bir fiyasko olur ve zar zor 2.000 kopya satar .. büyük hayal kırıklığı yaşanır ve 'simon&garfunkel' ikilisi bunun üzerine yollarını ayırır .. 'paul simon', ingiltere’ye giderek kariyerine yalnız devam etme kararı alırken 'art garfunkel' da mimarlık fakültesinden mezun olduğu columbia üniversitesi’nde akademik çalışmalarına geri döner .. işte şarkının ve ikilinin hikayesindeki dönüm noktası da tam burasıdır .. görsel

    albümün başarısızlığına karşın 1965 yılı boyunca, ülkenin farklı yerlerindeki radyo istasyonlarında, 'the sound of silence', dinleyicilerin istek parçası olarak çalınmaya devam eder .. parçaya olan yoğun isteği farkeden yapımcı 'tom wilson', 'paul simon’a haber vermeden, parçanın akustik versiyonunun üzerine elektro enstrümanlar ve davulla remix yapar ve eylül 1965’te bu sefer ‘single’ olarak piyasaya sürer .. çıkar çıkmaz listeleri allak bullak eden parça, ocak 1966’da artık bir numaradır ve yalnızca abd değil birçok ülkede liste başı olur .. bu başarı üzerine 'paul simon' abd’ye geri döner ve ikili tekrar bir araya gelir .. tom wilson : görsel

    ‘the sound of silence’ aynı zamanda ‘the graduate’ filminde de karşımıza çıkar .. 1967 yılı yapımı ünlü filmin yönetmeni 'mike nichols', parçayı o kadar sever ve ikilinin soundunu o denli filmle özdeşleştirir ki 'simon&garfunkel’ın diğer şarkılarını da filmde kullanır .. örneğin 'paul simon', ‘mrs. robinson’ parçasını yalnızca bu film için yazmıştır .. 1969 yılında ilk ödüllerinde olduğu gibi 2003’te ‘yaşam boyu başarı’ ödülüne layık görüldükleri grammy ödül töreninde de ikiliyi sahneye davet eden isim, ‘the graduate’ filminde 'ann bancroft' ile başrolleri paylaşmış olan 'dustin hoffman’dır .. görsel

    bu arada parçanın popüler olduğu tarihlerde süren vietnam savaşı sebebiyle oluşmuş olan savaş karşıtı atmosfer ve yükselen kitlesel sol hareketin şarkıyı bir nevi sahiplenişiyle birlikte bir anlamda şarkının sözlerinin savaş karşıtı duruşla alakalı olduğu gibi bir yanlış algı oluşmuştur ama parçanın savaşla veya savaş karşıtı duruşla bir ilgisi yoktur .. burada da çok ilginç bir detay karşımıza çıkıyor .. 'paul simon', çocukluğunda ışığı kapatarak karanlıkta banyo yaparken şarkı söylemeyi ve sesinin karanlıkta banyo fayanslarında yaptığı ekoyu duymaktan çok hoşlandığını söylüyor .. şarkının ilk dizesi olan ‘hello darkness, my old friend’ (merhaba karanlık, benim eski arkadaşım) aslında işte tam da bu çocukluk anısına gönderme yapıyor ..

    parça ile ilgili son detay da ismiyle alakalı .. ilk kayıtlarda parçanın orjinal adı 'the sounds of silence'tır aslında .. sonraları 'the sound of silence' olarak tanınacak ve sessizliğin 'tekil sesini' bize sevdirecektir .. görsel

    orjinal akustik versiyon

    tom wilson'ın editlediği hit versiyonu

    dip not : derleme için teyid amaçlı kontrol edilen bazı kaynak ve alıntı yapılan görseller : rolling stone, happymag, texasmonthly, producertomwilson.com, wikipedia, grammy.com (türkçe kaynak kullanılmadı, çapraz çeviriler bana ait) .. görsellerle alakalı olarak; özellikle incelememe ve dikkat etmeme karşın copyright engeli göremedim ama yanıldığım bir görsel varsa ve kaldırmam gerektiği konusunda eminseniz lütfen bildiriniz .. görsellerin kullanımında maksadı aşan kasıt veya maddi kazanç amacı yoktur ..

  • ağlanabilir..

    anne ve babamın yokluğunda ev telefonumuza dadanan sapık bir abi vardı.. abi diyorum, çünkü bir süre sonra kaynaştık, benimsedik birbirmizi..

    aslında ben normalde de çok konuştuğumdan o gün aradığı ilk zaman da vıdı vıdı konuşup onun geçtiği kadar dalga geçip, beklediği eğlenceyi ona vermiştim.. hani normal insanlara çemkirmek ayıptı, ama bu telefon sapığı olduğu için atış serbestti; tersliyordun ve ayıp olmuyordu falan, bu o zaman çok eğlenceli gelmişti.. bak bu arada sonradan niyeyse yufkalaştım ben, yüreğime kelebek kondu derler di mi; birini bile bile tersleyince, dalga geçince bi utanıyorum kendimden, rahatsız oluyorum.. neyse, başka başka, türlü şaklabanlık yaptım: sapık abimize şarkı söyledim (o dönem bende de bilmediğim bir sürü numarayı arayıp şarkı söyleme sapıklığı vardı), şiir okudum*.. e aptal da bir abi olmadığı için saatlerce telefonda şebeklik yapan bu çocuğun anne babasının evde olmadığını anladı bizimki.. başladı o da eğlenmeye.. onun eğlencesi hiç öyle şarkı söylemek ve şiir okumak gibi değildi ama.. "kapıyı çalıcam az sonra", "şimdi balkondayım" bilmem ne, haliyle korkuttu beni.. tabi ben korktukça eğlendi bizimki, o eğlendikçe de ben korktum.. sonra kendimi telefonda "sen beni korkutuyorsun, ben daha çocuğum, zaten annem babam evde yok, kimse beni sevmiyor böğğğğğğ" diye içli içli ağlarken buldum.. galiba sapık abi de şaşırdı bu tepkime "ağlama ya" falan dedikçe içlendim tabii ben, bir de küstüm sesli sesli.. abi iyice yumuşadı ama, "neden küsüyorsun, bak ne güzel konuşuyoruz, gelmicem ben, sana şaka yaptım" falan, üşenmedi dakikalarca susturmaya çalıştı beni..

    ağlamayayım küsmeyeyim diye, önce dakikada bir sürü kez aramaktan vazgeçti.. sonra da annemler gelene kadar ara ara "iyi misin, korkma bak aramayacağım öyle bir daha, iyi misin diye arıyorum, annenler de biraz sonra gelir" diye telkin verdi..
    en son, onlar yokken telefon sapığının dadandığını, çok korktuğumu, ağladığımı anlatınca çalan telefonu öfke ile açan babamı: "ayıp değil mi minicik kızı evde bırakıp gezmelere gidiyorsunuz, bu kızı evde tek bırakmayın korkuyor yazık.. ilgisiz aile" diye azarlamıştı da babam dumur olmuştu..

    canım benim ya..