hesabın var mı? giriş yap

  • tanım: avrupada bolca tüketilen et türü.

    nerden baksan 4 yıldır bu başlığı takip ederim, öyle düzenli takip etmem denk geldikçe bakarım. sözlükte bir grup var, belli bir dönem gelip bu eti övmeye başlıyor. işte şöyle lezzetli böyle güzel. sonra bu eti övme şenliklerine katılan arkadaşların bir derdi olduğunu anladım. ucuz edebiyat peşinde koşan, kendini elit gören ve farklı fikirlere tahammülü olmayan tipler.
    benim görüşüme gelirsek, bu eti isteyen yer istemeyen yemez. kimin yediği yemediği umrumda değil. misal ben asla yemem ama gelip de yiyenlere sövmem. ama sen gelip yemeyenlere ağza alınmayacak hakaretler edersen sana orda dur derim. bir grup caninin yaptığı katliamı gelip tüm müslümanlara yıkacaksın sonra bu eti yemediklerini söyleyeceksin, zavallısın kardeşim. böyle ucuz provokasyonlarla bir yere varamamakla beraber beyin fonksiyonlarının çalışmadığını ispat ediyorsun.

  • kendisine: "simdiye kadar hic kimsenin yaninda bu kadar huzurlu ve bu kadar guvende hissetmemiştim sevgilim, cok mutluyum" diyen sevgilisine cevaben: "senin adina cok sevindim" diyebilen yegane erkektir.

  • komple hiç fire vermeden bir sonraki nesle aktarılan, baskın gen tanımını yeniden yapan, karşısındakinin genlerine asla şans tanımayan, ibrahim tatlıses'in fenotipini olduğu gibi yavruya geçiren başarılı genlerdir. gerek ido olsun gerek yeni bebeği olsun ibrahim tatlıses'in bu genlerinden nasibini fazlasıyla almıştır.

    kök hücrelerle uğraşan bilim insanlarını ibrahim tatlıses'in gen dizilimini incelemeye davet ediyorum. çünkü eğer insanlık geleceğini arıyorsa o gelecek ibrahim tatlıses'in genlerinde gizli.

    çekinik gen nedir bilmiyorlar, ezip, silip süpürüp geçiyorlar. ibrahim tatlıses angelina jolie ile çocuk yapsa çocuk ido'nun biraz daha uzunu olur, hepsi o!

  • atlantik okyanusunun arjantin ve uruguay arasına attığı çentikten, rio de la plata körfezinden, girince sayısız küçük kollarıyla ağ gibi arjantini kuşata kuşata kuzeye tırmanan nehir. içinde bıyıklı iri balıklar, su yılanları ve orta büyüklükte timsahlar gibi nehir hayvanlarını rahatça yaşattığına göre çamurlu olsa da rengi, pek de pis olmasa gerek. ağaçlarla kaplı kıyılarında açıklıklara denk geldikçe sürüler halinde inekler ve atlar çıkıyor arada bir. “vahşi atlar? nasıl yani?” gibi safça bir soru sorunun cevabı, burada arazi geniş olduğu için sahiplerinin atları böyle rahat bırakıyor olmasıymış. biraz mahcup olarak öğrendim. civarda arada bir de tek tek küçük evler yapılmış. önünde tembel tembel laflayan, güneşe karşı gerinen insanlar gördüm. “ne şanslı insanlar böyle!” dediğimde balıkçılıkla geçinen mütevazı ve fakir insanlar oldukları söylendi... atların vahşi olmadığını söyleyen de aynı kişiydi zaten, inanmıyorum ben artık ona.
    ayrıca gece bazen suyun üzerinde duman oluyor, ay ışığında içinden geçmesinin zevki tarifsiz parana nehrinin. sorsam sıcaklık farkına bağlayacak, sormuyorum bende.

  • akıl almaz boyutlarda bir evrenden bahsediyoruz. bu gerçeklik karşısında aklı bulanmayan insan yoktur. evrende toz tanesi bile değiliz. samanyolu galaksisindeki küçük bir güneş sisteminde yaşayan canlıllarız. jüpiter, dünyanın bin katı, güneş ise bir milyon katı büyüklüğündedir. ve bu galakside güneşten milyonlarca, milyarlarca kat büyük karadelikler, yıldızlar var. saniyede 300.000 km hızla ilerleyen ışığın bilinen evren sınırlarına ulaşması 96 milyar ışık yılı sürüyor. aman allah'ım çıldırmamak elde değil. evren ve uzayla ilgili her belgesel izlediğimde insanoğlu olarak acizliğimizi, önemsizliğimizi daha iyi kavrıyorum. tarihteki en güzel en anlamlı sözlerden olan şu sözü hiç unutamıyorum.

    “mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini.”
    manly palmer hall.