hesabın var mı? giriş yap

  • hoşlandığı hatunun elini 12. bölümde tutarak mühendis olduğunu göstermiş dizi kahramanıdır.

  • at boku kokusuna bayılan bir avuç insan tarafından gerçekleştirilen protestomsu.

    bi zahmet ada’nın temizliğine dikkat etmiş olsaydınız başınıza bunlar gelmezdi. yerler bok içinde dolaşan kurtçuklardan ve sineklerden geçilmiyordu.

    ayrıca atların sağlıklı bir şekilde bakımının yapılmadığına, ölülerinin çöpe atılır gibi toplu çukurlara atıldığına ve ticari kazanç uğruna ölümüne çalıştırıldığına dair rivayetler var.

    geç bile kalınmış karardır. okey biz de nostalji severiz ama bedeli bu olmamalıydı.

    biraz da şorasına protesto edin.

  • oldukça sık kullandığım ve ekseriyatla memnun kaldığım bir site ama bu telefon numarası işine kesinlikle bir çözüm getirmeleri gerekmekte. her sipariş şahsi numaranın bir ton insanın eline geçme ihtimalini arttırıyor. kuryenin gelip bulamaması ihtimaline karşı numaranın verilmesi yeterli bir bahane değil. onu geçtim restoran sahiplerinin olumsuz yorumlarda arayıp laf etmesi de gerçekleşebiliyor, örneklerini okuduk. bu telefon numarası verme işinin her siparişe has olarak onaya bağlanması gerekiyor. yahut kurye olası bir sıkıntıda yemeksepetini arar, yemeksepeti görevlisi bizimle iletişime geçer. biraz daha eleman çalıştırırsınız belki ama kurumsal bir firmaysan bunlar göze alınacak. alınmazsa yıllarca uğraşıp didindiğin imaj itin kopuğun biri yüzünden göz açıp kapayıncaya kadar yerle yeksan olabilir.

    yarın öbürgün telaffuz bile etmek istemeyeceğim bir olay yaşanır, firmanın ismi de işe karışıp okkanın altına giriverirsin. velhasıl bu iş çözülmeli çünkü artık sabır taşırıyor, can sıkıyor.

  • mekan: iddaa bayisi

    - lan naci namaza başlamışsın diolar doğru mu?

    - he valla başladık abi, hakkımızda hayırlısı..

    - 5 mi la?

    - ne 5 mi abi tabi 5 vakit alla allaaa

    - sistem 4-5 yap lan naci bi vakit kaçırsan da günlük sevabı kurtarıyon tek vakitten yatma bak!

    kompil bayii : tehaha tehahahaa vir eyle kahkahatül tufaaaan!

  • (#142395782) uruguaylı'nın kaldığı yerden devam edeyim. sanırım robery young'du ''modern antroplojik kültür kavramı, sınıf ve ırk çatışmasının bağrında doğdu'' demişti. 18. ve 19. yüzyıldaki keskin değişimler, sömürgeci güçlerin şekillendirdiği bir dünyanın antropolojisine bakarken kültür fikrinin ırkçı ideolojiye ne denli içli dışlı olduğunu görmek için yeterli aslında. 20. yüzyılda ve oradan bugünlere uzanırken ve bazı yazar, yönetmen yani sanatçıların ısrarla örtük izlerini aralamak için ısrarla vurgu yaptıkları ırkçılık gibi kavramların bugünlerde tekrardan ''kültür'' kavramı ekseninde hortlaması ya da sözde eşitlik ve demokrasi temsili olarak tüm dünyaya küresel kültürün bir parçası olarak satılan politik doğruculuk gibi kavramların ardına gizlenerek kendine başka ifade biçimleri bulması tesadüf değil. kültür kelimesinin kökenlerinden biri latincede işgal etmek, yerleşmek anlamlarına gelen colere fiilinden geliyor mesela. böylesine bir sözcüğün altından böyle pis kokular, anılar saçan bir anlamın ortaya çıkması da tesadüf değil kesinlikle. ironiyi anlamak için de anştayn olmaya gerek.

    terry eagleton, kültür kitabında sömürgecilerin sömürge halkları baskılayıp, köleleştirirken aynı zamanda egzotikleştirdiğinden söz eder. örneğin irlanda'nın durumuna uygun olarak gücünü kaybeden keltlere sınırsız bir şiirsel önem atfedilir. afrikalıların, kızılderililerin ya da dünyada sömürgeleştirilip, tutsak edilip, yok edilen her halkın geçmişiyle ilgili bir tür ağıda dönüşen ve onu sömüren faydacı uygarlığın orada hayalini kurduğu egzotik bir yuva hayali vardır. uygarlığın temsili olan batı kolonyalizminin kültür sahibi yerli halkların yuvasını işgal etmesindeki bilinçaltı temsili böyle oluşur. yani kabaca ifade etmek gerekirse sömürgeciler uygarlığa, sömürülenler tüm yerleşiklikleri ve kapalılıklarıyla kültüre sahiptir.

    tüm bunları 3 filminde de sözde bu dertleri kendine meşgale edinen jordan peele'inin filminin tematik dertlerini biraz olsun açabilmek için yazdım. zira peele bir sinemacı olarak filminde maalesef bu dertleri açmak, aralamak, izah etmek, metaforik, sembolik ya da metonomi bağlamında izah etme noktasında oldukça zayıf, kafası karışık, izleği belirsiz, yönü olmayan bir film yapmış. ortaya karışık, içine ne varsa koydum, nasıl olsa çok bilmiş kültür yorumcuları, freudçular, psikanalizciler, komplo teorisyenleri benim aklıma bile gelmeyen fiyakalı okumalar yaparlar ve ben de tüm vakurluğumla işime gelenleri onaylarım tadında bir yaklaşım bu. tür karmasının yanına öykündüğü birçok iyi sinemacının (örneğin david lynch ya da david cronenberg) sinemasal yaklaşımlarını kopyalayıp sözde özgünleştirdiğini düşünerek ve elbet özellikle siyahi kanadın (normal olarak) sinemasına duyduğu katıksız güvenin sarsılmazlığına da sırtını yaslayarak uçabildiği kadar uçmuş.

    sorun türler, sinemasal yaklaşımlar arasında yaptığı gezintiler değil. sorun tam da yazının başında kültür tarihine küçük bir referans yaptığım haklı olmanın verdiği güvenle filmi için onu gerçekten benzerlerinden ayıracak, orijinalleştirecek bir anlatımı tutturaması. o anlam arayışından, onu izah etmekten ziyade onu izah etmenin ruhundan, kültürüden, edebiyatıntan, öykücülüğünden yoksun teknik bir üslupla anlatmaya çalışması. yani tıpkı uygarlığın yok ettiği ruhun yerine koymaya çalıştığı bilimin anlamdan uzak bir parçası gibi işlemesi. parçalı, fragmanter, bağlamsız ve onu değerli kılacak tutkusunu, duygusunu, retoriğini izah edecek pathostan yoksun olması. bir sürü anlamsız parçanın bir kültür tarihi yorumu olarak bir araya getirilip postmodern anlatının, zamanın cüretinin verdiği yetkiyle böyle incelik, duyarlılık ya da ince işçilikten uzak bir şekilde sadece etkileyici ya da şaşırtıcı olmak dışında bir meyyal bulamaması cidden üzücü. zira tıpkı eleştirisini yaptığı kolonici batılı gibi o da müşterisiyle bir sömürü ilişkisi içine giriyor. fiyakalı olmaya çalışırken hakikatin sabitini ıskalıyor. anlatısını büyük anlarla güçlü kılmaya çalışırken insana dair tinsel, metafizik, egzotik alanın varlığını tümden yok sayıyor. ideolojik metaforları idealize edici bir eksen gibi allayıp pullayıp birbirinden bağımsız parçaların içine rastgele savururken tahakküm toplumunun değişmez setlerine yaptığı sözde eleştirisiyle kendi imge ve anlamını da geri plana atarak ruhsuzlaşıyor.

    uruguaylı'nın da belirttiği gibi, cemiyetin, cemaatin, kültürsevicilerin onlarla ilgili yarattığı illüzyona kapılan bu tip yönetmenlerin hepsinin düştüğü hataya düşüyor peele. tam da içinde doğup büyüdüğü dünyanın en büyük pazarına kayıtsız bir şekilde hizmet ederken dert edindiği sözde büyük temalarını sınırsızca, daha büyük, daha gürültülü, daha görkemli anlatmanın hibrisine kapılarak tam da eleştirisini yaptığı sömürgeci uygarlığın hissizleştiği duvarın bir tuğlası olmayı başarıyor.

    ne diyelim yolu açık olsun, insanlar öve dursun ama 3 filminde de giderek gerileyen sinemacılığının dehasını tek kurşuna sakladığını görmek şaşırtıcı gelmiyor. zaten muhtemelen bundan sonra orijinal fikirler bulma konusunda sıkıntıya düştükçe daha da saçmalayacak ve eleştirilemez oluşunun verdiği yetkiyle anlatıda yapıbozumu daha benimseyecek gibi duruyor. sinemanın tanrıları ona ve sevenlerine zeval vermesin.

  • en sevdigim animasyon film. oldukca keyifli ve ic acici olmasinin yaninda insani mutlu eden bir yani da var. yemek yapmaya bu kadar meyilli oldugum bir dönemde izlemem, manisa kebabi`nin tarifini kendime göre degistirmem ve bir enfes yaratmamla sonuclandi üstelik. ayni anda esimde de benzer yan etkileri birkac gün sonra ortaya cikti. o da kendi ratatouille tarifini yaratti ve sonuc mükemmeldi. kisacasi insana verdigi ilhami yeter.

    not: bakin o kadar gaza geldik ki restoran acmaya karar verdik.