hesabın var mı? giriş yap

  • matrix'in üstüne paralel evren, kuantum fiziği giydirilmiş, bol kişisel gelişim referanslı, bestseller roman formüllünün film hali. popüler bir kişisel gelişim kitabı filme çekilse muhtemelen böyle bir film çıkardı ortaya. hikayenin bütün gövdesi matrix'ten alınmış, aksiyon koreografileri ve estetiği de dahil. kahramanın monomyth şablonu bile bire bir aynı matrix'tekiyle. neredeyse sahne sahne kopyalanmış. tek fark matrix bunu popüler bir felsefefi fanteziyle süslerken, bu film amerikalıların her sene onlarcasından ürettiği ve raflarda minyonlar satan kişisel gelişim kitaplarının liberal/kapitalist palavralarla işaret ettiği kendini sev, sen bir enerjisin, her şey senden ötürü böyle, iyi düşün iyi olsun'' tarzı dayatmacı kalıplarla süslenmiş bir halde servis ediliyor.

    byung-chul han yakın zamanda çıkan palyatif toplum - günümüzde acı kitabının sunuşunda iktidarın ve neoliberal küresel politikaların yeni formülünün 'mutlu ol'' düsturu olduğunu belirtir. ''mutluluğun olumluluğu acının olumsuzluğunu yerinden eder. olumlu bir duygusal sermaye olarak mutluluk kesintisiz bir performans yetisi sağlamak durumundadır. kendini motive ve optimize etme uğraşları neoliberal mutluluk dispozitifini oldukça verimli kılar, çünkü iktidarın fazladan bir çaba göstermesine gerek kalmaz. bağımlı kişi bağımlılığının farkında bile değildir. kendini özgür sanır. hiçbir dış baskı olmaksızın kendini gerçekleştirmekte olduğu inancıyla kendi kendi isteğiyle sömürür. özgürlük baskılanmaz, sömürülür. ''özgür ol'' ''itaatkar ol''dan daha daha yıkıcı bir zorlama yaratır. ''

    işte filmimizde süresi boyunca bir formül olarak izleyicisine sattığı mutluluk, kendini gerçekleştirme, yetinme gibi kavramları anlatının temsil ettiği tüm gösterme biçimleriyle, her açıdan en yüksek dozda perdeye fırlatıyor. filmin finale doğru vermesi gereken doruk örge daha 30. dakikadan itibaren iyi tasarlanmış bir formülün içinde yüksek bir özdeşim ve sağaltma yoluyla kitabi ifadelerin görselleştirildiği, her satırının altını çizme hissi uyandıran, havalı, afili cümlelerin fotoğraflaştığı bir kendini iyi hisset cümbüşüne dönüşüyor. yönetmen ve yazarlar bu şablon üstüne epey çalışmışlar belli ki. fakat metinlerinin taşıdığı acıyı görünmez kılıp, mutluluğu her koşulda güzelleyen, olumlayan yapı insan faktörünü de adeta robotik bir üretimi merkezi, sermayesi haline getiriyor. hakikaten ilginç bir film bu açıdan. çünkü okumanıza göre şahane bir film de olabilir bu film, tam bir şeytan işi, düzen temsili olarak da okunabilir.

    ben kesinlikle 2. gruptayım. zira filmin formülü bir türlü iyileş(e)meyen hastaya daha çok ilaç, daha yüksek doz kimyasal vermeyi uygun gören modern dünyanın insanı böylelikle acıdan caydırabileceğini düşünen , acının gerçekliğini hafifleterek onun üstesinden gelebileceği fikrini satmakta beis görmeyen yeni nesil satıcıların formülleriyle bire bir kesişiyor. modern dünyada ve elbet onun yeni mesihi sosyal medyada sürekli şeffaflık talebinde bulunarak iletişimin bu şeffaflaşma yoluyla daha sağlıklı bir hale geleceğini iddia eden ve esasında kontrol ve gözetimi normalleştirerek, insanı insan yapan esas nüveleri (acı, ızdırap, keder, melankoli, benlik, içsellik) ortadan kaldırarak onu yalnızca iletişimin en şiddetli enstrümanlarıyla (sosyal medya) keşfedeceğini düşünen ve bu yüzden içselliği düşmanlaştırarak, iletişimin önünde bir engel gibi gören ve onu totalize ederek bir suç unsuru gibi gösteren çağın en güzel ifadelerinden birine dönüştürmüş yapımcılar. hakikaten her şeyiyle nefis şekilde tasarlanmış ve müşterisini tam can evinden vurmuş bir film. zaten sevenlerinin hunharca övgülerinden bunu anlamak zor değil.

    ileride bu enformasyon çağının dayatmacı sahte mutluluk ve iletişim çılgınlığını anlamak için kesinlikle anahtar görevi görecek filmlerden birisi.

  • "uyardık, kaldırmadılar" demiş. yalan söylüyor. uyarmadılar. şikayetten sonra haberimiz olunca "kaldıralım, çekin şikayeti" dedik, çekmediler, para istediler. "vermezsen şöyle olur, böyle olur" diye tehdit ettiler.

    bu konudan 2 ayrı dosyam var. sonuçlandığında yalanları çıkacak ortaya. o zaman hem bunları savunanlar hem de kendileri utanırlar umarım.

    edit: kanıt sunabilir misin diyenler var.
    erdil yaşaroğlu, ben ve bir çok kişiye her ne kadar kanıt sunmadan troll dese de,
    kendisinden bu iddiasını destekleyen bir kanıt talep edilmezken nedense bizlerden istense de,
    uyarılmadıklarını söyleyen insanların twitlerini flood altından silse de,
    bir insana durduk yere yalancı denmez, haklısınız.
    uyarı yapmadıklarının dosyadaki bilirkişi raporu ile ispatı

    şurda biz bize yazışıyoruz sevgili ekşiciler. ne size, ne de erdil ve avanesine yalan borcum yok.

  • thy'nin 20.02.2018 tarihli 12.40 berlin uçağını kaçırmamız vesilesiyle öğrendiğimiz uygulamadır. tekrar bilet almak istediğimizde sadece gidiş değil gidiş-dönüş uçak biletinin yandığını öğrendik. yani uçağı kaçırdık diye dönüş biletinin üstüne yattılar. yeni gidiş bileti alsak bile dönüş biletine çöküyorlarmış. diğer firmalar nasıl yapıyor bilmiyorum ama bu düpedüz ahlaksızlık.

  • kargonun içeriği ne olursa olsun insanı saran his, duygu.

    sanırsın 15dk sonra dünyayı kurtaracak bilgiler gelecek anasını satıyım, evde bekliyorsun, internetten yolunu gözlüyorsun falan. içinden biber salçası çıkıyor, kavurma çıkıyor.

    garip yani.

  • orkestra şefiliği, müziğin yönetimsel alanını kapsar. orkestra şefinin tüm işi sağ elindeki batonu sağa-sola yukarı-aşağı sallamak, sol eliyle hareketler yapmak ve ritim tutmak değildir. teorik ve pratik olarak son derece donanımlı olması gereken bir insandır. çünkü orkestra şefi, orkestrayı çalıştırmakla yükümlüdür.

    basitçe açıklarsak:

    bir piyanist düşünün. bu kişinin çalgısı nedir? elbette piyano. bu kişi çalıştığı esere, eserin sundukları dahilinde kendi yorumunu da katmaktadır değil mi? örneğin "fazıl say'ın beethoven yorumları hüseyin sermet kadar başarılı değil" denildiğinde, ne anlaşılmaktadır? yorum tabii ki, teknik yeti ve beceri değil. bahsi edilen iki kusursuz tekniğe sahip icracıdır burada.

    orkestra şefinin de çalgısı orkestradır. şef temel olarak eserdeki giriş çıkışları, nüansları ve artikülasyonları, zaman içinde belli bir çerçeveye oturmuş hareketlerle belirtir. şef, orkestraya önceden ne yapması gerektiğini göstermelidir. örneğin son derece dingin bir ölçünün sonunda ani ve çok sert bir vurgu varsa, orkestradan önce şef hareketleriyle bunu gösterir, ardından orkestra icra eder. tabi bu önce-sonra meselesi milisaniyelerle ölçülecek bir zamanı kapsadığı için; söz konusu şefin çok temiz, anlaşılır, sağlam bir tekniği ve birbirinden bağımsız olduğu kadar şaşmaz bir eşgüdüme sahip kolları olmalıdır. bunlar yılların getirdiği uzun çalışmalar ve tecrübeler vasıtasıyla gerçekleşir. aynen bir piyanist ya da kemancı gibi.

    bu anlatılanlar, şefin görevleri arasında üçüncü kademedir. bir üst kademe şudur: orkestra şefi, orkestraya müziğin nasıl yorumlanacağını söyleyen kişidir. mahler ile bruckner'in karakteri aynı değildir, ya da şostakoviç yönettiğiniz gibi stravinski yönetemezsiniz. stilleri değiştikçe ve bestecilerinin anlatım dili farklılaştıkça, eserlerin bu bağlamda yorumlanması gerekir. tabiidir ki, şeften şefe de değişir müzik anlayışı. karajan'ın beethoven yorumları ile klemperer'inkiler çok farklıdır. hele svetlanov'un kayıtları, eserler aynı olmasına rağmen bambaşka tınlar.

    bunca işi yapmak için haliyle çok sağlam müzik-stil-literatür/repertuvar bilgisi ve icra pratiği gerekmektedir. orkestra şefi, yaylı, nefesli ve piyano olmak üzere üç daldan da enstrüman çalabilmelidir ve bu enstrümanlardan birinde yetkin şekilde icra kabiliyetine sahip olmalıdır. bununla beraber, orkestradaki tüm enstrümanların teknik özelliklerini teorik olarak bilmelidir. istediği tınıya göre çellistlere nasıl arşe kullanması gerektiğini gösterebilmeli; perküsyoniste hangi tür baget kullanacağını (besteci belirtmediği takdirde tabi) söyleyebilmelidir. gerekirse bakır nefeslilerin çalınan eserin karakterine göre nefeslerini-bağlarını yeniden düzenleyecek; yeri geldiğinde koroya, kelimeleri telaffuz önerilerinde bulunacaktır. yorum kabiliyetinin gelişmiş olması için tüm müzik tekniklerini de bilmelidir; armoni, kontrpuan, füg, orkestrasyon, yeni müzik (on iki ton, grafik yazı, spectral teknik vb). aslında eser yazabiliyor olmalıdır, hiç olmazsa besteleme sürecini bilmelidir orkestra şefi. fakat günümüzdeki çoğu şefin eksik yanı da budur; ya temel teknik eğitimleri yetersizdir ya da kompozisyon yönleri zayıf kalmaktadır.

    bununla beraber, orkestra şefi aynen bir kemancı gibi, partitürüne çalışır. öncelikle, müziği kavrayabilmesi için, belki üçlü orkestraya yazılmış yirmi dizekli bir partitürü okuyabilmelidir. sonrasında, daha incelikli bir çalışma yapabilmesi amacıyla, esere bir piyano indirgemesi yapması gerekir; bu sayede müziği piyanoda bir icracı gibi yorumlayarak orkestraya ne şekilde yorumlatacağını kestirmiş olur. piyano indirgemesinin çalgısal sebebi de, bestecilerin piyano kullanmasıyla aynı amaçtadır; piyano, tüm orkestra çalgılarının ses aralıklarını -register- kapsamaktadır ve polifonik bir sazdır (klarinet gibi değildir). eseri çıkardıktan ve çalıştıktan sonra, ölçü ölçü şef olarak çalışması gereklidir; her ölçüdeki bağları, vurguları, ateşli ya da ağıtımsı karakterleri şeflik tekniğine bağlı hareketleriyle ifade etmek için alıştırma yapmalıdır. öyle partitürü önüne koyup tartıma göre baton sallamak değildir olay. efsanevi orkestra şefi fritz reiner'in güzel bir sözü vardır: "derecelendirmek basittir, dikkat ediniz; iyi şef partitürü kafasının içine sokmuşken, kötü şef kafasını partitürün içine sokmakla meşguldür."

    geldik en üst kademeye ve en önemli olana... tüm bu özelliklere sahipseniz fakat insanlarla nasıl konuşulması gerektiğini bilmiyorsanız, asla şef olamazsınız. orkestra şefi, müzisyenliğinin yanında tam anlamıyla bir yöneticidir; obuacının sorunu onun da sorunudur. iyi bir ordu komutanı gibi, tüm neferleri tek bir pota içerisinde ayrı ayrı düşünebilmesi gerekir. bir şefin asla unutmaması gereken şey, orada çalanların "mobil aletçalar" değil, insan olduğudur. moralleri bozuk ya da sinirli olabilirler, yorgun ya da telaşlı olabilirler. insandırlar; hayatları, aileleri ve bunların getirdikleri vardır. şef nabız tutabilmelidir; örneğin prova boyunca sessiz sessiz ağlayan flütçü kızcağızı dikkati dağıttığı gerekçesiyle azarlamak yerine, prova arasında yanına gidip bir arkadaş gibi sorununu dinlemeli, gerekirse onun için çözüm üretmelidir. bu sadece flütçünün değil, diğer üyelerin güvenini, saygısını ve takdirini kazandırır şefe. bu yüzden hoşgörü göstermeli, üyelerin nabzını yoklamalı, onlarla iletişim kurmalı fakat bunlarla beraber sıkı bir disiplin kurabilmeli ve meslektaş-saygı çerçevesini tutturabilmelidir.

  • buyuk bir sirketin ust duzey yoneticilerinden biri bir gun new york
    uzerinde balonla dolasmaya cikar. aksilik bu ya, pusulasini asagiya
    dusurur ve kaybolur. inmek icin uygun bir yer ararken bir gokdelenin
    tepesinde sigara icen bir adam gorur ve alcalir. "pardon. ben
    neredeyim acaba?" diye sorar. "yerden 500 feet yukseklikte bir balonun
    icindesin"der adam.
    yonetici sinirlenir: "sen muhendissin degil mi?" diye sorar.
    "evet." der adam. "nereden bildin?" "cunku basim belada ve sana bir
    soru soruyorum. verdigin cevap 100% dogru fakat hic bir isime yaramiyor."
    "sen de yoneticisin degil mi?" "evet sen nereden bildin?" "cunku
    yerden 500 feet yukseklikte bir balonun icinde kaybolmussun. pusulan yok,
    berbat durumdasin. fakat bu simdi benim sucum oldu."