hesabın var mı? giriş yap

  • bir gece vakti, sanıyorum adam meyhaneden evine dönüyor ama çok sarhoş, zor yürüyor. telefonunu çıkardı aramasını yaptı, en yavşak sesiyle "alo, karıcım" demesi ile telefonu kulağından uzaklaştırması bir oldu (karşı telefondan ablam bas bas bağırıyor), adam birkaç saniye telefona baktı küskün küskün sonra şunu söyledi "bi kere de afiyet olsun de bee, bi kere de afiyet olsun de"

  • 'hastaların battaniyesi eksik, çarşafı yırtık, yastık yok ' bu kısma odaklanmayıp, sadece tek bir cümleye odaklandığınız için bu halde bu ülke.

  • hükümetimizin bir bakanının sevindirici açıklaması. en azından dünyanın yuvarlak olduğunu kabullenmiş görünüyorlar.

  • dün itibariyle yengemle yolculuğumla ilgili konuşurken yaşanmıştır:

    -bu arada uçaktaki erkek kabin memuru da çok tatlıydı yenge yaa, arkasını dönünce sen ne şirinsin öyle dedim o derece

    -nasıldı ki?

    -çok güzel gülümsüyordu, cin cin bakıyordu, ses tonu süperdi, yanakları sıkılası şirin bir elemandı işte; yani aslında pek alıcı gözüyle bakamadım.

    -belli belli, verici gözüyle bakmışsın :))

  • ben az kazanan bir adamım. öyle akıllı telefonum filan yok. geçen şirketin evrağı teslim etmek için cevahir'e gittim. daha önce de birkaç kez yine aynı sebeple gitmiştim. neyse lafı uzatmayayım kendisini orada gördüm.

    imza mı istesem, foto mu çektirsem diye düşündüm. en iyisi ölümsüz bir anı olan foto çektireyim dedim. dedim dedim de ben de akıllı telefon yok ama bilic de orada. bir daha nereden göreceğim onu deyip yanına gittim.

    derdimi tarzanca-ingilizce anlattım. kırmızı kapaklı samsung telefonumu gösterdim; ''but i want photo with you'' dedim tarzanca olarak. utanmadan bir de dedim ki; ''take photo with your phone than e-mail to me, ok?''

    aklımca; ''senin telefonunla çekelim bana e-mail ile gönder olur mu?'' demek istedim. adam zeki tabi, şak diye anladı. ben olur mu öyle şey len filan deyip kızacağını düşünüyordum ''okey'' dedi, beraber selfie çekindik. sonra e-mail'imi aldı. teşekkür edip tokalaştık.

    sonra ben şirket evrağını teslim ettim. sonra işe yeninden döndüm. dönüş yolunda; ''iyi çekindik de bu bana göndermez ki hacı'' diye düşünüyordum, neyse çekildik mi çekildik diye kendimi avutuyordum. yol bunu düşünerek geçti. yeniden masamın başına oturdum, e-maillere bir heyecanla baktım. yoktu.

    neyse, göndermezse canı sağolsun dedim. o gün bilic'ten gelen giden yoktu. ertesi gün de yoktu, ondan sonra da yoktu. olmadı. artık ben vazgeçtim. içten içe de biraz kızgındım, sonra artık umudumu kaybettim. yaklaşık 10 gün sonra tanımadığım bir adresten e mail geldi, şüphelendim ama yok ya artık gelemez dedim. heyecansız bir şekilde açtım. bir baktım bilic'le ikimizin fotoğrafı ve bir de antrenmana davet mektubu.

    kıt ingilizcemle bunu anladım ama bir arkadaşa kesin olsun diye tercüme ettirdim. evet, önümüzdeki perşembe beni davet ediyordu. önümdeki 4 günü bir bayramı bekler gibi bekledim, allem edip kallem edip patrondan izin aldım ve beşiktaş antrenmanına gittim.

    bu sefer hazırlıklıydım, bir arkadaşın fotoğraf makinesini yanımda getirmiştim. binlerce foto çektim. sağol bilic, bana çok güzel bir perşembe sabahı yaşattın.

    debe editi: hikaye gerçek mi diyenler oluyor, evet hikaye gerçek değil. yalnız bu entry'nin sevilmesindeki maharet benim değil. slaven bilic'in. kimse bilic öyle şeyler yapmaz lan demedi. herkes bilic'in böyle gönlü bol, taraftarına değer veren biri olduğu konusunda hemfikir. ben de bu yazıyı kurguladım yazdım. insanları hayal kırıklığına uğrattıysam affola.

  • "deniz kenarına bırakılmış bir tekne düşünelim. eğer bilinçli bir müdahale yapılmazsa zaman içinde bu tekne yıpranacaktır. mesela yüz sene sonra tekneye bakmaya gelseniz tekneden belki de eser dahi bulamayacaksınız. yani kimse teknenin bir gemiye dönüşme hikayesini beklemez."

    bu sözleriyle beni dine döndüren video. insanlar maymundan geliyorsa şimdiki tekneler neden gemi olmuyor sorusunu kendime sorunca gerçekleri anlamaya, aydınlanmaya başladım.