hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: aha da ben)

    lisenin son 2 senesini arkadaş olarak geçirdikten sonra üniversite sınavının akabinde sevgili olduk. ayrı şehirlerde 4 sene boyunca sözlükte imkansız olarak görülen uzak mesafe ilişkisini yaşadıktan sonra 3 sene de benim okulu bitirmemi ve stajımı tamamlamamı aynı şehirde bekledik * son 3 senedir de evliyiz. bir de oğlumuz oldu 40 gün önce, ellerinizden öper.

    allah ömür verirse 80 yaşıma kadar da yanında olmak istiyorum eşimin. oluyor yani, olmaz diye bir şey yok. işin sırrına ermek isteyenlere bir yeşil kadar uzaktayım. **

  • afedersiniz de, ben öyle ağır içici değilim. akşamları iki duble anca içerim. 8+8 16cl, hadi elimin ayarı kaçtı diyelim, 20 cl. bu da demek ki bir şişe viski bana en fazla 4 gün gider. chivas’ın fiyatı takribi 400 lira. bana günlük maliyeti 100 lira, dublesi 50 lira demek. be amkyum, evimde içtiğim içki nasıl bu kadar para tutar?

    millet kokoyu avantadan buluyor, lüks araçlarda burundan çekip poz veriyor, ben alnımın teriyle kazandığım parayla bir duble viski içemiyorum. biz başka devletin milletiyiz belli ki? günde 5 vakit namaz kılıp, aralarda koko çekseydik biz de premium arabalara binebilirdik belki...

  • sözümona muasır medeniyete kilitlenmiş, medeniyeti de yunanistan ve ötesi olarak belleyen dejenere "batılılar" için pek de bir değeri ve önemi olmayan sinema. oysa öyle değil. ordaki malum teokratik yönetimin tam tersi yönde, özellikle son elli yıldır birçok dünyalıyı şaşırtmış bir çizgide yürüyor sinema. her ne kadar popüler sinemasına bakamayıp, değerlendiremiyorsak da, çoğu yönetmeni ve çoğu filmiyle ilginçlikler alemidir gerçekten.

    benim için her zaman en ilgi çekici kısmı, varoluşu çekinmeden dert eden, bunu felsefi okumalar üzerinden yapan çalışmaları. kierkegaard'ın korku ve titremesi'nin senaryolaştırıldığı başka kaç teokratik ülke vardır!

    çoğu kişinin üzerinde kani olduğu bir tespit var: katı teokrasi, insanların sindiriyor olabilir. sindiriyor da gerçekten. fakat bu insanlar, rahat rahat konuşamadıkları için (s)imgelerle iletişime geçiyorlar bu durumda da. hücre cezasına çarptırılan bir insanın farelerle iletişim kurma yeteneği kazanması gibi, iranlı yönetmenler zihinsel hücreyi (s)imgelerle kırmaya çalışıyorlar bence.

    bazen bir kız çocuğunun çevresini zehir eden, ona dünyayı dar eden, hasılı, onu açıkhava hücresine sokan toplumsal kurumlara ve kişilere karşı savunu için yarattığı (aslında yaratmak zorunda bırakıldığı) incelikli kaçamaklara tanık oluruz bu sinemada. bazen de, kendini ünlü bir yönetmen yerine koyup ortalığı karıştıran laylaylomik kurgulara. ve bazen de bütün kurgusu bir çocuğun evini bulması sürecine ayrılmış minimalist çalışmalara.

    bilinen yönetmenleri için:

    abbas kiarostami, iran sinemasını dünyaya duyuran, dünyanın bakışını buraya çeken insan olarak bilinir. kimilerine göre iran sinemasının şairi.

    dariush mehrjui en ünlü çalışması "ga", ya da "öküz"... lakin, yaşlılığına doğru iranlıların sempatisini yitirdiği söylenir. (kendi bilecekleri iş tabii)...

    muhsin mahmelbaf iran sinemasının okul'unu evinde kuran kişi. öncelikle solcu kimliğiyle bilindi. yamulmuyorsam, bir zaman sonra bundan uzaklaştı. hatta bu minvalde bir solcunun marksizmle olan yeniden hesaplaşmasını konu alan bir filmi de bulunuyor. iki yıl önce çektiği kandahar isimli filmle ise amerikancı olmakla eleştirildi. bi defasında şöyle demiş: ''çocukken camiye gitmeye başladığımda insanlığı kurtarmak istiyordum. biraz daha büyüdükten sonra ülkemi kurtarmak istedim ve şimdi düşünüyorum da sadece kendimi kurtarmak için film yapıyorum. film yaparak kendimin bir temsilini yaratıyorum ve böylece kendimi sonradan inceleyip 'şimdi nerelere gelmişim' diye sorabiliyorum." neyse işte, kendisi iran sinemasının hocası.

    bahman farmanara, amerika'da eğitim görmüş, iran sinemasının en pahalı işlerine imza atmış zat. yamulmuyorsam iran'da yaşamakta yeniden. iran'ın sansürcü yönetimi elbet filmlerini sansürlemekten başka bir halt etmemiş.

    ayrıca bakmak istiyorsanız (bkz: bahman ghobadi) ve (bkz: samira mahmelbaf) (bkz: bahram beizai)

    ha, ne diyorduk; evet, iran sineması (s)imgeler sinemasıdır.

  • daha önce felsefeye ilişkin bir okuma yapmamış iseniz, tamamen yabancı olup ilk tanışmanız ise platon, aristoteles, kant, nietzche veya hegel, satre hatta wittgenstein ile başlamayın. öncelikle mitolojiler hakkında, özellikle de yunan mitolojisi hakkında yüzeysel de olsa bilgi edinin. zaten mantık, giriş-gelişme ve sonuç evreleri olarak dünya mitolojileri birbirine çok benziyor. buna ilişkin genel (yüzeysel) bilgi veren kitaplar okunabilir. mitoloji hakkında edinilen genel bilgilerden sonra ismini sıkça duyduğunuz ve bundan sonra da duyacağınız hesiodos'un theogonia ve homeros'un ilyada ile odysseia okunmalı. kitap kalınlıkları gözünüzü korkutmasın. zaten felsefeye başlıyorsunuz, kalın kitap ince kitap kaygısından ziyade nitelik kaygısına düşmeniz daha önemli. zira bazı kitaplar ince olmasına rağmen beyin zonklatan cinsten. felsefenin doğum yerinin milet (aydın ) ve ilk filozofun thales olduğunu düşünenlere katılıyorsanız ki dünyanın büyük bir çoğunluğu böyle düşünüyor. felsefe okumalarına yunan ilkçağ felsefesi ile başlamanız, ilk filozofları ve görüşlerini tanıyıp öğrenmeniz oldukça önemli. ilkçağ felsefesini öğrenmeden ortaçağ felsefesini anlamak zor. ortaçağ felsefesini bilmeden, modern felsefeye giriş yapmak çok da doğru olmaz. platon ve aristoteles çekişmesi, sıradan bir öğretmen öğrenci çekişmesi olmayıp neredeyse kendilerinden sonraki felsefenin temelini atmıştır. platon-aristoteles öncesinde de parmenides-heraklitos karşıtlığını, pythagoras'ı, sofistleri, demokritos ve epiküros'u ve diğerlerini bilmek atılan temeli sağlamlaştıracaktır. sonuçta ilkçağ felsefesini öncesi ve sonrası diye ayıran sokratesi tanımadan felsefe okuyorum diyemezsiniz.

    işte bu noktada yani ilkçağ felsefesi hakkında size çiğdem dürüşken hocanın 'antikçağ felsefesi' kitabını şiddetle tavsiye ederim.
    müthiş zeka, matematikçi düşünür bertrand russell'in üç ciltlik 'batı felsefesi tarihi' muhakkak okunması gereken kitapların başında geliyor,
    yine ahmet arslan hocanın 5 ciltlik 'ilkçağ felsefe tarihi',
    arda denkel hoca'nın diğerlerine nispeten biraz daha ağır olan 'ilkçağ 'da doğa felsefeleri' kitapları tavsiye edebileceğim kitaplar.

    ilkçağ felsefesini içinize sindirdikten sonra isterseniz felsefe alanlarına epistemoloji, estetik, ahlak felsefesi, ontoloji, bilim felsefesi vs. ilişkin genel bilgi edinmenizi sağlayacak kitaplar okuyabilir ya da okumanıza kronolojik olarak çağlar ve filozoflar üzerinden devam edebilirsiniz. okumalar sırasında yanınızda bir felsefe sözlüğünü bulundurmanız oldukça fayda sağlayacaktır. felsefe okumalarına başladığınız, bu alana girdiğiniz andan itibaren, kapkaranlık bir uzay boşluğunun içinde yüzüyor hissine sık sık kapılacak, gördüğünüz ışık noktalarının yıldız olabileceği ümidiyle sevinecek ama onların başka bir yıldızın ışığını yansıtan kaya parçaları olduğunu anlayınca yorulduğunuzu hissedecek lakin bu işten keyif alacaksınız. daha önce gerçekten düşünmediğinizi keşfederseniz şaşırmayın. ya da şaşırın zira şaşırmak felsefe yapmanın önemli bir aşaması. iyi okumalar dilerim.

    bonus kitaplar:
    1- alain de botton - felsefenin tesellisi
    2- marcus aurelius - düşünceler ( kendime düşünceler - iş bankası kültür yayınları)
    3- nıgel warburton - felsefenin kısa tarihi - klasiklerle felsefe

    son söz 1: felsefe tarihi okumakla filozof olmak ayrı şeylerdir.
    son söz 2: felsefe okumalarının zirvesi, filozofları veya yapıtlarını anlatan eserleri değil de filozofların kendi yapıtlarını -mümkünse yazıldığı dilde- okumaktır.

  • gun itibari ile, sozlukte yasanan kisa sureli kaotik anlarin kisa aciklamasi. normalde yapmam bu tur seyler ama, olayi anlamayanlara kiyagim olsun.

    - sabahin ilk isiklari ile birlikte, sozlukte onay bekleyen tum caylaklar bir anda yazar oldu.
    - henuz hadise tam kavranamamisken, sozluge oluk oluk entry akmaya basladi.
    - yazar olan caylaklar o kadar seri entry giriyordu ki, girilen entry'ler henuz sol frame'in tepesine gelmeden 3. sayfaya dusuyordu.
    - gunun cok erken saatleri olmasina karsin tum basliklarda akil almaz bir patlama yasanmaya baslandi. ortam, zombi istilasina ugramis kent merkezinden halliceydi.
    - olaydan cok kisa bir sure sonra, sozlukte eskiler-yeniler tartismasi basladi.
    - yeni yazarlar "eskiler ucurulsun" gibi basliklar acarak goz yasartti.
    - yeni yazarlarin buyuk cogunlugu cumle dahi kurmaktan acizken, "sozluk radikal bir karar aldi. siz zaten bir bok yapmiyordunuz. biz kaliteyi yukseltecegiz" cikislari yaparak aklimizi basimizdan aldi.
    - tam sozluk manisa mesir macunu senliklerine donmusken, sozluk yonetiminden "pardon kuzenim yapmis" aciklamasi geldi.
    - bu aciklamadan sonra, yeni yazarlarda gergin bir bekleyis basladi. tekrar caylak olmamak adina, onlara destek veren bazi eski yazarlar ile direnis baslattilar. arada, mantikli entryler girerek tekrar caylak olmaktan yirtmaya calisanlar gozden kacmadi.
    - aciklamadan yaklasik bir saat sonra, ssg "yeniden caylak yap" butonuna basti ve 2 saatligine yazar olan caylaklar, yeniden caylak oldu.

    onay bekleyen caylaklarin buyuk kisminin yazar olmaya hazir olmadigini gozlemlemek mumkundu. arada, sozluge bir seyler katabilecek olanlar da goze carpiyordu elbette ancak buyuk cogunluk epey bir sure daha caylak kalacak gorunuyordu.

  • ps5'in ses getirecek oyunla çıkmaması çok beklenmeyecek bir şey değildi.zaten sadece yeni jenerasyona çıkacak oyunlardan bahsediyorsak ps4 de aynı şekilde oyunsuz çıkmıştı hatta onda geriye dönük uyumluluk da olmadığı için ps1,2,3 oyunlarıyla vakit geçirmek de hayaldi.insanlar aylarca aynı 2-3 oyunu oynayıp durdu.keza xbox da bu durumdan muzdaripdi.

    ama bu oyun endüstrisinde yıllar içinde büyüyen bir sıkıntıydı.çünkü oyun maliyetleri zamanla epey arttığı için konsol üreticileri en iyi oyunlarını daha ilk günden dışarıda sadece bir kaç milyon adet konsol varken çıkaramıyor.nostalji olmadan geriye dönüp ps2,ps3 çıkış oyunlarına bakınca zaten o dönemlerde bile daha iyi oyunları sonraya sakladıkları görülüyor.o yüzden günümüzde bu maliyetlerle bunu yapmamalarının imkanı yok.anca crossgen şeklinde ps4'e de çıkaracaklar oyunları ki maliyeti karşılayıp aynı zamanda 4 sene sonra çıkardıkları senaryoya göre potansiyel gelirin çok büyük kısmını kaybettikleriyle kalmasınlar.

    çok önemli ikinci bir sebep de zaten ps5'e stok yetişmediği için her türlü aynı miktarda satacak konsola oyun feda etmeye gerek görmüyorlardır.yani horizon,god of war ilk günden çıksa da bu alet aynı sayıda satacak.çünkü stok yetmiyor.satışı etkilemeyeceği halde,gelecekte hype yaratıp satış arttırma aracı olarak kullabilecekleri oyunları konsolun ilk aylarında çıkarmaları için sebep yok.

    bir de stok yetmediği için sen bu kaliteli exclusiveleri yeni jenerasyona özel çıkarırsan sadece bir kaç milyon kişinin oynayabilmesi konsolu almak isteyen ama bulamamış kişilerin(çoğunluk) canını çok sıkar,marka için istenmeyen bir durum oluşturur.malum çoğu oyuncu için kendi platformundaki oyuna erişim sağlayamamak,parasını verip almak istediği halde,çok rahatsız eden bir durum.

    piyasadaki ps5'lerin büyükçe bir miktarının scalperlarda olması da üstte saydığım durumları iyice kötü bir hale sokan başka bir unsur tabii.

    ---

    edit:xbox series kullanıcısıyım.ps4'ümü 1.5 yıl önce sattım.eğer ps5 alırsam yıllar yıllar sonra olacak sony'nin şu ana kadar sürdürdüğü fiyat politikası sebebiyle.amacım okuduğunu anlayanların göreceği gibi şirket savunmak değil,neden bir şirketin fark yaratan oyunlarını jenerasyonun en başında çıkarmadıklarını,iş stratejilerini,günümüz oyun endüstrisini açıklamaktı.burada ne bir savunma ne de doğru olanı yaptıklarını söylemek var.

    ama hata bende,burası resetera hiç olmadı reddit falan değil,başkalarının da bunu yapma kabiliyeti olduğunu düşünüp ona göre yazıyorum.nereden aklıma gelsin milletin bunu şirket savunmam olarak görüp kendine hakaret olarak algılayacağı.oyunlarla ilgili normal bir sohbet edebilme kabiliyetiniz yok artık,gitmiş.siyaset gibi bir şeye çevirmişsiniz bunu.ps4'ünü satıp xbox'a geçmiş adama oyuncu yerine sony'nin çıkarını düşünüp savunuyorsun diyorsunuz.

  • sene 2009, avea'nın avealılarla sınırsız konuşma paketine sahip olduğum zamanlar. süper pinti ve yüzsüz arkadaşıma bu pakete sahip olduğumu söylemek gibi bir gerizekalılık yaptığım için telefonumu benden daha çok kullanıyor olması son derece sıradanlaşmıştı benim için. beraber gittiğimiz kursta kendisine sorgusuz ve rutin bir şekilde telefonu teslim ediyordum sevgilisiyle yarım saat iğrenç "aşkişkom nasılsın" muhabbetini yapsın diye. gün boyu yine bedava telefon olduğu için normalde hiç aramadığı insanları araması da artık "haber" niteliği taşımıyordu.

    paraya kıyıp nasıl yaptığını bugün bile anlamadığım şekilde yeni telefon almıştı. yine bir gün telefonumu istedi, sonuç olarak bedava telefon neden istemesin ki (bu arada gerçekten böyle düşünüyordu, zaten sınırsız konuşma hakkı var, sanki ben bu tarifeye ekstra para vermiyormuşumcasına benim 'bedava' telefonumu kullanma hakkında en ufak şüphe duymuyordu) verdim telefonu, en az bir saat geçti, baktım kendi telefonu da benimki de masada duruyor ve ikisi de açık.

    "hayırdır ne yapıyorsun" dediğimde "abi yaa telefonumun şarjı çabuk eskimesin diye tamamen şarj bitmeden takmayayım dedim, hazır senin bedava (!) hattın varken kendimi senden aradım şarjımın bitmesini bekliyorum" dedi.

    küçük hesapların adamı kimdir, nasıl olunur o gün ufkum açılmıştı.