hesabın var mı? giriş yap

  • mantığı yoktur.

    ulan sanki sadece gece bulaşıyor bu virüs.

    gençliğimiz bitecek evde otura otura. yaz aylarında eve tıkılmak! yarı açık cezaevine döndük.

    edit: imla

  • yanında osurun, sesli sesli böyle pisa kulesi gibi tatlı bir şekilde yana yatarak bırakın içinizdeki kötülüğü.
    eski sevgilililerinizden bahsedin bol bol.
    gece yanına yatarken soğanı sarımsağı basın kendinize. suratına suratına konuşun.
    koltuk altı tüylerinizi almayın ve görebileceği bir durumdayken kollarınızı kaldırın.
    tuvalete giderken "dur lafını unutma bir sıçıp geliyorum" deyin.

    kısacası biraz erkek olun. erkekler erkekleri sevmez...

    ulan yazarken tiksindim şerefsizim...

  • almanya'da bir arkadaşım, şehir içinde bir başka yere gitmek için otobüs durağında beklerken, otobüsün durakta olması gerektiği dakikada otobüs yerine üç taksinin geldiğini ve kendisi ile birlikte durakta bekleyenleri alıp gitmek istedikleri yere ücretsiz bıraktığını, çünkü otobüsün yolda gelirken bir kaza geçirdiğini ve bu nedenle belediyenin taksileri ücretsiz olarak gönderdiğini anlatmıştı.

    alın size medeniyet göstergesi, insana, vatandaşa verilen değer.

    tanım: bazen bir türk vatandaşı olarak alışkın olunmadığı için şaşırmanıza sebep olan detaylardır.

  • hayatı kelimenin tam anlamıyla deli dolu geçmiştir, picasso'nun manitasını ayarlayıp afrika'ya avcılığa gitmişliği de vardır, dostu james joyce için insanlarla kavga ettiği de, yarı profesyonel olarak boks da yapmıştır, balıkçılıkla da uğraşmıştır. birinci dünya savaşına kendi isteği gönüllü katılmış, ambulans şoförlüğü yapmıştır. ikinci dünya savaşı yıllarında şavaş muhabirliği yapmış, fakat savaşa katılmış ve insanları vurmuştur, askeri mahkemeye çıkmış ve beraat etmiştir. son zamanlarda iyice bunalıma giren yazar, teknede elinde silahla kendisini gören eşinin ihbarı üzerine ruh sağlığı merkezine kapatıldı, elektro şok tedavisi de uygulandı üzerinde,hastahaneden çıktıktan kısa bir süre sonra kendisini teknesinde başından vurarak öldürdü.

  • ayrica xv. louis'nin metresi madame pompadoura lafi sokmasiyla bilinir. kutsal roma cermen imparatoricesi maria theresia ya yaptigi gibi onu da opmek uzere boynuna atilmis ancak madame pompadour bu ilgiden hoslanmamis cocugu kendinden uzaklastirmistir. bunun uzerine oldukca sinirlenen wolfgang "beni istemeyen bu kadin da kim? imparatorice bile beni optu" diye ofkesini dile getirmistir.

    7 yasindayken ingiltere kralicesi sophie charlotte'a ithaf ettigi alti sonatin ithaf yazisinda "handel ve bach gibi olumsuz olmayi istiyorum" demistir.

    1770 yilinda papa tarafindan sovalye unvaniyla onurlandirilmistir.

  • hayatımı değiştiren insan kendisidir. 1991 yılında gitar çalmaya başladım. ilk gitarım beyaz renkli bir kore yapımı fender stratocaster'dı. o yaz gitar dersleri vs derken ilk seneyi geride bıraktım. 1992'nin yazında yine bodrum'a gittim her yaz olduğu gibi. bu sefer yaş 14 olduğu için ailem gece 1'e kadar bodrum'da arkadaşlarımızla dolanmamıza izin vermişti. o zamanlar bodrum başka bir alemdi bir ara anlatırım. tam merkezde, barların olduğu sokakta şimdinin kule bar'ın yanında beyaz ev vardı. işte onun önünden geçerken hayatımda hiç duymadığım kadar güzel bir ses duydum. yanımdaki arkadaşım da neyse ki benim gibi müzik tutkunu bir çocuktu ve beraberce beyaz ev'in kapısından girdik çekingen şekilde. yavuz vokal yapıyor ve gitar çalıyordu, bir arkadaşı da akustik gitar ve back vokallerle ile eşlik ediyordu. o akşam bize içki almamamız şartıyla konseri izlememize izin verdiler.

    bir ay boyunca yavuz'un çaldığı her akşam babamla ya da yalnız beyaz ev'deydim. neler dinliyor, neler çalışıyor, ne ekipman kullanıyor hepsini birinci elden hatmettim. hayatımda içtiğim ilk birayı da yanlış hatırlamıyorsam yavuz ile beraber içmiştik. ben içememiştim gerçi iki yudumdan sonra. *

    istanbul'daki o kış konserlerine yaş sebebiyle giremedim ama ertesi yaz yani 1993'te yine beyaz ev'in gediklisi olmuştuk. hem bu sefer yavuz da ekibi toplamış ve blue blues band ile çalmaya başlamıştı. biz de sadece iki kişi değil 7-8 kişi gidiyor ve resmen ders niteliğinde izliyorduk yavuz'u. keyifler yerindeydi yani.

    1995'te artık kapıda kimlik sorulmadığında istanbul'da da girebilmeye başlamıştım programlarına. piyasa küçük, gitar çalan az olduğu için yavuz ile sohbet etmeye ve görece tenha olan programlarında uygun olduğu zaman barda beraber bira içmeye de başlamıştık. yavuz, çekingen bir genç adamdı ve her çaldığı akşam modunda olmuyordu. bazen grup arkadaşlarıyla kulise geçiyordu programa ara verdiğinde. bazense barda yalnız takılıyordu. kimseyle muhabbet etmek istemediğini iki cümlede anlayabiliyordunuz. benim şansıma ben genelde keyifli zamanlarına denk gelmiştim. hatta bir defasında "yavuz sana bira ısmarlayabilir miyim" dediğimde, "sen niye ısmarlıyorsun ben zaten burada çalıyorum. ben sana ısmarlıyorum" demişti gülerek. 50'lik şişko bardak bir efes istemişti. o akşam, gördüğüm en keyifli yavuz çetin'di. 5-6 yıl sonra aramızdan ayrılacağını bilsem o bardağı saklardım.

    1996 yılında yavuz çok güzel bir amfi almıştı: daha türkiye'ye yeni gelen bir seriden seçmişti amfisini: peavey classic 30. aynı amfinin daha büyük olanı duman'ın gitarcısı batuhan mutlugil'de de var hatta. yanlış hatırlamıyorsam o seriden ülkemize o sene 5 6 adet gelmişti. biri batu'da, birini yavuz almıştı. amfilerden bir tanesini bir caz gitarcısı almıştı adını hatırlayamadığım. bir de aynı serinin farklı bir versiyonu gelmişti delta isimli. onu da bir başka gitarcı almıştı. o delta modeli amfi de piyasada baya bir barda kullanılmıştı. sürekli denk geliyordum. ama batu ve yavuz'un seçtikleri en güzel iki modeldi.

    yavuz bir süre mojo, jazz stop ve jazz bar'da bu sarı peavey classic 30'u kullanmıştı. hatta blue belgeselinin açılışında amfiyi yavuz'un odasında görebilirsiniz. yanlış hatırlamıyorsam 1997'de yavuz fender twin reverb almak için amfiyi satışa çıkartmıştı. ben de o sene bilgi üniversitesi'nde okumaya başlamıştım ve yavuz'un izinden ben de istanbul barlarında çalmaya başlamıştım. bir yandan da pera jazz okulunda gitar bölümüne gidiyordum haftada 2 gün okul çıkışı. ama düzgün bir amfi bulamıyordum zevkime göre.

    tam da o sırada yavuz'un amfisini satacağını duydum. sarı peavey, benim kadıköy'de zamanında stajerlik yaptığım bir gitar dükkanına (şimdinin bira fabrikası olan dükkan) satılığa çıkmıştı. dükkan sahibi benim gitar hocam olduğu ve yavuz'u çok sevdiğimi bildiği için ilk ve sadece beni aramıştı. o dönem ev telefonu vardı bende sadece. şansıma dükkandan aradıklarında evdeydim ve haberi duyar duymaz resmen uçarak dükkana girdim. yavuz ile dükkanda da karşılaştık. selamlaştık. amfiyi almaya geldiğimi söyledim. o da fender twin aldığını o yüzden mecburen sattığını anlattı vs.

    neyse o gün aldığım peavey classic 30 halen daha yanımda ve aktif şekilde kullanıyorum.
    dile kolay 23 sene olmuş amfiyi alalı. uzun yıllar binden fazla işte kullanmışımdır. zamanla yoruldu ve eskidi bu sarı amfi. düğmeleri döküldü. ısparta'da bir konser sırasında voltajdan dolayı tüm devreleri yandı. normalde çöp olması gereken amfiyi iki amfi parası verip restore ettirdim amerika'dan orijinal parçalarını getirterek.

    uzun uzadıya yazdım. ama işim gereği richie kotzen, slash, joe satriani, andy timmons, steve vai vs kim varsa canlı izleyip tanıştım. hem yurt dışı hem yurt içinde vip workshop'lara vs katıldım. dünyadaki en iyilerin arasındaydı yavuz çetin. eğer yaşasaydı ülkemizin tim pierce'ı olacaktı net şekilde.

    benim için yavuz'u en iyi anlatan kayıtlı performansı, deniz arcak'ın bırakın beni şarkısının sonunda doğaçlama çaldığı solosudur. canlı performansı buradaki kayıtta çaldığı gibi inanılmaz akıcı ve muazzam bir dinamik içerirdi yavuz'un.
    şu karantina günlerinde kendisini anmış oldum. son 4 saattir o amfiyle gitar çalıyordum aklıma geldi. huzur içinde uyusun.

  • mal olan sahibine sabırla dert anlatmaya çalışması... kendi kendine oyun icat ettiğini, aylardır bana öğretmeye çalıştığını yeni anlamış bulunuyorum. hayvan ağzında oyuncağıyla geliyor, yanıma bırakıyor, miyavlıyor.. ben sap sap bakıyorum kendisine. aylardır bu böyle. en sonunda beni oyuna katmaya çalıştığını anladım da birlikte oynamaya başladık. ben atıyorum, o yakalayıp getiriyor, avcuma bırakıyor oyuncağı, sonra miyav deyip haber veriyor, ben yine atıyorum filan. mutluyuz, beni eğitilebilir bulup hemen vazgeçmediği için müteşekkirim kendisine.

  • ekonomik zorluk yaşayan ve uçuşları bir ay durduran bir firmanın basın açıklaması yaparken bile yalakalık peşinde koşması. neymiş darbe girişiminden olumsuz etkilenmişler.
    tabii başka ne olacak yoksa kriz falan yok, ekonomi tıkırında.

    edit: açıklamanın odağına darbe girişimini koyarsanız, sadece bir cümlede yeni havalimanına değinirseniz, sadece bir cümlede dalgalanma oldu falan derseniz kimilerinin aklında ve manşetlerinde neden olarak sadece darbe konusu kalır. firma hükümete yakın olduğu için bu şekilde bir açıklama yapılmış, paralel bir dil kullanılmış; eleştirdiğim nokta bu.

  • kanserle mücadelede oldukça etkili olduğuna dair hakkında pek çok çalışma olan, literatürde curcumin ve turmeric anahtar sözcükleri ile hakkında yapılan çalışmalara ulaşılabilen, çok şifalı bir baharat.

    özellikle beyin tümörlerinde, en baba kemoterapi ilaçlarının bile aşıp aşamadığı belirsiz olan beyin kan bariyerini, yapılan hayvan* deneylerinde aştığı ispatlanmış. hastalarla yapılan çalışmalarda da kayda değer sonuçları var. o yüzden şu anda beyin tümorü hücrelerine ulaştığı bilinen tek besin.

    ayrıca kemoterapi sürecinde "chemoresistance" gelişmesini önleyen ve tümor hücrelerinin ilaçlara olan direncini kıran zerdaçal'ın tek kusuru "yağ"da çözünebilir olması.*

    bu özelliği göz önünde bulundurarak zerdeçalketen tohumu yağı, hindistan cevizi yağı, balık yağı, avakado veya yoğurt ile karıştırarak tüketmek gerektiği çeşitli akademik kaynaklarda yazıyor. bunlar hep amerikan araştırmaları olduğu için yağ çeşitleri böyle antin kuntin tabi. bizim halis muhlis zeytinyağımız, ev yoğurdunun kaymağı gibi bir yağ depomuz varken avakado rendelemeye hiç gerek yok bence.

    ayrıca beyin tümörlerinde, çözünen zerdeçal'ın beyne ulaşmasını kolaylaştırmak ve genel olarak çözünürlüğü arttırmak için zerdaçal'a karabiber eklemek, tercihen aç karnına tüketmek ve bir miktar ısıtılmış yağ kullanmak gerekiyor.

    erkan topuz'a da hakkında bu kadar bilgiyle gidince adam da bir şaşırdı zaten. onun verdiği tarif ise, zeytinyağı, karabiber, nar ekşisi ve zerdaçal'la bir karışım hazırlayıp bunu kahvaltıda esmer ekmek kabuğunu bana bana tüketmek yönünde oldu.

    ha bir de şu anda dünyada kanser oranı en düşük ülkelerden biri hindistan. üstelik kanserli hastalar arasında metastaz oranı en düşük, yaşama süresi en uzun ülke sanırım hindistan. yani adamlar kanser olmuyor, olsa da kanser yayılmıyor, yayılsa da öldürmüyor! ve bu konuda yapılan bazı çalışmalar bu durumun hintlilerin aşırı baharatlı mutfağı, özellikle de zerdeçal, zencefil, köri gibi baharatları çok yoğun tüketilmesi ile yakından alakalı olduğunu gösteriyor.

    sözün özü; faydaları saymakla bitmeyen bu baharatı ucundan kıyısından değil, tam ortasından hayatımıza sokmamız lazım. misal bizim evde artık kaynayan her tencereye en az 1 tatlı kaşığı zerdeçal ekleniyor. yemeklerimizin ortama 6 kişilik yapıldığını düşünürsek fark edilir bir tat değişimi olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. fakat gözle görülür bir renk değişimi var tabi. yayla çorbası gibi beyaz çorbaları yaparken tencereye değil, tabağa eklemek daha mantıklı ama bunların dışında dolmadan köfteye, kısırdan böreğe her yemeğin içinde kendine yer bulabilen bu mucize baharatı yiyin yedirin diyor, entryi bağlayamadan noktayı koyuyorum.

  • evet,mete moğoldur, çinlidir.tibetli de olabilir.hatta aborjin bile olabilir ama türk olamaz.çin seddi de zaten sadece aztekler için yapılmıştı.iptidai bozkırlı olan türklerin ne haddine mete'yi sahiplenmek.çin kronikleri göktürkler,hunların devamıdır demesi tamamen mecazi anlamlıdır.bizans'ın selçuklular'a da hun demesi tamamen konuyu manipüle etmek için yaptığı birşeydir.aslında göktürkler irani bir devlettir.hanedan soğd asıllıdır.
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    ek:

    moğolların ana vatanı günümüz moğolistanı değildir.kadim devirlerde moğollar tung-hu'lar,siyenpiler,wuhan'lar gibi isimler ile anılmışlardır.yaşadıkları coğrafya mançurya bölgesiydi.orman-avcı moğolları ve göçebe-çoban moğolları olarak 2' şekilde yaşarlardı.milattan sonra 80 ile 150 dolaylarında asya hun devleti parçalanmış.kavimler göçüyle batıya göç başlamış ve moğolistan-ötüken'e(selenge,orhun, baykal gölü arasında bir yer) yani asya hun mülküne mançurya bölgesinden kitleler halinde moğollar inmiştir..şimdi moğolistanda moğollar yaşıyor öyleyse bundan 2000 veya 3000 sene önce de moğollar yaşıyordu ve mete moğoldu demek hatalı bir yaklaşımdır.
    türkler'in ana vatanına gelirsek;hazar ve balkaş gölü civarından başka altay,sayan dağları,ordos bozkirlari,baykal gölü civarı.

  • ruh hastası yobaz seni..

    ülkede 4 milyon arap dolaşır ses etmez, genel sağlık sigortası diye kendisine her ay borç yazılır ses etmez, 1 senede 25 bomba patlar, yüzlerce insan ölür duymaz, bi araba 100 bin lira olmuş bilmez, 1 kilo kıyma 40 lira olmuş alamaz, bütün dünyanın 3 katı fiyatına telefon televizyon alır umursamaz, patronu sigortasını yatırmaz bilmez, işsiz kalır dert etmez, suriye'de güvenli bölge oluşturacaz diye asker gönderilir, 70 şehit verilip geri dönülür, takmaz, dünyanın en güzel denizlerine doğasına sahip ülkesinde, elin hansı 1 ay tatil yapar, bu daha bir kez olsun ailece tatil nedir bilmez..

    ama çokonata reklamındaki subliminal 'meşazı' görüp, gece 4'te topkek pıçaklayıp ülkesini korur.

  • e hadi ver ışte bunlara 300-600-1000 tl versen ne yazar. yazık çocuğun haline bak. yavrum kış günü o posetler ne kadar soğuk tutar. mikroplari söylemiyorum bile. o çocuğun suçu ne . anne baba bilinclenmedikten sonra. eğitim sisteminin anına koyacaginiza, birbirinizle sidik yaristiracaginiza şu durumların köküne çözüm bulun. oy için milletin anasını dudukluyorsunuz.

  • anneme ne fikirle gitsem, ki ufak çaplı bir mucittim küçükken, "amaaan max saçmalama" diyerek her seferinde beni terslemesiyle her söylediğimin saçma olduğu ve ciddiye alınacak bir insan olmadığım fikrini buna örnek verebilirim. bu yetişkinliğime de yansıdı ve hâlâ tam olarak aşamasam da büyük oranda ilerleme kaydetmek yıllarımı aldı.

    büyüyüp bu sorunu yüksek oranda aşınca konusunu anneme açtım. "napayım çalışıp işten gelmişim bir şey anlatmaya çalışıyorsun, vaktim yoktu seni dinlemeye" cevabını aldım.

    çok net arkadaşlar, zaman ayıramayacaksanız çocuk yapmayın.