hesabın var mı? giriş yap

  • 1931'de orbital hibritleşmesi kuramını ortaya koymuş, karbon elementinin dört değerlikli yapısını aydınlığa kavuşturmuştur. kimyanın kuramsal olarak ilerlemesinin son hamlesi kabul edilebilecek bir nevi son halkadır bu buluş.

    "kimyanın varlık sınırları içerisinde bilinmeyen birşey kalmamıştır" (bkz: kimya/@santa)

    1954 de kimyayı bitirdiği, 1962 de ise çok kral adam olduğu için nobel almıştır. kendisini severiz sayarız.

  • arada şeffaf, kendini belli etmeyen, yer yer ortaya çıkan, dışavurumları olan ancak resmiyette karşılığı bulunmayan net bir hiyerarşi vardır. aslında bu yapının organizasyon kısmında güçlü bir ahenk olduğu yadsınamaz bir gerçek. fiziksel olarak pek de cüretkar görünmeyen, ancak sesi retoriği ve mizacı itibari ile dominant bir hüseyin; fizyolojisine tezat, daha edilgen yapılı, ancak yer yer sert çıkışları olan bir şükrü söz konusu. şükrü, görünürde hüseyin'in komutlarını mümkün mertebede uyguluyor. sorgulamıyor.

    peki ama burada şöyle bir soru sormamız sizce de münasip değil midir, 'şükrü, bu hiyerarşideki rolünü, gerçekten bile-isteye ve gönüllüce mi seçiyor sizce ?'

    aslında cevap hayır. şükrü burada hüseyin'i kullanan esas adamdır ve bu organizasyonun perde arkasındaki beynidir. şöyle özetleyeyim: hüseyim'in karısı çalışıp eve para getiren iken, şükrü yeni evlenmekteydi ve evlendi. bu izdivaçta da hüseyin'i paravan olarak kullanmıştır kendisi. ayrıca, ekibin her başarısızlığı dönüp dolaşıp hüseyin'de patlamaktayken, kazançların getirdiklerine ikisi de ortak olmaktadır. şu da var ki: şükrü hüseyin'in itim gücüdür, onu var edendir. aynı zamanda ekibin espri kanadında da güçlü olup, hüseyin'i rehabilite eden adamdır aslında.

    hüseyin şükrü'ye belli aralıklarla saldırır ve şükrü dayak yer. peki şükrü neden dayak yemektedir sizce ? gücü yetmediğinden mi ? hüseyin'e saygısından/sevgisinden mi ? korkaklığından mı ? eğer cevabınız evetse, büyük resmi görememişsinizdir.

    cevap: şükrü, bütün bu dizayndan hedonist bir haz duyan, gizli bir psikopattır aslında. evet. tam olarak böyle. haluk'la hüseyin'i bir şekilde münasebete sokar, hüseyin'i gazlar. akabinde haluk karşısında kıvranan hüseyin'le beraber o da mahçup görünür ancak içten içe bütün oyunu kuran adam aslında şükrü'dür.

    teşekkür ederim efendim.

  • bir önceki gün gelen misafir pasta getirmiştir. e koca pasta bu, haliyle artar. sabah erken kalkmışımdır, dolapta kaale alınır türden bir gıda bulamamışımdır. haliyle pasta keserim, yerim. meğerse gürültüye anne uyanmıştır, mutfağa girer:

    anne:
    - aa oğlum napıyosun sabah sabah?
    aklı sıra komik ben:
    - ekmek bulamadım pasta yiyorum, ıhı ıhı.
    anne:
    - iyi de oğlum makarnadır orda kastedilen pasta, yanlış çevrilmiş türkçeye.
    ben:
    - ...

    ben sözlükten böyle ayar almış değilim yau.

  • çok doğru tespit. beni ağlatmıştır, sabahtan beri hesap yapıyorum, o parayla kaç aç insan, kaç aç kedi, kaç aç köpek doyar diye. sinirden hesap karıştı, benim matematiğim çok iyiydi lan eskiden, ona ağlıyorum şu anda.

  • yaklaşık 5 aydır yalnız yaşıyorum, başta çok korkmuştum, baş edemem sanmıştım ama zor yanları olduğu kadar harika taraflarının da olduğunu görüp, bi de belki de sadece çaresizlikten kabullenip alıştım yalnızlığa.
    şikayet etmez oldum zaman içinde.
    ama bazı anlar var ki sanki hiç yalnız kalmamışsın gibi..

    annem geldi 2-3 gün önce bir iş için, o günden beri birlikte takılıyoruz, ben işten geliyorum annem evde beni bekliyor oluyor, eve bi giriyorum televizyon sesi açık -ki ben tv izlemem-, ışıklar yanıyor, içerde yemek kokusu buram buram, ev mis gibi temizlik kokuyor, ben masayı hazırlıyorum, yemeğimizi yiyoruz, tv'deki bi programa kahkahalarla gülüyoruz, o sadece bahanesi oluyor aslında nasıl da gülesimiz varmış. dışarı çıkıyoruz gezip, eve gelip, tekrar çay koyup oturuyoruz falan filan...

    bugün yolcu ettim annemi ama dalgınlık ya işte aklımdan çıkmış, eve bir geldim her yer kapkaranlık, ışıklar haliyle sönük, yemek kokusu yok sadece temizlik kokusu sürüyor, ısıtıcı açılmamış soğuk yüze vuruyor, mutfağa girdim mandalina almış bana annem, tabağa hazırlamış gelince yerim diye. dolabı doldurmuş aç kalmasın benim uyuşuk kızım diye.

    geliyorum oturuyorum odama. o an bir şeyler ağır geliyor, sapıtıyorum. sanki 7 senedir ailesinden ayrı yaşayan hatta 5 aydır evde tek başına yaşayan ben değildim de dedemdi. -selamlar dedem-

    ilk ağırlığı üstümden atıyorum, biliyorum yine alışacağım, çok değil ertesi gün.
    şimdi televizyonu açtım, izlemesem de evde ses oluyor. güzel bi şey bu. evet.

    (bkz: yalnızlığa alışmak)

  • "oğlunun ölümünden 3 gün sonra tekirdağ’daki evlerine 2 kişinin geldiğini anlatan baba murat oğraş “tarım bakanlığı adına başsağlığına geldik’ dediler. bir kişi de adalet bakanı’nın danışmanı olduğunu söyledi. her türlü maddi manevi yardımı yapacaklarını fakat basında otelin adının kullanılmamasını istediler. antalya’ya savcılığa gidip olayı anlatıp dilekçeyi verdim. tehdit edenlerle ilgili soruşturma başladı” dedi."

    sen ne biçim bir adalet bakanlığı yetkilisisin ki öleni değil öldüreni korumanın derdine düşüyorsun?

  • dedeler çalışır, didinir, uğraşır iş kurar ve büyütür. babalar bu işi geliştirir daha ileri taşır. 3. nesil de playboy olur alemlere akar. biraz düzgün olanı da klüp başkanı falan olur ve paraları ezerrler. türk burjuvasının yaşam döngüsü budur.

    t: magazinsel bir hikaye