ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
gökhan zan'ın ayı zannettiği kuğu
-
ahanda bu kuğudur.
[http://i.imgur.com/5qirgsn.jpg http://i.imgur.com/5qirgsn.jpg]
hay allahım ya. gece gece uykum kaçtı yemin ediyorum sinirim bozuldu. ayarsız herif.
yaran facebook durum güncellemeleri
-
"duş alırken sıcak soğuk musluklarını ayarlıycam diye dj tiesto oldum, armin van buuren oldum arkadaş. "
istanbul'un efsane 2004 kışı
-
fırtına nedeniyle boğaz köprüsü'nün halatlarından birinin koptuğu, tem otoyolunun 17 saat boyunca kapalı kaldığı, hayatımda gördüğüm ve tahmin ediyorum görebileceğim en efsanevî kış idi.
" 1987 kışı varken bunu konuşmayın " demişler.
bilmiyoruz ki abi 1987 kışını*
neyse, 21. yüzyılda istanbul'da bir mahallenin nasıl da 16. yüzyıla geçiş yaptığını okuyacaksınız.
bu kış, gökgürültülü kar yağışına şahit olunup da kıyamet alameti söylentilerinin ayyuka çıktığı bir kış idi. biz zaten o dönem minibüs, otobüs gibi ulaşım araçlarının geçmediği; topluca ölsek birilerinin bir ay sonra bu durumdan haberdar olacağı bir mahallede yaşıyor olduğumuz için çok daha efsanevî olmuştu bu kış bizim için.
babam da dahil hiç kimse günlerce işe gidememişti yoğun kar yağışı ve tipi nedeniyle.
bu kar yağışı akşamüzeri başlamış ve neredeyse günlerce hiç durmaksızın devam etmişti. ilk sabaha uyandığımızda babamın evin önünde neredeyse benim boyum kadar olan kar yığınını temizlemeye çalıştığını hatırlıyorum. daha sonra bahçedeki tavuk kümesine kadar karı temizleyip ancak açabilmiştik kümesin kapısını.
ancak hiçbiri dışarıya çıkamadı tabii hayvanların.
elektrikler çoktan gitmişti tüm mahallede. mahalledeki bakkala ekmek getirilemediği için bakkalın önünde un kuyruğuna gitmiştik ve tabii ki mum.
çocukluk arkadaşlarımla hâlâ bir arada yaşadığımız için ara sıra bu kışı kendi aramızda da konuşup yâd ederiz.
o vakitler hepimiz yine kahvaltıdan sonra toplanmış ve ne oynayacağımızı şaşırmıştık. tipi sebebiyle yürümekte dahi zorlanıyorduk.
mahalle kültürüyle büyümüş kişiler bileceklerdir ki çocuklukta böyle dönemlerde mahallenin en gidilmemesi gereken yerlerine gitmek gerekir. biz de öyle yapmış ve normalde ineklerin yayıldığı, mahallenin biraz dışında kalan tepeye doğru yürümeye başlamıştık ellerimizde ortadan ikiye kesilmiş bir varilin iki parçası ile.
saatlerce tepeden aşağıya kaymıştık bu varil parçalarının içine girip.
nihayetinde evlerimize dağıldığımızda annemin sacda ekmek pişirdiğini, babamın da anneme yardım ettiğini gördüm.
karanlık çöktüğünde çay tabağına dikilmiş bir mum, sehpanın üzerinde yanıyor; sobanın üzerindeki güğüm fokur fokur kaynıyordu.
perdeleri sonuna kadar açmıştık ve çay içerek dışarıdaki tipiyi izleyip bir yandan da sohbet ediyorduk.
babam, eskiden köyde de böyle kışlar gördüklerini ama istanbul'da böylesine ilk defa şahit olduğunu anlatıyordu. o hikâyelerine hikâye kattıkça ben bir daha asla mahalleden çıkamayacağımızı falan düşünmeye başlamıştım*
ertesi gün bütün çocuklar yine toplandık ve fark ettik ki o gece her evde aynı tarz muhabbetler dönmüştü.
artık birbirimizi korkutmaya başlamıştık.
yolda yürüyen her kedi, bizim için potansiyel bir cin idi.
mahallenin abileri devasa büyüklükte bir kardan adam yapmaya başladıklarında herkes elini karın altına sokmuş ve ortaya gerçekten çok büyük bir kardan adam çıkmıştı. hatta içlerinden birisi sigara yakıp kardan adamın ağzına tutturmuştu.
günlerce o kardan adama kimse dokunmadı. özgürlük heykeli gibi yükselmişti mahallede. gelip geçen kişilerden kimisi kardan adamın biten sigarasını yenisiyle değiştiriyordu.
akşamları buluşma noktası olmuştu bu kardan adamın yanı.
abiler kendi aralarında konuşuyorlar biz de biraz uzaktan onları dinliyorduk.
" oğlum bir daha o tepeye gitmeyin ha! domuzlar, ayılar falan geliyormuş oraya " tarzı cümleleri ciddiye almıyor gibi görünsek de ertesi gün kimse tepeden aşağıya tek başına kaymaya cesaret edememişti.
tipi, hiç susmayan bir uğultu ve yoğun kar yağışı içerisinde geçen bu günlerin ardından nihayet yolun açıldığı haberi geldi.
sevindik mi üzüldük mü bilmiyorum ama bizim mahallede hâlâ bir efsane olarak anılır bu kış.
kime sorsak muhakkak kendine özel bir hatırası vardır bu kışla ilgili.
ismi xena olan kıza akrostiş şiir yazmak
-
xerez - deportivo la coruna: 1
eintracht frankfurt - 1860 münchen: 0
nantes - paris saint germain: 2
arsenal - burnley: üst
bol şans.
akp'li bakanın ales'te sonuncu olan akrabası
-
haberlere göre akp'li bakan mevlüt çavuşoğlu'nun ales'te sonuncu olan akrabası şeyda çavuşoğlu'dur. yüksek lisansı kazanmıştır ve mahkeme puan listesine erişimi engellemiş.
"dışişleri bakanı mevlüt çavuşoğlu’nun akrabasının ales ve yabancı dil sınavlarında son sıralarda yer almasına rağmen yüksek lisansa kabul edildi. üniversite yönetimi önce internet sitesinde puanlara ve sonuçlara ilişkin duyurulan listeyi yayından kaldırdı. daha sonra üniversite rektörlüğünün talebi üzerine mahkeme puanların gösterildiği listeye erişim yasağı getirdi."
link
siyasal islamcılar, 'kul hakkı yeme'* konusunda çıtayı everestlere çıkardılar maşallah. bu rezilliklere rağmen hâlâ seçimlerde, "küstüm oy kullanmıyorum" diyenler varsa tekrar düşünür umarım. bu karanlığın zayıflaması, güç kaybetmesi lazım.
ayrıca; (bkz: #85611165)
1 tl ile karın doyurma metotları
-
anneannenizin evine gidin. karninizi tika basa doyurur, ustelik yaninizda fazladan yiyecek ve parayla donersiniz. aldiginiz dualar ve pozitif enerji de cabasi.
pamugumu cok ozledim.
kanzuk'un düğün fotoğrafları
-
(bkz: mutlu musun kanzuk)
cem yılmaz refiye yılmaz'a bir milyon versin
-
hayır bir de şöyle bir problem var; neden refiye yılmaz?
bugün cem yılmaz refiye yılmaz'a bir milyon versin, tamam. sonra cem yılmaz afrika'daki çocukları doyursun. cem yılmaz bana 5 lira versin bi ilaç alayım.
refiye yılmaz'ın ne ayrıcalığı var? cem yılmaz bütün servetini hastalara fakirlere mi dağıtsın? o halde neden rahmi koç değil de, sakıp sabancı değil de cem yılmaz? sedat kapanoğlu da bize üç beş kuruş dağıtsın mesela? onu niye savunmuyorsunuz?
laf olsun diye gösteri yapıyorsunuz burda. cem yılmaz'ın suçu zengin olmak mı? tek zengin cem yılmaz mı ülkede? tek ihtiyaç sahibi refiye yılmaz mı?
bir şeyin de boku çıkmasın arkadaş.
otobüste yaşanan dumur olaylar
-
istanbul'dan izmir bileti alınır. koltuğa oturduktan sonra, yanınıza yaşıt biri oturur. sonra sohbet açılır, aslında ankara'ya hep trenle gittiğini, bilet bulamadığını söyler yol arkadaşı. "iyi de bu izmir otobüsü" dersiniz. can havliyle muavine koşar, "durun durun ben ankara otobüsüne binecektim" der. muavin "iyi de bu zaten ankara otobüsü" der.
can havliyle koşma sırası sizdedir.
batuhan karadeniz
-
son tweet inin altındaki yorum daha cok yarmıştır;
"yaşın genç, sanayide bi ustanın yanında başlayabilirsin hala."
yaran başlıklar
-
(bkz: r.t.e - using my religion)
karadenizlilerde damak tadı olmaması
-
niye öyle söylediniz ki şimdi?
kocaman bir masa düşünün. bir sürü yemek çeşidi var size özel hazırlanmış. hangisini yemek istiyorsanız onu yiyorsunuz.
ev yoğurduna doğranmış mısır ekmeği
muhlama
turşu kavurma
sebzeli hamsi
hamsi tava
alabalık
kara lahana sarması
kara lahana yemeği
laz böreği
hamsili ekmek
akçaabat köfte
çayeli kuru fasülyesi
trabzon ekmeği
balık çorbası
pepeçura
bahçe mısırı
daha çok vardır da ben en sevdiklerimi yazdım. ayrıca rize'de 18 yıl yaşamış bir insan olarak söyleyebilirim ki biz hiç pazar yerine gidip sebze ve meyve almazdık. belki enteresan gelecek ama bahçeden; kiraz, portakal, mandalina, kivi, erik, şeftali, armut, dut, domates, salatalık, taze fasulye, mısır, kara lahana, fındık, kestane, karayemiş gibi bir çok meyve ve sebzeyi toplar mahalleli olarak hep birlikte oturur yerdik. bir ara muz yetiştiren bile vardı ama pek verimli olmadı.
yani bu kadar şeye rağmen hala damak tadı yok diyorsanız neyse ben bir şey demiyorum.
not: karadenizli değilim.
edit: düzeltme.
hiçbir zaman evlenemeyeceğini anlamak
-
hic kimsenin seni evlenecek kadar sevmeyecegini anlamaktir bazen.