hesabın var mı? giriş yap

  • virüsle, pandemiyle alakası olmayan ve tamamen insanların yaşam tarzına müdahale etmek amacıyla alınmış olan karardır. rüzgar ekmekten başka bir şey değildir.

  • başıma geldi bu. gecenin saat dördünde acı acı çalan telefonu açtım. numara bende kayıtlı değildi. telefonun karşısındaki ağlamaklı ses "seni unutamadım, hala çok seviyorum bunu bil" diyordu. sesi yabancı değildi ama tanıdık da değildi. hüzünlü kadınların sesleri nedense hep aynı tınıyı veriyordu. sustum, "orda mısın" dedi. buradayım dedim. nasıl olduğumu, görüşmeyeli neler yaptığımı sordu. anlattım.

    evlendin mi? dedi tedirgin bir sesle. hayır yalnızlığa alıştım dedim. bir süre sustuk. bana başka birinin adıyla hitap edince onu tanımadığımdan emin oldum ama konuşmaya devam ettim. sanki bir zamanlar onu sevmişim gibi.

    kapatırken seni seviyorum dedi, "ben de"dedim. neden bilmiyorum, galiba buna ihtiyacı olduğunu düşündüm.
    iç çekerek telefonu kapattı. sabaha kadar uyumadım.

  • sadece özür dilemek yerine konuyu uzatıp, saçmalamıyorsunuz. insanlar kendi ülkelerinde otel rezervasyonunu ucuz yapabilmek için kendilerini başka ülke vatandaşı gibi gösteriyor. yaşananlar aynı levent kırca parodisi gibi..

    kendi ülkende mülteci gibi davranılıyor, sebep olanlar utansın.

  • şu anlama gelmektedir:

    1- önce gerekli yere gidip o formu dolduracaksın ve sana her türlü özel harcamalarının hesabını soracaklar. misal ailenden, eşten dosttan, her neredense bir şekilde para almışsan ve onunla harcama yaptıysan sana gelirin var kardeşim senin diyecekler.

    2- bununla kalmayıp evine gelecekler. evet evine gelip evini inceleyecekler, ailenle senin özeliniz olan eşyalarınıza bakacaklar. ve yine ailenin, eşinin dostunun vs. aldığı şeylere bakarak onları senin gelirinin de hesaplanmasında kullanacaklar. yani onları senin gelirin olarak yazacaklar.

    3- bütün bunlar yapılan 26 yaşında, lisansüstü eğitimine devam eden, sadece babası çalışan ve ayda 900 tl alan 3 kişilik bir ailenin çocuğu bir öğrenci var diyelim. o öğrenciye diyecekler ki senin gelirin ayda 300 lira, o yüzden her ay 35 tl ödeyeceksin. bu uygulamayı savunan beyinsizler için tekrarlıyorum; o evde 3 kişi yaşıyor, eve giren para sadece 900 lira, evde çalışmayan 2 kişi var ve bunlardan biri hatırı sayılır miktarda eğitim masrafı (yol parası, lisansüstü eğitim olduğu için okuması gereken bir sürü kitap, okulda yeme içme parası... vs.) olan bir lisansüstü öğrencisi. ve sen o öğrencinin aylık gelirini 300 tl sayıp o gelir için o aileden her ay 35 tl keseceksin.

    daha bunun içinde ev kirasını saymadım, zaten sinema tiyatro falan ne haddimize vatandaş kısmı olarak. belki kira bedeli o 28 kriterden biridir, belki değildir. ama fark etmez. kira ödemediğini varsaydığım bu bahsettiğim durumda olan birinden her ay 35 tl alacak bu uygulama. bunu yaparken de vatandaşın özel hayatına zorla müdahele ederek özelini hiçe sayacak, seni birey olarak yok sayıp sadece ailenin bir üyesi kabul edecek, bunu da kendi zorunlu yükümlülüğü olan vergi/sgk sigorta primi denetimini doğru düzgün yapmayı beceremediği için yapacak. ayrıca bu bahsettiğim durumda olan biri 35 tl ödeyince de bütün sağlık hizmetlerini ücretsiz alamayacak. zaten bu ödenecek paraların büyük bir kısmı sağlık dışında yerlere aktarılacak, devleti soyanların iç ettiği paraları o 5 kuruş geliri olmayan öğrenciden çıkaracak... ve bütün bunlara rağmen hala daha bunu savunabilen beyinsizler/vicdansızlar var. ulan bu ülke hiçbir haltı haketmiyor be. daha da beter olalım anasını satayım.

    not: ayrıca aylık geliri 900 tl olan kişiden 106 tl alınacak. bir de aylık geliri 1800 tl olan kişiden de, 1800 tl üzeri herhangi bir miktar - mesela 30000 (yazıyla otuz bin) tl - olan kişiden de 212 tl alınacak. tam bir eşitlik abidesi çok şahane uygulama. allah padişahımız sayın recep tayyip erdoğan efendi hazretlerinden razı olsun.

    edit: bu entry üzerine gelen ailesi o kadar kazanıyorsa ne işi var yüksek lisansla, doktorayla, gitsin çalışsın, zaten yüksek lisans lüks... temalı mesajlar da devletin yaptığı bu zorbalıktan daha az vahim değil. yalnız ne hikmetse onların hiçbiri devletin böyle yaparak özel hayatı ve bireyi hiçe saymasıyla ilgili hiçbir şey diyemiyor. yeni bir tanım yapalım o halde bu zorba uygulamaya; yüksek lisansı lüks olarak görenlerin savunduğu uygulamadır bu.

  • bu dizinin bir türlü iyi olamamasının en temel sebebi ondan beklenen epik sıçramayı,
    patlamayı yapamaması. bunu izah edeceğim ama öncesinde şu 3 enrtyde bir ayna tornadan çıkmış zeka ve yaratıcılık dolu, ekşinin malum çok bilmiş sinema ve tv uzman cenahının binlerce kez bıkmadan, usanmadan tekrar ettiği 'zenci elf mi olur, hintli yennefer mi olur, sen hiç entektüel oldun mu, inanmıyorsan aha dayıya sor?' kıvamında fabrikasyon ve zeka dolu itirazlarının bitmez tükenmezliği karşısında duyduğum heyecanı aktarmak istiyorum. aynı cümle ve itirazları üstün zeka ve gözlem gücünüzün size verdiği yetkiyle sıralamaya devam edin ama dizinin temel sorunları başka yerlerde maalesef.

    sanırsın bin yıllardır değişmeden, bozulmadan süre gelen kutsal elf kanunları ve yasalarının kutsal kitabı olan kitab-ı kutelf'i okumuşlar ve orada tanrısal irade katiyen ebediyen, asla ve kat'a siyahi elf (onların değişiyle zenci elf) olmaz demiş. bu kafalara bunu bir yapıt olduğunu ve artık tv, sinema sektörüne hizmet eden bir yapıta dönüştüğünde uyarlama esasıyla yapımcı, yönetmen ve yatırımcıların dilediği değişiklikleri yapma hakkı olduğu, her yapıtın uyarlama esasına tabi olduğunda zamanın, çağın gereksinimlerini karşılayacak sosyopolitik, kültürel, sosyolojik nüanslar içeren yenilikleri içerebileceğini izah etmek lazım. ama elbette bunu nafile bir çaba olduğunu biliyoruz. hepimizin sonsuz itiraz hakkı var ama bunu doğru bir itiraza dönüştürmek ayrıca bizi okuyanlara karşı (eğer buranın bir tür bilgi kaynağı falan olduğuna inanıyorsak) az da olsa bir sorumluluk veriyor bizlere. neyse ben dizinin neden olamadığını izah edeyim kendimce.

    öncelikle witcher'ı böyle popüler yapan şey roman serisinden ziyade oyunları. sanırım bunda herkes hemfikir. yani oyunlar bu efsaneyi oyun dünyasının el verdiği imkanlar dahilinde eşsiz bir sanat eserine dönüştürmeseydi birçokları ne romandan ne de diziden haberdar olacaktı. çünkü bu seri the lord of the rings ya da dune serisi gibi roman serisi olarak öne çıkmadı. yani şöhretini, mirasını oyunlara borçlu. haliyle kitabı okuyan insanların itirazlarına itirazım yok. bu tüm edebiyat, roman uyarlamalarının kaderidir; ne kadar sadık bir uyarlama yaparsanız yapın birileri oyuncuyu, kostümleri, diyalogları, mekanları, atmosferi vs beğenmeyecek. muhakkak ki dünyanın birçok yerinde bu kitap serisinin sabık okuyucuları, hayranları vardı ama dediğim gibi bu seri bildiğimiz diğer seriler kadar popüler bir seri olmadı bildiğim kadarıyla hiçbir zaman. hatta bildiğim kadarıyla kitap serisin ingilizceye bile 2009 yılından sonra falan çevrildi. polonya'da da başarız bir tv dizisi denemesi olmuş diye biliyorum. yani kısacası bunca eleştiri için elimizdeki esas gösterge kitap serisi değil oyunlar. işte the witcher'in en büyük laneti de burada yatıyor maalesef.

    oyun evrenini sağladığı her türden olanağı arkasına alıp muhteşem bir efsane yarattı seri. bir rpg olarak sınırsız bir etkileşim ana ve yan hikayeler olmak üzere her fantastik, bilimkurgu eserinin arka planda işlediği tarihsel, kültürel, politik çalkantılar eksenli nefis bir ötekiolma meselesiydi esas izah etmek istediği ve canavarları avlayan ve toplum gözünde nispeten canavar olarak görülen bir efsungerin canavarlardan ziyade esas olarak insanın doğasında var olan kötülükle, yani canavar olarak görülmeyip, esasen içlerinde taşıdıkları kötülükle canavarlara bile taş çıkaran insanlarla olan savaşını anlattı durmadan. hatta canavar olarak görülen heyyula, kurt adam, lanetlenmiş türlü yaratığın çoğunun oldukça acıklı, hüzünlü arka plan öyküleri vardı. çünkü tarihin ürettiği ortak duyu, fanatizm ve dogmalar farklı olan her şeye karşı birleştirici sonsuz bir kötülük yapma hakkı doğuruyordu, çoğunluk olan, çoğunluğun sağır edici, korkunç tektipliğine kayıtsız şartsız teslim olanın gücü sürdürdüğü bir dünyada geri kalan herkes yaratık olsun ya da olması öteki olmaya mahkumdu. aralarda hep belirtim, kafa açmayayım ama işte türkiye, orta doğu, bilumum 3. dünya ülkesinde olan insan ikliminin özeti vardır böyle yapıtlarda saksıyı azıcık çalıştırsanız. hatta trajikomik olan ''zenci elf mi olur' itirazlarınızın tam da yapıtın inatla yıkmak isteyip, eleştirisini yaptığı ötekine karşı duyulan korku, öfke ve nefretin sebepsizliğine, nedensizliğine yaptığı vurguyu hiçbir şekilde anlamamış olmanız. ben de serinin 2. ve 3 bölümlerine bilgisayar başında bi 500 saatimi feda etmişimdir helalinden. hele ki wild hunt'ın yarattığı evrenin mucizevi güzelliğine karşı duyduğum heyecan hala ilk günkü tazeliğini koruyor. ve haliyle oyundan aldığım o epik anları aradım dizi boyunca. ama artık bir izleyici olarak bile belli bir olgunluğa ulaşmanın da pratiğiyle beklentilerimi hep düşük dozda tutmayı da öğrendim ki zaten bu dizi de beni haklı çıkardı.

    hasılı işte böyle bir lanetle dizi yapma işine kalkıştığınızda ya en baştan en sona kadar çok büyük sanatçıların yapıtla özdeşim kurduğu, harcanan paraya hiç acımadığınız, öykü evrenini büyüklüğüne, derinliğine, epikliğine iman edeceğiniz bir şey yapmanız gerekiyor, ya da böyle yapıtlara sırf para ve popülarite yüzünden hiç bulaşmamanız gerekiyor. neyse ki dizi ve filmlerin taşeron, fabrikatörü netflix bunların hiçbirini dikkate almayarak, kendinden beklendi üzere güzelim seriyi idare eder bir epik haline getirmekte hiç beis görmüyor. evet, oyunun taşıdığı o epik, görkemli anlatı mirası maalesef dizinin hiçbir anında öyküye borcunu geri ödeyemiyor. muhteşem bir hikaye ve yan hikayeler toplamına sahip olan (hem kitapları hem oyunun kast ediyorum) seri bir tv dizisi olarak ondan beklenen görkemli ve sağlam anlatı olanaklarına bir türlü kavuşamıyor. ara ara parlamalar, güzellikler yok değil ama sürdürülebilir bir seyir duygusunu hiçbir şekilde yaratamıyor dizi. epik olmak için gereksindiği anlatı olanaklarını sadece birkaç teknik cambazlığa indirgeyerek yapıtı büyük ve görkemli kılacak şeyin sadece aksiyonda ya da mekan tasarımında olduğunu düşünüyor. bütünlüklü bir yapıtın yaratacağı etkinin tüm parçaları doğru bir şekilde yerleştirmekten geçtiğini hatırlayamıyor. henry cavill'ın ta en baştan role olan heyecanı ve isteğini sömürerek tüm yapının onun adanmışlığı üstüne ayakta durduğu tek ayaklı bir bina inşa ediyor.

    oyuncu seçimlerini (her şeyin sorumlusu olan siyah elf arkadaşı ve hintli yennefer'i bir kenara koyarsak), rol dağılımlarını, karakter ağırlıklarını, hikayenin aşamalı ve birçok yöne açılan derinliğini yeterince önemsemiyor. tüm dizi boyunca sahne ağırlıklarını geralt, yennefer ve ciri arasına pay edip diğer tüm karakterlere haksızlık ediyor. evet, oyuncuların çoğunun kötü, castingin yetersiz olarak görülmesinin sebebi tek başına oyuncu seçimleri ya da oyuncuların kötü oyunculuklar veyahut doğru casting yapılmaması değil; diğer tüm oyunculara sahneden doğru rol ve diyalog payı verilmemiş olması. diğer karakterlerin (iyi ya da kötü fark etmeksizin) hikaye eksenine yapacakları etkiyi nasıl olsa önümüzde başka sezonlar var mantığıyla oldukça silik, yetersiz, ruhsuz bir karakterizasyon, dil/diyalog yapısı ve onları akışta değerli kılacak karakter detaylarından mahrum bırakması. tüm dizi boyunca akılda kalan tek bir kötü karakter yok mesela. ateş çıkarıp, zora gelince ortadan sürekli yok olan bir karakterle kötü adam dengesini eşitleyemezsiniz. bilinir ki bu tip kahramanlık esaslı anlatılarda farkı yaratan iyi protagonist (kahraman) kadar antagonistin (kötü karakter) varlığıdır. kötünün yarattığı tehdit ve gerilim unsuru iyiyle olan özdeşleşimi katmeler ve kathartik sağalma, arınma böylelikle esas işlevini yerine getirir. mesela dizi ileride gelecek olan wild hunt'a o kadar güveniyor ki 2 sezon boyunca sürdürülebilir, yükselen bir kötü yaratma ve onu işlevsel kılma hususunda parmağını oynatmıyor.

    diyalog yapısı, sahne planları da ha keze aynı özensizliğin kurbanı. bu eser her şeyden önce bir kitap uyarlaması ve özellikle perde sonlarında, finallerinde izleyicinin duygu köpüğünü kabartacak, aklını başından alacak kalite ve nitelikte diyalog yapısı, çatışma ve gerilim frekansları göremiyoruz. sözde nüktedan, lakonik ya da zekice görünen birçok diyalog özellikle referans odağı oluşturmaktan çok uzak. havaya sürekli kuru sıkı bir şeyler sıkılıyor. hiçbir karakter olduğu sahneyi domine edeceği ayırt edici bir dil/tavır ilişkisine kavuşmuyor. inanılmaz işlevsiz ve ve neredeyse sahneyi doldurmak için hikayeye katık edilmiş bir sürü karakter var. vesemir gibi bir karakterle tanışıyoruz nihayetinde ama mesela bu abiyi vallahi billahi yunanlı tavernacı kıvamında bir üstünkörülükle önümüze atıyor yapım. dizi boyunca vesemir her an akın'ın rebeka'nın yeri + şarkısına bağlayacak diye bekleyip durdum. makyajlardan, trüklere, mizansenlere kadar acayip bir ''oo abi çok fenasın, vallahi yakıyorsun' kolpalığı var.

    hasılı kelam arada 15-20 saniyelik ağır çekim aksiyon sahneleriyle epik olunmuyor. bu sene yayımlanan ve genel olarak kitap serisi hayranlarının beğenmediği (ben witcher'dan daha çok beğendim, orası kesin) zaman çarkı serisinin 1. bölümündeki köy baskını sahneleri ve sanırım 7. bölümde hamile savaşçının kar üstünde birkaç adamla girdiği kıyasıya dövüş sahneleri epik aksiyonun, ya da duyumun nasıl yaratılacağı hususunda basit ama etkili bir ders veriyor. böyle güçlü ve büyük anlatıya sahi witcher ise elindeki kozları hep ileriye saklayıp, anı, durumu, var olduğu gerçekliği ıskalayan ve giderek tadı kaçan bir yapıya dönüşüyor. işin acı tarafı elindeki kozları ilerideki sezonlara saklarken 2 sezon boyunca izleyicini ikna edecek, ona yapıt için gerekli sabrı sunmasını sağlayacak ikna edicilik hususunda da epey cimri bir tavır var karşımızda.

    serinin oyunları için deliren biri olarak birçok falsoya sahip bir dizi olarak tüm konforunu henry cavill'in adanmışlığına göre dizayn eden ve onu sonuna kadar sömürerek diğer tüm karakter, durum ve olaylara haksızlık eden bir tv yapımına dönmüş maalesef the witcher. elinizde henry cavill varsa elbet onun ekmeğini yiyeceksiniz ama bu adamın bu kadar hayranını olmasının konforuyla da yapıtın içinde var olan diğer tüm epik öğelere de haksızlık etmeyeceksiniz. zira epikten anladığınız sadece henry cavill'in göz dolduran varlığı, yakışıklılığı adanmışlıysa, diğer hiç kimseye zahmet vermeden yapıtını geri kalanını animasyon ve türlü canlandırma teknikleriyle tamamlayabilirsiniz. böylelikle zenci elf kardeşimiz ve hintli yennefer bacımız da bu kadar acımasız ve hunharca eleştirilmez ve dizini bütün başarısızlığı bu iki garibana mal edilmez.

  • jüri öncesi gecelerde sabahlarken görülmesinden en çok korkulan renktir. nitekim kendisi gökyüzünde belirdiğinde bu güneşin az sonra doğacağına işarettir. zaman geçmiş, gece bitmiş, sen de bitmişsindir ancak proje bitmemiştir.

  • ben yaptım bunu, 16 yaşındayken.

    annem ile babamın ayrı oluşunu iyi kullanarak, ikisi arasındaki iletişimsizliği taktik savaşına dökerek izin koparmıştım.

    tek sorun vardı ikisi de üstlenilmesi gereken maliyeti birbirine atıyordu. ancak bu maliyet mevzusu artık öyle bir inada bindi ki, ben sağdan soldan topladığım 350 euro gibi bir miktarla çıktım evden. sırtımda içi kıyafet ve bol bol abur cubur dolu boyum kadar bir çanta ile sirkeci garına gittim. interrail biletimi aldım ve pythion trenine atlayarak başladım interrail macerama.

    selanik, atina, patra, bari, roma, pisa, bologna, venedik, pisa, portofino, milano, cenova, monaco, nice, trieste, ljubljana, torino ve adını hatırlayamadığım 10'larca şehir ve kasabaya gittim. başımda "oraya gidelim, hadi buraya gidelim, ay ben orayı sevmem" gibi dertlenen insanlar olmadan, rotamı kendim belirleyerek, özgürce hareket ettim.

    yolda tanıştığım, dünyanın upuzak yerlerinden gelmiş onlarca insanla takıldım bir süre, onlarla gezdim tozdum, onlarla eğlendim. tek sorun her an fotoğrafımı çekecek insan bulamayışımdı. bir de geceleri sokaklarda yatmak zorunda kalışım.

    malum olduğu üzere maddi kaynak sıkıntısı ile yola çıkmıştım ve hostel'lere verilmeyecek her euro, avrupa'da 1 gün/gece daha kalmam demekti. o yüzden geceleri kiliselerde, tren istasyonlarında, banklarda ve bazen parklarda yattım; yeri geldi yanımda tinercilerle aynı ortamda uyudum.

    ama cebimdeki hostel parası ile bir gün daha fazladan kaldım.

    sonuçta 4-5 tane ülke, 20'den fazla şehire ve bir o kadar da kasabayı görmüş oldum ve hayatta ciddi kararlar almadan önce ihtiyaç duyduğum kendime güveni bu sayede sağladım. o günden beri tek başıma adım atmakta da tereddüt etmedim.

    1 ay sonra istanbul'a döndüğümde omuzlarımda yaralar, saçlarımda yağlar, belimde ağrılar ve üzerimde inanılmaz bir yorgunluk vardı. ancak hayatımda hiç bu kadar güzel bir tecrübe yaşamamıştım. ilk defa kendimi "ben" gibi hissettim, reşit olmadığım halde boyumdan büyük işler yapabileceğime inandım.

    tek başıma olmamın en büyük dezavantajı, o güzel yaşadığım anılara benden başka kimsenin şahit olmayışı ve dediğim gibi fotoğraf çekebilecek kimsenin olmayışı idi.

    sonra o gazla 3 kere daha yaptım interrail.
    bu sefer arkadaşlarımla, evet hiç olmadığı kadar eğlendim ama hiçbiri zorluklara göğüs gerdiğim o ilkin tadını vermedi bana.

    güzeldi.

  • açılın kargocu geldi.

    olmayan çökmedir. biz ona sektörde şubeler patladı deriz. yani dağıtım kapasitesinin üzerinde çok sayıda kargo gelmesi sebebi ile teslimatların gecikmesi olayıdır.

    malumunuz covid-19 önlemleri nedeni ile belirli günler sokağa çıkma yasağı getirilmiş ve bu yasaktan kargo sektörü de muaf tutulmuştur. sağolsun halkımız evde kaldığı günleri internetten alışveriş yaparak değerlendirmiş ve şubelerin kargo sayıları iki katı üç katı gibi rakamlara ulaşmıştır.

    bir aracın kendi muhitinde bir gün içerisinde maksimum teslimat yapabilme ve aynı zamanda müşteriden kargo alımı yapabilme sayısı ortalama olarak bellidir. buna bir de yasal çalışma saatlerini de eklediğimiz zaman devir sayılarının yüksek olması çok normal.

    covid-19 siz değerli müşterileri etkilediği kadar çalışan kargo elemanlarını da etkilemektedir. girip çıkmadıkları yer kalmayan dağıtım personelleri de alınan tüm tedbirlere karşı corona virüsten etkilenebilir ve dağıtım yaptığı mahallenin teslimatlarında gecikmeler yaşanabilir.

    ek önlemler tabiki alınmaktadır ancak takdir edersiniz ki corona virüs dünyadaki hiçbir sektör için öngörülemezdi. öngörülemeyen nedenler için hiç bir şirket de arkasında destek olmadan araç ve personel yatırımları yapamaz.

    tüm olumsuzluklara rağmen bu global çapta salgının ortasında ekmek parası için canla başla çalışan kargo personellerinin de en az sağlık çalışanları kadar alkışı hak ettiklerini düşünmekteyim.

    edit : özelden çok sayıda destek ve alkış geldi. varolun, çok teşekkür ediyorum ve hepsini tüm kargo çalışanlarına armağan ediyorum.