hesabın var mı? giriş yap

  • alenen ve göstere göstere sınav sisteminin içine torpil ve ayrımcılık yerleştirilirken, hala bu yeni sistemi oldukça "güvenilir" ve "emeğinin karşılığını sonunda alabileceği güzel bir sistem" olarak gören mallar, allah'a olan inancımı arttırıyor.

    gerçekten abi, bu kadar büyük bir beyinsizlik, böylesine bir gerizekalılık, bu muazzam aptallık kendi kendine oluşmuş olamaz.

  • a haber'in bölünmüş ekranda kılıçdaroğlu'nun havalimanından kaçtığı iddia edilen görüntüleri eşliğinde yayınladığı konuşma.

    türkiye türkiye olalı böyle rezil, şerefsiz ve alçak bir güruh görmedi.

    erdoğan konuşurken ne yapacaksınız?

    gel bu hasret bitsin desem?

    yer mi?

  • beethoven*, "doğumunda bana en çok sancı çektiren çocuğum." demiştir ilk ve tek operası fidelio için. 1803 yılında "vestas feuer" adında, librettosu emmanuel schikaneder*'e ait bir opera yazmaya koyulan beethoven*, kısa bir süre sonra bu projeden vazgeçmiş; 1804 yılının ocak ayında fransız jean nicolas bouilly'nin "léonore ou l'amor conjugal" adlı librettosu üzerinde çalışmaya başlamıştır ki bu metin daha önce pierre gaveaux'nun müziğiyle bir komik opera olarak bestelenmiş ve 1798 yılında paris'te temsili verilmiştir.

    librettosunun almanca versiyonu joseph von sohnleithner tarafından hazırlanan fidelio'nun prömiyeri, 20 kasım 1805'de theater an der wien'de "fidelio, oder die eheliche liebe" adıyla verilmiştir, bestecinin tiyatro yönetimi tarafından uygun görülen bu isme karşı çıkmasına rağmen. aldığı olumlu olumsuz karışık tepkilerin ardından, opera sadece üç temsilden sonra perdeden geri çekilmiştir. ertesi yıl 29 mart 1806'da operanın revize edilmiş ikinci versiyonu aynı tiyatroda sahnelenmeye başlamıştır. stephan von breuning adında yeni bir edebi danışmanın yardımıyla beethoven*, operayı üç perdeden ikiye indirmiş, eserin dramatik temposunu arttırmak için pek cok müzikal parçayı kısaltmış ve birinci perdedeki bazı parçaları yeniden düzenlemiştir. besteci, ayrıca eserin "leonore uvertürü no.2" olarak bilinen ilk uvertürünü tamamıyla gözden geçirmiş ve "leonore uvertürü no.3"ü bestelemiştir. her ne kadar bu ikinci tasarım daha büyük bir popüler başarı elde etmişse de, operanın diğer sahne ve tiyatrolardaki dolaşımı sınırlı kalmıştır. 1807 yılında beethoven*, opera için bir uvertür daha bestelemiştir. bu uvertür de "leonore uvertürü no.1" olarak bilinmektedir günümüzde.

    1813 yılının sonlarına doğru "wellingtonun zaferi" adlı orkestral eseriyle büyük başarı sağlayan beethoven*, saray tiyatrosunun da talebiyle fidelio'yu baştan aşağı tekrar gözden geçirmiş ve bunun için librettist georg friedrich treitschke ile birlikte çalışmıştır. operanın bu son halinin prömiyeri 23 mayıs 1814 tarihinde viyana'daki kaerntnertortheater'da verilmiştir.

    operanın konusu 18.yüzyılın ispanya'sında geçmektedir. özgürlük savaşçısı florestan, acımasız düşmanı don pizarro tarafından siyasi tutukluların bulunduğu bir hapishanenin karanlık bir hücresine hapsedilmiş, aç ve susuz bırakılmıştır. başbakanın hapishaneyi ziyaret edeceğini öğrenen don pizarro, florestan'ı bu ziyaretten önce öldürmeyi planlamakta ve baş gardiyan rocco'ya bunun için gerekli hazırlıkları yapması ve bir mezar kazması konusunda talimatlar vermektedir.

    kocası florestan'ın nerede olduğunu öğrenen leonore, son bir umutla genç gardiyan yardımcısı fidelio kimliği altında hapishaneye girmeyi başarmış ve kocasını kurtarmanın yollarını aramaktadır. yalnız ufak bir gönül sorunu vardır ortada. baş gardiyan rocco'nun kızı marzelline, gönlünü yeni işe başlamış bu yakışıklı "genç adam" fidelio'ya kaptırmış, marzelline'ye daha önceden aşık olan rocco'nun uşağı jaquino da fidelio'yu bu yüzden kıskanmaya başlamıştır. leonore, marzelline'nin ilgisine sessiz bir tepki vermeyi tercih etmiştir. kızının fidelio'ya karşı hisssettiği duyguların farkında olan rocco da, leonore'nin bu sessiz tepkisini aynen kızı gibi sessiz bir evet olarak algılamıştır.

    olayların işte bu şekilde düğümlendiği noktada, beethoven*, insan sesi için yazdığı en romantik ve en güzel dörtlülerden birisini, "mir ist so wunderbar" adlı quarteti sahneye taşımıştır "doğumu benim için en sancılı geçen çocuğum" dediği fidelio operasında:

    "mir ist so wunderbar"

    marzelline (für sich):
    mir ist so wunderbar,
    es engt das herz mir ein;
    er liebt mich, es ist klar,
    ich werde glücklich sein!

    leonore (für sich):
    wie gross ist die gefahr,
    wie schwach der hoffnung schein!
    sie liebt mich, es ist klar,
    o namenlose pein!

    rocco (für sich):
    sie liebt ihn, es ist klar,
    ja maedchen, er wird dein!
    ein gutes, junges paar,
    sie werden glücklich sein!

    jaquino (für sich):
    mir straeubt sich schon das haar,
    der vater willigt ein,
    mir wird so wunderbar,
    mir faellt kein mittel ein!

    marzelline:
    cok tuhaf hissediyorum kendimi,
    kalbim sıkışıyor;
    o seviyor beni belli ki,
    mutlu olacağım!

    leonore:
    tehlike ne kadar büyük,
    ve umudun ışığı ne kadar zayıf!
    beni seviyor belli ki,
    ah o isimsiz acı!

    rocco:
    kızım onu seviyor belli ki,
    evet canım, o senin olacak!
    iyi ve genç bir cift,
    mutlu olacaklar!

    jaquino:
    saçlarım diken diken,
    baba onay veriyor,
    çok tuhaf hissedeceğim kendimi,
    hiçbir çıkışım yok!

  • eşşek gibi çalıştıktan sonra kendine yemek yapmak gibi bişey. asıl sorun eşşek gibi çalışıp evde yemek yapmak zorunda olmak. yani eşşek gibi çalışıyorum ulan dışardan söylerim lüksünün olmaması. çünkü para yetmez. yahut eşşek gibi çalışmana rağmen, evde yemek yapacak birini istihdam edemiyor olmak sorun. öyle ki, çocuğu anane babanne elinde büyütmek zorunda kalmak, okul başlayınca bakıcı parası verilmesin diye fellik fellik etütlü okul aramak zorunda kalmak gibi.

    çare zengin koca! asdfgfgdsd

  • insanlarla, yalnız kalmamak, yalnızlığın ve konuşmamanın çok bunaltıcı olmasından ötürü konuşuyor ve ilişki kuruyorum. erkek arkadaşlarımın araba ve futbol sohbetlerinden, kız arkadaşlarımın dedikodusundan vesairesinden nefret ediyorum. sadece konuşma sırası bana da gelsin diyerek onların anlattıklarını merak ediyormuş gibi yapıyorum. günlük hayatta konuşulan hiçbir şey ilgimi çekmiyor.

    insanlarla istediğim gibi konuşamadığım için, yüzde 99'unu salak, isterik veya cahil gördüğüm için, içten içe hepsini aşağılıyorum. kafamda onlarla alay ediyorum. baskıcı muhafazakar bir ailede yetişmiş olmaktan, sırf kendi çabamla bir yerlere gelmiş olmaktan, seneler önce bıraktığım inancımı; ne inançlısına ne de inançsızına gönlümce açıklayamamaktan, her şeyden bir sinir stres çıkmasından nefret ediyorum.

    yaşadığım aşkları da yalan olarak düşünüyorum. kendimi ömür boyu rol yapmak zorunda olacak lanetlenmiş bir insan olarak görüyorum. bu rol bazen o kadar içime işliyor ki, aslında ne olduğumu şaşırıyorum. hiçbir şey benim için hiçbir şey ifade etmiyor. dünyanın böyle oluşuna kızıyorum. her şeyin dilediğince konuşulabildiği, değer yargılarının olmadığı, antik yunan'ın bile ötesine geçmiş, baskısız, yönetimsiz bir toplumun hayalini kuruyorum.

  • istatistiğine soktumunun.

    olaya gelin hele;

    bu sene ligde gol attığı her maçta 2 ve üstü gol atmıştır.

    1 taneye tenezzül etmemiş, "hiç atmam daha iyi amk" demiştir.