hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: sınavı kazanamayanların şinto hatip okullarına kaydedilmesi)
    (bkz: okulların şinto hatip'e dönüştürülmesi)

    adama ne anlatmadınız acaba: imam hatiplere zorla öğrenci kaydını mi? bilal vasıfsızının müdürleri toplamasını mı? seçmeli diye yutturulan din derslerinin, öğretmensizlikten zorunlu tutulmasını mı? kimya dersini din dersiyle kıyaslayan eğitim mühendisinizi mi? parası olanın gevşek gevşek üniversite okuyup, olmayanın deli gibi kasmasını mı? dünya sıralamasında "okuduğunu anlamada" türkiye öğrencilerinin altmış küsür ülke arasından kırk küsürüncü olmasını mı? ne anlatmadınız acaba?

    bir de düşünsenize: adam -kulandığınız her türlü teknolojik aleti üreten ülkenin başkanı- koşullarının uygun olmadığından bahsediyor. bir düşün yani: ne demek istiyor? nasıl bir şey tahayyül ediyor ki koşul moşul diyor. az düşün ya!

  • oyunu komple bitirdikten sonra detaylı bir inceleme yazmaya karar verdim. dikkat: spoiler içerir.

    öncelikle oyunun ana hikayesini pazar gecesi, %100'ünü de pazartesi günü bitirdim. oyunu 7 eylül 00.00'da açıldığı an oynamaya başladım ve %100'lemek için yaklaşık bir 35 saat harcadım diyebiliriz.

    --- spoiler ---

    oyunun ana hikayesinden başlarsak, tek kelime ile mükemmel diyebilirim. spider-man 2 dahil* bütün filmlerinden, hatta direkt bütün marvel filmlerinden daha güzel bir hikaye ve macera olduğunu düşünüyorum.

    oyunda 22 yaşında, üniversiteden mezun olmuş bir peter parker'ı canlandırıyoruz. kendisi 8 senedir spider-man ve epey bir deneyimi var. çok para getirmese de inandığı bir iş olduğu, geleceği değiştirebildiğini düşündüğü için bir labaratuvarda çalışıyor. dünyayı sadece spider-man olarak değil aynı zamanda bir bilim adamı olarak daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan bir peter parker söz konusu, ki bu daha önce filmlerde göremediğimiz bir yönü. aynı zamanda kostümüdür teknolojisidir, kullandığı gadgetlardır her şeyini kendinin halletmiş olması benim hep istediğim ama daha önce pek göremediğimiz hareketlerden.

    hikayeyi mükemmel yapan unsurlardan en büyüğü bana kalırsa karakterlerin duygu yüklü olması ve gerçek hissettirmesi. oyunda otto octavius'u gördüğünüz anda "aha doc ock geldi", "e bu muymuş yani" diyorsunuz ama oyunu öyle bir işliyorlar ki, bir yerden sonra kendinize "lan acaba octopus olmayacak mı?", "octopus olsa da kötü olmayacak sanki" gibi ne olacağını kestiremediğiniz bir rotaya giriyorsunuz. otto'nun nefreti, hastalığı ve motivasyonunu görüyor ve ne yola ilerlediğine yavaş yavaş şahit oluyorsunuz. oyunun size verdiği devreleri ve deneysel çalışmaları yaparken aslında doctor octopus'u yavaş yavaş sizin yarattığınızı fark ediyorsunuz, ki bu çok peter parker'lık bir olay.

    öte yandan martin li'nin karakterini hem anlıyorsunuz, hem de gerçek bir terörist olduğu için olayın nereye gideceğini kestirmeye çalışıyorsunuz. norman osborn her zamanki gibi nefretlik bir karakter olarak ortaya çalışıyor fakat onun da bir motivasyonu olduğunu fark ediyorsunuz. oyunda bir sürü karakter olmasına rağmen işlenişi çok akıcı ve tane tane, o yüzden sizi içine çekiyor hikaye. oturduğunuz gibi kalkamıyorsunuz su gibi açıp gidiyor.

    normalde miles morales karakterini hiç sevmem, hatta nefret ederim bile diyebilirim, fakat bu oyunda işlenişi fena değildi. yine de oyun sonunda kendisinin örümcek güçlerini kazanması beni endişelendirmedi değil. umarım bir sonraki oyunda kendisine oynanış süresinin yarısını falan vermeyi tercih etmezler. bu oyundaki oynanış süresi kadar bir sonraki oyunda da olabilir, hatta mj'in süresi de benden olsun. ama daha fazlası sequel'i bozar. spider-man dediğin peter parker'dır diyorum ve bu konuyu da geçiyorum.

    daha sonra son savaşta, peter spider-man olduğunu otto'nun bildiğini öğrendikten sonra "you knew." demesi, daha sonra her şeyin kafasına dank etmesi ve tekrardan sinirli bir şekilde "you knew!" demesi insanın tüylerini diken diken eden bir sahneydi. ayrıca ilk kez söylediğinde altyazılarda "spider-man:" derken, ikince you knew'da "peter parker:"'a dönmesi müthiş güzel bir detaydı.

    özetle hikaye olarak gelmiş geçmiş en güzel spider-man hikayelerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. sürükleyiciliği, akıcılığı, duygusal yatırımı ve karakterlerin oluşumu ve değişimi çok güzel biçimde oyuncuya aktarılmış.

    oynanış kısmına gelecek olursak:

    öncelikle swinging tek kelime ile inanılmaz. oyunu bitirdikten sonra bile açıp sadece 1-2 saat sıkılmadan şehirde binalara ağ atıp gezebiliyorsunuz. dive atarak, web-zip ve point launch ile müthiş hız ve momentum kazanabiliyorsunuz. duvarlarda koşması olsun, binanın diğer tarafına dönerken veya tepeye çıkarken ağ atıp çekmesi olsun; su kulelerinin, tabelaların ve boruların içinden dönerek geçmesi olsun inanılmaz olmuş ya, ötesi yok yani. bir kere gökyüzüne ve bulutlara ağ atıp gezmediğiniz, ağlar binalara yapıştığı için son derece gerçekçi hissettiriyor. önceki oyunlarda ps2'deki spider-man 2 hariç böyle bir mekanik yoktu, geri getirmeleri çok büyük akıllılık olmuş.

    mj ve miles görevleri oyunun hızını biraz düşürmüş ama kötü olmuş diyemem. olmasaydı da olurmuş ama fena değil diyelim.

    combat kısmına gelecek olursak oyunu şaheser kılan diğer bir kısım olduğunu söyleyebiliriz. arkham'dan esinlenildiği söyleniyor ve ilk başlarda pek bilmediğiniz için öyle geliyor, ama sonradan anlıyorsunuz ki ikisinin tek ortak noktası kare tuşuna basarak yumruk atmanız ve bir counter mekaniği olması, ki counter mekaniği de oldukça farklı.

    arkham oyunlarndaki dövüş sisteminin ve akıcılığının bir hayranı olan ben bu oyundaki sistemi çok daha başarılı buldum. yapabileceğiniz hareketler ve kombinasyonlar o kadar farklı ki tamamen sizin yaratıcılığınıza kalmış. batman oyunlarından belki de en büyük farkı savaşı havaya taşıyabiliyor olmanız. kare tuşuna basılı tutunca bir aparkatla adamları yukarı atıyor, tekrar kareye basınca da yanlarına çıkıyorsunuz. istereseniz adamları tekrar yere çarpıp üzerlerine ağ atarak saf dışı bırakabiliyor, isterseniz adamı havada ağlayıp yere ya da bir binaya çarpıp ora yapıştırabiliyor, isterseniz çeşitli kombinasyonlarla havada dövmeye devam edebiliyorsunuz. oyunda gatgetların ve web-shootlerarın kullanımı düşmanları saf dışı bırakmanın en büyük yolu. bir adamı bayılana kadar dövmek yerine yere düşmüşken ya da duvara yakınken ağlayıp oraya sabitleyebiliyorsunuz. ayrıca oyundaki gadget çeşitliliği çok yerinde ve hepsi kendine bir taktiksel kullanım alanı bulabiliyor. bu yüzden combat sistemi arkham serilerindeki yumrukla, xx ile adamların üzerinden atla, countera bas, adamları tekrar yumrukla sisteminden daha derin ve daha eğlenceli olarak karşınıza çıkıyor. ayrıca spider-man'da da arkham oyunlarındaki gibi finisherlar var ve animasyon sayısının epey daha güzel olduğunu söyleyebiliriz. ilk defa gördüğünüzde "vay be" dedirten cinsten.

    ayrıca combatta focus adında bir sistem de var. yukarıda bahsettiğim finisherları bir focusunuz olduğunuzda kullanabiliyorsunuz. oyuna bir bar ile başlıyorsunuz ama seviyeniz arttıkça üç taneye kadar focus barınız olabiliyor. ayrıca bu focus özelliğini kendinizi iyileştirmede ve dövüş sürenizi uzatmada da kullanabiliyorsunuz, ki çok yerinde düşünülmüş.

    oyundaki yan görevler fena değil, ama ana görevler yanında sönük kaldığını söylemek pek de yanlış olmaz. tombstone görevi hariç diğerlerine ortalama diyebiliriz. güvercin yakalamasıdır üniversite öğrencilerini kurtarmasıdır fena görevler değil, ama mükemmel de diyemeyiz. bu görevleri eğlenceli kılan diğer bir unsur da aradaki konuşmalar ve espriler oluyor. oraya git, adamı döv, geri gel, tekrar git, tekrar adamı döv şekline benzese de söz konusu karakter spider-man olunca yaptığı bir iki şaka bile o anı sizin için eğlenceli kılmaya yetebiliyor.

    oyunun seslendirmesine gelecek olursak tek kelime ile efsane olmuş. spider-man/peter parker'ı yuri lowenthalseslendiriyor. espriler, şakalar olsun tek kelime ile inanılmaz olmuş (sana bakıyorum spider-cop*) ve size oynadığınız karakterin spider-man olduğunu her saniye hatırlatıyor adeta. ayrıca seslendirme demişken arada çıkan j jonah jameson podcastleri de oyuna inanılmaz bir hava katıyor ve sizin modunuzu bir anda yükseltebiliyor. en basitinden yaptığınız research station görevlerinden sonra bile üzerine yeni bir program yapıp komedi unsuru gerçekten kaliteli olan bir diyalog ortaya çıkıyor. kısaca seslendirmesi de 10 üzerinden 10 diyebiliriz.

    grafiklere ve photo mode'a pek bir şey yazamıyorum çünkü düz övgü olacak ne dersem diyeyim. mükemmel, inanılmaz, sansasyonel...*

    toparlayacak olursak oyun mükemmele yakın bir oyun, ve gerçekten beklendiğine kesinlikle değdiğini söyleyebiliriz. oyundan keşke olsaymış diyebileceğim birkaç tane kostüm var, çizgi romanlardaki iron spider olsun, superior kostümü, bagman kostümü olsun, en azından eski filmlerden kostümler falan ne bileyim çok daha iyi olabilirdi. çoğunluğun aksine simbiyot kostümün dlc ile gelmesini katiyen istemiyorum, çünkü o ayrı bir oyunun konusu ve kendi oyununu hak ediyor kesinlikle.

    öte yandan oyunu %100'lemem 35 saat kadar, hikaye modunu bitirmem de aşağı yukarı 13-14 saat sürmüştür diye tahmin ediyorum. çok fazla şehirde gezip sırt çantası falan topladığım için kesik kesik oynadım ama bana yeterince uzun hissettirmedi. gönül isterdi ki ana hikaye 20 saat olsun ama o zaman bu kadar etkileyici ve başyapıt derecesinde olur muydu bilinmez.

    benim oyuna son puanım üstte bahsettiğim sebeplerden dolayı 9.5/10. konsol aldırtır mı? aldırtır. goty adayı mı? evet goty adayı. ha kazanır mı? pek kazanabilir gibi değil. arkham oyunları ile kıyaslarsak hemen hemen her şeyiyle arkham knight'tan fersah fersah iyi olduğunu düşünüyorum. aşağıda kalan kısımlarına gelecek olursak arkham knight'taki yan görevler çok daha dolu doluydu ve daha güzel bir hikayeyi anlatıyordu. stealth sistemi çok daha iyiydi. ama geri kalan her şeyde spider-man kazanıyor diyebilirim. arkham city ile kıyaslarsak da ikisi benim için kafa kafaya fakat yeri bende çok ayrı olduğu için arkham city'e bulmacalarından ve uzunluğundan dolayı bir tık daha fazla puan verip önde olduğunu söylüyorum. fakat bu şekilde devam ederse ikinci oyunda spider-man onu da geçebilir, hiç şaşırmam.
    --- spoiler ---

    sıralama yapmam gerekirse:

    arkham city>~spider-man>arkham asylum>arkham knight

    diyorum.

    son olarak tanım: inanılmaz örümcek-adam'ın inanılmaz oyunu.

  • adam yardır yardır gelen sorulardan sonra demiş ki: ''uçakta türk var mı bilgimiz yok. arkadaşlarımız araştırıyor. olumlu ya da olumsuz bir şey şu anda söyleyemiyorum. umarım yoktur"

    lan gerçekten mal mısınız amk ? adama türk yolcularla ilgili sorulmuş. o da temennisini bildirmiş. umarım hepsi türk yolculardır mı deseydi yani ?

    hayır akp ' den zerre hazzetmem ama haberi daha doğru düzgün okumadan adamın lafını cımbızla çekip linç etmeyin.

    siz olsaydınız ne açıklama yapardınız hakikaten merak ediyorum. nerenizle okuyorsunuz haberleri gerçekten bilmiyorum.

    edit: şunu eklemeyi unutmuşum eksik kalmasın. adamlar öncelikle merak içerisinde olabilecek türk yolcu yakınlarını düşünerek yapmıştır muhtemelen bu açıklamayı.

    sizin bir yakınınızın o uçakta olma ihtimalini düşünün ! hele de fransa cumhurbaşkanı tarafından türk yolcuların olabileceği yönünde bir beyanat verilmiş. tedirginlik yaşayan binlerce insan var türkiye'de belki de. ve adamdan alelacele birşeyler söylenmesi istenmiş muhtemelen. şu şartları göz önünde tutunca bunun yerine ne söylenmeliydi anlayamıyorum.

    nefes almadan yapılan muhalefet anlayışına yuh diyorum.

    ya benim yazım debe'ye girmesin. öyle bir derdim yok. ama bu başlığın ilk entry'si debeye girecekse daha da yazmayayım ben bu sözlükte

  • "uçabildiğini kimseye söyleme. öyle bir inanmazlar ki, düşersin..."

    kim söylemiş unuttum ama çok doğru demiş. bir iş sonuçlanmadan, bitmeden anlatma kimseye ki senin yapacağına inanmayıp seni de inandırmasınlar ya da kem gözleri değmesin de işin rast gitsin. çok kıskanç ve basiretsiz insan var!

  • bu ülkede olmuş olsaydık, tüm sahil oylarını alacağı için chp her seçimde tek başına iktidar olurdu.

    tanım: şili'nin iki meridyenin arasında uzunlamasına uzanmış olmasından kaynaklanan durum.

  • hacettepenin a.b. ofisinde çalışan bob'un yapmadığı şeyler.. geçen şöyle bir diyalog geçti aramızda telefonla:

    - merhaba.. ab ofisi?
    - hi bob..
    - buyrun?
    - şöyledir böyledir.. tamam bi dakika ben aktarayım az sonra..
    - ya bob senin türkçen şahane?
    - estağfurullah..
    - estağfurullah? ya nası öğrendin bu kadar iyi konuşmayı..
    - teveccühünüz efendim sağolun.. mübalağa ediyorsunuz..

    orda bıraktım artık.. sonra bi fener gassaray derbisi geyiği yaptık.. normal değil şerefsizim..

  • bunu diyen arkadaş yurt dışında bir süre yaşayıp kahvaltı anlayışımızın ne kadar kuvvetli olduğunu anlaması lazım. bu kadar geniş ve güzel kahvaltı sofrasına sahip başka bir ülke yok. (bkz: çakırlar köy kahvaltısı)

  • demokrasinin doğru düzgün işlemesi için zaruri olan bir sistem bence. bu kadarla bırakmıyorum tabi ki:

    * tesettür butikler: 0.5 oy
    * standart insan: 1 oy
    * üniversite mezunu insan: 2 oy
    * yüksek lisans mezunu: 2.5 oy (ingilizce bilmeden parasını bastırıp ingiltere'ye mba yapmaya gidenleri saymıyoruz)
    * profesör filan, yaşlı bilgililer: 4 oy
    * sevdiğim arkadaşlarım: 4 oy
    * tkp'liler: 20 oy (bakalım millet vekili sokabilecekler mi, meraktan yani)
    * uygur kardeşler, sertaç ortaç filan: -500 oy (oy verdikleri parti haricindeki tüm partilere eşit bölüştürüp dağıtacağız)
    * mortifera'nın oyu: 500000 oy

  • türkçe literatürde kendine pek yer edinememiş bu kavram; koşuşturma kültürü, acele kültürü, tükenmişlik kültürü ya da toksik verimlilik olarak bilinmektedir. en kaba tabirle, kişide sürekli çalışma isteği bulunması, kişinin çalışmadığı veya bir şeyler üretmediği zamanlarda suçluluk duygusuna kapılması, dolayısıyla kendisini mutsuz ve neredeyse işe yaramaz hissetmesi olarak tanımlanmaktadır.

    sosyal medya ise bu kültürün oluşumunda ve gelişiminde doğrudan veya dolaylı olarak ciddi etkileri olan korkunç bir bataklık. çünkü çok çalışmanın en çok yüceltildiği, iş-yaşam dengesinin bozulduğu bir yaşam stilinin en çok güzellendiği yer burası. özellikle influencerlar aracılığıyla yapılan;
    -uyku güçsüzler içindir*
    -acı yoksa kazanç da yok*
    -sıkı çalışma karşılığını verir*
    -tanrıya şükür, bugün pazartesi*
    -başarılı olduğunda eğlenebilirsin*
    -yorulduğunda değil, bitirdiğinde dur* temalı süslü paylaşımlar, halihazırda insanların başkalarıyla kıyastan doğan çalışkanlık halini iyice körükleyip onların başkalaşmasına sebep olmakta, bu kişilere kendini tüketene kadar çalışmasını, elinden gelenin katbekat fazlasına zorlanmasını dayatmaktadır. son zamanlarda sosyal medya hesaplarında ne kadar meşgul oldukları, aynı anda kaç milyon şeyle uğraştıkları ile ilgili sürekli kendini gösterme çabası altında paylaşım yapan insanlar görmemizin sebebi bu. kültür, bu insanlar arasında çalışkanlık, üretkenlik ve performans gibi şeyleri ölçmek için bir standart haline gelmiş.

    koşuşturma kültürü, adından da anlaşılacağı üzere, kişinin kısa zamanda sosyal itibar görmesine, kariyer basamaklarını hızla tırmanmasına veya beklenilen terfinin yakın zamanda alacağına inanmasına sebep olan bir motivasyon kaynağı gibi gözükse de fedakarlık olduğu kadar yanılgı, motive edici olduğu kadar da sağlıksızdır. kişinin başarıya gidilen yolda yapılan hatalardan ders çıkarıp sebat etmesi yerine hedefe ulaşmak için acele edip durmaksızın ve sıkı çalışıp sürekli yeni projeler ve çözüm önerileri üretmekten yaratıcılığı tükenen ve sonucunda tükenmişlik sendromuna kapılan bir bireye dönüşmesi ise kaçınılmazdır. şöyle ki, insan belirli bir zamanda, belirli bir kalitede yapılması gereken iş miktarı ve işi üzerinde sahip olduğu seçim yapma, karar verme, sorun çözme ve sorumluluklarını yerine getirme olanağı üzerindeki kontrolünü yitirdikçe devamında stres, sonucunda da psikolojik, duygusal ve fiziksel tükenmişliğe kapılmak gelecektir.

    peki nedir bu psikolojik, duygusal ve fiziksel tükenmişlik?

    duygusal isteklerin fazlaca kendini gösterdiği ortamlarda çok fazla çalışmaktan kaynaklanan, bedensel yıpranma, çalışma arkadaşları ve hayata karşı negatif davranışlar oluşturulması gibi göstergelerin eşlik ettiği bir durumdur. bu durumu psikanalist josh cohen çalış(ma)mak: daha ciddi bir mesai kitabında; "insan bunu tüm iç kaynaklarını tükettiğinde ve buna rağmen kendisini devam etmeye zorlayan kompulsif dürtüden kurtulamadığında hisseder" şeklinde açıklar. kendini çok yorgun hissetme, fiziksel enerji düşüklüğü, yorgun uyanma, uyku bozuklukları, sık hasta olma, geçmeyen bedensel ağrılar, solunum güçlüğü, kalp çarpıntısında artış, sindirim sistemi ile ilgili sıkıntılar, yalnızlık, duygusal açıdan çöküntü, çabuk öfke ve abartılı şekilde tepki, karar vermede güçlük, sık sık kararsızlık yaşama, emin olmama, daha önce keyif alınan etkinliklerden çabuk sıkılma, konsantrasyon problemleri, kendini geri çekme, unutkanlık, dalgınlık, değişime direnme, çaresiz hissetme, keyifsizlik, tartışmalardan kaçınma, hayal kırıklığı, çökkünlük, özgüvenin düşmesi, kendini değerli görmeme, eleştirilere kapalı olma, yabancılaşma, ümitsizlik gibi belirtiler gösteren tükenmişlik sendromu günümüzde modern insanın en büyük sorunlarından biri haline gelmiştir. hatta dünya sağlık örgütü (who), 1974 yılında herbert freudenberger tarafından ilk defa tanımlanan bu sendromu 2019 yılında uluslararası hastalıklar sınıflandırmasının 11. gözden geçirmesinde listeye alarak mesleki deformasyon olarak kayıtlara geçirmiştir.

    sonuç olarak, bu kapitalist kültür, insanların sürekli üretkenliğini arayan, fakat boş zamanlarını da ele geçiren; onların iliğini, kemiğini kurutarak şahısların, şirketlerin ya da kurumların kâr kaynağı haline getirmiştir. kendi işi için 7/24 koşturanı anlarım da sabit maaşla çalışıp başkaları için insanın kendisini tüketmesi çok acı. sadece "çalıştığı, bir şeyler ürettiği" takdirde insanların kendisine saygı duyma hali de bu kültürün psikolojik açıdan ne kadar tahrip edici olduğunun korkunç bir gerçeği.