• mohaç meydan muharebesi kazanıldıktan sonra istanbul'da halkın da katıldığı büyük kutlamalar düzenlenmiştir. bu kutlamalar esnasında bir çok hırsızlık olayı yaşanmış hatta kolluk kuvvetleri sokağa inmiştir. bu hırsızlık olaylarından en dikkat çekeni topkapı sarayı kütüphanesinde yaşanan hırsızlık olaylarıdır, kütüphaneden bir çok eserin çalındığı iddia edilmektedir. çalınan eserler arasında sultan ıı. bayezid'in şehname-i hümayun adlı el yazması kitabı, mısır valisi hüseyin kaptan'ın mektupları, hatuniye medresesi'nden getirtilen el yazması kitaplar ve resimler bulunduğu söylenmektedir.
  • binlerce yıldır mor rengi neden bu kadar değerliydi? / neden günümüzde de hiçbir ülke bayrağında ana renk olarak mor renk bulunmaz?

    binlerce yıldır mor rengini elde edebilmek için murekse ihtiyaç duyulmuştur.

    mureks nedir?
    antik dönemlerde mor rengi elde edebilmek için kullanılan kabuklu deniz canlısıdır.

    fiyatı:
    o zamanlar için 1 kilo mureks moru için 1,5 kg altınla eşdeğerdi.

    ülkemizde de özellikle antalya'da andriake - aperlai - phaselis gibi antik kentlerde ticareti yapılmış bir çeşit deniz kabuklusur. görsel

    tarihi:
    mureks boya üretimi doğu akdeniz'de m.ö. 2000'li yılların başından beri yapıldığı tahmin edilmektedir.

    tunç çağı'nda levant bölgesi (doğu akdeniz/kenan bölgesi/günümüz suriye filistin kıyıları) ve troya 5 katmanında mureks kabuğu atıkları bulunmuştur.

    özelliği:
    asilliğin ve zenginliğin göstergesi olarak antik devirlerde mureks moru kullanılırdı. bazı dönemlerde mureks morunu imtiyaz sahibi olmayanlar dışında kullanımı yasaktı.

    ilk yasaklar:
    mureks moruna yasal olarak ilk kısıtlama m.ö. 8. yy.'da sparta 'da evlerde mor örtülerin kullanımının yasaklanmasıydı.

    roma 'da imparator caligula döneminde mor renk, imparatorluk sembolü haline getirilmeye çalışılmış, halkın kullanımına yönelik kısıtlamalar uygulanmış, hatta imparator mor ile gösteriş yaptığını düşündüğü bir vasal kralı ölüme mahkum etmiştir.

    1. yy'ın ortalarında nero ilk defa mor boya maddesinin ve ürünlerinin ticareti üzerine kısıtlama getirerek mor rengin imparatorluk sembolü statüsünü sağlama almıştır. imparator nero 'nun, bir seferinde esnafı denetlemek için pazara ajan göndererek mor boya sattırdığı ve kim alırsa dükkanını kapattırdığı; ayrıca resitallerden birine yasak mor giysiyle gelen bir kadının kıyafetine ve tüm eşyalarına el koydurduğu bilinmektedir.

    izin:
    ms. 2. yy'da pax romana döneminde mor üretimi ve giyilmesi büyük ölçüde serbestti.

    soylular ve zenginler arasında:
    m.ö. 14. yy'da hitit kralı şuppiluliuma'ya gönderilen hediyeler arasında kral, kraliçe, prensler ve soylular için mor renkli giysiler de vardı.
    büyük iskender öldüğünde mor giysiler içinde görülmüştü ve tabutunun üzerine mor bir örtü örtülmüştü.

    homeros'un ilyada ve odysseia eserlerinde kralların ve prenslerin mor giysiler giydikleri görülür.
    ilyada 'da agamemnon, akha gemilerini teftiş ederken mor pelerinini elinde tutar.
    hektor'un küllerinin koyulduğu altın urne de mor renkli peploslarla sarılmıştır.
    kral odysseus, troya savaşı için ülkesinden ayrıldığında karısı penelope ona mor bir pelerin vermiştir.
    akhilleus'un çadırında mor örtüler bulunur.

    lüks karşıtlığı:
    m.ö. 1. yy'da cicero, siyasi rakiplerini "lüks içinde yaşamakla suçlardı

    üretimi:
    binlerce mureks canlısıdan birkaç gram mor renk elde edilebiliyordu. (400 kabukludan 7 mg saf boya çıkarılmıştır.
    ayrıca çok pis kokar. bu canlılar hiç beslenmeden haftalarca hayatta kalabilirler.

    boya maddesi canlının salgı bezinden üretilmektreir.

    günümüzde:
    real madrid futbol takımının renkleri de kraliyet futbol takımı olduğu için mor renktedir.

    morun herkesin elde edebileceği bir renk haline gelmesi ise 1856 yılında henüz 17 yaşında iken ingiliz kimyager william henry perkin'in şans eseri sentetik mor rengi keşfetmesiyle mümkün oldu.

    kaynak: akmed vakfı ve başka arkeolojik eserler
  • abd’de bazı duruşmalar haberlere konu olur; mahkemede şüpheli savunulurken hapse düşemeyecek kadar güzel olduğu söylenir. hakim de beraat verir, sonra olay iyice magazin olur. işin sonunda güzel kazanır. tip güzelse kazanır.

    bu güzele yapılan güzellik amerikan mahkemelerine ve güzellerine has değildir. osmanlı tarihinde de var böyle benzer bir hadise.

    padişahlar, şehzadelerin doğumunda ya da kızının düğününde mahkumlara dar kapsamlı da olsa af çıkarırdı. en çok kullanılan af bahanesi, hükümdarın tahta çıkış yıldönümleriydi. 10. veya 15. gibi yıldönümleri.

    1901 yılında sultan ikinci abdülhamid tahta çıkışının 25. yıldönümünde adliye tarihinin en geniş kapsamlı aflarından birine imza attı. o yıl saraydan fakirlere yemek dağıtılmış ve camiilerde geceler boyu hatim indirilmiştir. bugün anadolu’da hâlâ ayakta olan çoğu saat kulesi abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümü hatırasına dikilmiştir. (izmir saat kulesi, niğde saat kulesi, adana saat kulesi, yozgat saat kulesi, tokat saat kulesi, bursa saat kulesi. hatta israil’deki yafa saat kulesi)

    bu kutlamalar olurken tabiki mahkumlar da unutulmadı. önce mali suçlar yüzünden hapiste olanlar affedildi. sonra, cinayete karışmayan adi suçlular affedildi. hiç adet olmamasına rağmen siyasi suçlular bile affedildi. sürgünden dönmelerine izin verildi.

    padişah, katilleri affederken o güne kadar rastlanılmamış bir yöntem izledi. hapishanelerde çok sayıda müebbet cezası alan mahkum vardı. bir komisyon kuruldu ve bu müebbet mahkumların suçlarının yazılı olduğu bir liste çıkarıldı. sonra bu liste padişaha sunularak istediklerini affetmesi beklendi. ama abdülhamid listeyle yetinmek istemediği için mahkumların fotoğraflarını da istedi.

    emir yerine getirildi. listedeki mahkumların fotoğrafları çekildi ve padişaha sunuldu. padişah önce dosyayı okudu ve sonra fotoğrafa bakarak affa layık olup olmadıklarına karar verdi. birçoğunu affetti ama bazılarını “suratında meymenet yok, çıkarsa başka canlara da kıyar” diyerek içeride bıraktı.

    bu mahkumların fotoğrafları yıldız sarayı fotoğraf koleksiyonundadır. bazen proje kapsamında avrupa’daki müzelerde sergilenirler.
  • "içinde biraz delilik olmayan hiçbir büyük deha yoktur."

    edgar allan poe

    büyük petro nam-ı diğer deli petro

    bilge ve faydalı bir yönetimin en büyük muhalifi yaratıcısının faniliğidir. iskender'in, charlemagne'ın, atatürk'ün ve petro'nun muzdarip olduğu sorun, insan ömrünün muhteşem tasarılar için çok kısa olmasıdır. bu tasarılar, yukarıda saydığımız insanlık tarihine damga vurmuş isimlerin ardından beceriksiz ya da kötü niyetli ellere düşerse, bir eser hüviyetine tam olarak bürünemeden yok olup gidebilir. yazımızın odağındaki isim olan petro da, kendisinden sonra gelenleri görse aziz petrus ve pavlus kilisesi'ndeki mozolesinde tabiri caizse ters dönerdi muhtemelen.
    her ne kadar rusya, petro sonrası dönemde uzunca bir süre başında güçlü ve yetkin bir kişilik olmasa da kendi ivmesiyle yükselişine devam etmiştir. bu açıdan rus çarlığı, 16. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 17. yüzyılın sonuna dek devam ettirebileceğimiz zaman aralığındaki osmanlı devlet otoritesiyle büyük benzerlikler göstermektedir.
    tabi rusya'nın petro sonrası dönemde ivme kaybetmemesindeki bir başka asli neden de petro'nun "tepeden inme" yaptığı devrimlerin sağlam temellere oturtulmuş olmasıdır. çarlığın 17. yüzyıl sonundaki toplum yapısını incelediğimizde eğitimsiz ve bağnaz bir halk kitlesi görürüz. ortodoks itikadının pagan unsurlarla çeşnilendiği slav toplumunda tabandan "çağdaşlaşmaya" yönelik bir halk hareketi beklemek ya da yenilikçi devrimlerin basit halk kitlelerince kolayca benimseneceğinden medet ummak en basit tabirle abesle iştigaldir. ancak petro, çelikten bir irade ve sarsılmaz bir inanç ile başka bir yerde gelişmesi belki de asırlar alacak olan reformlarını "yapay yollarla" bir ömür süresinde gerçekleştirmek için büyük çaba sarf etmiş ve görece başarılı da olmuştur. bu konuda kendisiyle büyük benzerlik gösteren, bahsini yukarıda da geçirdiğimiz bir başka önemli tarihi şahsiyet ise cumhuriyetimizin kurucusu ulu önderimiz atatürk'tür.

    modern rusya'nın kurucusu sıfatına haiz petro'nun iktidarı 1682'de üvey ablası sophia'nın naipliğinde ve yine üvey olan erkek kardeşi ivan'ın ortaklığında başlar. 10 yaşındaki petro; ateşli ve buyurgan bir öfkeye sahip mizacıyla disiplinsiz bir çocuktur. en sevdiği oyuncakları kılıç ve davuldur ve tarihe çok düşkündür. küçük yaşlarından itibaren büyük atası korkunç ivan'ın hayatı hakkında okumaktan büyük keyif alır. moskova sokaklarında dolaşmaktan, maceraperest kimselerden yabancı ülkelerin alışkanları ve gelenekleri hakkında tuhaf bilgiler toplamaktan zevk almaktadır ve farklı diyarları görme isteği yaşı ilerledikçe önü alınamaz bir tutkuya dönüşecektir. arkadaşlarıyla "askercilik" oynamayı çok seven küçük petro'nun teknelere ve denizlere olan ilgisi de yine bu yaş aralıklarında başlar.

    17 yaşına geldiğinde ablasının, kendisini ve annesini ortadan kaldırmak için entrikalar çevirdiğini fark eden genç petro, bir "rus saray geleneği" olarak, aynı öykündüğü büyük dedesi korkunç ivan gibi, coup d'etat düzenler ve ablasını yakalatarak ömrünün geri kalan 15 yılını geçireceği manastıra hapseder. takvim yaprakları 1689'u gösterdiğinde, varlığı ile yokluğu bir olan üvey kardeşi ivan ile birlikte "gerçek anlamda" iktidarını başlatmış olur.

    bir marangoz gibi balta sallayan, bir kazak gibi kürek çeken ya da seyisleriyle güreşip yere serilmekte bir beis görmeyen petro, 1693'de ilk büyük icraatını gerçekleştirmeye karar verir ve 200 kişilik geniş maiyetiyle beraber batıdaki arhangelsk liman kentine gider. arhangelsk'te ilk tersanenin kurulması emrini verir ve bu şekilde ilk rus donanmasının yapımına başlanmış olur.

    petro'nun hayalleri için çok para gerekmektedir ve petro çözümü serflik sistemi'nde bulur. büyük bir toprak reformuna girişen petro, manastırları ve piskoposlukları vergilendirir. her "seksen bin" serfe "bir" gemi düşecek şekilde bir düzenlemeye gider. boyarların vergilerini de arttırmayı ihmal etmez çılgın çarımız. ancak bu düzenleme soylularında teşviğiyle halkta büyük bir tepkiye yol açar. işte bu noktada petro, büyük dedesi ivan'a nazire yaparcasına büyük bir kıyıma girişir. huzursuzluğa sebep olan elebaşları tespit edilir. yakalananlar, komplo'nun mimarının manastır hayatında rahat durmayan ve petro'yu iktidardan indirmek için entrikalar çevirmeye devam sophia olduğunu itiraf ederler. sophia, rus devlet otoritesine korkunç ivan tarafından hediye edilen ! sibirya'ya sürülür. elebaşları ise parçalara ayrılarak öldürülür. kurbanların kolları ve bacakları emsal teşkil etmesi adına moskova'nın uğrak yerlerine asılır.

    başkentte huzuru sağladıktan ve iktidarını sağlamlaştırdktan sonra petro, 1697'de 270 kişilik maiyetiyle meşhur avrupa seyahatlerine başlar. bu seyahatlerin amacı hem denizcilik ve donanma dair son teknolojiler hakkında bilgi edinmek hem de avrupa'nın medeniyet anlamında hangi noktada olduğunu gözlemlemektir. yola çıkmalarının birkaç hafta sonrasında petro ve maiyeti hollanda'ya ulaşır. çılgın çarımızın ilk işi maiyetinden kurtulmak ve kimliğini petro mihailov olarak gizleyerek saardam'da işçi kıyafetleriyle toza toprağa bulanmış bir halde gemicilik sanatının inceliklerini öğrenmek olur. ressamlarla, subaylarla, mühendislerle, cerrahlarla görüşen petro, gördüğü her şeyin bir modelini satın alır. çatal bıçak kullanımına, halat yapımına, kağıt üretimine, balina avcılığına, cerrahiye ve mikroskopiye ilgi gösteren bu dinamik adam, pazarda zanaatını icra eden gezgin bir dişçiyi hayranlık ile izlemekten de geri kalmamakta ve sonrasında o dişçiyi evinde ağırlayıp ona aletlerini nasıl kullandığına dair sorular sormaktadır.

    prusya'nın ilk kraliçesi olacak olan büyük elektres sophia, petro'yla bir akşam yemeği yedikten sonra anılarına şu cümleleri yazmıştır: "doğa ona sonsuz bir zeka vermiş. ne yazık ki davranışları pek kaba !"

    ama petro, avrupa aristokrasisinde nasıl bir izlenim bıraktığını umursamamaktadır. bu 25 yaşındaki deli dolu adamın gerçekleştirmek istedikleri, sıradan insanların tahayyüllerinin ötesindedir.

    hollanda, petro'nun ingiltere'ye gideceğini, orada gemiciliğe dair en iyi eğitimi alacağını ve ingiltere'de birkaç haftada başka bir yerde bir yılda öğreneceğinden daha fazlasını öğrenebileceğine kanaat getirdiğini duyunca pek de üzülmez açıkçası. artık çılgın çar, ingiltere kralı 3. william'ın düşünmesi gereken bir problemdir !

    ingiltere saray erkanı da petro hareketlerini en basit tabirle "tuhaf" bulmaktadır ancak bilge kral william, petro'nun parlak zekasının ve idrak gücünün tanıştıkları ilk andan itibaren farkına varır. petro'nun isteklerini nezaket ile yerine getiren william, çarın ülkesinden memnun bir şekilde ayrılmasını sağlar.

    ingiltere'den sonra viyana'ya geçen petro, ülkesinden rahatsız edici haberlerin gelmesi üzerine apar topar moskova yolunu tutar. sibirya'da bile entrikalarını devam ettirmenin bir yolunu bulan sophia, ülkede bir karışıklık çıkarıp çarın yokluğunu fırsat bilerek oğlu aleksey'i iktidara getirmek istemektedir. bu bağlamda streltsyler (milisler) ile boyarları mevcut düzenin değişmesi gerektiğine dair kışkırtmaya başlar ve isyan teşvik eder. petro geri döndüğünde moskova etrikacı devrimcilerle isyancıların elinde fena halde bir kargaşanın içerisindedir. petro, bu hizip odaklarına unutulmayacak bir ders vermenin zamanının geldiğine kanaat getirir.

    petro dönüşü sonrası kendisine saygısını sunmaya gelen bütün soyluları nazikçe selamlar akabinde de hepsinin derhal tıraş edilmesini emreder. petro'nun ülkeye getirdiği yeniliklerden biri de erkeklerin sakallarını tıraş etmesini zorunlu hale gelmesidir ve hem halk hem aristokrasi bunu "dine hakaret" olarak görmektedir. zamanında petro'nun atası korkunç ivan, "tıraş olmak öyle bir günahtır ki tüm şehitlerin kanıyla yıkansanız da temizlenemezsiniz !" dememiş midir ?
    ancak kimse deli petro'ya karşı çıkmaya cesaret edemez. yurt dışındayken öğrendiği zanaatlardan biri de berberlik olan petro, birkaç uzun sakallıyı bizzat kendisi usturaya vurur. bu işi hallettikten sonra çıkartılan isyan ile alakalı geniş çaplı bir soruşturma başlatır. yüzlerce kişi isyan ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle yakalanır. petro kimsenin gözünün yaşına bakmaz ve saardam'ın korkunç marangozu'nun yani bizzat petro'nun kendisi baltayla 84 isyancının kellesini uçurur. infazlar günler boyunca devam eder ve son gün "yorulduğu" zamanlarda baltasını orada bulunan boyarlardan herhangi birine vererek infazlara devam etmesini ister.

    askeri başarıları ya da kendisinin kurduğu ve adını taşıyan yeni başkenti saint petersburg gibi icraatları da petro'yu tanımlayan önemli kilometre taşları olmak ile beraber çağının ötesindeki bu adamın en iyi tasviri devrimci hüviyeti altında yatar. istekli bir "barbarı" bile uygarlaştırmak çok zor bir iş iken, petro bir topluma "nefret ettiği" medeniyet giysisini giydirebilmek için canla başla mücadele eder.
    ona göre kimse önünde yerlere kadar kapanmamalıdır. kendisine bir şey söylemek isteyen herhangi bir kimse "dik durmalı", duramıyorsa da bastonuna yaslanmalıdır. halkı onun "kölesi" değil, "tebaasıdır". kaftan ve cübbe gibi kıyafetler tarihin tozlu sayfalarına gömülmeli, erkekler sakallarını ustura ile tıraş etmelidir. "yirmi yedi yerden kilitli" terem(bir peçe türü) kaldırılmalı, kapatıldıkları yerden çıkarılacak olan kadınlar "avrupalılar" gibi giyinmelidir. kimse evliliğe zorlanmamalı, nişanlılar düğünden önce birbirlerini görebilmelidir.

    petro, yaptığı devrimlerin benimsendiğinden emin olmak gizli bir teşkilat kurar ve reform fermanlarına petro'nun alameti farikası haline gelen "balta" eşlik eder. bu olağanüstü adam, huysuz ve öfkeli bir ulusu büyük bir güçle ilerleme yoluna sürüklemektedir. yabancı dil bilmeyen asilzadelerin doğuştan gelen haklarına el koyar. şehirlerde yeni ve daha özgür belediye örgütleri kurar ve yurttaşların ayrıcalıklarını genişletir. çağın gerektirdiği eğitimi veren okullar ve kolejler açılır. borçlulara verilen korkunç cezalar kaldırılır. nüfus sayımı zorunlu hale getirilir, miladi takvime geçiş sağlanır. kilisenin yetkileri kısıtlanır.

    dehasının idrakına varamayanlar tarafından "deli" olarak nitelendirilen bu adam, ülkesinin "kurtuluşu" için tembellik ve cehalet ile işte bu şekilde savaşmıştır.
    petro hiç yaşamamış olsaydı, rusya'nın modern uygarlığa ulaşması ne kadar zaman alırdı ? rusya için tek umudun onu bir asya devletinden avrupa devletine dönüştürmek olduğunu görebilen, bir "barbarın" kalbiyle bir avrupalının zekasının birleştiği böyle "sıra dışı" bir adam olmasaydı rusya şimdi ne halde olurdu ?
    bu soruların cevapları üzerine fikir teatisinde bulunmak bile aslında petro'nun hayatını vakfettiği "rusya eserinin" ne kadar görkemli olduğunun idrakına varmamızı sağlar.

    büyük petro'nun hayatına ve icraatlarına dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere robert k. massie'den büyük petro adlı eseri tavsiye ediyorum.
  • modern japonya'nın doğuşu

    yüzyıllar boyunca feodal yönetimle idare edilen bir imparatorluk hüviyetindeki japonya, asya'nın en doğu ucunda bir ada devleti olmasından mütevellit uzun bir zaman zarfı boyunca dış etkilere kapalı bir devlet yapısıyla idare edilmiştir.

    tıpkı kutsal roma imparatorluğu'nda olduğu gibi yönetimde düalist yani "çift başlı bir idare sisteminin" esas alındığı japonya'da mikado ve shogun'un ikili egemenliği söz konusudur. devlet yapısı itibariyle yüce mikado görünüşte iktidarın tek sahibidir ancak tanrısal doğasından ötürü ulusun dünyevi işlerinden uzak tutulmaktadır ve devletin idaresinden asıl mesul olan "ülkenin en kıdemli hizmetkarı" sıfatına haiz shogun'dan başkası değildir. shogun'un altında (emrinde) ise feodal ve askeri şefler yani daimyolar vardır. daimyolar, aristokrat sınıfı oluşturan ve samuray olarak adlandırılan askerler grubunun yöneticisi konumundadır.

    binaenaleyh devletin "gerçek gücü" shogun'un elindedir ve hüviyeti fark etmeksizin toplumu oluşturan tüm paydaşlarda mikado'ya huşu içerisinde bir saygı duyulurken, shogun'dan korkulmaktadır. mikado, öyle kutsal bir inzivadadır ki ona bakmak bile büyük bir saygısızlık olarak addedilirken, shogun ordularıyla kalelerde ikame etmekte ve sahip olduğu zenginliği bir kraliyet şatafatı içerisinde halkın gözü önünde sergilemektedir. maire de palais'nin mikado'yu giderek daha da gizlemesi ve pepin gibi tycoon unvanını alarak açıkça mutlak egemenlik iddiasında bulunması ise shogun'un gücünü ve iktidar hırsını yansıtması açısından belki de en iyi örneği teşkil etmektedir. (bkz: merovenjler) (bkz: karolenj imparatorluğu)

    8. yüzyılın sonundan başlayarak 1000 sene boyunca devam eden bu istibdat rejimi, 1854 yılında savaş gemilerinden oluşan filosuyla japonya’ya gelen amerikalı amiral matthew perry'nin bazı limanları ticarete açtırarak dış dünya ile temasa geçilmesini sağlamasıyla su almaya başlar. değişim kapıdadır ve modern dünyaya entegre olma süreci, her geri kalmış medeniyette olduğu gibi japonya'da da sancılı geçecektir. 1854 yılında yokohama'da amerika birleşik devletleri ile kanagawa sözleşmesi imzalanır. söz konusu antlaşma, japonya'nın yabancı bir devlet ile yaptığı ilk sözleşmedir ve devamı gelecektir. 1860 yılında washington'da ilk japon elçiliği açılır ve akabinde avrupa devletlerine de elçiler yollanmaya başlanır.

    1869 yılında gerçekleşen devrim, gaspçı tycoon partisinin sonu anlamına gelir ve shogunluk lağvedilirek tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alır. devrimin hemen akabinde gerçekleşen seçimlerde yabancıların (batılıların) yöntemlerinin benimsemesi gerektiğini düşünen partinin zafer kazanmasıyla mikado'nun (imparatorun) tek ve yüce başı olduğu bir hükümet kurulur. 19. yüzyılın popüler rejimi olan parlamenter monarşi hüviyetindeki bu sistemde daimyolarıyla ve samuraylarıyla birlikte tüm feodal yapı ortadan kaldırılır. (bkz: satsuma isyanı) (bkz: the last samurai)
    yeni sistemde halkın hakları, anayasanın güvencesi altına alınmıştır. başka bir deyişle, doğulu feodal askeri despotizm yerini modern, demokratik, özgürlükçü bir bir devlet anlayışına ve dahi yapısına bırakır. bütün bu gelişmelerin bir sonucu olarak kısa bir zaman zarfının akabinde japonya, uluslar tarihinde benzerine az rastlanan bir hız ile yükselip ileri uygarlıklar sınıfındaki haklı yerini alacaktır.

    japonya'nın kültürüne ve tarihine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere milton meyer'dan japonya tarihi ve j. m. roberts'dan dünya tarihi adlı eserleri tavsiye ediyorum.
  • pers kralı darius'un boğaza yaptırdığı köprü herodot'un tarih'inin 4. kitap 87. bölümünde anlatılıyor. darius köprüyü gördükten sonra deniz kıyısına iki beyaz mermer diktirmş. birinde yunan harfleri, diğerinde ise asur harfleryle savaşa götürdüğü halkların dökümünü yazdırmış.
    görsel

    köprüyü yapan samoslu(sisam) mandrokles'e büyük bir ödül verilmiş. mandrokles de bu köprünün bir tablosunu yaptırıp onu samos'ta here tapınağına astırmış. görsel
  • fatih sultan mehmet ile vlad drakula'nın kan kardeşi olması.

    kazıklı voyvoda (bkz: drakula) ile ünlü osmanlı padişahı ıı.mehmed (bkz: fatih sultan mehmet) arasındaki kan kardeşliğine varan sıkı dostluk pek bilinmiyor. şaşırdıysanız işte o her yerde okuyamayacağınız dostluğun hikayesi…

    edirne sarayı’nın merdivenlerinde iki çocuk yan yana oturmaktadır. aynı yaşlarda olan mehmet ve vlad, oyun çağının tüm masumiyetini birlikte yaşamaktaydılar. mehmet elindeki bıçakla avuç içini keserek onu vlad’a uzatır. o da aynı şeyi tekrarlar, sonra ellerini birleştirirler. böylece kanlar birbirine karışır, çocuklar kan kardeşi olmuşlardır. daha küçük yaşta olan bir çocuk, olanları gizlendiği çınar ağacının arkasından seyretmektedir. her şeyi tüm çıplaklığıyla gören radu, dehşete kapılmıştır. oradan hızla uzaklaşırken mehmet ve vlad’ın kahkahaları, saray bahçesinde yankılanmaktadır.

    osmanlı imparatorluğu’nun fetih politikası ıı.murat zamanında da sürer. romanya’nın güneyindeki eflak ve boğdan onun zamanında imparatorluk sınırlarına katılacaktır. eflak’ta görevlendirilen yerel vali “voyvoda”nın çocukları ise osmanlı saraylarına götürülür. osmanlı imparatorluğu’na yapılacak en ufak bir ihanet ihtimaline karşı çocuklar hem rehine hem de müstakbel yöneticiler olarak değerlendirilecektir. işte vlad ve radu, bu plan çerçevesinde saraya getirilirler.

    vlad, mehmet’in oyun arkadaşı olur. şehzade mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan romen arkadaşıyla yıllar boyunca, omuz omuza sıkı bir eğitimden geçer. zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşecek olan iki çocuk, koşullar ne olursa olsun birbirlerine destek olacaklarına söz verirler.

    murat ölünce ıı. mehmet tahta oturur. gelecekteki fatih’in ilk icraatlarından birisi kan kardeşini eflak voyvodalığına atamak olur. böylece nam-ı diğer “kazıklı voyvoda” efsanesi başlamış olacaktır.

    fatih sultan mehmet ve kazıklı voyvoda’nın birbirlerine verdikleri büyük destek uzun yıllar boyunca sürer. mehmet, istanbul’u aldığında eflak’ta şenlikler düzenlenecektir. her şey yolunda gitmektedir. vlad, bölgeyi büyük bir başarıyla yönetmekte ve osmanlı imparatorluğu’na olan bağlılığını sürdürmektedir. osmanlı sarayı da ona hizmetleri karşılığı hiçbir yöneticiye tanınmayan ölçüde özerklik sunar.

    ancak karpatlar’da esen sert milliyetçilik rüzgarları her şeyin değişmesine sebep olur. bölge bağımsızlık hareketleriyle kaynamakta ve pek çok kişi vlad’dan bu harekete önderlik yapmasını, babasına ait ejderha figürleriyle süslü kılıcı bir an önce beline takmasını beklemektedir.

    büyük bir çelişki içine düşen vlad, çözümü içki kadehlerinde aramaya başlar. iyice köşeye sıkışmıştır, bir yandan doğduğu toprakların akıbetine kafa yorarken öte yandan mehmet’e verdiği sözü düşünmektedir. ancak çok geçmeden, pek çok şeyi doğrudan değiştirecek bir karar verecektir.

    böylece babasından kalan ve eski romence’de “şeytanın oğlu” anlamına gelen dracul adını alır. artık kanlı drakula efsanesi başlamaktadır.

    içtikçe kendisinden geçen vlad, çevresindeki en ufak itaatsizliği bile affetmez. emirlerine uymayanlara, elleriyle akıl almaz işkencelerde bulunur. bölgedeki huzur yerini büyük bir kaosa bırakmaya başlar. kendisine çok zalim bir eğlence bulan, emirlerine uymayanları kazığa oturtup bazen günlerce süren ölümlerini keyifle izleyen “vlad dracul” yeni bir isim almaya hazırlanmaktadır. “kazıklı voyvoda” unvanı, korku içinde sokağa çıkmaya cesaret edemeyen yerel halk tarafından kendisine layık görülecektir. şatosunun etrafını binlerce kazıkla çeviren voyvodanın öldürdüğü kurbanlarının kanını içtiği bile söylenmektedir.

    elbette bu söylentiler istanbul’a ulaşır. fatih, önce kan kardeşinin sapkın davranışlarına inanmak istemez. ancak yine de eflak’a olanları araştırmalar için bir heyet gönderir. fakat voyvoda, fatih’in elçilerini bile kazığa oturtmayı göze alır. fatih aldığı yeni haberler nedeniyle öfkeden deliye dönmüştür. vlad’a eski günlerin hatırına bir mektup yazar. ondan vahşet gösterilerine son vermesini emretmekte, osmanlı sarayına olan bağlılığını yinelemesini istemektedir. fakat vlad, mektubu elinin tersiyle bir kenara iterek bağımsızlığını ilan ettiğini ve osmanlı iradesini tanımadığını bildirir.

    bunun üzerine fatih ipleri koparır ve 1462 yılının baharında hazırladığı büyük orduyla balkanlara doğru yola koyulur. fatih, vlad ve isyana destek olan tüm yerel yöneticileri ortadan kaldırmayaant içmiştir. kılıç sesleriyle eflak ve boğdan içlerine kadar yürünür. voyvoda, 900 metre yüksekliğe erişen sarp bir dağın zirvesinde kurulu poeinari kalesi’ne çekilmiştir. birbirlerini çok iyi tanıyan kan kardeşler arasında büyük bir sinir harbi başlar ve kuşatma çok uzun sürer. bu psikolojik savaşa dayanamayan vlad’ın biricik karısı elizabetha, kendini kalenin surlarından aşağıya bırakıverir.

    fatih ise, istanbul’un güvenliğini tehlikeye atacak kadar uzun süre balkanlarda kalmıştır. çok geçmeden, askerlerinin büyük bir bölümünü yanına alıp romanya’dan ayrılır. ancak ayrılırken çok güvendiği birini burada vali olarak bırakacaktır.

    kazıklı voyvoda, fatih’in yokluğundan yararlanıp büyük ölçüde gevşeyen kuşatmayı yarmayı başaracaktır. rumen köylülerin de yardımıyla poeinari kalesi’nden süzülen devrik voyvoda, atının nallarını ters çaktırarak, düşmanları yanlış tarafa yönlendirir. böylece macaristan’ın budin eyaletine ulaşır ve komşu ülkelerden sığınma talep eder.

    vlad tam 14 yıl boyunca macaristan’da sürgün hayatı yaşar. tüm olanları unutmuş görünse de aklı hala eflak’tadır.

    1476’da macar kralı matiei corvin ve moldova prensi büyük stefan’ın yardımıyla güçlenen voyvoda, eflak’a dönecek ve yeniden mücadelesine girerek, bir kez daha bağımsızlığını ilan edecektir.

    diğer tarafta ıı. mehmet, vlad’ın ihanetini hiçbir zaman aklından çıkarmamıştır. son derece tehlikeli bu isyankarın attığı en ufak adım bile imparatorluk tarafından izlenmektedir. artık mehmet için verdiği söz ve kan kardeşliğinin bir tarafa bırakılma zamanı gelmiştir.

    eflak’taki yeni vali, fatih’ten aldığı emir doğrultusunda vlad’ı yanında az sayıdaki destekçisiyle birlikte transilvanya ormanlarında sıkıştırıp öldürür. eski prensin başı sarayın isteği üzerine istanbul’a getirilir ve kurbanlarına yaptığı gibi bir kazığa oturtularak istanbul sokaklarında görücüye çıkarılır.

    fatih, iki kez kazık yediği kan kardeşi kazıklı voyvoda’dan sonsuza dek intikamını almıştır. vlad’ın başsız bedeni, bükreş’teki snagov manastırı’na gömülür. hesap kapanmıştır.

    hikayenin asıl başlangıcına dönecek olursak, mehmet ve vlad’ın kan kardeşi olma ritüeline gizlendiği yerden şahit olan küçük bir çocuk vardı; vlad’ın kendisinden beş yaş küçük kardeşi radu. o da tıpkı ağabeyi gibi edirne sarayı’nda iyi bir eğitim alarak büyüyecektir. olağanüstü yakışıklı bir delikanlı olan radu, mehmet’in tahta geçmesiyle birlikte onun gözdelerinden biri olacaktır. fatih sultan mehmet, poeinari kalesi’nden ayrılırken de çok güvendiği radu’yu vali olarak bırakacaktır.

    vlad’ı transilvanya ormanlarında yakalayarak öldüren ve kesik başını fatih’e yollayan da devrik voyvodanın kardeşi radu’dan başkası değildir…

    -alıntı-
  • “tarihin cemaziyel evveli” diye bir kitap var. içi şaşırtıcı tarihi bilgilerle dolu. bir de “geçmişe mazi derler” kitabını öneririm. tarih meraklıları kesin okumalı.
  • ortaokulda, hadi bilemedin en kötü lisede öğretilen sıradan yahut şaşırtıcılığı olmayan tarihi bilgileri gelip şuraya ufuk açıcı bir şeymiş gibi yazmayın yahu. bazen öyle entryler okuyorum ki; ya sizin şaşırma skalanız çok düşük ya da 30 yıldır kış uykusundaymışınız da daha dün uyanmışsınız, hızlıca tarih 101 dersi almışsınız, öğrendiğiniz her şey size şaşırtıcı geliyor gibi şeyler yazıyorsunuz.

    adam utanmasa, "1453'te istanbul'u fetheden komutanın ismi mehmet'miş vay mk." yazacak.

    bu da böyle saçma sapan bir hezeyan oldu. neyse, üzerime mâlum butonu atmanıza gerek yok, ben kendi derdimi kendim sikebilirim.
  • eşler arasında boşanma yollarının tarihte birçok çeşidi ve bahanesi vardır. lakin ortaçağ almanyasında bu boşanmaların bazıları biraz farklıydı. taraflar duruşma yerine düello talep edebiliyordu ve işin sonu ölüme gidebiliyordu. karı koca arasındaki anlaşmazlıklarda tanık bulmak zor olduğu için ve kimse evlilikteki beceriksizliğini itiraf etmediği için evlilik düellosu kazanan kişiyi tespit etmede doğru yöntem olarak kabul edilmişti.

    1467'de alman eskrim ustası hans talhoffer kılıç teknikleri için resimli kitabı fechtbuch'u yazmıştı. bu kitap ayrıca karı kocaların artık anlaşamadığı durumlarda yapacağı düellolar için talimatlar da içerir.

    kocanın karısı üzerindeki bariz fiziksel avantajı göz önüne alındığında, kadına bazı ayrıcalıklar verildi. erkek bir eli arkasından bağlı olarak, diğer elinde sopayla beline kadar açılan bir çukura konulurdu. kadın, her biri kumaşa sarılı üç taşla silahlandırılırdı. erkek çukuru terk edemezdi ama kadın çukurun etrafında dolaşmakta özgürdü.

    adam eli veya koluyla çukurun kenarına dokunursa, ceza olarak sopayı hakemlere teslim etmek zorunda bırakılırdı. bu kısa mola anında kadın ona taşla vurursa o da taşlarından birini kaybetmiş olurdu.

    düello seçeneğinden sonra yargıçlar hazırlık için her iki tarafa bir ay süre veriyordu. bu süre antrenman için planlanıyor gibi gözükse de aslında karı koca belki anlaşır da vazgeçer diye verilen bir zamandı. düelloda kadın taşla adamı yaraladığında yargıçlar ölümle sonuçlanmaması için düelloyu kadın lehine bitirebiliyordu. ya da erkek kadını çukura çektiğinde bitirebiliyordu. yargıçlar müdahale etmekte geç kaldığında sonuç bir tarafın ölümü de olabiliyordu. adı üstünde; düello. iki taraf da öldürmek için oradaydı.

    görsel
hesabın var mı? giriş yap