• biricik patronumun benden çeşit çeşit su tabancası almamı istemesi.

    dayanamayıp, "napıcaksınız efem su tabancasıyla" diye sorduğumda da, "evin bahçesini kediler bastı, bahçede rahat oturamıyoruz, oturduğum yerden tabancayla üstlerine su sıkıcam" diye cevap vermesi.

    işte böyle yaratıcı fikirleri olduğu için o patron, ben çalışanım :p
  • iş yerinde iş amaçlı kullandığım msn messenger programında müşterimiz olan firmalardan birinin muhasebe sorumlusu kadına vergilerin ödeme tarihlerini yazarken , 31.03.2009 yazmamla monitörde 31 çeken kocaman bir el ve tarrak eşliğinde ekrana attıran 31 harfinin yerine koyulan ifadenin çıkması ve benim monitöre bakmadan yazıp göndermem . bu olay bende anlık tansiyon düşüşü ve soğuk terleme yaratmıştır. uzun bir süre msn kullanmamama vesile olmuştur.
  • taze taze yazalım.

    iş yerindeki çaycı göreve yeni başlamış, 50'li yaşlarda, kafası hafif kırık, ilgili, işini iyi yapmaya çalışan bir abimiz. izin alan arkadaşımızı ertesi gün "aradınız mı? sağ salim varmış mı?" diyecek kadar hatırşinas...bu devirde böylesi biraz fazla geliyor, her sözünde dumur oluyoruz.

    fakat hiç birisi az önce, yıllardır kullanılan lavaboyu, "bu çok kirlenmiş, zor temizlenir, leke çıkmaz, değiştirelim" deyip, bile isteye kırıp yeni lavabo getirtip, eskisini de "ya allaaaaah!" nidalarıyla balkondan aşağıya atması kadar dumur edici değildi. neyse ki yanıbaşımızdaki şantiyenin bu tarafında herhangi birisi yokmuş. adam bakmadan fırlattı lavaboyu yahu!

    bütün bunların hepsini 5 dakika içinde ve müthiş sakin bir şekilde yaptı. şimdi yeni lavaboyu yerine takıyor.

    ed: biz 4. kattayız, lavabo hâlâ aşağıda eflatun film logosu gibi durmakta. çaycı abi devam ediyor, yeni lavabo gıcır...
  • eskiden makine imalatı yapan bir firmada ekip lideri olarak çalışıyordum.

    2-3 sene önce bir sipariş aldık. tabi siparişle bizim anladıklarımız arasında ufak tefek farklılıklar mevcut.

    müşteri bizden 1 `:yazıyla: bir` adet makine üretmemizi istemiş.

    bizim proje lideri 2 tane anlamış. bize geldi 2 tane makina yapıcaz dedi. biz de 2 makine için fiyat teklifi verdik.

    adam da teklifi kabul etti, siparişi verdi.

    bir de vakit nasıl dar. ben ekibin ensesinde boza pişirip zamanında yetişecek şekilde 2 tane makine yaptırdım. müşteriyi çağırdık sevkiyat öncesi gel bak diye. ilk makineyi inceledi, sonra ben dedim, ikincisi de birincisinin aynısı. adam boş boş baktı bana. sonra bana bir tane lazım dedi.

    ulan nasıl bi tane lazım, projeciye baktım. yanlış anlamışım diyor.

    müşteriye diyorum, ulan sen sipariş vermişsin işte 2 tane diye, teklifte de yazıyor. fark etmedim diyor. konuştuğumuz tutarlar oldukça yüksek bu arada. pazarlık yapsan 3 tane ferrari 599 gtb f1 alırsın. yalnız liste fiyatlarına baktım, biraz pazarlık şart.

    makine elimizde şu karikatürdeki oyuncak ayı gibi kaldı yemin ediyorum.

    tık

    neyse, durumu üst yönetime anlatmam lazım ama karikatürle olmaz, ulan nasıl anlatıcam diye düşündüm 2 gün. normalde iş hayatını hiç sallamam, işten çıktıktan sonra umrumda olmaz. ama hayatımda ilk defa zor uyudum gece.

    ben daha kara kara düşünürken, 2 gün sonra telefonum çaldı. yurtdışından bir numara. adam, siz bilmem nereye bir makine yapmışsınız aynısından biz de istiyoruz, tedarik süresi ne olur diye sordu.

    iş yerinde sıklıkla milleti işlettiğim için bana da arada yaparlar. dedim kesin işletiliyorum.

    ama bozuntuya da vermiyorum. kontak bilgilerini aldım, sistemden sorguluyorum, evet öyle biri de var.

    makine bu, özel üretim, normalde elimden hemen çıkarmam lazım. tabi adama da elimde kelepir bir tane var, istersen sarayım diyemiyorum. kısa sürede yapar göndeririz dedik. adam sipariş geçti.

    birkaç gün sonra yöneticiler üretim alanında dolanırken bu makine neden burada diye sordu. ben de iki müşterinin makinasını da arkadaşların eforunu daha verimli kullanmak için aynı anda ürettik, sadece birinin sevkiyatı biraz daha ileri bir tarihte diye açıkladım.

    bu fikrimin çok mantıklı olmasından yola çıkarak, böyle siparişleri birleştirerek nasıl ilerlenebilir üzerine workshop yaptık. ben uzunca bir süre verimlilik konularında bilir kişi olarak tanındım.

    o zamandan beridir, anamın babamın hayır duasının hep arkamda olduğuna inanırım.

    yoksa oyuncak ayıyla bize ne yaparlardı, düşünmek bile istemiyorum.
  • aşçılık mesleğine gönül vermiş çiçeği burnunda bir stajyerken ve günde 16 saat çalışıp bu hevesli bünyeyi hayata küstüren ustam ile aramdaki olaydır.

    söz konusu usta afedersiniz çişe bile giderken izin istediğim ve gitmek için onun çişinin gelmesini beklediğim böylelikle wc deki herhangi bir arazi olma imkanını ve arazili dakikaları bertaraf eden şerefsizin önde gideniydi fakat yine de ustamdır özür filan işte.

    efendim otel işletmelerinde genellikle akşamları iki çeşit çorba yapılır, o akşamki çorba ise kremalı tavuk çorbası ve minestrone çorbaydı. kremalı tavuk çorbasını ben yaparken ustam da çoktan minestronu bitirmiş ve başıma dikilmişti. benim çorbam biraz cıvık olduğundan mütevellit bu adam benden pastaneye gidip nişasta almamı ve onu eritip getirip çorbayı bağlamamı istedi.

    (eğer bir çorba cıvık olursa ya un ile ya da nişasta ile bağlanır. nişasta yöntemi tercih edilmez cünkü fazla kaçarsa çorba çok koyu olur.)

    +usta: oğlum bir işi de düzgün yap bee!! bu ne len su gibi olmuş çorba tavuklar kendinden geçmiş! git nişasta getir!!
    -ben: tamam usta! ( bir koşu gider ve normal ölçüden 5 kat fazla nişastayı suda açtıktan sonra getirir) ( evet bilerek yaptım. yapamasın, ceza alsın istedim anlıyor musun? )
    +usta: lan oğlum bu hala cıvık.. git bir kap daha getir!!
    -ben: yuhaha abeyyy.. !! * hemen usta!! (gidip normalden 6-7 kat fazla nişastayı çözüp getirerek)
    +usta: lan sen ne gerizekalı birşeymişsin be!! halil!! git nişasta getir, elini korkak alıştırma! çok olsun!!
    halil: hemen usta!!

    sonuç:
    büfenin açılmasına 10 dk kala tencere açıldığında (hani barajlar kuruduğunda mevcut alan çatlar ya) çorbanın muhallebi gibi olduğunu ve içerisinde kafam girecek kadar geniş ve derin çatlaklar olduğunu mutfak şefinin görmesi ve biricik ustamın sezon sonuna kadar tüm izinlerinin iptal edilmesi. akabinde ustanın benim izinlerimi iptal etmesi. *

    utanmaz edit: biz nişasta diye pastanedeki toz krem şantiyi getiriyormuşuz. evet o çorba sütlaç gibi oldu. yaklaşık 80-90 litfreydi diyebilirim.

    itiraf: o çorbayı bıçak ile dilimleyip trabzon tatlısı olan tuzlu sütlaç diye müşterilere sunduk. evet ustalarım ekip olarak türk mutfağına vurulan bir darbeydi. ama ruslar çok sevmişlerdi, dibini ekmekle sıyırdılar.

    öneri: yemekle şaka olmaz.
  • hayvan sahipleri bilirler, mikroçip zorunluluğu geldiğinde özel kliniklerde fiyat yüksek olduğu için ilçe tarım müdürlüklerine inanılmaz bir talep olmuştu. ben de tayin, vefat, soruşturma vs sebeplerle bir anda yalnız kalmış, ilçenin tek veteriner hekimi olarak işleri yürütmeye çalışıyordum. muayene odası ve muayene masası olmadığından, koridorda, kendi masamda, yerde vs o an neresi uygunsa çip takıyorum, hayvanı tutacak bir tekniker de mevcut olmadığından hırçınsa sahibine nasıl tutabileceğini anlatıyorum, kimi yapabiliyor kimi kendisi de korkuyor, kapıda onlarca kişi sırada bekliyor falan acayip bir kaos ortamı…

    böyle günlerden birinde yine bir köpek geliyor, sahibine hayvanın mizacını soruyorum, çok sakindir diyor. benim de doğum iznine ayrılmama bir hafta kalmış, hamilelik biraz zorlu geçiyor, doktorum ayakta durmayacaksın, sürekli otur hatta uzanmalısın diyor ama ne mümkün. bırak oturmayı, bir yerden diğer yere yürürkenki boşlukta suyu zor içiyorum. neyse evrak işleri bitti, sağa sola tutunarak güç bela dizlerimin üzerine yere çöküp hayvana çipi taktım. iş arkadaşlarımdan birinin yardımıyla tekrar ayağa kalkmaya çalışırken hayvan sahibi yanındaki eşine dönüp dedi ki:

    - aaa hayret ilk defa ısırmadı

    ben: (acı bir gülümseme eşliğinde) iyi ki ilk defa ısırmadı :) ama sakin olduğunu söylemiştiniz size sorduğumda?

    - evet çok sakindir zaten pamuk gibidir sadece veterinerde iğne yapılırken hep ısırır. ama eliniz hafifmiş teşekkür ederiz

    ben: rica ederim ne demek…
  • bir şirkette işe yeni başladığım günlerde patron bir şeyler anlatıyordu, şirketin web sitesini açtı örnekler göstermek için. "bunun da yenilenmesi gerek aslında" dedi. web sitesi müzikli. ben de iş görüşmesine çağrılınca bakmışım, bu ne ya 95'te yaptığım site bundan daha profesyoneldi diye bıdılamışım, ki marquee ile "fortran ödevleriniz yapılır" falan geçiyordu. gayrı ihtiyari onayladım kafa sallayarak. kötü di mi dedi. bak normalde ketum insanım, sorulmadıkça görüş bildirmem, sorulunca da kritik bi konu değilse güzel yağni bance diyerek fikri olmayan biri gibi görünmeyi tercih ederim. o gün iyice ukala dümbeleği modumdaymışım demek ki adam orta yapınca bok var gibi yardırdım hiç değilse müzik değişse iyi olur, aslında içerikler iyi ama fonda böyle richard clayderman müziği pek olmamış vs vs diye. genel müdürün ağzı kulaklarında dinleyişi de iyice gaz veriyor bak ben demiştim o müzik olmaz anlamında sırıtıyor diye. neyse yerden yere vurmamı bitirince hatırladığım bi yorum yapmadılar, işle ilgili başlıklara geçildi tekrardan, konu kapandı gitti.

    aylar sonra öğrendim, patron müzisyenmiş, o müzik de kendi bestesiymiş. kasabalı kapitalizminin çölünde resmen vaha gibi duran bi müzisyen patrona denk gelmişim ve adamın suratına suratına bakarak besten götüm gibi olmuş demişim.
  • işyerimizde mutfak olmasına rağmen, yan masamdaki iş arkadaşımın masanın kenarına "çot çot" diye vurup yumurta soymaya başlaması. "kusura bakmayın, kahvaltı yapmadım da" demesi. buram buram yumurta kokusunun ortama hızla yayılması. buranın bir sağlık kuruluşu olması. arkadaşın görüntü itibarıyla hanım hanımcık bir hanımefendi olması. hayat. ne garip. vapurlar. tibet'te kızlar teklif ediyomuş diyolar.
  • yanlış anlaşılmalar sebebiyle gerçekleşebilecek tuhaflıklar.

    iş yerinde patronla yalnız kaldığım bir gece nöbetinde (sekreteri de gitmişti) ofise gelen biri, eliyle patronun odasını göstererek "içeride kimse var mı?"diye sorar... içeride patron olduğundan yanıtım "var" şeklindedir.
    adam on dakika sonra tekrar gelip sorar:
    -içeride kimse var mı?
    -var...
    bir on dakika daha geçtikten sonra tekrar gelip sorar:
    -içeride kimse var mı?
    -var...
    -kim var bir saattir içeride? bir şey görüşmem lazım onunla...
    -kendisi!!!
    adamın beni herkese anlatması sonucunda "o (aptal sarışın) siz misiniz?" diyerek aylarca odama gelen giden eksik olmaz...
    sonuç: hâla soruyu soranın hatalı olduğu konusunda iddialıyım.
  • yavşaklığıyla nam salmış bir müteahhitin ofisinde 4 genç kadın olarak çalışıyoruz. söz konusu yavşak adam daha önceki çalışanlarıyla yaşadığı aşk ilişkileri nedeniyle zamanında çok sopa yemiş ve kafatasını kırdırmıştır. bu kirli geçmişini bizlerden saklamadığı gibi her fırsatta övüne övüne anlatıp çeşitli yavşaklıklar yapmaktadır.

    bir gün sabah kendisi daha ofise gelmemişken şangır şungur bir cam kırılma sesiyle kapıya koştuk. adamın biri kaldırımdan söktüğü taşı cama atıp boydan boya indirmiş ve elinde kalın bir sopayla dükkanın ortasına kadar girmiştir. bundan sonrası komedi filmi gibi;

    adamın "nerede lan o şerefsiz, çabuk gel lan buraya!" diye avazı çıktığı kadar bağırması. o sırada içerideki 4 çalışanın henüz gelmediğine inandırmaya çalışırken "arayın gelsin şu şerefsizi elalemin karısına kızına bakmak neymiş göstericem, bu odunu sokucam ona " diye kükreyerek kapıların, koltukların vs arkasına bakması. sekreter kızımızın telefonu hoparlöre alarak söz konusu yavşak patronu aranıp "burada sinirli bir beyefendi odunuyla sizi bekliyor, gelseniz iyi olur" demesi. o sırada gürültüyü duyan konu komşu esnafın dükkanın önüne dizilip çekirdek çitleyerek dizi izler gibi olayı izlemesi. söz konusu yavşak patronun "beyefendiye çay ikram edin ben gelene kadar beklesin" derken mağara adamının "siktirtmesin beyefendisinin çayını çabuk buraya gelsin" diye hönkürmesi. sekreter kızımızın "şakir bey birazdan gelecek siz buyurun oturun" diye titreyerek adama koltuğu göstermesi, adamın ise "ne şakir’i len o şerefsizin adı mümin değil mi? burası mümin'in dükkanı değil mi?" demesi. hep bir ağızdan "valla bizim şerefsizin adı şakir" diyerek adama patronun fotoğraflarını ve kaşelerini göstermemiz ve mağara adamının "yav hanım bacılar kusura bakmayın sizi de korkuttum. benim aradığım şerefsiz bu değil ama siz yine de söyleyin o şerefsiz patronunuza şerefsizlik yapmasın!" diyerek ofisten ayrılması.

    patronun o hafta korkudan ofise uğramaması ve polise şikayette bulunmaması çünkü kesin bir yerlerde gene uçkurunun peşinde olması.

    sonradan mağara adamının şakir’in kardeşi olan mümin’i aradığını, mümin'in de aynı bokları yediğini öğrenmemiz.

    ofisi ateşe verip kaçmamız. *

    edit: yav debe’ye sokmuşsunuz ama şimdi o kuş gözlü saksağanın bunu görüp de “güzelim niye böyle şeyler diyorsun biz bir aile deyilmiydik?” diye mesaj atmasını istemiyorum. bu yüzden isimler değiştirildi.

    edit tva: özellikle ofisi ateşe verip kaçma hikayesini çok soran oldu bugün. aklıma geldikçe kahkaha attım sonra da nasıl olsa işsizim yazayım bari dedim. bu işi seriye dönüştüreceğim bu gidişle asfadsa.
hesabın var mı? giriş yap