• anlatacağım bu olayda bir kelime abartı varsa ne olayım:

    yıl 2004, thy'nin istanbul-kıbrıs seferi. koltuğum cam kenarı, yanıma da 40-45 yaşlarında tanımadığım bir kadın ve kocası olduğunu tahmin ettiğim bir adam oturuyor. uçak henüz havalanmamış, bekliyoruz. teyze çantasından bir kaç dua kitabı çıkarıyor, birini kocasına uzatıyor. beraber okumaya başlıyorlar. ben camdan dışarıyı seyrediyorum. kocası "hanım, şu hanım kıza da versene okusun" diyor, teyze tabii tabii diyerek bana esma-ül hüsna uzatıyor. ses etmeden alıp, göz gezdiriyorum. tabii çok sürmüyor, kadına geri uzatıyorum. kadın muhabbet fırsatı bularak heyecanla bir şeyler anlatmaya başlıyor. rüyasında ona göründüklerini söyleyip duruyor. "ben gördüm kızıııııım, vallahi gördüm, bana göründüler, içim aydınlandı" filan diyor heyecanla. "hmmm, ne güzel, hayırlısı teyzecim" filan diyorum şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak.

    uçak havalanıyor, teyze dua kitabını kapatıp, yasin alıyor eline bu sefer. ve boğulur gibi, hıçkıra hıçkıra nefes alarak, bir gülüp bir ağlayarak okumaya başlıyor. herkes teyzeye bakmaya başlıyor. teyze sanki 20 kilometre koşmuş gibi soluyor, gözlerinden yaşlar süzülüyor. bu bir süre böyle devam ediyor. teyze yasini bitirmeye yaklaştıkça hıçkırıkları artıyor.

    bitirmesiyle birlikte beni hayatımın şokuna sokan o hareketi yapıyor. başındaki eşarbı haykırarak havaya atıyor, eşarp benim üzerime düşüyor. pörtleyen gözlerimi yerinde tutmaya çalışarak teyzeye bakıp eşarbını veriyorum. beni benden alan açıklamayı yapıyor:

    "kızım bana göründüler, ben de yemin ettim, havada, gökyüzünde yasin okuyacağıma.
    çok mutluyum, böyle mezun olur gibi atasım geldi eşarbı".

    ben; "hmmmm..."
  • antalya- frankfurt seferi yas 11
    en onde tek basina uncompanied minor pozisyonu. hostesin gelip "sizi pilot bey kabine cagiriyor" demesi. gidince pilotun "sen x in kizi misin bakayim" diyerek babamla anilarini anlatmaya baslamasi.
    ardindan "yapmak istedigin bisey var mi bakalim" diye sorup "sarki soylemek isterim" cevabini almasi. yolcularin kafa ustundeki ses zimbirtilarini acarak almanca ingilizce turkce beni anons etmesiyle- mikrofonu kapmam. ilk once egil salkim sogut egil, sonra sevdigine sozu olan bir kilim dokur, ardindan beni hor gorme gardasim icra edilmesi. ucuncuden sonra pilotun "sen istersen yerine gec artik" diyerek beni kibarca yallahlamasi.

    gelen mesajlara yonelik edit: babam unlu munlu degil. pilot beyle ayni kahveye takiliyorlarmis.
  • öhöm.. moskova'ya ilk uçuşum. pencere kenarına oturdum uçağın kalkmasını bekliyorum. bir yandan da uçağa binip yerleşmeye çalışanları izliyorum. içeriye tarifsiz birşey girdi. hani olur ya slow motion. zamanın durduğu an. arkada only you çalıyor falan. siyah, omuzlara dökülen saçlar, beyaz yüz, doğal vişne rengi dudaklar, yaş 23-24, tarifsiz bir güzellik... benim gözler faltaşı gibi açılmış, allahım yarabbim diye düşünürken, bu hatun kişi geldi, geldi, geldi... yanıma oturdu. şöyle bir ufak kafa sallamasıyla selamlaştık. hatun oturdu, eşyalarını yerleştirdi. bu sarkma asılma olaylarından nefret eden bir adam olduğum için, bir yandan elimdeki derginin sayfalarına bakmaya çalışıyorum hani ilgilenmiyormuşum gibi, ama içim içimi yiyor, piyangodan büyük ikramiye çıkmış gibi bir hissiyatım var. aradan birkaç dakika geçti, hop hatun birşey sordu, hem de türkçe. şaşırdım tabi, sordum nereden öğrendiniz diye, ben istanbul'da çalışıyorum dedi. laleli'deki deri mağazalarından birinde tezgahtarlık yapıyormuş. bir yandan düşünüyorum, yahu sen holywood'a git, paris'e git, ne işin var laleli'de... tam bu sırada birisi peydah oldu, rusça birşeyler anlatmaya çalışıyor, bu hatunla birşeyler konuştular, tartıştılar, meğer biz yanlış yere oturmuşuz. (o zamanlar kiril alfabesini tam bilmediğim için ufak bir karışıklık) neyse hatun dedi ki, bizim yerimiz karşı taraf oraya gidelim. giderken elimi tuttu. bak ne diyorum. elimi tuttu diyorum. oturduk, sonra sonu gelmez muhabbet başladı tabi. 2,5 saat uçuş. dedim ki tamam kmc. olay budur, şimdi siz moskova'da bir iki görüşürsünüz. bir kahve. ardından romantik bir akşam yemeği. akabinde bir süre sonra beraber yaşamaya başlarsınız. 1 yıl sonra güzel bir düğün. hemen ardından aşkınızın meyvesi güzel bir bebek. 5 yıl sonra bir tane daha. yaşlanırsınız foça'ya yerleşirsiniz. mavi gözlü torunlarınız olur. önce ben giderim, hatun kişi mezar başında ağlar. o da dayanamaz bir süre sonra gelir. cennette buluşuruz falan diye daldım gittim ben. (bkz: 25th hour final sahnesi)

    moskova'ya geldik, ayrılırken telefonunu istedim verdi. tamam dedim, ararım, uygun olursak görüşürüz. herşey güzel, telefonu bir kağıda yazıp cüzdanıma koydum.

    1 gün sonra cüzdanı çaldırdım.

    ---------------------------------------------

    yıllar sonra gelen edit: bu macerayla ilgili, sağolsunlar, çok sayıda mesaj aldım. bir kısım arkadaşlar da sonra ne olduğuna dair sorular soruyorlar.

    olaylar daha sonra şu şekilde cereyan etti: tahmin edileceği üzere, bu kızı bir daha hiçbir yerde göremedim. bu olay 2004 eylül ayında yaşanmıştı. aradan 9 yıl geçmiş.

    ben kısa bir süre sonra evleniyorum. kız arkadaşım da aynen burada tarif ettiğim gibi biri; beyaz yüzlü ve vişne dudaklı. bu kadar yıl moskova'da hayatıma -ciddi ya da değil- giren, görsel olarak birbiriyle alakasız bu kadar insan arasından hayatımı birleştireceğim insanın aynı tarife uymasını iki şekilde açıklayabiliyorum. ya algıda seçicilik ya da kaderden kaçılmaz kardeş )

    ---------------------------------------------

    edit 2: evlendim. eylül 2013'te baba oluyorum :)

    ---------------------------------------------

    edit 3 (2015): oğlum 1,5 yaşında) ismini devrim koyduk. bir şekilde yukarıdaki hikayeye bağlayacak olursam, insanın aşık olduğu kişiye olan sevgisi güneş kadarsa, çocuğuna olan sevgisi evren kadarmış. ben bunu gördüm)

    ---------------------------------------------

    edit 4 (2018): oğlum 5 yaşında. annesiyle pek bir iletişimimiz kalmadı. ayrı yaşıyoruz. ama hem anne hem baba tarafından sonsuz sevgi gören bir çocuk. umarım anne-babanın bu durumu psikolojisini ileride kötü etkilemez. zira kaç tane bilimsel makale okuduysam, ebeveynlerin ayrı olması ama çocuğa sorunların yansıtılmamasının, birlikte ama problemli ilişkiden daha sağlıklı olduğunu söylüyor. herşeyin hayırlısı.
  • ilk yurtdışı aynı zamanda amerika uçuşumun aktarması için schipolden bindiğim uçakta yerime yerleşirken tanımadığım birinin (ingilizce) ben ön tarafta oturuyorum, siz arkadaşımın yanındasınız, yer değiştirmek ister misiniz ?" demesi. benim kabul edip eşyalarımı toplayıp yeni yerime tam gitmişken başka bir kişinin "ben üst katta first class tayım (747 di herhalde uçak), arkadaşımla beraber uçmak istiyorum, servisi iyidir, yer değişmek ister misiniz" demesi. sonrasında ilk atlantik uçuşumu kim bilir kaç bin dolarlık biletle uçulan bir koltukta havyar ve ıstakoz eşliğinde gerçeleştirmem. yaşasın arkadaşı bol insanlar !
  • uçağa, kalkışa yarım saat kala binmek ve hemen uykuya dalmak. on beş dakika sonra uyanıp, uçağın indiğini sanmak ve el bagajını alıp uçağı terk etmek.
  • kalkış için taxiwaye girmişken kanat üstü çıkışın yanında oturan adamın acil çıkış kapısını sökmesi, kapıyla ne yapacağını şaşırıp kucağına alması, pilotun koşarak kabine gelip "naaptını yav" diye sorması, yolcunun "üstünde çekiniz yazıyordu, ben de çektim" demesi, bunun üzerine pilotun kıpkırmızı olup "bilmediğin boku niye elliyorsun" diye hönkürmesi. sonra park yerine geri dönülmesi, teknik ekibin gelip kapıyı geri yerine takması, 2 saat rötar vesaire. ondan sonra da vay efendim niye rötar yaptınız bilmem ne.
  • 8 yaşında bir gudik olarak, kokpitte uçmak..

    evet efendim, bu hikayedeki gudik benim.. annem, ablam ve ben bir yaz tatili sonunda, trabzon'dan istanbul'a dönüyorduk.. istanbul havayolları vardı o zamanlar.. alana gittik kontroller yapıldı, uçağa bindik, yerlerimizi bulduk oturduk.. herşey yolundaydı, ta ki ön kapının orada yaşanan kargaşayı farketmemize kadar.. kabin ekibi ve alan çalışanları çaktırmamaya çalışıyorlardı ama bir ellerinde telsiz, diğerinde listeler, hostesler sayım yapıyorlar vs.. dedik bir şey var kesin.. tam o esnada, içlerinden birisi koşar adımlarla bize doğru gelerek :

    - yenge, sizi allah gönderdi!

    diyip, annemin yanına geldi.. babamın arkadaşıymış bu beyefendi, şirketin sorumlularından da biriymiş.. çömeldi koridorda, başladı anlatmaya..

    - yenge, bir problemimiz var.. yanlışlıkla çift bilet basmış arkadaşlar.. 2 kişi ayakta kalıyor bu duruma göre.. şimdi ben sizden rica etsem, siz ve çocuklardan biri kokpitte misafirimiz olsa.. sizden başka kimseye güvenemem bu şartlar altında..

    annemin yanıtını beklemeden, ben hemen kemerimi açtım tabii.. böyle bir fırsat kaçar mıydı hiç? zaten uçak daha havalanmadan korkudan 5 kez tuvalete giden ablamın gözleri iyice büyümüştü o anda, öldürsen gitmezdi kokpite.. hakkını da yemiş olmuyordum yani.. neyse efendim, biz annemle gittik kokpite.. daha önce hep tv'de gördüğüm düğmelerle dolu tavan gözlerimin önünde.. pilot amcaların da her zamanki gibi karizmaları üzerinde.. pilotların arkalarındaki koltuklara kurulduk annemle bir güzel, sohbet başladı akabinde..

    - adın ne senin yavrum?
    - (etrafa şaşkın şaşkın bakarken) a little bird told me..
    - korkuyor musun?
    - (deli misin amca? rüyada gibiyim) yoooo korkmuyorum...
    - aferin sana.. bak şimdi, sana rotamız boyunca hangi şehirlerin üzerinden geçtiğimizi söyleyeceğim..
    - tamam..

    sonra hatırladığım, birkaç ingilizce muhabbet, geçtiğimiz şehirler, otomatik pilotun ne olduğunu bana anlatmaları vs vs.. tek haneli yaşlarımın en eksantrik anısıdır belki de.. ah ulan diyorum bu yaşımda olacaktı ki her ayrıntıyı hatırlayayım, acayip acayip sorular sorayım pilot amcalara.. bir de diyeyim ki mesela, "abi sesiniz çok normal bak burada, şu yolculara yapılan anons esnasında kasmayın bu kadar.. hatta içinizden bazıları o kadar abartıyor ki, insan telefon sapığı uçak kullanıyor, birazdan da üflemeye başlayacak hissine kapılıyor, etmeyin.."
  • adam pencere yanında oturmaktadır, yanındaki yaşlı hanımdan müsade isteyerek tuvalete gider, dönüşte yaşlı hanım adamın yerine oturmuştur ve aralarında şu dialog geçer:

    - hanfendi yerime oturmuşsunuz.
    - ah be evladım, ben de seni indin sanmıştım. *
  • yaş ortalamasının 75, gurbetçi oranının %90 olduğu anadolu jet amsterdam uçağında, uçak amsterdama vardığında, yolcuların alkışlaması üzerine, teyzelerden birinin feci olay çıkarması, "bizi buraya getiren cenab-ı hak, siz niye pilotu alkışlıyonouzz" diye bağrınması..

    aynı uçuşta, yanımda oturan teyzenin "nereye gidiyounn" demesi ayrı bir tuhaflık..
  • sene 1993, hostesim, arka sağ motor* yanıyor, istanbul'a acil iniş için geri dönüyoruz. yolcular alev alev yanan motoru görmesin diye bokun üstünü örter gibi güneşlikleri indirdik, sanki hergün cayır cayır motor yangınıyla uçarmışız gibi yalandan rahat davranıyor, acil iniş için hazırlık yapıyoruz. belli etmesek de korkudan nefesimiz kesiliyor bir yandan da şimdi ölürsek kahraman oluruz, türk bayrağına sararlar bizi diye avunuyoruz.

    cam kenarında oturan adam bilmiyorum artık mazoist eğilimden dolayı mı ya da hayatında hiç action olmamasından ve bu dehşet anını sindire sindire yaşamak istemesinden midir nedir ikide bir güneşliği kaldırıp motora bakıyor.

    - hostes hanım
    - efendim
    - infilak eder miyiz?
    - sanmıyorum, öyle yangınlar olur arada bir, hem tek motor bile sağlam kalsa bir uçak normal iniş yapabilir, hem bu pilotumuz çok tecrübeli, daha önce de yaktı motoru, gayet düzgün iniş yaptık*. korkmayın.

    yangın mı dumurdu, cesaret verici konuşmam mı dumurdu bilemiyorum. bişeyler dumurdu ama.
hesabın var mı? giriş yap