• bu filmi izlerken, ingrid’den çok da farkım olmadığını hissettim derinden. hayır, onun kadar güzel değilim, onun kadar uzun boylu değilim, onun kadar sarışın asla değilim, onun kadar evli değilim, onun kadar norveç'li değilim, ama onun kadar ingrid oldum bu filmde.

    çünkü ingrid ile hiç benzemesek de, yaşadığımız körlük çok benziyor. çünkü bizim yaşadığımız körlük; içimize sinen görmeme, görmekten vazgeçme, halini anlatıyor. saklandığımız, gitgide daha çok sığındığımız evlerimizde, manzarasını bir kere bile durup izlemediğimiz cam kenarlarında, saatlerimizi harcağımız ekranların karşısında, her gece uyuyakaldığımız koltuklarda, yüzlerce kez önünden geçtiğimiz halde rengine bir kere bile bakmadığımız bir binada, bizi sevenlerin bakışlarından kaçırdığımız bakışlarımızda... peydah olan bir körlük bu. en önemlisi; adım adım saklanırken tüm detaylardan, ve adım adım karartırken görüşünü, kendine daha çok, daha da çok, acımak bizi kendimize de kör yapıyor sonunda.

    gidecek hiçbir yerimiz kalmayınca, koşup koşup hayal gücümüze sığınıyoruz. ilk fırsatta ve her fırsatta. olmayacak dünyalar yaratıyoruz orada, kendimize yakıştıramadığımız açlıkları başka insanların omuzlarına yüklüyoruz, zayıflıkları için onları yargılıyoruz, kendimizi değil başkalarını yalnız ve ilgiye muhtaç bırakıyoruz, kızgın olduğumuz her şey için intikam alıyoruz. bir bakmışsın, kağıt üstünde kalan tüm diyaloglar gerçeğe, hiç tanımadığın insanlar ete kemiğe bürünmüş. bir bakmışsın, olmayacak şeyler görmeye başlamışsın ve tüm bunları gerçek sanmaya başlamışsın.

    işte körlük, bu açıdan çok gerçekçi bir film. hayal olan her şeyin gerçeği gibi.

    bu da ingrid ve benim şarkım. o da gerçek olamayacak kadar güzel;

    https://www.youtube.com/watch?v=vfvqj7jimqi
  • çevirisini yaptığım norveçli yönetmen eskil vogt’un ilk uzun metrajlı filmi.
    http://divxplanet.com/sub/s/335172/blind.html
    filmi indirmek isteyenler:
    http://forum.divxplanet.com/…?showtopic=215781&st=0
  • eskil vogt'u yakın zamana kadar "eskil vogt" olarak değil de, "joachim trier'nin ekürisi eskil vogt" olarak biliyorduk. öyle ya, "reprise" ile "oslo 31. august"un yönetmen koltuğunda joachim trier otururken, vogt kendisine ancak iki kişilik senarist koltuğunda yer bulabilmişti. ve bu filmlerde yönetmen trier olduğundan, senaryo yazım sürecinde vogt'un ister istemez daha çekinik bir pozisyonda kaldığını az çok tahmin edebiliyorduk. fakat "blind"ın öncesinde bildiğimiz bir şey daha vardı: bu film, her ne kadar teknik anlamda vogt'un yönettiği ilk uzun metrajlı film olacak olsa da, vogt, "reprise" ile "oslo 31 august"un doğurduğu beklentilerden bağımsız kalamayacaktı. doğru olan, bir sanat yapıtını yalnızca kendi bağlamında, en olmadı kendi sanatçısı bağlamında incelemektir ama vogt'un en azından ilk filmleri eleştirilirken, akıllar adını andığım iki filme gitmeden de edemeyecekti. hatta bir süre sonra, hali hazırda mevcut olan "trier-vogt sineması" söylemi daha da güçlenecek ve iki sinemacının adlarını birbirlerinin yerine kullanmak dahi düşünülebilecekti.

    tabii, yine "blind" öncesinde bir başka ihtimal daha vardı: eskil vogt, senaristliğin yanında zaten 10 yıldır üzerinde çalışmalar yaptığı yönetmenliğini uzun metraja taşırken kendisini trier'nin izlerinden tamamen soyutlamaya çalışacak ve hatta bunu başaracaktı. iki sinemacı arasında norveç'ten ve norveççeden başka bir benzerlik kalmayacaktı belki de.

    işte, "blind" tam olarak bu iki ihtimal arasında yer buluyor kendisine.

    tıpkı trier yönetiminde çekilen iki filmde olduğu gibi "blind"da da etkileri psikolojik boyuta ulaşan belli bir sorun var. "reprise"da sorun, ikili ilişkilerdeki sıkıntılardan ziyade "yazamamak"tı. anders danielsen lie'nin kelimenin tam anlamıyla can verdiği phillip karakteri mutlu bir ilişkiden öte verimli bir yazarlık kariyeri hedefliyor ve yolun henüz başlarında tökezleyip düşerken, en yakın arkadaşının bu yarışta başarı üzerine başarı kazanmasını da seyretmek durumunda kalıyordu. çok sevdiğim ve sık sık izlediğim bir film olan "reprise"ın böylece özetlenebilecek olan konusu, hem filmi izleyenler hem de izlemeyenler için «bu mu yani? bu kadar psikolojik soruna yol açan sebepler bundan mı ibaret?» gibi bir tepkiye yol açabilir. ki bir yere kadar haklı bir tepkidir bu. hele ki insan bu filme türkiye gibi, değil her gün, her saat başı yeni bir facianın, yeni bir skandalın patlak verebildiği bir ülkeden bakıp "reprise"ın başarılı birer yazar olup ölümsüzleşmeye çalışan norveçli gençlerini görünce «züppelerin zoruna bak ya...» derken buluyor kendisini.

    "oslo 31. august"taki sorun ise büyük ölçüde "uyuşturucu"ydu. ki bu, yani uyuşturucu bağımlılığı, insanımızın kati suretle hoş görmediği/göremediği/göremeyeceği bir konu. karşımızdaki insan isterse belli bir süredir arınmaya çalışan biri olsun. biz yine kalkıyor, insanları uyuşturucuya iten sebepleri irdelemek ve böylelikle sonuca yönelik yapıcı bir eylem yapmış olmak yerine insanları salt bugünkü halleriyle ve bugünlerinin koşullarıyla eleştirmeye devam ediyoruz. bu gibi bir konuya değinen "oslo 31. august"u izlediğimizde ise, yine kendimizi «adamlardaki dertlere bak ya...» derken buluyoruz.

    nispeten hava-cıva dertleri konu alan bu iki filmin akabinde gözlerimize konuk olan "blind"ın derdi, öyle tahmin ediyorum ki, hemen hemen hiçbir insanın azımsayamayacağı cinsten bir dert: körlük. misal, ben yürüyemiyor olsam, duyamıyor, konuşamıyor olsam, yine de geleceğe umutla bakmayı sürdürebilirdim. ama körlük... kesinlikle kaldıramayacağım, hatta kaldırmayı düşünemeyeceğim bir sorun olurdu. ve yakın çevremdeki insanların körlüğe bakışı da hemen hemen aynı yönde. hatta kör olma ihtimali üzerinden açılan muhabbetlerde «kesinlikle intihar ederdim!» diyen pek çok insan tanıyorum. yani şundan eminiz: eskil vogt, ilk uzun metrajlı film yönetmenliği denemesinde joachim trier gibi ancak bir norveçli için büyük bir sorun olabilecek bir konuya değil, dünyanın tüm insanlarının duyduklarında «aman aman, evlerden ırak!» diyeceği bir konuya eğilmiş. bu sayede trier'nin çizgisinden uzaklaşmayı başarmış.

    ne var ki bunu bir ortadoğulunun, bir akdenizlinin yapacağı gibi değil de, gerçek bir iskandinavın yapacağı gibi yapmış ve "körlük" konusunu "kör cinselliği" özelinde hikayeleştirmeyi tercih etmiş. böylelikle "körlük" konusu üzerinden yakaladığı evrensel izleyici kitlesinin büyük bir bölümünü "cinsellik" eklentisi ile —bilinçli olarak— kaybetmiş. bu da "blind"ı, son kertede, "trier-vogt sineması"na dahil edilmeye müsait bir eser haline getirmiş.

    fakat bu, yani "blind"daki trier-varilik, bağımsız bir yönetmen olarak eskil vogt için her ne kadar olumsuz bir çıkış olsa da, sinemanın kendisi için gayet başarılı bir deneme. hatta bu başarı, yalnızca benim görüşüm olmasa gerek ki, eskil vogt "blind" ile hatırı sayılır bir ödül vitrinine sahip oldu bile. bu ödüller arasında sundance'te aldığı en iyi senaryo yazarlığı ödülünün ve norveç'te verilen amanda ödüllerinde aldığı en iyi yönetmen ödülünün yanı sıra istanbul film festivali'nin uluslararası yarışma bölümünde kazandığı altın lale ödülü de mevcut.

    darısı, tıpkı eski günlerdeki gibi sadece yazımına katkı sağladığı ve 2015'te gösterime gireceği açıklanan joachim trier filmi "louder than bombs"un başına!
  • süper bir hercules and love affair şarkısı. vokalde antony hegarty var. çok keyifli kıpır kıpır. süper.
    sözleri*:

    as a child, i knew
    that the stars could only get brighter
    and we would get closer
    get closer

    as a child, i knew
    that the stars could only get brighter
    that we would get closer
    leaving this darkness
    behind

    mmmm-mmmm
    oooooooh

    now that i'm older
    the stars should lie upon my face
    when i find myself alone
    find myself alone

    now that i'm older
    the stars should lie upon my face
    and when i find myself alone
    i feel like i
    i am blind

    feel it
    feel it
    feel it
    feel it
    like i am blind

    i wish the stars could shine now
    for they are closer
    they are near
    but they will not present my present
    they will not present my present

    i wish the light could shine now
    for it is closer
    it is near
    but it will not present my present
    it makes my past and future painfully clear

    to hear you now
    to see you now
    i can look outside myself
    and i must examine my breath and look inside

    to see you now
    to hear you now
    i can look outside myself
    and i must examine my breath and look inside
    because i feel blind
    because i feel blind

    i feel it
    i feel it
    i feel it
    i feel it
    like i
    i'm blind

    the movie will (?)
    mmmm, and feel it
    oooooh, i feel it
    feel it
  • jurinin hiç tatava yapmadan altın laleyi bastığı film.
  • placebo'nun 2006 mart'ında çıkacak albümü meds'in leziz şarkılarından biri.

    if i could tear you from the ceiling,
    and guarantee a source divine,
    rid you of possessions fleeting,
    remain your funny valentine.

    don't go and leave me,
    and please don't drive me blind,
    don't go and leave me,
    and please don't drive me blind.

    if i could tear you from the ceiling,
    i know best have tried,
    i'd fill your every breath with meaning,
    and find a place we both could hide.

    don't go and leave me,
    and please don't drive me blind,
    don't go and leave me,
    and please don't drive me blind.
    you don't believe me
    but you do this every time,
    please don't drive me blind,
    please don't drive me blind.

    i know you're broken[ x3]

    if i could tear you from the ceiling,
    i'd freeze us both in time,
    and find a brand new way of seeing,
    your eyes forever glued to mine.

    don't go and leave me,
    and please don't drive me blind,
    don't go and leave me,
    and please don't drive me blind.

    and please don't drive me blind. [x4]

    i know you're broken [x3]
  • lifehouse'un müziği kadar sözleriyle de etkileyen bir parçası

    sozlerini de yazayim tam olsun:

    i was young but i wasn't naive
    i watched helpless as he turned around to leave
    and still i have the pain i have to carry
    a past so deep that even you could not bury if you tried

    after all this time
    i never thought we'd be here
    never thought we'd be here
    when my love for you was blind
    but i couldn't make you see it
    couldn't make you see it
    that i loved you more than you'll ever know
    a part of me died when i let you go

    i would fall asleep
    only in hopes of dreaming
    that everything would be like is was before
    but nights like this it seems are slowly fleeting
    they disappear as reality is crashing to the floor

    after all this time
    i never thought we'd be here
    never thought we'd be here
    when my love for you was blind
    but i couldn't make you see it
    couldn't make you see it
    that i loved you more than you'll ever know
    a part of me died when i let you go

    after all this time
    would you ever wanna leave it
    maybe you could not believe it
    that my love for you was blind
    but i couldn't make you see it
    couldn't make you see it
    that i loved you more than you will ever know
    a part of me died when i let you go
    and i loved you more than you'll ever know
    a part of me dies when i let you go
  • mobilyalarından (bkz: ikea) aşırı sarışınlığına kadar her yerinden kuzeylik akan bir norveç filmi.göremediklerimizi hayalleştirmemiz, ona göre kurgulamamız, yetinmemiz ya da yetinmeyip yeni baştan yaratmamız üzerine alışılagelmişin ötesinde eksik parçaları arayan ve sonunda enkazdan çıkaran, uzun uzun cümleler kurdurmaya başından kararlı film.

    --- spoiler ---

    22 temmuz üzerinden sadece kendi halkına değil tüm dünyaya yapılan eleştiri güzeldi.hayat her zaman devam eder.

    --- spoiler ---
  • yönetmen, filmiyle ilgili yaptığı röportajlarda sıkça belirtmiş. keza çoğu yerde de belirtilmiş. hakikaten körlükle ilgili farklı bir film bu. hollywood'un korku/gerilim filmlerine ya da dramlarına meze yaptığı görme engelli insanlarla ilgili yapılmış en iyi filmlerden olduğunu düşünüyorum. yönetmen, körlük üzerinden bir gerilim yaratmaya çalışmamış; ki bunu yapsa bu denli özgün bir iş ortaya çıkamazdı. zira çok sık yapılan bir şeydi bu. veya yönetmen, sonradan kör olan kadın üzerinden ağlak bir drama da imza atmaya yeltenmemiş. klişelerden olabildiğince uzaklaşmış. dolayısıyla kendisini takdir etmemek zor. blind; sadece körlüğe odaklanmıyor. yönetmenin sıkça belirttiği gibi bu film, kör olduktan sonra kendisini dört duvara (evine) hapseden bir kadının fantezilerine, hayallerine ve kaleme aldığı yazılarına da odaklanıyor. bu açıdan filmi sadece "kör bir kadınla ilgili bir film," diye sınırlandırmak filme haksızlık olur gibi geliyor bana. öykünün içindeki öykü gibi temalardan hoşlanılıyorsa blind bu açıdan da tatmin ediyor.
    sonuçta körlüğü anlatırken mizahı yitirmemiş, farklı olabilmiş, başarılı bir film...

    meraklısına körlükle ilgili filmler:

    *scent of a woman (eskil röportajında al pacino'nun performansını başarılı bulduğunu ama karakteri yanlış oynadığını belirtmiş. nedeni pacino'nun gözlerini hareket ettirmemesi. eskil tanıştığı görme engelli insanların gözlerini hareket ettirdiklerini ve kendisi konuşurken kendisine baktıklarını belirtmiş)

    *blindness (birden herkesin kör olduğu distopik bir dünyada geçen filmin jose saramago'nun enfes kitabının hakkını veremediğini düşünüyorum. ortalama bir hollywood filmi olsa da izlenebilir)

    *perfect sense (duyuların yitirildiği distopik bir dünya... yitirilen duyular arasında görme de var şüphesiz. distopyayla romantizmi buluşturan, fena olmayan bir film. gerçi tam anlamıyla körlükle ilgili bir film değil)

    *wait until dark (audrey hepburn'ün üç suçluyla mücadele eden kör bir kadını canlandırdığı film. bence kaçırılmamalı)
  • gören gözlere, görmeyen gözlerin kurgusuyla görülmeyenin gösterildiği görüngülere dair sanrılı bir film.

    34. istanbul film festivali kapsamında 'körlük' adıyla gösterilmişti.
hesabın var mı? giriş yap