• organizmanın ilkel güdüsü kopyalanarak ve yenilenerek devam etmek istiyor.
    ben değil.

    devam edecek misin? o zaman “insert coin” (blinking)

    düşünmeyi fark ettikçe çoğaldın,
    çoğaldığını fark ettikçe bölündün,
    bölündün ve bulaştın biraz da, insanlara,
    zihinlere, biraz da pis işlere bulaştın,
    ama hepsinde öğrenmeye, anlamaya, tadını çıkarmaya da alıştın;
    gönül meselelerine daldın çıktın,
    aşkla varoldun, aşktan kahroldun, aşk oldun,
    bulaştın, bölündün ve çoğaldın.
    sonra biyoloji öğretmeni tırnak kontrolü yaptı,
    cetvelle bir fena dövdü ki tırnağı uzun olanları
    o defteri kapatıp biyolojiden anında uzaklaştın.

    düşünmeyi fark ettikçe hesapladın,
    ihtimalleri anladın, olasılıkları kavradın,
    varlığı ve yokluğu / artıyı ve eksiyi
    gün geldi integrali bile anladın.
    riske girdin,
    elde var “1¨i unutup harezmi gibi “0¨ı buldun;
    bunu herkese anlatabilirsin hemen,
    ama “varlık ve yokluk bilinci”ni kavraman gerekliydi önce…
    0'a vurdun,
    cebinde 0'ı görüp kımıldayamadığın da oldu,
    hatta bir ara nefes almanın riskin kendisi olduğunu bile düşündüğünü hatırlıyorum
    bayağı bunalmıştın.
    matematik öğretmeni, resim öğretmeninin şikayeti üzerine arkadaşlarını toplayıp tekme tokat dövünce,
    belki aşık olmadığın ama “ilginç bir canlı” olarak tanımladığın bir kızın ağzını burnunu kanlar içinde bırakınca hesaplamayı da bıraktın.
    dürüp defteri banyo sobasında bir güzel yaktın,
    yaktın matematikle ilgili ne varsa,
    olasılıkları yaktın da yıkanıp temizlendin.

    devam edecek misin? o zaman “insert coin” (blinking)

    böyle böyle uzar gider mevzu,
    uzatmak istemedin ama durduramadın.
    ne bulduysan anladın, ne bulduysan topladın,
    occam’ın usturasını ne bileceksin o yaşta,
    çoğaldıkça çoğaldın.
    çoğaldıkça, bir bütün olmak imkânsızlaşıyordu.
    gelişmemiş biyolojin, umursamadığın matemantığın,
    uyuşamadığın kimyan, sosyal yaşam formüllerine uymayan fiziğinle sürekli biriken,
    biriktikçe fark eden,
    fark ettikçe çoğalan varoluşun,
    asla bir bütün olamayacağını hissettiğinde,
    artık acı veriyordu.

    sen 21 yaşındaydın, onur 18, cüneyt arkın 39, engin 23, apuç’la da aynı yaştaydın,
    chuck yeager’ı “gerçek olamaz ölmüştür” sanıyordun ama o daha 60 yaşında falandı
    ölen bruce lee’ydi, son muhteşem kahraman’ın öldüğünü idrak edemesen de seziyordun,
    eski mahallede osman vardı ya, o senden büyük müydü acaba?
    patronun 30, malzeme bilgisi öğretim görevlisi 31, martin mystere ise daha 15 yaşındaydı.
    hepsi ölüyordu, ölecekti, ama bazıları yaşıyordu öldükten sonra bile.
    garip.
    ama biliyordun ki herkeste yaşamıyorlardı.
    bir türlü varamıyordun bütüne.
    göznur vardı bir de, o da 21 yaşındaydı herhalde.
    göz, nuru görünce, büsbütün yok oluyordu.
    büsbütün varoluyordun sen.
    dünyayla, hayatla, nefes almakla bütünleşiyordun.
    kimyan, fiziğin, biyolojin altüst oluyordu sanki ama basbayağı sen oluyordun o zaman.
    her şey tamamdı ama bir tane eksik vardı, o da göznur.
    göznurunu senden kıskanıp, direkt başka bir şehire yolladılar.
    kaldın yarım.
    o kadındı seni tamamlayan, ya da sendin onu tamamlayacak olan, uğraşmıştın.
    ama yine dımdızlak ortada kalmıştın.
    kalbinde 1 ama eşiti 0,
    babanda para yok cebinde 0,
    üç beş arkadaş, askere gidecekler zaten,
    hem çok da anlamıyorlardı senin dilinden.
    sıfıra sıfır, elde var sıfır.
    matematiği de pek sallamadığından bilemiyordun 0'ı nasıl tüketeceğini.
    çare yoktu, arkadaşın şarabından içtin.
    dinin, atan, deden, baban ve din kültürü öğretmeni ve kuran hocası
    ‘şarap günah, cehennem garanti’ diyordu.
    sen, “bir kulunu çok sevdim”, ben insan değil miyim” ama en sonunda “batsın bu dünya” dinleyip direkt şişeye dayıyordun ağzını.

    devam edecek misin? o zaman “insert coin” (paused)

    sonra yaşadın. kaldıysan yalnız, yalnız da yaşadın.
    varsa birisi etrafta onunla da yaşadın.
    paran oldu harcadın, tekila dediler tattın,
    bayram namazı dediler, “ayıp olmasın” dedin kıldın.
    verdin de vurdun, durdun da baktın,
    koştun da coştun da, saldıkça saldın.
    sonra biri geldi, seni aldı.
    henüz daha elindeki bastonla su birikintilerini ikiye ayırma çalışmalarına başlamamıştın.
    biri geldi, senin tüm o yarımlıklarını, tüm eksikliklerini tamamladı.
    hastalıklarını iyileştirdi.
    belki sen cevapladın sorularını ama, sorularını cevaplamana yardımcı oldu.
    hiç bilmediğin şeyler anlatmaktan hiç sıkılmadı,
    düşündürdü seni, anlamına yoldaş oldu, katlanıp üstesinden gelmeyi öğretti,
    yok saydığın kendini var saymana,
    üzerinde düşünmeye cesaret edemeyeceğin şeyleri idrak etmene,
    ve bizzat bilincinle hiç tartmadığından, köklerinden gelen kabul edişlerden dolayı sorgulamaya cesaret edemediğin şeyleri sorgulamana,
    hatta bunlar arasındaki bilinçsizce inanılmışları reddetmene yardımcı oldu.
    yine fark ediyordun,
    yine çoğalıyordun,
    yine bölünüyordun ama anında tamamlanıyordun.
    aslında müthiş bir bütün yaratabilirdiniz.
    bilim buna “zigot” diyordu.
    ne dediğinin farkında mıydı, kozmos bilir.
    kozmosu da bilirse öteki bilir.
    bilim diyordu ama zigot’un ne halt ettiğini bilmiyordu.
    etraf zigot doluydu ve daralıyordun.

    devam edecek misin?
    o zaman “insert coins” (blinking)

    varolduğun her andan, yediğin her şeyden,
    içtiğin her sıvıdan, düşündüğün her noktadan,
    tüm bunları kaydettiğin aklından
    ve bilinçsizce hepsini depoladığın dna’ndan oluşan bir şey vardı: sperm.
    acayip bulaşık bi şey.
    senin gibi.
    senin kendini dünyadan temizlemenin zorluğu gibi,
    zor bulaştığında temizlemesi.
    tek yapman gereken seni bütünleyen mükemmel öteki yarının,
    hayatının aşkının ve anlamının,
    “oosit”iyle birleşmesini sağlamaktı sperminin.
    ama artık occam’ın usturası’nı biliyordun.
    gerekmedikçe çoğalmamayı anlayabiliyordun.
    yeterince bilmediğinden dolayı,
    anladığını tam olarak anlayamadığından anladığını tamamlayamamış birisi olma ihtimalin de vardı tabii.
    ama o sana, “belki de yarım aslında bir bütündür” dediğinde,
    bu mevzuu çoktan sallamıştın.

    düzenler, sistemler, varlıklar ve evren.
    dinler, eğitimler, eğilimler ve bilinç
    herkesi dövüyorlardı.
    insanları yaşatmıyor, öldürüyor, köleleştiriyor,
    gözünün önünde insanları bölüyor,
    keşfetmesini ve anlamasını engelliyor,
    ve “can”ı öldürüyorlardı.

    nasıl kapattıysan biyoloji defterini,
    nasıl yaktıysan matematik kitabını
    aynı kızgınlıkla, aynı nefretle, aynı yok edici hislerle.
    kendini, geleceği, spermlerini,
    ve yepyeni bir evren ihtimalini reddediyordun.
    reddediyorsun.
    reddediyorum.

    devam edecek misin? / “insert coins” (blinking)

    bir bütüne ulaşmak yorucu.
    bütüne ulaştıktan sonra eksilmeye başlamak doğal.
    0 noktasında yok olmak ya da ölmek dert değil.
    0 noktasına gidene kadar yaşadığın yolculuk asıl keyifli olan.
    senden sonra, bilincinin, ruhunun, giysilerinin ya da hücrelerinin nereye gideceği önemli değil.

    bir tek beni “bütünleyen” o muhteşem varlığı;
    “sen”i sonsuza dek yaşatmak isteyebilirdim.
    bunu şu anda yapıyorum zaten.

    devam etmek istiyor musun? / “insert coin” (blinking)

    bu son el, bayağı da güzel oynadım.
    hem oynarken bölünmemeyi de,
    yenilmemeyi de öğrendim,
    bundan sonra “hi score” tablosuna ismimi yazdıracağım da ne olacak?
    zaten bilmesini istediğim tek insan izledi.
    gerisi…
    en zevk aldığın oyunu yarıda bırakabilir misin?
    ya da senin jetonun bitince bir başkasının senin kaldığın yerden oyununa devam etmesini ister misin?
    ben istemem.
    istememek
    yarıda bırakabilmek ya da
    benim için özgürleştirici’nin tanımı…
    ya da şöyle söyleyeyim,
  • içeri hayat kurgu / dışarı hayat belli.

    erdem kesmelerin ekstresi uykusuz
    cingıl pozlara vesile izmarit
    yerler soğuk, buz.

    kendimizin yankısı onlar
    peşinden gidersen ulaşamazsın
    o da seni arıyor, bekle, yerinde,
    dönüp doğacağı yer yine kendinsin
    hem yürümeye adım lazım
    yerler buz, sebep tek.

    dışarı hayat, oyun / içerinin aynısıyız
    ama çık bakalım dışarı, ne bulacaksan,
    yaman oğlan, truman.

    menzilde sorun var, herkes oynak,
    nükleer iskambil fallar
    zehirliyor kaderleri.
    bünyeler harman olmuş,
    eller, diller zıkkım bulaştırıyor,
    yine de can atmıyorum, bil ki satmıyorum,
    bizzat dayanamam da,
    bir bok yedim ki:hayatım bulanıyor,
    karnımda meşk sancısı
    el veremiyorum.

    ne var ki,
    borges'un gözü kör;shakespeare'nin götü delik;van gogh'un kulağı kesik;byron topal,
    ve ben, seni seviyorum.
  • "sen cyrano olamazsin o 2 metre boyundadir dev gibidir" diye espri yapmaya cali$tigim ama adamin hakkaten de 2 metre boyunda ve dev gibi olmasindan dolayi sozkonusu esprinin pek tutmadigi 2 metre boyunda dev gibi bir adam..
  • lisedeykene bir kıza aşık olmuştum, yani demek istediğim 'yine aşık olmuşum'. yoksa sadece bir aşkla yemedik onca seneyi. neyse lafı uzatmayayım, serde utangaçlık var, kendime güvenim sıfır. aslında o da bana karşı boş değil, hissediyorum fakat kendi kendimize gelin güvey oluyoruz belki de. zaten aynaya bakıp da japon misali gözlerimi, ihtiyatsız adam gibi ortadan ayrılıp yapıştırılmış saçlarımı gördüğüm zaman bu hissiyat tümden kaybolup gidiyordu.

    bir gün arkadaş gazıyla gittim kıza, arkadaşlık teklif edeceğim tam, bir de ne göreyim; volkan denen bir it vardı, artistin önde gideni. almış bizim kızı yanına, elini de omzuna atmış konuşuyor. delirdim sinirden ama gel gör ki eleman taşşaklı, babası subay, yapacak bir şey yok. tek başıma dövemem, benden 3 yaş büyük. arkadaşlara söyledim 'sektör lan ibne, bize ne' dediler. subay çocuğu dövemiyorduk biz. (bkz: #221659)

    diyeceğim o ki; cyrano'yla o zaman tanışmış olsak belki de gülşah'ın oğlu benim adımı değil de soyadımı taşıyacaktı. çok geç buldum seni be abi.
  • orpheus arketipi, rostandvari rind zakthalaavener.
  • başlıklardan bir çeşit akrostiş yaptığını farkettiğimde tabii derhal hayvan ara'ya başvurdum. yaptığı çalışmanın bu şekilde yorumlanıp yazılmasını ister miydi bilinmez, lakin işgüzarlığım tuttu işte, "karşımasana kardeşim" derse yerden göğe kadar haklıdır. sonuç şu:

    yerden toz kaldirmadan
    · ayaklarini camura bulamadan
    · lale devrinin magrur bir maresali gibi
    · naif ve hafif adimlarla yuruyeceksin
    · istiraptan kavrulmus olsa icin
    · ziyani yok diyeceksin benim hayatim
    · irgalamaz dunya beni
    · nal caktirip kapinin uzerine sans bekleyeceksin
    · ii
    · boyun posun devrilmis
    · evrenin daralmis
    · sevkin kirilmis
    · insana inanip da insanda aldanmissin
    · neylersin ki oldurulmektesin artik
    · ceplerine doldurup en ucuz votkalari
    · icerek kendini gebertmeyi deneyeceksin
    · iii
    · evin icinde ask beklemekten soldun
    · labunyadan insanlara kul kole oldun
    · ellerini bir buzlu camda yitirdin
    · masumiyetini de caldi gitti katil
    · ecelin halvetine domaldin kaldin
    · nereye gitsen kime dokunsan keder simdi
    · tabiatini sikeyim senin gibi insanin
    · ilisme kadina dedim dinlemedin
    · iv
    · yol kendini goturuyor artik sen olgun
    · ardindan sesleniyor seviyorum dedigin tek kadin
    · leyli bir anima denk geldin seni ask sandim
    · niyetim aslinda biraz kafami dagitmakti
    · ipislak olmustum ne bulduysam sarildim
    · zaten bir de kurumustu dudaklarim
    · layikindan birini bulup
    · islatmakti amacim
    · gayri senden bunaldim
    · irak dur benden diyor
    · dedim sana dinlemedin
    · ilgaz anadolunun sen yuce bir dagisin
    · rahatini bozup insanin seviyesine inmeyecektin
    · stop (bitti. nd)
    · eti form reklamindaki balik etli hanimefendi (bundan sonrası dahil değil. öylesine paste edildi. nd)
    · berberhane
    · sevgiliyle dost kalmak
    · isik bira evi
    · ag yoneticisi
    · ana haber bulteni
    · life is absurd (bunu yine de çalışma içinde saydım bencileyin. nd)

    nihayetinde, gayet nefis bir çalışma olmuş demek isterim.
  • içinizden geçebiliyorum.
  • ah be abi, naptın?

    ben ne derdim olsa seni okudum onca zaman. anlamadığım ne varsa sen anlatmıştın. beni sen ellerin olayım diye mi sevdin vardı mesela. bütün kırgınlıklarımı, niye böyle berbat bi adam olduğumu, sürecin neye benzediğini, hayat hayvanının bize ne yaptığını filan hep sen öğrettin bana. ne abim ne ablam ne kardeşim vardı benim. nerden öğrenecektim sen olmasan? ah be abi. insan duvarları ve bahçe meraklıları okumadan ben ne yaşadım, niye yaşadım nasıl anımsayacağım? yetenek başlığına yazdığın küçük paragraf hırstan arındırmasın mı kimseyi? siktir lan demenin en nazik, en dik yolunu öğrenmesinler mi? tomturbaz'ın eline veriştirdiği pis kovadan binlerce anlam çıkartmasın mı kimse? neydi abi? "van gohg'un kulağı kesik, borges'in gözü kör, şekspir'in götü delik ve ben seni seviyorum".

    ah be abi, niye götürdün entryleri? nerden okuyacağım şimdi ben? neye güleceğim? naptın be abi.
  • tanımıyorum ismini dünyanın en büyük kahramanlarından birinden almış bu adamı. geçen gece hangi yazısına denk geldim, hatırlamıyorum, oradan başka bir yazısına, sonra başka bir yazısına.. derken epey yazısını okumuşum. milliyet münevver'den özür dilesin kampanyası sonrası yazmayı bırakmış anladığım kadarıyla. o başlıkta yazdıklarını, milliyet olayı özelinde değil de, bir bütün olarak anlatmak isteğini ben de düşündüm sıkça. ve başka düşünenler olduğunu da biliyorum. istese şu ülkede kamuoyunu resmi, yarı resmi, özel kurumları, kuruluşları, özel ve tüzel kişileri, basın - yayın organlarını etkileyebilecek, sözünü dinletebilecek müthiş bir güce sahip ekşi sözlüğün çoğu durumda - hatta direkt sözlüğün varlığına bir tehdit oluşturduğu için internet sansürü konusu haricinde tüm konularda - bu kadar pasif kalması, "yazmak" dışında hiçbir eylemde bulunmaması "sözlüğün öyle ulvi bir görevi yok ki" ya da "sözlüğü o kadar da ciddiye almayın" ile açıklanabilir mi bilemiyorum ama en hafif deyimle insanı hüzünlendiriyor. bunları ilk münir özkul'u selamlıyoruz etkinliğinde düşünmüştüm. neredeyse herkesin sevdiği o büyük adama küçücük ufacık bir saygı gösterisi yapıldı. cihangir'deki evinin önüne gidip, alkışlandı o büyük adam. binbir zahmetle pencereden el salladı bize. orada ekşi sözlük yoktu. belki 3-4 kişi. en fazla.

    cyrano'nun son yazdıklarını okurken aklıma hep braveheart'da william wallace'ın savaş alanında yaptığı konuşma geldi. (ergence, evet.) (ilk izlediğimde ergendim zaten.) cyrano milliyet'in yaptığı terbiyesizliğe kızgındı, wallace ingilizlerin yaptığına. cyrano en azından bir tepki oluşturmaya çalışıyordu; "..diyeceğiniz bir şey varsa, bunlar sizi rahatsız ediyorsa, elinizden de bir şeyler geliyorsa, yazmak, fotoşop, iletişim kurmak, slogan yazmak, esirgemeyin isterim. ama bu başlığa, sadece "milliyet özür dile" yazarak da, kampanyaya imza atabilirsiniz. ha "tanım" yazmadınız diye sizi sözlükten uçurmaya kalkanlar olabilir. beni uçursunlar lütfen. (bkz: #16878428)" o sırada da wallace ingiliz ordusunun kalabalığı karşısında kaçmayı daha akıllıca bulan iskoçlara sesleniyordu; "ben william wallace'ım ve ülkemin ordusunu görüyorum, zorbalığa meydan okuyan. özgür insanlar gibi savaşmaya geldiniz. ve gerçekten özgürsünüz de."

    birkaç kişi cyrano'yu destekledi, birkaç kişi desteklemedi. wallace, "savaşırsanız, belki ölürsünüz. kaçarsanız, yaşarsınız. en azından bir süre. ve bugünden yıllarca sonra, yatağınızda ölürken, bugünden o güne kadar ki tüm günlerinizi, buraya tekrar gelebilme şansı için.. buraya tekrar gelip düşmanlarımıza yaşamlarımızı alabileceklerini, ama özgürlüğümüzü asla alamayacaklarını söylemek için feda etmez miydiniz?" dediğinde iskoç halkı çoktan gaza gelip savaş çığlıkları atmaya başlamıştı. fakat burada işler pek öyle gitmedi. cyrano ne önünde ne arkasında bir destek gördü, ufak bir azınlıktan başka. cyrano wallace'dı wallace olmasına da, sözlük yazarlarından kaçı iskoçyalıydı?

    yapayalnız ama "hür" seyahat etti aya cyrano.

    çünkü ne robert de bruce ne diğer soylular ne de iskoç halkı senin gibi düşünmüyordu cyrano. ama sen haklısın cyrano. tarihçiler benim yalancı olduğumu söyleyecekler ama tarih, kahramanları asanlar ve ancak para ile yükseleceğini sananlar tarafından yazılıyor.

    belki haklı "sözlüğü o kadar da ciddiye almayın" diyen.
    büyük ihtimalle, haklı.
    ne yazık ki, haklı.

    "sen her şeye rağmen, ara sıra da olsa gel yaz cyrano" diyeceğim ama. işte. ama..
hesabın var mı? giriş yap