• ahmet mümtaz taylan twitter hesabından

    "...meselesi olan bir film yaptık. gösterimi meseleydi, ona ulaşmanız da mesele olacak. ama çabanıza değecek..." demiş bu film için.

    gösterimi sınırlı sinema ve salonda, çoğu şehirde yok, üzülüyor insan. ben gibi, izleyebilenler şanslı hissediyor. filmin de şansı bol olur umarım.
  • onur saylak'ın ilk uzun metrajlı filmi. kitabı okumadım dolayısıyla yalnızca filme yönelik yazacağım.

    --- spoiler ---

    filmin güçlü ve etkileyici sahnelerinin olduğunu düşünüyorum. özellikle ahad'ın ilk mülteci grubundan bir kadına tecavüz ettiği, gaza'nın dayak yedikten sonra gezegenlerle ilgili afişleri yakarken ahad'a diss attığı (az daha ağlıyordum), mültecilerin yaşadıkları sürecin aktarıldığı ve ahad'ın öldürüldüğü sahneleri başarılı buldum.

    amma ve lakin alın size duygu benim diyen, tümüyle filmden kopuk müzik ve atmosferi seyirciye dayatan yazı kullanımı, muhtemelen romanda yer alan gaza'nın düşüncelerini (iç sesini) yansıtmak için kullanılan sembolik anlatımlar, insanın özüne dair fiyasko iddiası ve gaza karakterinin tutarsız işlenişi ile güçlü sahnelerinin bıraktığı etkiyi zorla ortadan kaldırmayı başarmış bir film diyebilirim. bu sorunların baş yaratıcısı olduğunu düşündüğüm hakan günday'a sizlerin huzurunda teşekkür etmeden geçemeyeceğim.

    "şiddet ve tahakküm işte böyle bireyler doğurur" savını elbette anlıyorum ama anlayamadığım nokta şu: gaza babasının nefret ettiği her şeyi arzulayan bir birey olarak çizdikten beş dakika sonra babasının yerini alan bir manyak haline nasıl dönüşebiliyor? böylesine sallapati bir karakter dönüşümüne nasıl inanmamız bekleniyor? eğer filmin sonunda bu çocuk, depoda bir mülteci hayvan diye bağırırken onu kameradan izleyecek, başka bir mültecinin ölümüne seyirci kalacak ve leblebi yiyecekse, bir önceki mülteci grubunun tenekeyle yaptığı müziğe niye alkış tutuyor? (aşkla falan açıklanamaz bu çünkü gaza ilk mülteci grubundaki çocuklara da kağıt uçak yapıyor)

    ahad'a diss attığı bölüme kadar çizilen gaza'nın, yüce rabbimin bir lütfu olarak aynayı kırıp rastgele bulduğu tonla parayı alıp neden istanbul'a gitmediğini bana kimse açıklayamaz. kendi yarattığı gerçeklikten kopuk bir sonla seyirciye düşünmesini istediği fikri dikte eden bir film olmuş zannımca. kağıt uçak yapan masum çocuklar dayak yedikleri zaman çekirdek çitleyerek can yeleği kavgası izlemeye başlıyorlarmış meğer. bu fikir gaza'nın filmin sonundaki iç sesi ile de perçinlemiş: bugüne kadar hayatta kalanlar hep kötülük yapanlarmış da, biz de o kötülük yapanların çocuklarıymışız. felsefe yapan herkese benden bir öpücük, hakan'a yok.

    --- spoiler ---

    son olarak, onur saylak'a hakan günday'dan uzak, kamerasına ve oyuncularına yakın bir yönetmenlik kariyeri diliyorum.

    edit: iyi ki uzak kalmamışlar, beraber türkiye’nin en önemli dizilerinden şahsiyet’i yaptılar ahhshhs çok yaklaşmasınlar yine de ne olacağı belli olmaz.
  • oyuncu onur saylak'ın yönetmenlik yaptığı ilk film. hakan günday'ın kitabından uyarlama. aslında esinlenme daha doğru olur çünkü yanımda kitabı okumuş bir arkadaşım vardı, karakter isimleri ve insan kaçakçılığı dışında birebir işlenen gelişme yokmuş.

    onur saylak beyoğlu sinemasındaki gösterime katılmış ama biz aynı gece rexx'te izledik. sakindi, salon doluydu. küçücük salon yalnız. yan koltukta oturan mısırıyla gelince benim de canım çekmişti aslında ama iyi ki bir şey yememişim.

    --- spoiler ---

    gaza; o yaşta bir çocuğun oynayacağı kadar değil, tam da o yaşta bir çocuğun vereceği tepkiler kadar oyunculuk yapmıştı. ergen, hayata dair hiçbir bilgisi yok, hayalleri var okulda dikte edilenler kadar, anne baba ayrı -kitapta hikaye çok farklıymış- babası onu çok sevdiği iddiasıyla yanında tutmaya çalışıyor. sevdiği falan yok üstelik, salt bencillikten bırakmıyor çocuğu. gaza da klasik ergenler gibi az konuşup büyüklerle çok muhatap olmadan, mimiksiz, reaksiyonsuz, bir hayat yaşıyor.

    gaza, cuma'nın ölümündeki payını fark edip 'o çocuk ben korkak olduğum için öldü' deyince farklı bir sona doğru gideceğini düşünmüştüm ama yanıldım. vahşi doğada o da önüne konulanı giydi üzerine. kaçış yolu aradı ama ilk denemeden sonra vazgeçti. rol modeli babasıydı çünkü ve başkalarına göre yanlış olan hareketleri gaza'ya göre normaldi. korkak olduğunu kabullenmesi aksi bir şekilde davranmasını sağlayamadı. oysa birçok insan korkaktır ve göze alamadıkları yüzünden berbat bir hayat yaşar ama itiraf da edemez. edildiğinde çözülecek sanırdım, çözülmeyebilirmiş. burada gaza'nın yaşının küçüklüğü ve ekonomik olarak aileye bağımlılığı da etkili.

    babanın ölümünü havada bıraktılar, bir sahneden sonra hiç görünmedi ama gaza işleri daha da kurumsallaştırarak devam ettirdi. depoyu bölmelere ayırdı. göçmenlere karşı acımasızlaştı, halbuki babası kadınlardan birine tecavüz etmek için kadının çocuğunu öldürdüğünde gaza üzülmüştü. son sahnede havasızlıktan ölmek üzere olan göçmen için hiçbir şey yapmadı ve o çaresiz hallerini izlemeye devam etti. boynuz kulağı geçti... baba işler yürüsün isterken oğlundan bir canavar yarattı.

    tuba büyüküstün'ün oynadığı rol kitapta çok farklıymış. filmde gaza'nın aşık olduğu ama sağ salim kaçabilmek için istemeyerek de olsa bedenini kullandıran bir kadındı. gaza'nın göçmenlere olan merhameti orada kırıldı biraz da. baba gaza'ya 'o kadın bunu hayata tutunmak için yapıyor' dedi. ama gerçekten öyle miydi bilmiyoruz. kitabı okuyanlar biliyor.

    --- spoiler ---

    mutlu son seven biri olarak çok üzgün çıktım salondan yalnız, suriyelilerin çok daha kötü muamelelere maruz kaldığını ben bile biliyorum. filme çok yansıtmamış onur saylak. ya da bu kadarını yansıtabilmiş. can kayıplarını, kadınlara tecavüz edilmesini önemseyen birkaç karakter vardı en azından. gerçek hayatta bu işi yapanların onları insan olarak bile görmediklerini biliyoruz. birçok yaşanmış hikayeyi birinci ağızdan dinledim maalesef. ya da şahit olmuş kişilerden.

    böyle filmler 'daha' çok çekilmeli, insanlar uyandırılmalı. herkes şikayetlenmiş zaten ama ben de belirtmek istiyorum; bütün salonlarda gösterime girmeliydi. çok yazık...
  • imdb sayfası

    yazılmış ama tekrar etmekte fayda görüyorum. ana karakterler ve yaptıkları iş vs. haricinde neredeyse hiçbir benzerliği yok kitapla. bunu, ve bunun yönetmenin ilk filmi olduğunu bilerek izlerseniz daha* memnun kalacağınızı düşünüyorum.

    üzerinde düşünülmüş, samimi olarak çaba gösterilmiş ve kapana kısılmayı, çaresizliği, şiddeti, korkuyu hissettiren bir filmdi. özellikle oyunculuklar epey başarılıydı.

    izlemenizi tavsiye ederim. kim haklı/kim haksız, kim masum/kim suçlu diye düşünmek için;
    *gaza mı,
    *babası mı,
    *beraber çalıştıkları tekneci kardeşler mi, yoksa
    *mahzendeki kaçak göçmenler mi?
  • film hakkında inceleme yapacak kadar film kültürüm olmadığı için sadece çok güzel bir filmdi demekle yetineceğim. böyle filmler umarım zamanla çoğalır.

    unutmadan. filme gitmeden önce kitabı okuyun mutlaka

    --- spoiler ---

    merak ettiğim bir şey var. neden ensesinde tek nokta varken birden beşe çıkıyor o noktaların sayısı?
    --- spoiler ---
  • sadece "sinema" olarak bakarsak ve özellikle ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olarak ele alırsak başarılı, hatta oldukça etkileyici bir iş. gönül rahatlığıyla drama film tavsiyesi olarak verilebilir. ancak konusunu dikkate alınca "sadece sinema" olarak bakabiliyor muyuz, pek emin değilim.

    --- spoiler ---

    konunun kendisinde bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. burada eleştirim filmden çok senaryoya (kitaba?) olacak. senaryonun konu ettiği şey, ege'de bir insan kaçakçısının oğlunun, içinde bulunduğu kapandan çıkamayarak babasının yerini alması olarak özetlenebilir. gelip giden suriyeli mültecilerin arasında, kendine başka bir yaşam çizmeye çalışıyor ve bocalıyor. bu bocalamaları izlerken tüm iletişimimizi yine bu çocuk üzerinden kuruyoruz. onu algılıyoruz, onu hissediyoruz, onun başarmasını istiyoruz. senaryo, temel bir kararla ölümle cebelleşen mültecileri fona atıyor. güncel avrupa'nın ve türkiye'nin sosyal ve politik yapısını değiştirecek kadar temel, her gün yüzlerce dramanın yaşanmakta olduğu bir konunun kenarına gelip kamerasını insan kaçakçısının insanlığına çeviriyor. yaşanan gerçeğin yanında bitip, varsayımı anlatıyor. zalimin nasıl zalim olduğuna ilişkin kendince tezler üretiyor. buradaki sorun bu tezlerin kurgusal ve varsayıma dayalı olması. yaşanmakta olan gerçekliğe sırtını dönüp, faraziye odaklanması.

    "mültecilerin hikayesi başka bir filmin konusu olurdu" gibi bir düşünce de konunun güncel önemi yüzünden pek dikkate alınamıyor. bir bebekten bir katil yaratan karanlık üzerine tez filmi çekeceksek bunu üzerine inşa edebileceğimiz, kurgusal veya tarihsel milyonlarca konu bulabiliriz. hala yaşanmakta olan, günümüzün en hassas konusu olmasına gerek yok.

    mülteciler o kadar fon ki, karakterleşemiyorlar. bunun en rahatsız edici örneği tuba büyüküstün'ün oynadığı arap kadını. filmde en çok gördüğümüz, karakter olmayan en yaklaşan mülteci. öte yandan, öncesinde de kişiliğine ilişkin pek bir bilgi alamadığımız kadının tüm rolü, tecavüze uğramasıyla beraber aniden kesiliyor. tecavüzden sonra tek bir sahne bile alamıyor. o an kadının sadece çevresini sarmış erkekler için değil, senaryo için de bedenden ibaret olduğunu anlıyoruz. üzücü.

    yönetmen elindeki hikayeyi anlatmada iyi iş çıkarmış dedim, ancak bir yerinde filmi -büyük ihtimal fark etmeden- kendine yabancılaştırıyor. bodrum katında kendince eğlenen suriyelileri gösterirken, çocuğun arap kadına olan yoğun hislerini anlatmak için mevcut müziği keserek alta new age piyano akorları koyuyor. bunu bir amerikalı sinemacı yapsa idi muhtemelen dikkatimi çekmezdi. derdini, kendi müzikal dilinde anlatıyor diye düşünürdüm. tersine, tüm batılı eğitimime rağmen, ege'de geçen, mülteci araplarla türklerin hikayesinde duyguyu aktarabilmek amacıyla, üstelik kendi müziklerini yaptıkları bir sahnede, dışarıdan bir anda coğrafyaya uzak batı müziğinin girmesini yadırgadım. bu kadar kendine oryantalist olunmamalıydı. duygusunu müzik yoluyla aktarmada sıkıntı yaşayan bir coğrafyada yaşamıyoruz çünkü.

    --- spoiler ---

    filmin sorunları hep karar düzeyinde. alınan kararların uygulanması ise başarılı. festival filmleri takipçisi bir avrupalı olsam tatmin olurdum. malesef değilim.
  • çıktıktan sonra bir türlü kendime gelemediğim film.

    film bittiğinde mideme tokat yemişim, kalbimin üstüne yumruk oturmuş gibi bir hisle sarsıldım. normal dünyaya dönmem belli bir zaman aldı.

    filmin bu kadar az salonda oynaması ve bu kadar az seansının olması sebebiyle, evime en yakın alışveriş merkezindeki seansa gittim. filmi izlemeyenler için bir not düşeyim, eğer imkanınız varsa alışveriş merkezindeki bir sinemada izlemeyin bu filmi. mümkünse, çıktığınızda kendinize gelebilmeniz için, ciğerlerinize temiz hava alabilmek, belki de bir sigara yakabilmek için, filme hak ettiği değeri verebilmek için yapın bunu. "bu boktan dünyada hiç masum çocuklar ölmüyormuş gibi nasıl mutlulukla hamburger yiyip alışveriş yapabiliyorsunuz orospu çocukları?" moduna geçebilirsiniz benim gibi.

    --- spoiler ---

    gaza depoya kamera taktığında, aklım direkt 1984'e gitti. çünkü gaza, mültecilerin tanrısıydı ve onların her adımını izlemeye karar vermişti. bizler ise özgür bir irademizin olduğunu ve ona göre hareket ettiğimizi zannederken, her an, her yerde zavallı bir şekilde izleniyoruz. bizi dizginlemek ve bizim üzerimizden tanrıcılık oynamak isteyenler tarafından.

    --- spoiler ---
  • iyi de ben bu filmi izleyecek paralı parasız bir platform bulamıyorum. neden blu tv, ya da netflix bu işe el atmıyor, abudik gubidik filmlerle dolduruyor arşivini.
  • mülteci sorunu gibi güncel bir meseleyi ele almasıyla beğendiğim, kafamdaki bazı soru işaretlerine yanıt bulamadığım için beğenmediğim bir film oldu. bu soru işaretlerini gidermek için kitabını okumam gerek sanırım. kitabını okuyana kadar aşağıdaki sorularımı yanıtlayacak yazarlara ise mesaj kutum açık.

    --- spoiler ---

    çocuk parayı bulduktan sonra 14 gün boyunca paranın yokluğu nasıl fark edilmiyor? tamam babası her gün parayı kontrol etmek zorunda değil ama iki hafta boyunca hiç mi merak edip bakmadı?

    hayalinde fen lisesi olan çocuk okulu kazanıyor ve bir kez kaçmaya çalışıyor ama başarılı olamıyor anladık. peki parayı bulduktan ve babasını öldürttükten sonra neden okula gitmiyor?

    babayı öldüren karakterlerin motivasyonu tam olarak nedir? mültecilere tecavüz etmesi ve bir çocuğun ölümünden sorumlu olması mı sadece? mesela parayı bulan çocuk para karşılığında babasını öldürtse daha mantıklı olmaz mıydı?

    dış ses olarak duyduğumuz ses çocuğun sesi ama adam konuşuyor. yani gelecekten konuşuyor gibi ama biz o geleceği hiç göremiyoruz. madem o geleceği göremeyeceğiz o dış ses neden vardı? madem bir adamın dış sesi vardı biz o çocuğun büyümüş halini neden görmedik?

    çocuk filmin sonunda neden mültecilere o kadar kötü davranıyor ve bu nefretin kaynağı ne? madem o kadar nefret ediyor; yukarıdaki soruma dönecek olursak neden parayı da alarak basıp gitmiyor?

    başka sorum yok hakim bey.

    --- spoiler ---
  • ilk yönetmenlik deneyimi olan onur saylak’tan başarılı bir deneme. ahmet mümtaz taylan’ın oyunculuğunu çok begendim. türkiyede bulunan göçmenlerin halini ajite etmeden gözler önüne sermiştir. türk sineması için önemli filmlerden biri. izleyin, izletin.
hesabın var mı? giriş yap