6 entry daha
  • zamanı, arkandan atlı koştururcasına hızlı tüketmektense hiçbir şeye acele etmeden sonuca ulaşmayı tercih ettiğim dönemlerde, biraz da ergene - akbulut'un su istediğinde "mola'da içersiniz..." diyen muavinlerine inat tercih ettiğim ulaşım şekli...

    halkalı istasyonundan itibaren istanbul'dan temelli koparsınız.

    otuz istasyonun otuzunda da vagona değişik bir hüsmen aga biner... her biri ile yapılan sohbet ömre bedel olur.

    otobüsten çok sonra varır uzunköprü'ye belki ama, otobüs yolculuğundan daha güvenli, daha az eziyetli, daha da konforludur eğer yolcu vagonundaysanız.

    velimeşe'den geçerken bozacılar biner boza satarlardı... sabahattin ali'nin ayran hikayesini anımsardım. (vagonların penceresini teker teker dolaşıp ayran satmaya çalışan çocuğun hikayesi.)

    tren raylarının ahenkli takırtısını ninni yapıp uyuya kalmazsanız pencerenin arkasında kalan o güzelim trakya coğrafyasının manzarasını seyredersiniz. geçip gittiğiniz köylerde tren yolu kenarından size el sallayan çocukların görüntüsü geldi gözlerimin önüne...

    en son on küsür yıl evvel binmiştim... otobüsten ucuz ve su istediğinde arıza çıkartan muavinler olmadığı için... başımı yasladığım pencereden bir köyü geride bırakırken yüzlerinde tebessüm gördüğüm yanyana oturmuş üç küçük köy çocuğu... yaşları beş ile sekiz arası... geçen trenlere el sallıyorlardı... yüzlerinde şimdiye kadar hiç görmediğim bir mutlu ifade, bir gülümseme vardı... üstlerindekiler waikiki değil, annelerinin, ninelerinin ördükleri kaba örgüden kazaklar, yüzleri soğuktan al al, burunları sümüklü ama yüzlerinde gülümseme... yıllardır o kadar içten karşılıksız gülen insana rastlamadım sanki...
hesabın var mı? giriş yap