2 entry daha
  • platon, "yaşlılık yalnızlıktır" demişti.
    yaşlılık üzerine iddiasız görünen fakat bir dantel gibi itina ile işlenmiş nahif bir film, şaheser olarak tanımlanıyor; tavernier'ye * yakışan türden..
    hiçbir aksiyonun, gerilimin olmadığı, ılık bir sonbaharda bir ailenin pazar gününü anlatan film insanda tam da ılık bir sonbahar tadı bırakıyor. yumuşak, huzurlu fakat hüzünlü..
    evet, hüzün. lakin her şeye rağmen güler yüzlü bir hüzün..

    1912 yılının sonbaharında bir pazar günü kırsaldaki evinde anıları ve ev işlerini yapan yardımcısıyla yaşayan eski ressamlardan monsieur ladmiral, oğlunu, onun eşini ve üç çocuğunu istasyonda karşılar.
    yolda ve harikulade bahçeye sahip o evde sıradan konuşmalar yapılırken, kuşak farklılıkları, değişen terbiye normları açığa çıkar.
    sonraki saatlerde bu pazar gününe ladmiral'in, oğlundan çok farklı bir karaktere sahip kızı katılır, meltem eserken birden fırtınaya dönüşen rüzgâr misali, ağır akan gün hızlanır, sonrasında ailenin ve her ferdinin kırılma noktaları ortaya dökülür.

    ladmiral, zaten silik ve sıradan bir insan olan ve zamana, evliliğine uyum sağlamak adına iyice değişen oğluna daha mesafeli dururken, deli dolu, sevecen, mutsuzluğunu abartılı neşesinin altına gizlemiş olan kızına sevgisini saklayamaz. bugünden ona kalacak olan tek kazanım, kızıyla yaptığı o samimi sohbet ve küçücük, kısa bir dans ânıdır.
    ressamlığı ile ilgili özeleştiri yapar, kendisini çağdaşları cézanne, van gogh ve diğerleri ile kıyaslar.
    sadece bu sırada değil, tüm film boyunca aralıklarla yaşlılığını hatırlatan cümleler kurar, yaklaşan ölüme hazırmış izlenimi bırakır; senaryonun, genç-yaşlı çelişkisini ladmiral ve kızı iréne'nin şahsında oldukça titiz şekilde ele aldığı görülür.
    gençliğe dair olumlu, olumsuz ne varsa, iréne'de vücut bulmuştur.

    ladmiral gitmek üzere telaşla evden çıkan kızına ne zaman geleceğini sorduktan sonra onun omuzunu kavrayarak, sevgi dolu bakışlarla "hep genç kal" der.
    ilk kez kızının gitmesini kabullenmiştir. çünkü "hayallerimi yaşamak istiyorum" diyen iréne'nin gitme zamanı gelmiştir. hatta çoktan gitmiştir.

    herkes gider.. monsieur ladmiral atölyesinde yalnız kalır. ellerine bakar, damarları fırlamış, bozulmuş yaşlı ellerine.. şövaledeki tabloyu kaldırır ve boş bir tuvali önü arkasına gelecek şekilde ters olarak yerleştirir. karşıdan gülmekle ağlamak arasındaki bir yüz ifadesiyle ters duran tuvale bakar.
    belki de artık resim yapmak zamanı geçmiştir, her yanı hayatta olan-olmayanların hayaletleri ile dolu bu evde sadece hayal ederek yaşamanın zamanıdır.
    zaten nedir ki şu yaşlılık? anılar ve geçmişe dair hayallerden bir teselli buketi..

    pierre bost'un 1945 tarihli monsieur ladmiral va bientôt mourir (mösyö ladmiral yakında ölecek) adlı romanından tavernier kardeşler tarafından senaryolaştırılan un dimanche à la campagne (kırda bir pazar)1984 yılında cannes’da en iyi yönetmen ödülü’nü alırken aynı zamanda altın palmiye’ye de aday olan, 1985’de en iyi uyarlama senaryo, en iyi kadın oyuncu, en iyi görüntü césar ödüllerini toplayarak başka ödüller de kazanmış, eşsiz oyunculuk performansına sahip çok ödüllü bir film.
    çocuk oyuncuların bile hatırı sayılır bir oyunculuk sergilediği filmde özellikle iréne rolü ile en iyi kadın oyuncu ödülünü alan sabine azéma ve louis ducreux (monsieur ladmiral) hayranlığımızı kazandılar.

    zamanla filmin büyük bölümünü, replikleri unutacaksınız. yıllar sonra bile sadece o ılık sonbahar hissi ve yüreğinizde nedenini hatırlamadığınız bir sızı sizinle kalacak. ve belki monsieur ladmiral'in çok görüp geçirmişlere özgü o hüzünlü tebessümü..
    un dimanche à campagne, gitmeye değer bir dünyaya 1 saat 34 dakikalık bir yolculuk..

    edit: ifade
    edit 2: bu bana iletilen bir rica;

    (bkz: #150407389)

    (bkz: #150304206)

    (bkz: #150395884)

    (bkz: #150395880)

    (bkz: #150362358)
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap