wittgenstein'ın böceği
-
“böceklerden iğrenir ama parmaklarına uğur böceği konsa hayra alâmet sayarlardı.” *
***
arkadaşınız size;
“yağmur sonrası şu toprak kokusu yok mu?”
yahut
“taze biçilmiş çimenin kokusunu aldın mı?”
diye sorsa ve siz de;
“tarif etsene, nasıl kokular bunlar?”
deseniz, arkadaşınız büyük bir çabayla,
“bahar gibi, doğa gibi kokuyor işte, hissetmiyor musun?”
diyerek bu kokuları başka kokulara benzeterek anlatmaya çalışırdı muhtemelen.
siz de;
“peki bahar ve doğa kokuları nasıl ki?”
diye sorduğunuzda, arkadaşınız bunları tanımlarken kaçınılmaz olarak konuştuğu dilin sınırlarına ulaşacaktır.
diğer bir deyişle bu, o kokuyu duyan kişi hariç kimsenin cevabını bilemeyeceği bir histir.
işte bu noktada; dil sınırı ve mantık çerçevesini aşan duygu durumları için “bir kimse konuşamayacağı bir noktaya geldiyse sessiz kalmalıdır.” der wittgenstein.
aslında burada; kendiniz gibi değil de, başkası gibi olmanın nasıl hissettireceğini bilemeyeceğiniz söz konusudur.
bir diğer anlatımla; en kapsamlı iletişim aracı olan dil bile karşınızdaki insanı tam olarak anlamanız için yeterli değildir.
ve siz, başka bir insan olmak nasıl bir şeydir asla bilemezsiniz.
bir başkası için “yeşil”in nasıl göründüğünü bilemezsiniz mesela.
yahut tattığı “portakal”ın lezzetini.
yediği yumruğun acısını, hissettiği aşkı, duyduğu korkuyu da.
bu durumda hepimiz kendi zihnimizde hapis durumda olduğumuz için, kimse bu evreni sizin yaşadığınız ve yaşayacağınız gibi tecrübe etmemiştir ve edemeyecektir.
peki böceklerle ne ilgisi var bu konunun?
wittgenstein der ki;
bir grup insan düşünün ve hepsinin elinde içinde “böcek” denilen şeyin bulunduğu bir kutu olsun.
birinin diğerinin kutusunun içine bakması yasak olsun ve fakat kendi kutusunun içindekinden bahsedebilsin. *
soru şu:
bu kişilerden biri diğerinin kutusundaki böceğin nasıl göründüğünü anlayabilir mi?
wittgenstein'a göre; kimsenin bu şeyi “böcek” kelimesiyle anlatabilmesi mümkün değildir çünkü hiç kimse diğerinin “böcek” ile neyi kastettiğini bilmiyordur. onların bildiği sadece kendi kutularındaki “şey”dir.
yani aslında insanın zihninde hissettiklerinin ne sözsel bir karşılığı ne de gösterimsel bir tanımı vardır.
kısacası bu analoji, insanların hissedilen durumları, duyu ve hislerini diğer kişilere ifade etmeyi asla başaramayacaklarını göstermek için kullanılır.
buradaki kutu zihnimiz, böcek de * ruh halimizdir.
başkasının zihninde olanı bildiğimizi sanmamız sadece bir varsayımdır zira başkasının tecrübesini, hislerini anlamak imkânsızdır.
hal böyleyken de anlatılamayan tecrübe, kant'ın “kendinde şey” kavramında olduğu gibi, öznel ve göreli kalmaya mahkûmdur.
***
şimdi söyleyin bana; sizce bu yazı ile, wittgenstein'ın ne demek istediğini tam ve kesin olarak anlatabilmiş miyimdir size?
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap