323 entry daha
  • doğan canku'nun, hani çocukken sobanın yanındaki masada ödev yaparken, bir yandan gözlerin çizgili deftere titizlikle yazdığın harflerdeyken, kulağının televizyonda oynayan filmin fonunda inceden çalan müziklere gittiği o nostaljik tınılarıyla kapıp götürdüğü bir süreyya duru filmi.

    bambaşka bir şey ararken karşıma çıktı, ilgimi çekti. izlememişim daha önce. ya da sadece “bakmışım” :)

    film hakkında -alıntı ve anekdotlarla beraber- spoiler içeren şeyler yazacağım ama önce kendime ufak bir not; rutkay aziz ve türkan şoray'ın 88'de çektiği; ikisiyle de aynı yaşlarda olduğum film. bu öyle tatlı bir detay ki aslında. beni hemen yakaladı. mesela 18 yaşında bir gencin kendi yaşında birinin hayatını baş rolde izlemesi onun için nasıl -diğer yaştakilere göre- daha can alıcıysa, bu da öyle. izlerken kendi hayatının da bir özetini geçiyorsun, iki filmi iç içe izlemek gibi.

    öncelikle, türkan şoray ve rutkay aziz'in hoşluğunun zirvesinde oldukları görülüyor. bu yaşta, elbette güzelliğin bütünselliğini örneğin yirmi beş yaşında bir çiftin değil, kırklarını tecrübe etmeye başlamış bir çiftin bütünselliğiyle birleştirip daha iyi hissedebiliyorum. onları neyin güzel yaptığını görebiliyorum. yirmi beşin kaygılarının, güzelliklerinin, başarılarının, dertlerinin, umutlarının, aşklarının, ayrılıklarının artık bana pek bir şey ifade etmemesi, ondaki derdi ya da güzeli artık “görememeye” başlamamla ilgili belki de. o nedenle filmde, herkese hitap etmeyecek şekilde, çok güzeller ikisi de. saçlara düşmüş kırlar, gözlerde belirmeye başlamış kaz ayakları, hayatta ne yapmak istediğini daha iyi anlamanın verdiği vakurluk…

    harika bir detay: rutkay'ın (filmde adı geçmiyor) burgazada iskelesi'nde yıllar sonra buluştuğu eser'e gizlice yaklaşarak yanağından öpüp selamladığı sahne. eser'in o kadar yıpranmalara karşılık saniyelik kendini kaybedişi. dondurdum o sahneyi, öyle baktım.

    sanatçının mecburi içine, kendisine dönüklüğünün onu hiçbir zaman tam ulaşılamayan biri yapması, ilişkilerde karşı tarafta gizli bir öfke yaratıyor.

    “- evliliğimiz boyunca inanamadım beni gerçekten sevdiğine. belki sana hiçbir zaman ulaşamayacağımı hissettiğimden.”

    hatta bazen sanatçının andaki detaylara kendisini fazla kaptırmış olmasından ötürü kimi zaman ânı beraber yaşayamama karşı tarafı yalnızlaştırıyor.

    “- yine birlikte değildik, aklın oltanın ucundaydı yine, bi' başıma bıraktın beni. bencilsin.”

    rutkay aziz çok güzel yansıtmış, sanatçının dünyayla derdi bitmiyor. eser, onun dünyasına dahil olmuyor, olamıyor.

    “- kendi küçük adasında inançlarına tutunmuş.”

    eser, rutkay'ın dünyasına tam olarak giremediğini hissettiği her an yıkılıyor. sevildiğini biliyor ama bu ona yetmiyor. sevişirken bile:

    “- her şeyimsin de bana. ben senin her şeyinim, değil mi? değil mi? değil mi?”

    eşinin, kaçıp gittiği, tutkunu olduğu başka dünyası olsun istemiyor. yalnız hissediyor. ya da oraya bir türlü dahil olamadığını. zaten bu yüzden ayrılmış. kızlarını da ona benzetiyor; “bencil ve içine dönük.”

    “+ ama sensiz olamayacağımı bin defa söyledim.
    - yeterli değil ki bu…”

    kendi sergisinde bile saklanan, o ortamdan bunalıp kaçan bir figür rutkay. eser, sergide etrafında çember olmuş insanlarla gülüp sohbet eden bir karakter.

    “- başımdaki uğultuyu dindirmek için insanlara ihtiyacım var benim.”

    rutkay uzaklara, adaya gitmek istiyor, gidiyor da. sanatçı için olduğu yerin, ruhunun sükunet bulduğu ortamda yaşamanın o kadar önemi var ki. sakinlik değil, sükunet. eser, gelmem diyor, orda sandallar, at pislikleri, yalnızlık… “yalnızlık mı?” övüyor rutkay adayı.

    “- benden başka herkes tatlı, herkes iyi senin için.
    + sen de iyisin, yaşam biçimi, düşünceler ayırıyor bizi.”

    rutkay vakur. on yıl önce ayrılıyorlar, adadan hiç dönmüyor. istediği hayat farklı. “bir bekleyiş, o boşluğu yaşıyorum ben.”

    yıllar sonra tekrar deneyemez miyiz diye bir yandan çok da çaktırmadan sorguluyorlar birbirlerini. ama ikisi de umutsuz.

    “- sen dememiş miydin, başka başka adalardayız ve köprü kuramıyoruz birbirimize diye.”

    bu son görüşmede aşk da uyanıyor kavga da.

    “- resimler çok iyi. bazen, eskiden yani, benim resimlerimi de yapardın, en çok da uyurken.
    + uyuduğunda sendin, bir başkası değil.
    - yani uyuduğumda seninle, düşüncelerinle çatışmıyordum, öyle mi?
    + canım kavga etmek istemiyor bugün.
    - benim de amacım bu değildi.”

    eser, merakla, şevkle tek tek incelediği tablolardan kafasını çevirdiğinde hayranlığını gizlemeye çalışıyor.

    “+ resimleri beğendin ama..
    - beğendim, ama sevmedim.”

    gel, seviyorum, diyor rutkay. kadın da deli gibi aşık. ikisi de biliyor bu durumlarını.

    - ada'ma çekilip dünyaya sırtımı dönmek benim işim değil, seçkinlik peşinde değilim.
    + ben öyle miyim? beklemek istiyorum anlıyor musun sadece beklemek. beni anlayacak insanları, resimlerimi sevecek insanları beklemek.
    - kim onlar, söyler misin?
    + gençler, çocuklarımız, birileri.
    - (bir şey söyleyecek gibi olur)
    + sus, bu inanç olmazsa yaşayamam ben.”

    ve eser'in vapurla adadan ayrıldığı sahne.

    “ona gittim, kızı konuşmak için, ve hiçbir şey konuşmadım.”

    ilgilisine
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap